Moliére Hakkında
Jean Baptiste Pequelin MOLİERE

Oğuz Arıcı
 
13 Ocak 1622’ de Pariste dünyaya geldi. Baba jean Baptiste halıcılar loncası üyesi, parisin önde gelen tüccarlarındandı; aynı zamanda kralın oda hizmetinde de görev yapıyordu. Anne Marie Cresse Jean Baptiste’yi doğurduktan on yıl sonra öldü. Kısa bir süre sonra baba yeniden evlendi, bu yeni annenin adı Catherine Fleurette idi. Yeni annenin Jean Baptistenin yaşamını nasıl etkilediği pek bilinmesede, Hastalık Hastası oyununda ki vefasız eş Beline tipinin bu yeni anneden esinlenerek ortaya çıktığı savı savunulmaktadır.
 
            jean Baptiste mahalle okulunu bitirdikten sonra babasının yanında halıcılık işlerinin inceliklerini öğrenmeye başladı. Bu sıkıcı yaşantısı günün birinde Louis cresse isminde ki dedesi tarafından bozuldu. Louis Cresse soyadından da anlaşılabileceği gibi ölen anne Marie’nin babasıydı ve baba Jean Baptiste gibi halıcılıkla uğraşmaktaydı. Daha sonra dede ve torun beraber tiyatroya gitmeye başlarlar. Bu sayede Jean Baptiste ilk defa tiyatroyla tanışmış oldu. Ve aynı zamanda Bourbonia Konağı’yla[1] de tanışmış olmuştu. Ezinç Derneği[2] adındaki Hristiyan bir tarikatın kurduğu bu sahnede daha önceleri yine aynı grubun desteği ile Mysteri oyunları oynanmaktaydı. Ancak Jean Baptiste’in çocukluk yıllarında dinsel oyunların oynanması ortadan kalkmış bunun yerine, sahne fars ve ya tragedya oynayan grublara kiralanmaktaydı. Dönemin en ünlü oyuncuları Bourbonia sahnesindeki Belroz ve Paris’in diğer bir sahnesi olan Maris Tiyatrosu oyuncusu Mondory’di. Molierre’in Belroz’la ve Mondory tanışması bu döneme rastlar. Dönemin ünlü oyun yazarlarından Jean de Rotreu ve Piere Corneille ile de aynı dönemde tanışmıştır. Belki de ilk kez bu dönemde bir tragedya oyuncusu olmak istemişti.
 
            1636 yılında üvey anne de öldü. Baba altı çocuğuyla kala kalmıştı. Bu yetmezmiş gibi büyük oğlu da tuhaflaşmış, durgunlaşmıştı. Jean Baptiste artık Halıcı olmak istemiyordu ve bunu baba Jean Baptisteye söyledi. Louis Cresse’nin de desteğiyle o dönemlerin en ünlü okullarından biri olan Clermont kolejinde[3] ki eğitimine başladı. Clermont kolejinin o yılki öğrencileri arasında üç prens de vardı, ki bu da Clermont kolejinin ne denli iyi bir eğitim verdiğini göstermekteydi.
 
            Clermont kolejinde Jean Baptiste tarih, eski edebiyat, hukuk, fizik, kimya, dinbilim, felsefe, yunanca ve latince eğitimi aldı. Eğitimi bununla da sınırlı kalmadı; Lulier adlı çok zengin bir iş adamının oğlu olan Chapper’la çok sıkı bir dostluk kurmuş ve evlerine pek sık gider olmuştu. Bu evde Pier Gassendi adında bir profesörden de dersler aldı. Pier Gresendi’nin sınıfında sadece Chapper ve Jean Baptiste yoktu, bunların dışında Bernier adlı bir genç ve hepimizin yakından tanıdığı Cyrano de Bergerac[4] vardı.
 
            Clermont yıllarında sadece kolej eğitimi ile ilgilenmedi Jean Baptiste, Burgonya ve Maris’in repertuarlarını da takip ediyordu. Hatta lise yıllarının sonlarına doğru kulislerede girer olmuştu. Madeleine Bejart ile bu zamanlarda tanıştı.
Beş yıllık kolej eğitiminden sonra baba Jean Baptiste oğul Jean Baptiste’ye hukuk diploması almasını söyledi. Böylece Jean Baptiste 1641’de, hukuk diploması almak için Orleans’a gitti.
 
            Bu yıllarda Fransa’nın hali pek de iç açıcı değildi. Fransa bir yandan dış savaşlala uğraşırken, bir yandan da iç karışıklıklarla uğraşmak zorundaydı. 1642 yılının nisan, mayıs, haziran aylarında krala hizmet etme sırası baba Jean Baptiste’ deydi. 13. Louis İspanya Savaşı nedeniyle güneye hareket etmişti.Baba bu göreve oğlunu göndermeye karar verdi.Bu üç ay boyunca Jean Baptiste’nin güneyde neler yaşadığı pek bilinmesede pek de parlak olmadığı söylenebilir.
 
1643 yılının başında Jean Baptiste babasına kararını açıkladı: Oyuncu olacaktı. Bunun üzerine baba Jean Baptiste oğlunu ikna edebilmek için oğlunun muhasebe hocası ve kendi dükkanının muhasebecisi Georges Pinel’ den yardım istedi, fakat babaya bir ikinci darbe de Georges Pinel’den geldi; Pinel de Tiyatro yapmaya karar vermişti. Baba tüm oğlundan ailevi tüm ünvanlarını bırakmasını istedi. Bu olaydan sonra Jean Baptiste ve Pinel, Jean Baptiste’ye annesinden kalan mirası da alarak Bejart Ailesinin evinin yolunu tuttular. 1643 haziranında Jean Baptis’in parası ve Bejartların oyunculuk desteğiyle Ünlü Tiyatro’yu kurdular. Jean Baptiste Pequalin, Jean Baptiste Moliére adını aldı.
 
