19. yy'da İstanbul 2

 19.YY’DA İSTANBUL

 
 
(Kaynak: İki Savaş Arası (1856-1877 ) İstanbul‘da Gündelik Hayat / Arzu Baykara / Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı / Yüksek Lisans Tezi
 
19.yy Seyyahlarına Göre İstanbul'da İktisadi Ve Sosyal Hayat / Tamer Teoman / T.C. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Anabilim Dalı / Yüksek Lisans Tezi
 
Charles White Ve İstanbul'da Üçyıl, 1844'te Türklerin Adetleri / Elif Süreyya Genç / T. C. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü / Yüksek Lisans Tezi)



CHARLES

WHITE VE İSTANBUL'DA ÜÇYIL,
1844'TE TÜRKLERİN ADETLERİ
 
1.OSMANLI VE GÜNÜN SİYASETİ
 
Kitaptaki izlenimlerin White'm, Osmanlı karşısındaki tutumuna bağlı olarak şekillendiği görülmektedir. White'in izlenimleri aynı zamanda o günkü dünya siyasetine ve Osmanlı'nın o günkü konumuna göre biçimlenmektedir. White'in bu izlenimlerini yaklaşım biçiminden ayrı düşünmemek gerekir. Bir İngiliz yazan olarak White İngiltere'nin Türkiye'ye yaklaşımını yansıtmaktadır. White, Osmanlı'da Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile ortaya çıkan yeniliklerle ilgilenmektedir. İngiltere, Osmanlı yenileşme hareketine diğer Avrupalı devletlerden farklı yaklaşmaktadır. White'in 19. yüzyılda Batı siyaseti (Doğu sorunu) çerçevesinde ortaya çıkan gelişmeler karşısında öncelikle Türkiye ile Yunanistan'ı ayırdığı görülmektedir. Yazar, Yunanistan ile uğraşıldığı gibi Türkiye ile uğraşılırsa, İngiltere yabancı diplomatlarla, yabancı yazarlarla ve sözde insanseverlerle, Bab-ı Ali'yi kanunlanm değiştirmeye ikna etmek için birlik olursa, Batılı devletlerin liberal kurumlan getirilirse, (Balkanlar'da Yunan ve Sırp ayaklanmalannda yapıldığı gibi) ırklar asimile edilip, Gülhane hatt-ı Hümayunu anayasa haline getirilirse Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıflayacağını ve neticede çökeceğini ki, bunun da hem İngiliz çıkarlanna, görüşlerine ve ticaretine hem de Osmanlı Devleti'ne en çok düşman olanlann zaferine yol açacağını düşünmektedir. White'in Osmanlı yenileşmesi karşısında tavn budur.
Napolyon siyaseti ile birlikte İngiliz siyasetine karşı, Avrupa'da yeni bir siyaset oluşturma girişimi vardır. Eski Doğu ticaret yollannın canlandınlmasına dayanan bu yeni siyasette Türkiye'nin de önemli bir yeri vardır. İngiltere bu gelişmelere set çekmek için Yunan ayaklanmasına ilgi duymuş ve Yunanistan'ı kendi tarafına çekmek için bağımsızlık hareketini desteklemiştir. İngiltere, Türkiye ve Yunanistan'ı ayrı tutmaktadır. Yunan ayaklanması sırasınde Batılı devletler Osmanlı'ya karşı birleşerek çıkarları doğrultusunda Yunan bağımsızlık savaşın desteklemişlerdir. Yunan ayaklanması İngiltere'nin desteklediği tek ayaklanmadır. İngiltere bı gelişmeler sırasında Osmanlı'da başlayan yenileşme hareketine karşı diğer Avrupalı devletlerde! farklı bir tavır almıştır.
White açıkça Osmanlı'daki yenileşme girişimlerinin hem Osmanlı Devleti'nin hem c İngiltere'nin çıkarlanna aykın olduğunu belirtiyor ve bu sebeple yenileşme hareketine ihtiyat yaklaşıyor. Uygulanacak yenilikler ve yapılacak değişiklikler konusunda İngiltere'nin *
Osmanlı'nın dikkatli olmaları gerektiğini vurguladığı görülmektedir. İngiltere'ye karşıt bir sistemin oluşturulması için, Hindistan'a veya genel olarak Doğu'ya açılma siyasetinde İngiltere'ye rakip olan Fransa ve Rusya'nın Osmanlı siyasetini eleştirildiği anlaşılmaktadır. White, Rusya ve Fransa'nın Osmanlı'ya olan yaklaşımlarına ve dış müdahalelerine karşı eleştirel bir tavır takınmıştır. Fransa'nın Osmanlı İmparatorluğu'nun kısmen parçalanmasını amaçlamak konusunda Rusya ile hemfikir olduğu belirtilmektedir. Yabancı temsilciliklerin Osmanlı İmparatorluğu'nun içişlerine karışmalarının ve müdahalelerinin, Gülhane Hatt-ı Humayunu'nun uygulanmasında olumsuz neticelere yol açtığı ve fermanın uygulanmasında ilerleme bir yana tam tersi neticeler doğuracağı düşünülmektedir. White, İngiltere'nin, Bab-ı Ali'ye yenilikler ve idari kurallar dikte etmek isteyen diğer devletlerle birlik olurken dikkatli olması gerektiğine inanmaktadır.
White, Yunanistan ile Türkiye'yi ayırmakta ve aynı zamanda Osmanlı'nın yenileşmesi konusunda zorlamaya gidilmemesi gerektiğini, Türkiye'nin diğer Avrupa devletlerinden farklı olduğuna işaret etmektedir.
White'm, II. Mahmut tarafından 30 Haziran 1826'da ilan edilen Hatt-ı Şerifi değerlendirişi ilginçtir. Hatt-ı Şerif ile muhallefat (ölen kişilerin malına elkoyma) uygulaması kaldırılmış ve "Yunan ihtilaline karışmamış olan bütün Müslüman ve Hıristiyan tebaya koruma sağlayan" bir yasadır. Ona göre Gülhane Hatt-ı Hümayunu kuram olarak mükemmel, ilke bakımından adil,olumlu ve saygıya layık bir fikirdir, ve din ve amaç birliğinde olan aynı ırktan bir halkın daha iyi yönetilmesini sağlamaya çok uygundur; ancak birbirleriyle uyumsuz çeşitli halkları bir düzen içinde tutmaya çalışan bir devlete çok büyük zarar verecek niteliktedir. White'in, Gülhane Humayunu'nun oluşturulmasını sağlayan Osmanlı siyasi gücünü ve imparatorluğun idari sistemini iyileştirme amacını takdir etmekte olduğu ancak bunun Avrupalı kurumların bir taklidi biçimine dönüştürülmesine karşı çıkdığı görülmektedir. Yazara göre Osmanlı'nın yeni kurumlar için Fransa'yı örnek alması çok yanlıştır. Fransa yerine Prusya'dan, hatta Avusturya'dan örnek alınsaydı uygulamanın başarıya ulaşma şansı daha fazla olurdu. Fransız nüfusunun tek dil konuşmakta, aynı din, ırk, adet ve eğilimdedir. Bu tür bir anayasa da böyle homojen bir topluma uygundur. Osmanlı İmparatorluğu ise nüfusunun pek çok farklı ırktan ve dinden halklardan oluşması bakımından Fransa'dan ve diğer Avrupa devletlerinden farklıdır. Bu ırklar din, adet, soy, amaç, ahlaki ve fiziki özellikleri bakımından birbirlerineden tamamen farklıdırlar. Osmanlı İmparatorluğumda Türkmenler, Kürtler, Araplar, Mısırlılar, Dürziler, Mütevelliler, Maruniler,
Arnavutlar, Boşnaklar, Bulgarlar, Rumlar, Museviler ve Ermeniler bulunmaktadır. Osmanlı'da İngilizlerin bildiği anlamda vatanperverlik yoktur. Yöneticilerle halk arasındaki ilişkinin niteliğini belirli zümreler bakımından değiştirmeden önce ve en önemlisi de yabancı kurumları taklit etmeye başlamadan önce, bu değişikliklerin ve taklitlerin Bab-ı Ali'nin tebasına toplu olarak ne kadar uygulanabileceğini düşünmek gerekirdi White hem yenileşme hareketine Avrupa devletlerden yaygın olan anlayıştan daha farklı yaklaştığı, hem de Osmanlı'yı farklı gördüğü anlaşılmaktadır.
Bir İngiliz yazan olarak White, Osmanlı İmparatorluğu'nun Fransa ve diğer Avrupa ülkelerinden çok farklı olduğunu, devlet ile halk arasındaki ilişkilerin değiştirilmesinin ve yabancı bazı kurumlann taklid edilmesinin Bab-ı Ali'nin tebasına uygun olmadığım belirtiyor. Fransa ve diğer Avrupa ülkeleri, Osmanlı'ya karşı siyasi çıkar ve dini önyargılan nedeniyle olumsuz yaklaşmaktadır. Köleliği bahane ederek Osmanlı'yı barbar ve medeniyet düşmanı olarak değerlendirmeleri bu ülkelerin çıkarlan ile yakından bağlantılıdır. Bu ülkelerin kendi değerlerini Osmanlı'ya aktarmasını veya Osmanlı'nın bunlan taklit etmesini hem Osmanlı hem de İngiliz çıkarlanna aykın gördüğü anlaşılıyor. Köleliği Osmanlılann barbarlıklanna, medeniyet ve reform düşmanı olduklanna bir delil olarak gösterenler genelde halkın ulusal kimliğini önyargısız biçimde incelemek için yeterli imkanı veya niyeti olmayanlardır.
White, niçin Yunanistan ile Türkiye'yi ayınyor ? Neden yenileşmede zorlamaya gidilmemesi gerektiğini düşünüyor. Türkiye hangi bakımdan diğer Avrupa devletlerinden farklıdır ? Bu sorulann cevabı White'm bakış açısını anlamamıza izin verir. Avrupa'da Napolyon siyasetiyle birlikte eski Doğu ticaret yollannın canlandınlmasma dayanan yeni siyasette Osmanlı'nın önemli bir konumu ve rolü olduğu için, İngiltere bu gelişmeleri denetlemek üzere Osmanlı'ya ilgi duymuştur. Eski Hindistan / Doğu yollannın Avrupa'ya kapalı kalması için Osmanlı'nın Avrupa ile bütünleşmemesi ve Avrupa devletlerinin Hindistan yolu üzerinde belli stratejik bölgeleri ele geçirmemesi İngiltere'nin çıkannadır. Bu nedenle " Osmanlı farklı kalsın " denmektedir. White'in bakış açısının temelini bu düşünce oluşturmaktadır. Rusya ve Fransa'nın Osmanlı İmparatorluğu'nun içişlerine karışmasına karşı çıkması, İngilizlerin ilan edilmesinde etkili olduğu Gülhane Hatt-ı Humayunu'nun olumsuz neticelere sebep olacağını belirtmesi bu nedenledir. Fransa'nın örnek alınmasının yanlış olduğunun vurgulanması, Türkiye'nin farklı bir konumda bulunduğu ve bu nedenle yeni kurumlar için Fransa yerine değil eski geleneksel ilişkilerde çıkarları olan Avusturya ve Prusya'nın örnek alınması gerektiğinin söylenmesi boşuna değildir.
Bütün bunlardan İngilizlerin eski Hindistan ve Doğu yollarının Avrupa'ya kapalı kalmasını istidediği ve bunu sağlamak için de Osmanlı'nın farklılığını önplana çıkardığı anlaşılmaktadır.
White'in Gülhane Hatt-ı Humayunu'nu farklı değerlendirdiği, İngiltere'yi diğer devletlerden ayırdığı, İngiliz çıkarlarını ve siyasetini önplana çıkardığı görülmektedir. İngilizlerin konumunu ve çıkarlarını Navarin Savaşında edinilen tecrübelerin ışığında değerlendirmeye çalışmıştır. Bilindiği gibi Yunanistan bağımsızlık savaşında İngiltere, Fransa ve Rusya birlik oluşturmuş ve Navarin'de Osmanlı donanmasını yakmışlardır. Bu gelişmeler sonucunda Yunan bağımsızlığı ortaya çıkmış ancak Yunanistan üzerinde İngiliz denetimi tam anlamıyla gerçekleşmemiştir. Fransa ve Rusya da İngiltere aleyhine olan bu gelişmelerden yararlanmıştır. White, İngiltere'nin Yunanistan'da düştüğü politik hatayı Osmanlı ile olan ilişkilerinde tekrarlamamasını dilemektedir. White'a göre Navarin savaşında yapılan politik hata hem Osmanlı'daki İngiliz çıkarlarım ve etkinliğini sona erdirmiş, hem de Yunanistan ile İngiliz ilişkilerinin kuvvetlenmesini de önlemiştir. Bu da İngiltere'nin Doğudaki etkinliği ve çıkarları için Avrupa ve Asya'daki tüm düşmanlarından çok daha tehlikeli olan Rusya'nın işine yaramıştır. İngiliz siyaseti açısından bir başka önemli örnek de Sırp deneyimidir. Sir Canning'in İngiliz çıkarlarını gözeten önemli bir diplomat olarak "İngiliz hükümetini, Sırp meselesi ile ilgili olarak Osmanlı Devleti'ni desteklemeye zorladığı" belirtilmektedir.. Ancak Canning'in bu konudaki çabalan sonuçsuz kalmıştır. Bunlardan çıkan bir sonuç var. Yunanistan ve Sırp meselesinde, İngiltere hem Osmanlı ile hem de diğer Avrupalı devletlerle hem de Rusya ile belli ilişkiler içinde olmasına karşılık bu siyaset sonucunda kendileri için hayati önemde çıkarlar elde edememişlerdir. Tam tersine bu gelişmelerin sonucunda Rusya ve diğer Avrupalı devletler hem Osmanlı hem de İngiliz çıkarları aleyhinde basan sağlamışlardır. White bundan yakınmaktadır. Rusya ve Fransa'nın, İngiltere ve Osmanlı siyaseti aleyhine yeni çıkarlar elde etmesi, İngiltere'nin bu