 
1643-45 yılları Ünlü Tiyatro ve Moliére için çok karanlık yıllardı. 1644’de sahnesini bir trajediyle açan tiyatro Paris’de ilk büyük başarısızlığını aldı ve bu başarısızlıkların ardı arkası kesilmedi. Trajedi meraklısı Moliére 1645 yılında borçları yüzünden hapse girdi, Ünlü Tiyatro dağıldı.
 
1645 yılında Ünlü Tiyatro’dan arta kalan sadık oyuncularıyla gezginci bir gurup kurdu Moliere ve 1658 yılına kadar sürecek olan gezgin hayatına ilk adımını attı. Bu dönemi sadece resmi belgeler ve bazı söylencelerle bilinebiliyor. 1647’de Bordeaux’da, 1648’de Nantes’de, 1649’da Limoges’de, 1650’de ise Prezenas[5]’da oyunlar sergilediler. Burada da Trajedilerden çok farslar ve basit halk güldürüleri iş yapıyordu. Bu dönemde ki en önemli gelişme ise Moliere’in bir İtalyan Comedie del’Arte oyuncusu olan Scraouche’den oyunculuk dersleri almasıdır. Molier, bu sayede kendinde de var olan komedyenliğini pekiştirmişti. İlk oyunlarını da bu gezginci döneminde yazmaya başladı. 1652’de repertuarlarında bir kaç basit fars dışında Şaşkın ve Beklenmedik Terslikler adlı iki Moliere oyunu da bulunuyordu. Moliere artık adından söz edilir bir hale gelmişti, özellikle Şaşkın’ın başarısı sadece para değil, yeni oyuncularında guruba gelmelerine sebep oldu, fakat Madeleine Bejart ile yolları ayrıldı. Bununsebebi guruba yeni giren genç, güzel ve yetenekli Theresa Marques’di.
 
En büyük çıkışını 1653 yılında yaptı Moliere; prens Conti önemli bir hanım konuğu ile Prezans yakınlarında ki La Grande şatosuna geldi. Önemli konuk bir eğlence istiyordu ve Moliere’in okul arkadaşı olan Daniel de Cosnac Moliere’I hiç zaman kaybetmeden davet etti. Molier geldiğinde kötü bir sürprizle karşılaştı: saraya ondan önce başka bir gurup gelmiş ve oyunlar sergilemekteydi. Prens bu sebeple Moliere’i kabul etmedi. Prensin kardeşi durumu biraz toparlayabilmek için prens
adına bir izin çıkardı; bu sayede Moliere Prezans’da oyun uynayabilecekti. Şaşkın burada da çok başarılı oldu. Oyunun ününü duyan prens Moliere’I derhal sarayında oynaması için davet etti. Moliere artık prensin karşısında oynayacaktı, böylece paris kapısı aralanmaya başladı. 1654 yılında Joseph Bejart ile birlikte Prens ve yeni eşine bir bale yazdı, çok büyük bir başarı daha kazandırdı bu bale. 1656 yılına gelindiğinde prensin hayranlığı artmış artık her toplantıya Moliere ve gurubunu çağırır olmştu, din adamları bu yakınlaşmadan pek memnun değillerdi. Belkide yıllarca peşini bırakmayacak aforozlar ve sorunlar bu yakınlaşmadan doğmuştur.
 
Artık saray çevresi tarafından pek tanınan Moliere, Paris’e dönme zamanının yaklaştığını anladı. 1657’ye gelindiğinde Moliere Paris’e pek sık gider olmuştu. Hatta eski aşkı Madeleine ile de sık sık görüşmekte idi. 1658 yılında Moliere’in Paris yakınlarına geldiği kulaktan kulağa yayılmaya başladı. Rouen’de Corneille ile karşılaştı ve büyük beğenisini aldı. Gurup her gittiği şehirde halk tarafından beğeniliyor, fakat diğer gurupların düşmanlığını kazanıyordu. Kadrosuda gün geçtikçe büyüyordü Moliere’in. 1658’de Molier nihayet Paris’deydi. 24 Ekim 1658’de Kral 14.Louis’in huzurunda Corneille’nin Nicomede’sini oynadı, bu oyunun pek de beğenildiği söylenemezdi. Moliere durumu toparlamak için kendi yazdığı Aşık Doktor’u oynadı; Kral oyunu beğendi ve topluluğun Paris’de kalması için bir emir çıkardı. Bununlada kalmadı, kral guruba para bağlayarak “Kralın Biricik kardeşi Monsieur’un Kumranyası” adını verdi.
 
Gurup hiç vakit kaybetmeden Küçük Bourbon’a yerleşti, aynı dönemde bu sahneyi Comedia del’Arte oyuncularıda kullanmakta idi. Moliere her zaman ki gibi yine trajedi oynamak istiyordu. Gurup arkadaşlarının uyarılarına rağmen üst üste beş Corneile trajedisi sahneledi; başarısızlık kaçınılmazdı. Durum iyice kötüleşmeden toparlanmak gerekiyordu. Turnelerin vazgeçilmez oyunu Şaşkın ve Aşıklar Atışması’nı oynadı; görülmemiş bir başarıydı. 1659 yılında sahneyi paylaştıkları Comedia del’Arte topluluğu İtalya’ya döndü ve sahne sadece Moliere’e kaldı. Aynı yıl Moliere Gülünç Kibarlar’ı sahneledi. Oyun halk tarafından çok beğenildi, fakat localardaki maki ve markizler pek hoşnut değildi bu durumdan; Moliere’nin düşmanları artıyordu. Ertesi sabah Paris Yöneticileri oyunun yasaklandığını açıkladı. Moliere çareyi oyun metninde ufak tefek değişiklikler yapmakta buldu; sonunda izin çıktı ve her zaman ki gibi halk tarafından çok büyük bir beğeniyle karşılandı.
 