devletlerle birlikte gelişmeler içinde olmasına rağmen gelişmelerin denetimini elinden kaçırması veya bütünüyle denetleyememesi İngiltere aleyhinedir. Bu gelişmeler sonucu Rusya, Balkanlar'da ve Karadeniz'de önemli menfaatler elde etmiştir. Rusya, Tuna ağızının gemicilik yapılabilen yegane bölgesi olan Sulina'yı aynca, bir yanda Belgrad'ın banliyölerinden Vidin civarına, diğer tarafta Yeni Orsava'dan Karadeniz'e dek Tunayı denetlemektedir. Fransa'nın emeli bir bahane ile Tunus'u ele geçirmektir. Eflak, Moldavya ve Sırbistan'ı etkisi altına almış olan Rusya'nın hedefi ise Bulgaristan'da da hakimiyet kurmaktır. İngiltere'nin bütünüyle denetleyemediği bu gelişmeler İngiliz çıkarlarına aykırıdır. White'in İngiliz çıkarları ile Fransa ve Rusya'nın çıkarları arasında büyük bir karşıtlık görmesine karşılık İngiltere ile Avusturya'nın çıkarlarını birleştirdiği görülmektedir. White'a göre İngiltere'nin Türkiye'deki çıkarları Avusturya'nın çıkarlarından üstün değilse de aynıdır. İngiltere, daha cesur ve bağımsız bir diplomasi ile kolaylıkla elde edebileceği menfaatlerini müzakere yolu ile veya kuvvet kullanarak tekrar kazanmaya mecbur olacaktır64. Avusturya, geleneksel sistem içinde varlığı ve rolü ile Osmanlı karşısında Batı'mn ileri karakolu olarak Batı Avrupa ile Osmanlı arasında bir set görevi görmektedir. Çıkarları Rusya ile de uyuşmamaktadır. Bu nedenle White'in İngiltere'nin çıkarları ile Avusturya'nın çıkarlarını paralel gördüğü anlaşılıyor.White, Osmanlı'nın Batılılaşmasına karşı değildir, ancak Osmanlı'nın Avrupa içinde farklılığım korumasına taraftar görülmektedir. Şayet Türkiye, Avrupalı devletlerle bir birliğe kabul edilecekse hükümdarının hem dini hem de insani değerlere aykırı ve dolayısıyla kendi siyasi çıkarlarına da zarar verecek davranışlardan kaçınması gerekir65. White, Osmanlı'nın Avrupa siyasetine bu açıdan bakmaktadır. Osmanlı'nın Avrupa siyaseti karşısında Osmanlı'yı tehdit etmekten de geri kalmamaktadır. Ona göre Avrupa siyasetinde bir değişiklik olmazsa İstanbullu nesillerin geleceğini veya Rumeli'deki Türklerin kaderini tahmin etmek zor değil. Şayet Bab-ı Ali ile Boğazlara doğru ilerleyişi, İngiltere ve Avusturya'nın çıkarlarını tehlikeye atan Rusya arasından sağlam bir duvar konmazsa elli yıl içinde tıpkı Hıristiyan ve pagan antikalarının toplandığı gibi gezginler İstanbul'da İslam kurumlarına ait kalıntılar arayacaklardır66. White, İngiliz siyasetinden Osmanlı'nın ayrılması durumunda veya Batılı devletlerin kendi aralarında anlaşmaları durumunda, hem İstanbul'un hem de Rumeli'deki Türklerin varlığının ortadan kalkacağını, Osmanlı ile Rusya arasında sağlam bir engel olmazsa Anadolu ve Balkanlar'daki İslamiyetin ve Osmanlı'nın hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolacağı sonucuna varmaktadır.
White'in Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile ortaya çıkan yeniliklerin özellikle yönetim düzeyi ile sınırlı kalmasını istediği anlaşılmaktadır. Yenileşmede zorlamaya gidilmemesi gerektiğini ve Osmanlı'nın Avrupalı devletlerden farklılığını belirtirken özellikle İngiltere ve Osmanlı arasındaki ticari antlaşmaları önplana çıkarttığı görülüyor. Doğu yollarının Avrupa'ya kapalı kalması için Avrupa'nın Osmanlı ile bütünleşmemesi İngiltere'nin siyasi çıkarları açısından önemlidir. Bu açıdan bu ilişkilerde başkalarının öne çıkmaması için İngiltere ile Osmanlı arasındaki ticari ilişkilerde de insiyatif almak önemli olacaktır.
Ticari ilişkiler açısından somut bir ilişki kurma aracı olarak para sisteminin White'in ilgisini çektiği, bu konu ile ilgili bilgiler verdiği görülmektedir. Mali sistem ve para ile ilgili olarak ilgi duyduğu konulardan biri de Osmanlı vergi sistemidir. Bütün çiftlikler, tarlalar ve dükkanlar her paşalıkta en yüksek ücreti ödeyene yıllık olarak kiralanır. Buna mukata denmekteydi. Mukata (yıllık kiralama ) sistemi kaldırılmış ve yerine malikane ( ömürboyu kiralama ) yöntemigetirilmiştir. Bu durumda ihaleyi kazanan ilk sistemdekine kıyasla çok daha fazla parayı önceden ödemek zorundaydı. Ayrıca yıllık kira da ödeniyordu. White kağıt paranın taşrada bir değerinin olmadığı belirtilmektedir. White kağıt paranın (sehim) ilk kez 1840'ta sürüldüğünü, yılda % 12.5 faiz aldığım ancak bazen değerinin düştüğünü ve çarşılarda çok zor geçtiğini, faizlerin ödeneceği zaman ise değerinin arttığını belirtiyor. Askeri ve sivil maaşların madeni para ile ödenmesinden dolayı tedavülde fazla sayıda sehim olmadığı ve taşradan değersiz olduğu belirtiliyor.
Türk Hükümeti yakın bir geçmişte bir İngiliz mühendis Taylor'un başkanlığında, buharla çalışan kırk beygir gücünde bir madeni para basma makinesi kur durmuştur. Yine White 1814-1843 arasında İstanbul'daki ve Londra'daki kambiyo kurunu vermektedir. Bunlar bir anlamda ticaretin altyapısı gibi görülmesine karşılık önemli olan ticaret antlaşmalarıdır. Bu nedenle White'in ticaret antlaşmalarını ele aldığı görülmektedir. 1832 ticaret antlaşması ile Rus tüccarların mallarım İngilizlerden % 2 daha aza perakendecilere sattığım, bu antlaşmanın 1843'te yenilendiğini bu yüzden İngiliz tüccarların Galata'da Rusya ile rekabet edemediklerini belirtmektedir. White özellikle 1838'de İngiltere ile Bab-ı Ali arasında imzalanan ticaret antlaşmasına önem vermektedir. Bu antlaşma ile İngiltere " en sevilen millet" olarak kabul edilmiş oluyordu. Verilen bilgilere göre Rusya lehine bir durum vardır. Rus tüccarlar ihracatta % 9 vergi yerine % 3 oranında vergi ödemektedirler. İngiliz tüccarlar Ruslardan ihracatta % 2, ithalatta % 6 daha fazla vergi ödemek zorundadırlar. Osmanlı'da kapitülasyonlar geçmişte Osmanlı lehine siyasetin araçlarından birisi olmuştur. 19. yüzyılda İngiltere bu aracı kendi lehine kullanmaya çalışmıştır. Ancak verilen bilgilere göre Osmanlı, İngiltere ve Rusya arasındaki rekabeti kendi lehine kullanabilmek için gümrük vergisi oranlarında, en büyük düşmanı olarak gösterilen Rusya lehine ve İngiltere aleyhine işleyen bir gümrük tarifesi benimsemiştir.
1838 Osmanlı İngiliz ticaret antlaşmasının önemi yed-i vahid denilen devlet imtiyazlarının veya tekelinin kaldırılması yerli esnaf ve tüccarın hem savunmasız hale gelmesi hem de Osmanlı'nın ticari ilişkilerin tekelini elinden çıkarması açısından önemlidir. Perakende ticaret yapan yerli esnaf ve tüccarın korunmasının ortadan kaldırılması yabancı tüccarlara ve mensubu olduğu devlete ilişkilerin denetlenmesi açısından güç vermiştir. Bu gelişmeler sonucunda daha güvenilir ilişki kurabilen yabancılar ve azınlıklar hem toptan hem perakende ticarette öne çıkacaktır. White'in 1838 Osmanlı İngiliz ticaret anlaşmasına verdiği önem bu nedenle olmalıdır.
White, İstanbul'da sadece ticaretle ilgilenmemektedir. Tarım kesimine de ilgi gösterdiğini görüyoruz. Tarım kesimindeki ilişkilerin yönetim dışında İstanbul'da kurulacak bir Tarım Odası aracılığıyla değerlendirilebileceğini belirtmektedir. Tarım Odasının kurulma nedeni olarak çiftçilikle uğraşanların durumunu ve uygulanan yöntemleri iyileştirme gereğini göstermektedir. Ona göre bu Oda eğer yenilik çabaları engellenmezse hizmet verebilir. Hiçbir ülkede tabiat imkanlarının bu kadar bol ve çeşitli olmadığı belirtilmektedir. Ama tarımda iyileşme sağlamak için Bab-ı Ali'nin yabancı sermayenin ve sanayinin ülkede faaliyette bulunmasını sağlamak, arazi sahiplerini taşra yöneticilerinin ve görevlilerin topladıkları ağır vergilerden korumak için gereksiz ihraç vergisi azaltması gereklidir. Böylelikle Osmanlı Devleti bütün Avrupa'ya yetecek kadar mısır, yağ, pamuk, ipek ve yün üretebilecek veya en azından ihracat ve ithalat dengesini lehine çevirebilecektir. Bu bilgiler, daha çok Türkiye ile ilgilenmeyen veya iş yapmayan kendi halkından insanlara Türkiye'yi cazip hale getirmek, bu kişileri kendi siyasetine katmak için öne çıkartılan ve Türkiye'yi hedef gösteren bilgilerdir.
Bu açıdan White, Türkiye'de maden üretimi ve zenginliği ile ilgili de bazı bilgiler vermektedir. Türkiye'deki madenler konusunda Bu konuda bir araştırma yapılmıştır. White'a göre Türkiye'deki en iyi maden Trabzon civarındaki madenlerdir. Verimli şekilde işlenirse büyük zenginlik ve fayda sağlanabileceği belirtiyor. 1841'de bir İngiliz şirketi bu madenleri daha verimli işlemek için izin istemiştir ve kömür yataklarında yapılan incelemede şu neticelere ulaşılmıştır: 1) kömür yatakları çok geniş ve çeşitli kalitelerdedir, 2) şu anda faaliyetteki kömür ocaklarının üretimi, iyi işletilirlerse dört katına çıkabilir, 3) belli bir süre için, örneğin otuz yıl için, işletme izni alınabilirse Türkiye büyük gelir ve fayda sağlayabilir. Mühendis ve madenci okulu kurularak Türkiye bu konuda yabancı devletlere bağımlı olmaktan kurtulabilir. Osmanlı İmparatorluğu'ndaki maden yataklarının bitip tükenmez olduğu söylenebilir. Sermaye ve girişimciliğin sağlanması ve yabancı müdahalesinin son bulması madenlerin verimli şekilde kullanılması için gerekli tek şeydir. Şu anda en iyi işletilen tek maden Tokat bölgesinde Avusturyalı madencilerin yönetimindekilerdir.
White, fazla zorlamaya gidilmeği takdirde yenileşme hareketinin zararlı olmayacağı görüşündedir. Türkiye'de mali sistem, tarım ve maden konusunda ve ticari antlaşmalarda İngiliz politikası şudur. Osmanlı İngiltere'ye karşı oluşabilecek yeni sistemin dışında bırakılmaktadır. Fakat Osmanlı'da olabilecek bir değişiklik, İngiliz sisteminin aleyhine değilse desteklenecektir. İngilizler Osmanlı üzerinde ticari konularda hem bilgi sahibi olmak hem de değişiklik olursa müdahale etmek istiyor. Diğer bir deyişle hem ticari ilişkiler ve antlaşmalarla başka devletlere Osmanlı bir avantaj sağlarsa İngiltere de benzer avantajlar elde etmek istemektedir. Kendi aleyhine bir değişme olmaması, başkalarının belli bir çıkar elde etmemesi için ticari anlamda ortaya çıkan değişikliklerle de ilgilenecektir. Söz gelişi Süveyş Kanalı 'nın açılmasında İngiltere'nin hiçbir çıkan yoktur. Tam tersine İngiliz sistemine karşıt bir girişim olarak ortaya çıkmıştır. Ancak Süveyş Kanalı açılınca İngiltere kanala elkoymuştur. Benzer şekilde, Mısır konusunda olduğu gibi, diğer Batılı devletler Yunanistan ile ilişki kurduğunda gelişmeleri denetlemek ve insiyatif sahibi olabilmek için Yunan bağımsızlık mücadelesini desteklemiştir. İngiltere yeni gelişmelerde öne geçmeye çalışmaktadır. İngiltere'nin para sistemine, ticarete, tarıma ve madenlere olan ilgisi de kendi dışında ortaya çıkabilecek gelişmelere izin vermemek içindir. White Türkiye ile ilgili bu tür bilgileri toplarken İngiltere'nin Türkiye'yi sömürmesi gerektiği inancında değildir. Türk insanını oyuna getirmek ve sömürmek çok kolay da değildir. İngiltere'nin endişe duyduğu konu kendi kontrolü dışında bir gelişmenin olması ve başka devletler Osmanlı'dan çıkar sağlarken kendisinin menfaatlerini koruyamamasıdır.
 