1660 yılına gelindiğinde umut yerini umutsuzluğa bıraktı. 11 ekim günü kralın müfettişi Ratobon Moliere ve gurubunun sahneyi terk etmesi gerektiğini bildirdi; Küçük-Bourbon yıkılacaktı. Kibarlık Budalası haddinden fazla düşman kazandırmıştı moliere’e. 4 Şubat 1661’de Moliere kıskanç Prens’le Palais-Royal’de sahne aldı. Bu yeni sahneyi yine İtalyanlar’la paylaşmak zorundaydı ve çok para kaybetmişti şimdiden. Oyun yine başarısızlıkla sonuçlandı.
 
Bu dönemde Fransa hala iç karışıklıklarla uğraşıyordu. Özellikle Kardinal ve kral arasında çok büyük bir soğuk savaş hakimdi. 1661’in 9 mart günü Kardinal öldü ve kral o şok edici açıklamasını yaptı: “Devleti gerçekten yönetmenin zamanı geldi!”
 
1661 Moliere için verimliydi, Kocalar mektebini yazdı ve oyunu koruyucusu kralın kardeşine ithafetti. Yine aynı yıl 14.Louis için düzenlenen bir eğlencede Patavatsızlar balesini yazdı. Bu baleyi Fransa Devleti Hazinesi Genel Müdürü Fouquet’in siparişi üzerine onbeş gün içerisinde yazdı, kral tarafından beğenildi.1662 yılının 20 şubat günü Moliere’in hayatında Çok önemli bir değişiklik oldu; Moliere 20 yaşlarında ki Madeleine’in kardeşi Armande Bejart ile evlendi, pek iyi bir ilişkileri olduğu söylenemezdi bu yeni çiftin. 1662 yılında hasılatın düştüğünü gören Moliere Kadınlar Mektebini yazdı, oyun yine halk tarafından çok beğenildi fakat localar yine sinirlenmeye başlamıştı. Eleştirmenler ve düşmanlar yine ayaklandı, bunların arasında Corneeile de vardı. Moliere eleştirilere karşılık vermeye karar verdi ve 1663’de Kadınlar Mektebinin Tenkidi adındaki kısa oyunu yazdı ve oyunu ana kreliçe Anne d’Autriche’e adadı. Eleştiriler ve saldırılar devam etti, Corneile ile Moliere’in arası iyice açıldı. Moliere’e saldırılar her geçen gün şiddetleniyor, oyun hakkında yalan hikayeler uyduruluyordu.
 
14 ekim 1663’de Versailles Oyunu’nu yazdı. Oyun bir nevi oyunculuk dersini andırıyordu, kral için hazırlanan bir oyunun provasında geçiyordu. Oyunda dönemin oyuncusu Montfleury’e de dokundurmalar vardı. Montfleury intikamını almak için Moliere’in kendi öz kızıyla evlendiği savını ortaya attı. Bu zor geçen bir yıldan sonra Moliere’de bir hastalık peydahlandı; öksürük krizleri.
 
1664 yılının 19 ocak günü bir erkek çocukları oldu Molierelerin. Zoraki Nikah adında, aslında tek perde olan fakat kral için araya danslarında katıldığı, üç perdelik oyunu yazdı. 29 ocak günü oyun kralın huzurunda sergilendi, ikinci perdenin başında kral bile oynamıştı. Aynı yıl Versaille şatosunda ki eğlenceler için Prenses Elide’yi yazdı. Fakat bu yılın en çetin ürünü tabi ki Tartuffe idi. Düşmanlar yine azdı, din ve din adamlarına hakaret etti gerekçesiyle oyun yasaklandı. Hatta kardinal oyunun yakılmasını isteyecek kadar ileri gitti. 1665 yılında Don Juan ya da Taş Şölen’I sahneledi, oyun yine beğeni kazanmıştı. Ama Don juan da Tartuffe kadar ses getirdi. Zaten saldırmak için yer arayan düşmanlar iyice alevlendi. Oyun on beşinci temsilden sonra yasaklandı. Sevda Hekimi’ni yazdı kral tarafından çok beğenilen oyun, Plais Royal’de de iyi hasılat yaptı, fakat doktorların pek hoşuna gitmemişti oyun. Bu sefer doktorlar savaş açtılar Moliere’e. Bir kızı oldu Moliere’in, ama mutluluğu pek de uzun sürmedi, oğlu ve kız kardeşini kaybetti aynı yıl. Sağlığında da ciddi bozukluklar oluşmaya başladı; sahneye çıkamayacak durumdaydı. 1666 yılında Adamkaçan’ı yazdı. Seyirci karşısında pek bir başarı kazanamadı oyun, her zaman ki gibi çok konuşulan bir oyun haline geldi. Zoraki Hekim’i de sahneledi aynı yıl. 1668’de Amphitronu yazdı, Corneile’in oyunlarından bile daha çok iş yaptı. Ardından George Dandin ve Cimri’yi yazdı. 1669’da beklenmeyen bir olay gerçekleşti; Tartuffe için kraldan izin çıkmıştı. Paris’ de o güne kadar görülmemiş bir izdiham yaşandı. Aynı yıl kral için Monsiur de Pourceaugnac balesini yazdı. Ama o yıl her şey iyi gitmedi; Moliere babasını kaybetti. 1670’de yine bir kral siparişi olan Muhteşem Aşıkları yazdı, ardından Kibarlık Budalasını sahneledi. İşler yolunda gözükse de Moliere’in sağlığı hiç de iyi değildi. 1671’de Scapenin Dolaplarını ve Escarbas Kontesi yazdı. Aynı yıl bir oğlu oldu. Eski dostu Madeline’de 1671’de öldü. 1672’ de Bilgiç Kadınlar’ la yine bir başarı kazandı, ölümler Moliere’in peşini bırakmıyordu; oğlunu da bu yıl kaybetti. 1673’e gelindiğinde Moliere’in hem sağlığı, hem de sarayla arası kötüydü. Hastalık Hastası’nı yazdı, amacı tiyatrosunun saygınlığını korumaktı. Tüm uyarılara rağmen hasta bir şekilde oyuna çıktı, oyunu sonuna kadar oynasa da, seyirciler durumu fark etmişlerdi. Oyundan sonra yine o öksürük krizleri başladı ve bir iç kanama sonucu gözlerini yaşama kapadı. Ölümü bile olay yaratmaya yetiyordu Moliere’in; kilise ve softalar herkes gibi gömülmesine izin vermediler, ne var ki karısı kraldan gizli gömülmesi şartıyla böyle bir izin koparmayı başardı. Bir cenaze töreni bile yapılamadan gömüldü Moliere.         


Kaynakça
 
M.Bulgakov – Moliere Efendi
Özdemir Nutku – Oyunculuk Tarihi
Sabahattin Eyüboğlu – Cimri Çevirisi Önsözü
Aziz Çalışlar – Tiyatro Ansiklopedisi
Meydan Laurusse
 



[1] Bourbonia Konağı: Paris’teki ünlü tiyatro sahnesi.
[2] Ezinç Derneği Pariste dinsel oyunları oynamak ve oynatmak gibi bir ayrıcalığa sahip tek dernek.
[3] Şimdiki Louis de Grant lisesi
[4] Beauvais kolejinde ilmi belagat ve ilmi beyan derslerini izlerken, müdürü Jean Grangieri hicveden oyunu Ukala Dümbelek’I yazdı. 
[5] Oyunculara ödenen dört bin lira karşılığında ki seneti Moliere anı olarak orada bırakmıştır.



BARONYAN’IN MOLİÉRE’E BORCU
 
(Kaynak: Baronyan’ın Moliére’e Borcu / Kevork B. Bardakjian (Çeviri: Zeynep Okan) / Mimesis 17)
(Bu makalenin İngilizce orjinali, The Journal of the Society for Armenian Studies (JSAS) dergisinin 1984 sayısında (c. 1) s. 139-162 arasında ‘‘Baronian’s Debt to Moliére’’ başlığıyla yayınlanmıştır.)
Yazarın Notu: Bu makale yazınlanmamış tezimin 5. bölümünün revize edilmiş versiyonudur. Bölümün taslağı, A. M. Makaryan’ın ‘‘Moliére ev Paronyané’’ adlı makalesinin Lraber, 3 (1972), 35-42’de yayınlandığı (1972) yılında yazılmıştı. O zaman bu makaleden haberdar değildim; makaleyi yakın zaman önce, JSAS için bu bölümü tekrar yazarken gördüm. Her iki makale de belli bazı ortak izlenimleri paylaşıyor; ancak aynı zamanda Moliére’in Baronyan’ın komedileri üzerindeki etkisine dair farklı görüş ve yorumlar içeriyor.
 