İngilizler yenileşmeye yönetim düzeyinde sınırlı olmak şartıyla karşı değildir. Ancak bu değişikliklere engel olunamazsa, İngiltere'nin en azından gelişmeler üzerinde insiyatif ve denetim sahibi olmak istediği görülmektedir. Türkiye ile İngiltere arasındaki siyasi ve ticari ilişkiler ve para sistemi bu açıdan önem kazanmaktadır. İngiltere yeni bir dünya dengesi ve sisteminin ortaya çıkmasını ve eski Doğu ticaret yollanmn canlandınlmasını istememektedir ve karşıt bir sistem içinde yer almasını engellemek için Türkiye ile ilgilenmektedir. İngiltere'nin Türkiye'ye Batılı ülkelerden farklı yaklaşımı bir İngiliz yazar olarak White'in yaklaşımım da etkilemiştir, bu farklı yaklaşımı eserinde yansıtmaktadır.
 
2.İSTANBUL'DAN İLK İZLEMİNLER, İLK BİLGİLER
 
Bu kısımda White'in kitabında karmaşık olarak verdiği bilgileri İstanbul'dan İlk İzleminler, İlk Bilgiler başlığı altında yeniden kurgulayacağız. Kitapta White'in İstanbul'la ilgili fiziki ve beşeri coğrafya bilgileri verdiği görülmektedir. White İstanbul'u diğer büyük şehirlerden doğasıyla ayırmaktadır77.
Tarihi suriçi ve İstanbul'un tepeleri bütün gezginlerin dikkatini çekmiştir. Roma'nın yedi tepenin üzerinde kurulmuş olması büyük imparatorluk merkezlerini Roma'ya göre tanımlama çabalarını ortaya çıkartmıştır. White İstanbul'un bu özelliği ile ilgili değil, daha ziyade şehrin fiziki coğrafyası ile ilgili bilgiler vermektedir. White'a göre tabiat koşullan bakımından İstanbul diğertüm büyük şehirlerden çok daha avantajlıdır. Bir şehrin sağlıklı bir yer olması için gerekli her şeyin mevcut olduğu belirtilmektedir. İstanbul fazla yüksek olmayan, ve doğudan batıya uzanan bir grup tepenin üzerine kuruludur. Tepelerin etekleri denize ve Halic'e uzanmaktadır. Beşinci ve altıncı tepeleri yedinciden ayıran bir de nehir bulunuyor.
White, Haliç ile ilgili fiziki bilgiler vermektedir. Haliç'de akıntı yoktur, ancak güney rüzgarı estiğinde su seviyesi yükselmektedir. Halic'in derinliği bazı yerlerde 12 kulaca kadar inmektedir ama ortalama 8 kulaçtır. En doğru hesaplara göre Haliç ile Cyanee adaları dediği, büyük ihtimalle Karadeniz Feneri arasındaki mesafe 34 kilometredir. Yazar bu mesafeyi şöyle hesaplamaktadır. Haliç'ten Rumeli Hisarı'na on kilometre, buradan Tarabya'ya 9.5 kilometre, Tarabya'dan Rumeli Kavağı'na beş kilometre ve Rumeli Kavağı'ndan Cyanee adalarına 9 kilometredir.
Yazar, Halic'in Galata yakasındaki iskele ile karşı kıyıdaki iskele arasındaki mesafenin 590 metre olduğunu söylüyor. Boğaz'ın genişliği ise en dar yeri olan Rumeli ve Anadolu Hisarları arası 650 metre, en geniş yeri olan Fenerler arası ise üç kilometredir. White'm Boğaz'daki akıntıları da ele aldığı görülmektedir. Belli başlı deniz akıntıları Arnavutköy'deki ve Rumeli Hisarı ile Balta Limanı arasındaki şeytan akmtısıdır. Bunların dışında da Boğaz'da pekçok ve rüzgarlara bağlı olarak farklı kuvvetlerde akıntılar bulunmaktdır, Boğaz akıntıları Haliç'te de etkili olmaktadır. Karadeniz'den gelen akıntının hızı saatte yaklaşık 7kmdir ve Sarayburnu'na Tophane kıyısından ve Halic'in ağzından geçerek ulaşır. Bu akıntı sayesinde kıyıda biriken pisliklerin devamlı temizlendiğini ve açıkta denizin pırıl pırıl olduğunu belirtiyor.
 
White, İstanbul'un iklimi ile ilgili olarak da bilgiler aktarmaktadır. İstanbul'da düzenli olarak hava sıcaklığını ölçtüğünü belirtmektedir. Yazarın yapmış olduğu ölçüme göre 1842'de İstanbul'da aylara göre sıcaklık şöyledir
                                               
saat 08:00                                   saat 22:00
                                  en yüksek   en düşük                 en yüksek   en düşük
Ocak                           12 C          -1C                               11C              0C
Şubat                          12 C           3C                              13 C             4C
Mart                           17 C         -3C                              10 C            -2C
Nisan
20 C
5C
17C
5C
Mayıs
23 C
8C
23 C
5C
Haziran
29 C
16C
24 C
10 C
Temmuz
31 C
21 C
25 C
 11 C
Ağustos
31 C
20 C
25 C
 12 C
Eylül
33 C
24 C
24 C
  15 C
Ekim
25 C
18C
17 C
 8C
Kasım
20 C
10 C
12 C
 4C
Aralık
19 C
    -1 C
9C
  -1 C
 