Genelde Avrupa yazını ve özelde Fransız etkisi edebiyatının modern Ermeni edebiyatı üzerindeki etkisi çok büyük olmuştur. Batılı yazarlardan esinlenilen pek çok yeni tür arasında komedi de vardı ve bu türün temel kurucularından biri ünlü Ermeni hiciv yazarı Hagop Baronyan’dı. Her ne kadar Ermeni eleştirmenler Moliére’in Baronyan üzerindeki etkisi konusunda hemfikir olmuşlarsa da bu etkiyi detaylı bir şekilde incelememişlerdir. Bu makalenin amacı, karmaşık ilişkinin belli yönlerine ışık tutmak; daha açık belirtmek gerekirse, hikâye ve kurguya dair Baronyan’ın Moliére’den ödünç aldığı metinsel paralellikleri ve ayrıntıları belirgin bir şekilde saptamaktadır. Toplumsal ve estetik ilkeler, eserlerde betimlenen ve konu olarak seçilen toplumlar bu makalenin kapsamına girmemektedirler.
Komedi oynamaya dair ilk çabaların, Mıkhitaryan rahiplerin öğrencilerini genelikle trajik sahnelerin seyircileri trajedinin ağır etkisinden kurtulabilmek amacıyla, komik sahneler sergilemey teşvik ettikleri, Aziz Lazarus Adası’nda gösterildiği söylenebilir. He ne kadar Mıkhitaryan komedi geleneğinden geriye sadece birkaç örnek kalmışsa da, bu komik sahnelerin, farsların ve komedilerin dikkate değer herhangi bir sanatsal değer taşıdığı şüphelidir. Bununla beraber, 18. yüzyılın ikinci yarısında başlayan bu komik gösteriler modern Ermeni dilinin oluşumuna büyük katkı sunmuş ve modern Ermeni edebiyatı tarihinde yeni bir türün yolunu açmıştı: Komedi.
Teatral çalışmalar sadece Aziz Lazarus Manastırı’yla sınırlı değildi. Mıkhitaryanlar geniş çaplı bir eğitim ağı oluşturmaya başladıklarında tiyatro gelenekleri de Ermeni topluluklarında kurdukları okullara nakledilmiş ve bu gelenek oralarda gelişmişti. 19. yüzyılın başlarında İstanbul’da bu türden iki okul kurulmuştu. Bu okullardaki öğrencilerin teatral gösterilerinin hızlı bir şekilde başarı göstermesinin ardından diğer Ermeni okulları da onları izlemiştir. 1880 itibariyle yerel yetenekler İstanbul’un Ermeni mahallelerinde birkaç tane tiyaro grubu kurmuştu. On yıldan daha az bir süre içinde de ilk profesyonel Ermeni topluluğu kurulmuştu. Bu süreç boyunca Mıkhitaryanlar motivasyon sağlayarak ve çekirdek bir ekiple destek destek vererek önemli bir rol üstlenmişlerdir. Aslında, modern Ermeni tiyatrosu kurucularının büyük bir kısmı (oyun yazarları, oyuncular ve ayrıca yönetmenler) ilk eğitimlerini ve sahne sanatlarına duydukları ilgiyi Mıkhitaryan okullarında edinen Mıkhitaryan öğrencilerdi.
Bunun kadar önemli bir başka nokta, Ermenilerin 1860’larda, Ermnei Ulusal Anayasası’nın ilanı ve 1860’ların başında gerçekleşen Zeytun olaylarının etkisiyle oldukça yükselişe geçen politik bilinçliliğiydi. Dönemin oyun ve yazarları, sahnede şanlı ulusal olayları ve kahramanları hatırlatarak ve canlandırarak ortama hakim olan vatansever duyarlılıkları yansıtıyorlardı. Doğal olarak trajediye daha büyük vurgu yapılıyordu ve bir tür olarak komedi çok az ilgi çekiyordu. Bu boşluk hayranlık uyandıracak şekilde özellikle Batılı gruplar, İtalyan ve Fransız kumpanyaları, çeviriler ve kalıcı başaramamış bazı orijinal Ermeni komedileri tarafından dolduruluyordu. Bu prjinal yapıtlardan belki de en belirtmeye değer olanı Başpiskopos Koren Narpey’in 1892’de Kırım’da (Theodosia) yayınlanmış olan Alafranka adlı komedisidir.
Alafranka beş perdeden oluşan ve içinde yirmi bir karakterin yer aldığı bir komedidir. Modern Batı Ermenicesi ile yazılmış, çeşitli lehçelerin kullanıldığı diyaloglarla süslenmiş ve bazı karakterizasyon gereksinimleri için biraz Fransızca kullanılmıştır. Eski bir Mıkhitaryan olan Narpey oyununda kadın karakterlere yer vermemiştir. Bu konuda Mıkhitaryan geleneği mi izliyordu, yoksa kendi dini bakış açısı ya da dönemin engellemeleri yüzünden mi kısıtlamaya gidiyordu, bu cevaplanması zor bir sorudur.
Narpey Alafranka’da Batılı adab-ı muaşeret kurallarının körü körüne taklit edilmesini konu alır. Her ne kadar Narpey temel olarak orijinal bir kurgu oluşturabilmişse de, Moliére’in, özellikle de Kibarlık Budalası adlı oyununun etkisi kolaylıkla fark edilebilir. Karakterleri, bazıları İstanbul’a taşınan ve orada kendilerini ‘‘Frenk adetlerine’’ adapte eden taşralı Ermenilerdir. Oyunun sonunda Narpey’in karakterleri edindikleri bu alışkanlıkları bırakıp Ermenistan taşrasına geri dönerler. Oyun yapısal anlamda oldukça başarılıdır ve karakterlerden bazıları yerel nitelikleri ile ön plana çıkarlar. Oyun kendi döneminde çok popüler olmasına rağmen sonradan tamamen unutulmuştur.
Ünlü Doğu Ermeni yazar Gabriel Sundukian ilk vodvilini 1863’te Tiflis’te yazdığında Alafaraka’nın yayınlanmasının üzerinden ancak bir yıl geçmişti. Bunu, Sundukian’ın uluslar arası çapta modern Ermeni tiyatrosunun kurucusu olarak ünlenmesini sağlayan birkaç komedi izledi. Baronyan ilk oyununu 1865’te yazdı.
Baronyan 1860’ların başında doğum yeri olan Edirne’den bir daha dönememek üzere İstanbul’a taşınır taşınmaz oyunculuk ve komedi oyunları yazımıyla ilgilenmeye başladı. Daha önce yazdığı hiçbir şey günümüze ulaşmamıştır. İlk komedisi, Yergu derov dzarav mı (İki Efendili Bir Uşak) 1865’te yazıldı ve ilk kez ölümünden yirmi yıl sonra 1911’de yayınlandı. Bu oyun, bizim için onun çalışmalarına dair bir örnek teşkil edebiler ve muhtemelen erken dönem komedileri arasında en iyisidir. Baronyan’ın ikinci komedisi, Adamnapuyj arevelyan (Şark Dişçisi) 1869’da yayınlandı. Fakat Baronyan oyunun edebi niteliğinden tatmin olmamış olacak ki söylenenlere göre oyunun kopyalarını kitapçılardan kaldırttı. Daha sonra bahsedeceğim sanatsal sebeplerden dolayı Baronyan, 1872-73’te yazdığı ve ancak 1920’de yayınlanan üçüncü komedisi Şoğokortı’(Dalkavuk) hiç tamamlamadı. Baronyan’ın hiciv dergisi Khigar da (Zeki) 1886-87 yıllarında bölümler halinde yayınladığı dördüncü ve büyük oyunu Bağdasar Ağpar’ı sahneleyene kadar neredeyse on beş sene geçti. Bu arada Baronyan hiciv romanı Medzabadiv muratsganner’i (Pek Muhterem Dilenciler) yazdı ve 1880-81’de yayınlattı. 1887’de Baronyan Khigar okurlarına yakında Çeyiz adında yeni bir komedi yayınlayacağının duyurusunu yaptı. Ancak bu komediyi hiçbir zaman yayınlamadı. Oyunun (sekiz sahne ve bazı bölümlerden oluşan) tamamlanmamış bir taslağı kağıtlarının arasında bulundu ve ölümünün ardından yayınlandı.
Sundukian’ın komedileri yazıldıktan hemen sonra sahnelenmişken Baronyan’ın hiçbir eseri yaşarken sahnelenmemiştir; özellikle özellikle 1890’lardan sonra çok popüler olmuşlardır. Baronyan ilk üç komedisini halka sunmak istememişti be Bağdasar Ağpar yayımlandığında ise Ermeni tiyatrosu Abdülhamid’in sansürüyle zaten kapanmıştı. Baronyan eserlerinin kamusal değerini doğru bir biçimde değerlendirirdi, ancak ikinci ve üçüncü eserlerini sahnelemeyerek büyük bir yargı hatası yapmış olabilir (Dalkavuk’un tamamlanması için sadece bir veya iki sahneye ihtiyaç vardı). Övgüyle karşılanacakları kesin gibiydi. Çok daha önemlisi eserlerini sahne üzerinde deneme fırsatından çok daha fazla faydalanacaktı, gerçek bir performans komedi yazımındaki teknik kusurlarının ortaya çıkmasını sağlayacaktı. Sındukian, mesela, gerçek prodüksiyonlarının ışığında eserlerinde devamlı olarak iyileştirmeler yapmıştır. Ayrıca halkın olumlu tepkisi Baronyan’ı daha fazla sayıda komedi üretmeye teşvik edebilirdi.
Ne Baronyan ne de Sundukian yerli Ermeni geleneklerini, onları özümseyecek veya yararlanabilecek kadar derin biçimde hakim değildi. Sundukian komedilerini Gürcistan’ın başkentinde kullanılan Ermeni lehçesiyle yazmış ve Tiflis halkının günlük yaşamına ayna tutmuştu. Sundukian’ın özel olarak yerel hayatı betimliyor olması belki de eserlerinde ülke dışından gelen biçimsel etkilenimlerin olmamasının temek sebebiydi. O özellikle halkın başına bela olan toplumsal çatışmalarla ilgilenmişti; insan ilişkilerinde ve özellikle evlilikte paranın etkisi geleneksel ile yeni kavramların ve ahlaki değerleri bitmek bilmeyen mücadelesi; Batı’nın mekanik bir şekilde taklit edilmesi ve yerel hayatın arka planını yansıtan diğer toplumsal konular. Sundukian renkli Tiflis hayatının toplumsal gerçekliklerini o kadar gerçeğe bağlı ve canlı şekilde yansıtmıştır ki Gürcüler onu kendi yazarlarından biri olarak görmüşlerdir. Komedileri Gürcücüye (ve bazı başka dillere) çevrilmiştir ve en güzel komedi çalışmaları yaratıldıkları günden itibaren devamlı olarak Gürcü sahnelerinde yer almıştır.
Baronyan ise sanatsal ilham için Batı’ya yönelmişti. O dönemde İstanbul’da Goldoni ve özellikle Moliére popüler isimlerdi. Yüzyılın başlarında (1812-13) Mıkhitaryan rahipler Moliére oynamışlardı, ancak İzmir ve İstanbul Ermenilerinin Fransız yazarı Ermeniceye çevirmeye başlamaları 1850’lerin ortasını bulmuştur. Osmanlılar da bir sonraki on yılın sonunda (1869-1872) benzer şekilde hareket ermiş ve çok sayıda Türkçe Moliére çevirisi ve uyarlaması ortaya çıkmıştı. Moliére komedileri gezici kumpanyalardan Ermeni profesyonel tiyatrosu Aravelyan Tadron (1861’de kurulan Şark Tiyatro) ya da Hagop Vartovyan (Güllü Agop olarak da bilinir) tarafından kurulan Gedikpaşa Tiyatrosu’na kadar pek çok tiyatronun repertuarlarında yer almıştır. Baronyan 1860’ların başında hala ciddi biçimde bir oyunculuk kariyerinin peşinde koştuğuna göre bu gösterilere katılmış olmalı. Ancak onun Moliére ile tanışıklığı çok daha önceleri 1850’ler ve 1860’larda, Baronyan’ın çok istekli bir şekilde Batılı yazarların eserlerini okuduğu söylenen dönemlerde başlamış gözükmektedir.
Moliére’in Baronyan üzerideki etkisinin birçok boyutu vardır ve her ne kadar burada bu karmaşık etkileşime dair kapsamlı bir tartışma sunmak amaçlanmıyor olsa da özellikle yaklaşım ve uygulama konularında birkaç genel açıklama yapmak yerinde olacaktır. Bu özellikle Baronyan’ın biçim ve ruh olarak Moliére geleneğinden yararlanarak şekillendirdiği ilk dönem komedileri Şark Dişçisi ve  Dalkavuk için geçerlidir. Aslında kurgu anlamında Moliére’e çok az şey borçlu olan Şark Dişçisi, umulmadık hikâyesi ve oyundaki karakterlerden birisi olan Markar ile bazı “yerel” öğeler dışında grotesk karakter ve durumlarıyla Ermeni sahnesiyle çok ilgisi olmayan “hafif” bir oyundur. Baronyan, burada kendi düşüncelerini neşretmeye uğraşmadan absürd olanı hayata geçiren kendiliğinden bir ruh hali içindedir. Kalın çizgilerle çizilmiş karakterleri kahkahalara sebep olur ama duyguları harekete geçirmez. Benzer şekilde, hikâyesini tamamen Moliére’den aldığı Dalkavuk ‘ta da Baronyan toplumsal mesajlar oluşturmak yerine absürdün ve karakterlerin aptallığının gösterilmesiyle ilgileniyordu. Dalkavuk Moliére’in etkisinin hem zirve noktasını, hem de düşüşe geçişini simgeler.
Dalkavuk’u takip eden neredeyse on yıllık sürede tiyatroyu değil ama oyun yazımını ihmal etmiş ve kendisini gazeteciliğe adamıştır. Yeni mesleği ve özellikle bu on yılda yazılan Azkayin çoçer (Milli Kodamanlar) onun güçlü hiciv yönünü ortaya çıkarmıştır. Baronyan’ın Pek Muhterem Dilenciler adlı romanında ve en iyi komedisi olan Bağdasar Ağpar’da baskın şekilde yer alan gazetecilik ayrıca halkın günlük işleriyle daha yakından ilgilenmesi anlamına geliyordu. Yerel karakterlerin ve sorunların betimlenmesi iki yazar arasındaki mesafeyi açarak Moliére’in etkisini tamamen ortadan kaldırmasa da metinsel ve teknik bir boyuta indirdi. Moliére’in sözümon ciddi komedilerinde görülebilen üsti kapalı yoğunluk ve trajiklik algısı aynı zamanda Bağdasar Ağpar’da da bulunmaktadır. Baronyan’ın Bağdasar karakterine kattığı trajik yönlerin, özellikle bazı dönemlerde, Doğu ve Sovyet Ermeni oyuncuların yorumlarında, karakterin acılarına dair sempati uyandıracak bir şekilde vurgulu oynadıklarını parantez içinde belirtmek belki ilginç olacaktır. Bununla beraber Baronyan’ın gizli bir şevkat duyduğu Bağdasar, açık bir şekilde yok etmek için elinden geleni yaptığı Apisoğom Ağa’dan daha az komik ve grotesk bir karakter değildir. Çünkü o, ustalığının en güzel yönlerini kullanarak ‘‘olumsuz’’ olduğu kadar ‘‘olumlu’’ karakterlerinde de abartı öğesini en uç noktada kullanmaktan, hatta sınırları aşmaktan hiç vazgeçmemiştir. Ancak ilk komedilerinin aksine, Baronyan’ın sonraki eserleri belli bir toplumdaki belli problemleri işler. Eşi benzeri olmayan bir yoğunluk, çok daha sert bir üslup çoğu zaman hicvin sınırlarında dolaşmak, kalın çizgilerle çizilmiş karakterler, toplumsal eleştiriye odaklanılmışlık, ince fakat fark edilebilir didaktizm bize bu eserleri anlatır. Bu değişiklikler sadece Moliére’in azalan etkisinden ve yerel sorunları ve karakterleri yansıtmasından kaynaklanmaz, aynı zamanda Baronyan’ın olgunlaşan sanatının yönelimlerinin billurlaşmasının ve ayrıca 1880’ler boyunca eserlerinde kesin bir hiciv ve ahlakçılık yapmaya dair güçlü yöneliminde bir sonucudur. Sonuncusu, 1870’lerin sonlarından itibaren Baronyan’ın kişileri ve kurumları eleştirmesine izin vermeyen Abdülhamid’in baskıcı yönetimine karşı tepkisinin sonucudur. Yine de Baronyan’ın  en çok keyif aldığı bireysel hicivdir. Dolayısıyla düş kırıklıklarına karşı kurmaca karakterleriyle avunmasına ve kaçış bulmasına şaşmamalı.
 