White, İstanbul'un yılın en az üçyüz günü kuzey rüzgarı aldığını, yazın özellikle şafak vaktinde güney rüzgarının etkili olduğunu, yılda düşen yağış oranının tarımcılık için ve bentlere, oradanda maksemlere su sağlayan nehir ve ırmakların beslenmesine yetecek düzeyde olduğunu, yağmurun çoğunlukla sonbaharda ve ilkbaharın başında yağdığını ancak yağışın düzenli olmadığını belirtiyor. Hatta bazen, 1843 Ağustosunda olduğu gibi, yazın günlerce sağnak yağmur yağmaktadır. Çiy eksikliğinden yamaçlarda yetiştirilen sebze ve meyveler tatsız ve dayanıksızdır. İstanbul'da kışın Aralık ayının sonunda başladığını ve sert geçmediğini, kar yağışının olduğunu ancak toprakta uzun süre kalmadığını, yazın çok sıcak olmadığını, sonbaharın ılık geçtiğini, baharın geç geldiğini ve diğer mevsimlerin en kötüsü olduğunu, sert kuzey, kuzeydoğu, ve kuzeybatı rüzgarlarının estiğini belirtiyor. White İstanbul'da ısının ılıman sayılabileceğini, ne çok soğuk ne de çok sıcak olduğunu ifade ediyor. White'a, göre zaman içinde İstanbul'un iklimi değişmektedir. Eskiden kışların çok sert geçtiğini, hatta Boğazın tamamen donduğunu ancak artık böyle tabiat olaylarının görülmediğini ve uzun süredir kuraklığın da yaşanmadığını belirtiyor.
İstanbul iklimi açısından elverişli koşullarına rağmen yabancılar için uygun değildir. White İstanbul'da bir İngilizin karşılaşabileceği tehlikelere dikkat çekiyor. İstanbul'a seyahat edecekleri uyarıyor. İstanbul'un sağlıksız bir yer olduğunu iddia ediyor. Ateşli hastalıkların, mide rahatsızlıklarının, sindirim bozukluğu şikayetlerinin sürekli olduğunu belirtiyor. White bunu yetersiz ve sağlıksız gıda tüketimine ve gün içinde aşın ısı farklılığına bağlıyor.
White'in, İstanbul ile ilgili, günümüzdeki birçok şehir rehberinde verilen nitelikte ve uyarıcı bilgiler verdiği görülmektedir. Verilen bu bilgiler elbetteki çok kısa bir sürede yapılan gözlemlerle elde edilmemiştir.
White'in İstanbul'un fiziki coğrafyası yanında, nüfusuyla ilgili dolaylı bazı bilgiler de verdiği görülmektedir. White İstanbul'un nüfusunu harcanan toplam su miktarından yola çıkarak hesaplamaktadır. Ancak suyun çamaşır yıkma, bahçe sulama vs. gibi çok çeşitli alanlarda kullanılması nedeniyle kendisi de bu yöntemin pek sağlıklı bir tahmin olmadığını belirtiyor. White'in tahminine göre İstanbul'un nüfusu Üsküdar ve Boğaziçi köyleri hariç 800,000 dir. Buna Beşiktaş'tan ve Üsküdar'dan Karadeniz'e dek Boğaziçi köylerinin 200,000 olarak tahmin ettiği nüfûsu da eklenmelidir. White, pekçok araştırma ve soruşturma ile doğru sonuçlara ulaşmaya çalıştığını, bu rakkamın şehrin ve köylerin valisinden, kadılarından ve imamlardan veriler alan en bilgili Müslüman ve Hıristiyan kişilerden elde ettiğini ifade etmektedir. Bu verilerin yanı sıra, değirmencilerden ve büyük fırıncılardan yazarın kendi yaptığı araştırmaların sonuçlan da bu neticeye ulaşmasım sağlamıştır. White, Andreossy'nin 1814'te İstanbul'un nüfusu ile ilgili tahminini de vermektedir. Andreossy İstanbul'un nüfûsunu 630bin olarak tahmin etmiştir. Bu bilgilerin ışığında İstanbul'un o dönem için endüstrileşme söz konusu olmamasına rağmen (Avrupa'da, özellikle İngiltere'de bazı şehirler endüstri ilişkilerine bağlı olarak geniş kitleleri banndırmışlardır. Bu yüzden endüstri kenti olarak da adlandınlmaktadır.) dünyanın en kalabalık şehirlerinden biri olduğunu söyleyebiliriz.
White'in İstanbul'un fiziki coğrafyası ve nüfusu ile ilgili verdiği bilgiler yanında şehri belirleyen binalar ve yapılar ile ilgili de bilgi verdiği görülüyor. Biz önce şehri çevreleyen belli yapılardan başlayarak bu bilgileri düzenlemeye çalışacağız. İstanbul seyyahlannın çoğunun surlarla ilgili bilgi vermelerine rağmen White, şehir kapılanndan söz etmektedir. Tarihi İstanbul'u surlarla değil kapılarıyla tanımlıyor. White'a göre İstanbul'un en ilgi çekici özelliklerinden biri de şehir kapılandır. Şehir surlannda toplam otuzbeş kapı bulunmaktadır. 1843'te Topkapı Sarayı'nın kapılan: 1) Topkapı, 2) Odun Kapısı, 3) Yalı Köşk Kapısı, 4) Demirkapı, 5) Süleyman Kapısı, 6) Soğukçeşme Kapısı, 7) Bab-ı Hümayun8) Ahır Kapı (saray ahırlanna açılan kapı), 9) Hasteneler Kapısıdır. Haliç tarafındaki kapılar: l)Bahçe Kapı, 2) Valide Kapı, 3) Balıkpazan Kapısı, 4) Zindan Kapı, 5) Odun Kapısı, 6) Unkapanı Kapısı, 7) Cibali Kapısı8) Ayazma Kapı, 9) Yeni Kapı, 10) Petri Kapı, 11) Fener Kapı, 12) Balat Kapı, 13) Ayvan Saray Kapısıdır. Kara tarafındaki kapılar: 1) Eğri Kapı, 2) Edirne Kapı, 3) Topkapı, 4) Mevlana Kapı, 5)Silivri Kapı, 6) Yedikule Kapısıdır. Yedikule tarafında deniz kıyısındaki kapılar: 1) Narlı Kapı, 2) Samatya Kapı, 3) Davud Paşa Kapısı, 4) Yenikapı, 5) Kumkapı, 6) Çatladı Kapı, 7) Ahır Kapı(saray ahırlannın sur yanındaki kapısı) dır. Eskiden Galata tarafı da surlar ile çevrili olduğundanburada da kapılar bulunmaktadır ve yazarın bulunduğu dönemde muhtemelen surlar ve kapıları harabe haldedir, ancak White, Galata'daki kapılardan bahs etmiyor. Yazar ne bu surlara ne de kapılara ilgi gösteriyor. Genellikle yol tarif ederken, bazı kapıların adlarım zikretmektedir. Bunlar Kireç Kapısı", Kule Kapısı ve Azap Kapı'dır.
Şehrin iki kısmı arasında iletişimi sağlayan yapı Nusretiye (Haliç) Köprüsü'dür. Haliç Köprüsü tarihi suriçi İstanbul ile Galata arasındaki ilişkiyi sağlaması açısından önemlidir. Yazarın verdiği bilgilere göre Azap Kapıdan karşı kıyıya uzanan Haliç Köprüsü, o zamanki adı ile Nusretiye Köprüsü, 1838'de II. Mahmut'un emri ile yaptırılmıştır. Küçük kayıkların ve gemilerin geçişi için kemerler bulunan ve daha büyük gemiler içinde güney tarafı açılır kapanır olarak yapılan, uzunluğu 450 metre ve genişliği 9 metre olan köprünün planı bir Ruma aittir. Şehir kapıları ve köprü Ramazan hariç, güneş battıktan sonra kapatılmaktadır. Londra ve Prag hariç bütün başkentlerde olduğu gibi İstanbul'daki bu köprüden geçiş ücretsizdir.
İstanbul'u belirleyen yapıların en önemlisi kuşkusuz saray ve camilerdir. Şehre hem Türk hem de îslami / Doğu özelliklerini bu yapılar kazandırmıştır. Bu yüzden, İstanbul'a gelen yabancıların en çok ilgilendiği ve aktarmaya çalıştığı bilgiler bu binalarla ilgili olmuştur. White'in da cami ve saraylara girişle ilgili yabancılar için dikkat edilecek bazı bilgiler verdiği görülmektedir. White cami cemaatinden görevlilerin öşür ya da para talep etmediklerini, bütün ibadet yerlerinin sımf farkı gözetmeksizin her kese açık olduğunu, hatta bir paşa veya vezirle bir işçinin yanyana durabileceğini, dünyevi farklılıkların hesaba katılmadığını söylemektedir. Fakat camilere girmek için Avrupalıların bazı kurallara uymaları gerekmektedir. Gayrimüslimlerin camilere girebilmeleri için izin belgesi almaları gereklidir. White, yabancıları bu konuda aldatacak rehberler konusunda uyarmakta ve İstanbul'daki bazı saray ve camilere giriş için gerekli izin belgesinin harç tarifesini vermektedir. Bab-ı Ali memuruna 200 kuruş, elçilik kavasına 30 kuruş, saray memuruna 150 kuruş, Aya Sofya 100 kuruş, Sultan Ahmet Cami 60 kuruş, Süleymaniye Cami 40 kuruş, Bayazıt Cami 40 kuruş, Nuruosmaniye Cami 40 kuruş, Fatih Cami 40 kuruş, toplam 700 kuruştur. Bu izin belgesi elçiliklerin isteği üzerine verilir, ve muhtemelen kalabalık gruplar için alınmaktadır. White yabancılar için saray ve camiilere girişi için gerekli belgenin tercümesini de vermektedir: " 'nin Bab-ı Ali elçisinin, bazı beyfendilerin İstanbul'a geldiğini ve Halifelerin başkentinin heybetli camilerini gezmek istemekte olduklarını belirten yazısı üzerine, bu dost devletin isteği mucibince muhterem vezir hazretleri olumlu yanıt vermeyerazıdır. Bu beyfendiler ve refakatindekiler, yanlarında bir memurla, görevli bulunduğunuz camiiye geldiklerinde ziyaretlerine izin veriniz ve kendilerine saygı gösteriniz."White camileri üçe ayırmaktadır: 1) Padişah ve Valide Sultan tarafından yaptırılan ve 16 tane olan Selatin Camileri, 2) şehzadenin annesi, padişahın kızları, kızkardeşleri ve diğer mühim şahıslar tarafından yaptırılan yaklaşık 227 tane olan camiiler, 3) sayısı üçyüze yakın mescitler.
 
White'in ilgilendiği camilerin özellikle salatin camileri olduğu görülmektedir. White, cami görevlilerini beşe ayırıyor. 1) şeyh, 2) hatip, 3) imam, 4) müezzin, 5)kayyim. White'in 1842'de salatin cami olarak söz ettiği camiler Aya Sofya, Eyüp, Fatih, Bayazıt, Selimiye (I.Selim), Şehzade, Süleymaniye, Sultan Ahmet, Mısır Çarşısı karşısındaki Yeni/Valide, Galata'daki Yeni/Valide, Ayazma, Nuruosmaniye, Laleli, Abdülhamit, Üsküdar'daki III. Selim, Humbarahane'deki III. Selim, Nusretiye Camileridir. White bu camilerin ne zaman ve kim tarafından kurulduğunu, vakıflarının yıllık gelirlerini de vermektedir. Ünlü tarihçi von Hammer'a göre İstanbul'da yirmi dört selatin cami bulunmaktaydı, White'in ondan daha doğru bir kaynak olarak gösterdiği d'Ohsson'un Abdülhamit döneminde ondört selatin cami olduğunu yazdığını, kendisinin de bu sayıya daha sonra yaptırılan iki camiyi eklediğini belirtiyor. Ancak White'in bize verdiği selatin cami sayısı onyedidir.
 