ŞARK DİŞÇİSİ
Baronyan batılı anlamda bir ‘‘müzikal oyun’’ olan Şark Dişçisi’’ni 1868’de yazıp yayınlamıştır. Pek çok yönden orijinal olan bu oyun o zamana kadar yazılmış olan Ermeni komedilerinden daha üstün bir seviyedeydi ve Ermeni komedi türünün gelişiminde kesinlikle bir başarıydı. Yine de Baronyan’ın oyunun kopyalarını kitapçılardan toplattığı iddia edilmektedir. Oyunun onu rahatsız eden kusurlarının neler olduğu bilinmiyor ve artık bilinmesine de imkan yok. Oyun çok fazla dikkat çekmemiştir ve bildiğim kadarıyla dönemin süreli Ermenice yayınlarında olumlu veya olumsuz hiçbir eleştiri yazısı yayınlanmamıştır. Baronyan’ın bu davranışının en akla yatkın açıklaması, genç yazarın mükemmeliyetçiliğinin bir örneği olduğudur. Baronyan bu komediyi yayınladığında yirmi beş yaşındaydı.
Bu komedinin doğuşuna yol açan faktörler temel olarak toplumsaldı. Baronyan toplumun en küçük çekirdeği olan aileyi temelinden vuran bazı toplumsal davranışları gözlemledi. Gelenekselleşmiş bir konu olan  şarlatanlığın hicvinden yararlanarak hikâyesinin kahramanı olarak yerel bir dişçiyi seçti. Ana karakter Tapanigos kedisinden yaşlı ama zengin bir kadınla evlidir. Kadın kocasının hor gören tavırlarına ve gece gezmelerine tahammül etmek zorundadır. Kızları Yeranik kendi isteği dışında Markar’la nişanlanmıştır ancak gizlice sevgilisi Levon ile buluşmaktadır. Diğer iki ana karakter Tovmas ve Sofi’dir. Sofi’nin karısına düşkün ve bunak kocası Tovmas, karısı ve karısının suç ortağı Taparnigos tarafından boynuzlanan tövbe etmiş bir zanidir. Dananın kuyruğu bir partide ve ardından Taparnigos’un evinde kopar. Taparnigos ve Sofi’nin yasak ilişkisi kendileri de eskiden gizli aşk yaşarken yakalanan Tovmas ve Marta tarafından inkar edilemeyecek bir şekilde kanıtlanır. Çiftler barışırlar ve birbirlerine sadakat yemini ederler.
Her ne kadar bu oyunda herhangi belirgin bir etki gösterilmese de Moliére’in Hastalık Hastası’yla genel bazı benzerliklerin izi sürülebilir. Mesela Taparnigos Geronte’nun bir evlilikte düşünülmesi gereken en önemli şeyin para olduğu yolundaki düşüncesini paylaşır. Kızları Yeranik ve Lucinde ailelerinin ayarladığı evliliklere başarılı bir şekilde karşı koyarlar. Dahası, düpedüz kızgın olan iki kadın Marta ve   Martine ne yapacaklarını bilemez haldedirler ve her ne kadar kocalarına kızgınlıklarının sebebi başka da olsa intikam için benzer yolları tercih ederler. Eğer bazı karakterlerin isimlerindeki benzerliklere (Levon-Léandre, Marta-Martine) tamamen tesadüf ise iki oyun arasındaki benzerliklerin bunlarla sınırlı olduğu söylenebilir.
Taparnigos’un uşağı Nigo’nun (tamamen Scapin’in Ermeni verisyonu) olduğu iddia edilmiştir.7Bu iddiayı kabul etmek oldukça güç gözüküyor çünkü bazı benzer özellikleri olmasına rağmen Scapin ve Nigo iki ayrı karakterdir. Ana karakterlerden olan Scapin kendisine keyif veren entrikalarıyla Moliére’in oyununa (Scapin’in Dolapları) yön verir. İkincil önemde bir rolü olan Nigo, Baronyan’ın oyununun temel gidişatını etkilemez. Efendilerinin münasebetsiz durumlarda görmekten zevk alır ama onları bu durumlara düşüren kendisi değildir. Örneğin, Taparnigos karısını bir iple bağlayıp partiye gitmek üzere yola koyulunca Nigo, Marta’yı kendisi çözmek yerine keyifle etraftan yarım ister. Daha öncesinde efendisi Taparnigos’u Nigo kendisi de bağlamıştır ama bunu şanssız bir hasta olan Margos’un silahı zoruyla, baskı altında yapar. Oyun boyu son derece canlı bir duruş gösteren Nigo efendilerine duyduğu nefreti tatmin etme fırsatı bulunca bunu kullanmaktan çekinmeyecek kadar cesur olmakla birlikte mütevazı pozisyonunu tehlikeye atmayacak kadar da tedbirlidir.
Baronyan Şark Dişçisi’nde canlı karakterler yaratmak açısından ilk oyunundan bu yana büyük gelişme göstermiştir. Ayrıca oldukça orijinal bir hikâye oluşturmayı da başarmıştır –bir sonraki oyununda tekrarlayamayacağı bir başarıdır.
 