White tanıttığı bu camilerden bazılan hakkında aynntılı bilgiler vermektedir. Bunlardan biri Aya Sofya'dır. Aya Sofya'nın kilise olduğu dönemle ilgili anlatılan pekçok efsane olduğunu belirtiyor, ve birini anlatıyor. İhtişamının Aya Sofya'dan daha az olduğunu belirttiği Fatih Cami ile ilgili de bir efsane anlatıyor. White'in özel olarak tanıttığı Aya Sofya, Bayazıt ve Süleymaniye Camileri ekseni, hem ticaret ve gündelik yaşamın geçtiği hem de İstanbul'da yöneticilerin oturduğu semtlerin oluşturduğu merkez içindedir ve İstanbul'un temel eksenlerinden biridir.
White'in en aynntılı anlattığı cami Süleymaniye Cami'dir. Caminin avlusunda güney kuzey doğrultusunda bir hazire ve üç tane de türbe yeralmaktadır. Caminin dış avlusundan Şeyh-ül İslam'ın dairesine gidildiğini, ayrıca burada Arz Odasının bulunduğunu belirtiyor. İlginç bulduğu camilerden bir de Bayazıt Cami'dir. White Bayazıt Caminin haziresinde tarihte önemli kişilerin mezarlarının bulunduğunu, bunlardan birinin de bitişikteki kütüphaneyi tamir ettiren Abdullah Efendi olduğunu belirtiyor. Bu caminin haziresinde daha ziyade hanedan ailesi ile diğer bazı zengin ailelere mensup kadınlann kabirleri bulunur. Üst düzey memur ve askerler Bab-ı
Ali'de mesaileri bittikten sonra buradan geçmektedirler. Bu nedenle akşam namazından sonra bu mekan yabancılara ilginç gelecek bir yer olarak tanıtılmaktadır. Bayazıt Cami ve çevresinde Ramazan'da pazar kurulmaktadır. Bunlar bize camilerin aynı zamanda gündelik hayatı etkileyen, ibadet dışında da işlevlerinin olduğunu göstermektedir.
White'in sözünü ettiği diğer bir cami Arapçılar Cami'dir. Bu caminin şehirdeki en eski cami olduğu, Galata'nın aşağı tarafında köprüye yakın bir yerde Emevi Halifesi Süleyman'mn kardeşi Maslama tarafından, Arap ordusunun başında şehri kuşattığında, 715'te inşaa ettirildiği belirtiliyor. White, şehirdeki en yeni caminin ise Hüsrev Paşa tarafından 1838'de Emirgan'da, Rıfat Paşa'mn 1841'de ikamet ettiği yalının hemen yanma yaptırılan cami olduğunu söylemektedir. White'in üzerinde durduğu Arapçılar Cami tarihi yarımadanın dışında, Galata'da yer almaktadır. Burası Bizans döneminden kalma kiliseden bozma bir camidir. Büyük ihtimalle Arapların İstanbul'u feth etme çabalan sonucunda değil, Bizans İmparatorluğu'nun emri ile şehirdeki Müslümanlann ibadeti için tahsis edilmiş bir camidir. Bugün de buranın cami olarak inşaa edilmediğini görmek mümkündür. Bizans, Galata'da nasıl Cenevizlilere bir yer tahsis etmişse Müslümanlara da bir yer verildiği söylenebilir. Yazar bu camilerin dışında da isimlerini tuhaf bulduğu altı camiden söz etmektedir. Bu camiler Tutki Yedim, Altı Poğaça, Üç Başı, Mihr i Mah, Soğan ve Mercan Camileridir. White bu camilerin tuhaf isimlerinin kaynağı olarak kuruluş hikayelerini, bu camileri kimin yaptırdığım anlatmaktadır. Yazar, yabancı okura ilginç gelecek ve merak uyandıracak bilgiler de vermektetir. White'in tuhaf isimli olarak bahs ettiği bu camilerin özelliği, bunların esnaf camileri olmasıdır. Bunlar muhtemelen bazı tarikatlerin etkili olduğu camilerdir.
White, İstanbul'da camiler kadar türbeleri de ilginç bulmaktadır. Süleymaniye Cami'nden söz ederken, burada üç türbe olduğunu, bunlardan birincisinde Kanuni Sultan Süleyman ile birlikte ve II. Süleyman ile II. Ahmet'in kabirlerinin yer aldığını, Kanuni'nin içinde gömüldüğü devasa sandukanın nakışla işlendiğini ve Kanuni tarafından benimsenen mücevveze denen bir türban ile diğerlerinden ayrıldığını belirtiyor. İkinci türbe Kanuni'nin türbesinin güneyinde ondan daha az ihtişamlı olan, Kanuni'nin gözdesi ve II. Selim'in annesi Hürrem Sultan'ın türbesidir. Üçüncüsü ise, yazara göre kasvetli ve çirkin bir yapı olması nedeniyle, bulunduğu muhite yakışmayan, Kanuni'nin oğullarından Şehzade Mehmet'in ve iki kızının bulunduğu türbedir. White'a göre şehirde yaklaşık ikiyüz türbe bulunmaktadır. Bunların arasında en görkemlisi Kanuni'nin Arap tarzında olan türbesi, en güzeli ise II. Mahmut'un, Yanık Taş (Dikili Taş)civarında yeralan, Yunan ve İtalyan tarzındaki türbesidir. Yazar türbelerle ilgili belli tasvirlerde bulunmaktadır. Genel olarak türbeler yüksek tavanlı, havadar ve aydınlıktır. Duvarlarda Kur'an-ı Kerim'den ayetler yer alır ve tavanda devekuşu yumurtası asılı bulunur. Türbeler içinde en kutsal sayılan türbe 672'de İstanbul'un üçüncü Arap kuşatması sırasında ölen, Peygamber'in sancağını taşıyan Ebu Eyyubi Ensari'nin türbesidir. White'in en güzel türbe olarak Batılılaşma döneminde yapılan, Avrupa mimarisindeki II. Mahmut'un türbesini göstermesi ilginçtir. Bunu diğer türbelerden daha büyük ve cami dışında yer alan, adeta bağımsız olduğu için seçmiş olmalıdır. White, salatin türbeleri dediği II. Mehmet'in, II. Bayazıt'm, I. Selim'in, Şehzade Mehmet'ini Kanuni'nin, II. Selim'in, III. Murat'ın, I. Ahmet'in, I. Mustafa'nın, Valide Türkan Sultan'ın, III. Mustafa'nın, Abdülhamit'in, II. Mahmut'un, Valide Gülnar Sultan'ın türbelerinin kim tarafından ve ne zaman yaptırıldığını da aktarıyor. Bunları şehirdeki türbeler arasında en güzelleri olarak tanımlamaktadır. White bu geniş kabristanların Byron tarafından ebedileştirildiğini, bu mekanların genişliklerinin, tabii hallerinin, ihmal edilmiş ihtişamlarının, hoş görüntülerinin ve yalnızlıklarının her milletten yazara ilham kaynağı olduğunu belirtiyor.
White'in İstanbul'un örgütlenmesi ile ilişkili olarak vakıf kurumuna ilgi duyduğu görülmektedir. Vakıf evkaf kelimesinin çoğuludur ve bu kurum Avrupa'da çok az bilinmektedir. Vakıf, bir mülkün camiye bağışlanırken yapılan antlaşmaya göre ipotekli, geçici veya temelli bırakılması anlamlarına gelir. Ancak yapılan mukavele ne türlü olursa olsun vakıf, "ilahi korumaya terkedilmiş mülk" anlamındadır. Vakıf kurumunu ilk İslam devletlerinden alan Osmanlı bu kurumu geliştirmiştir. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u feth ettikten sonra vakıf kurumunda bazı değişiklikler yapmış, ondan sonra gelen padişahlar vakıflaştınlan mülkün daha iyi işletilebilmesi ve halkın fayda sağlayabilmesi için yeni düzenlemeler getirmişlerdir. Kanuni Sultan Süleyman vakıfları üçe ayırmıştır. Birinci grup vakıf, kuran kişilerin bağışlan ile, zamanla birikenlerle veya daha soma başka kişilerin bağışlan ile edinilen bütün arazi, bina ve nakid paradan oluşur. Bu kaynaklardan elde edilen gelirle öncelikle imamlann ve cami hizmetinde çalışanlann maaşlan ödenir. Daha soma bu gelirler camiye bağlı medrese, mektep, hastane ve diğer