7-Fréderic Feydit, ‘‘La comedié et la satire en Arménie. Baronian et Odian.’’ Barmavep, 7-8 (Temmuz-Ağustos, 1980), s. 170.
BİZİM TİYATRO
 
" Oyuncularımız var, yabancı rolleri yabancılar kadar başarılı oynayabiliyorlar. Rejisörlerimiz var, Avrupa’da gördükleri mizansenleri burada aynen uygulayıp alkış topluyorlar. Yazarlarımız var, yapıtlarını yabancı örneklere benzetebildikleri ölçüde iyi yazar sayılıyorlar.
 
Hepsi iyi hoş da, peki ama nerde Türk oynayışı, Türk sahneleyişi, Türk yazışı, Türk algılayışı? Bir kelime ile nerde Türk tiyatro üslubu? “Bizim Tiyatro” işte bunun peşinde gidecek. Bize özgü olanı araştırıp bulup önünüze sermeyi deneyecek.
 
Tiyatro, elbet insanlığın ortak malı. Tiyatro tarihi, her ulusa ortak ve zengin bir birikim sağlıyor. Ama her ulus da ona yüzyıllar boyu kendi özelliğinden katkılarda bulunmuş, bulunuyor. Tiyatro alanındaki yeni görünen yolların çoğu işte hep bu eski ve yeni yöresel katkılardan doğuyor.
 
Türk oyun tarzı, Türk oyun yazımı, Türk jesti, mimiği derken şovence bir duyguya kapıldığımız, aman sanılmasın. Biz derken de bencil bir kısıtlamadan yana, hiçbir zaman olmadığımız lütfen hatırlansın.
 
Amacımız, tekelci bir kendi içine büzülüş değil, tam tersi, dünyaya, evrene açılış. Ama kendi kişiliğimizle. Bu ortak birikime kendimize özgü bir şeyler katıp yararlı olarak. Türkiye anlamına gelen bizden, insanlık boyutundaki BİZ’e uzanmak istiyoruz.”
 
HALDUN TANER
İSTANBUL EFENDİSİ
 




																	
TARLA KUŞUYDU JULİET
 



																	
ALEMDAR (Tohum ve Toprak)
 




ALEMDAR
																	
 
Bugün 4 ziyaretçi (5 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol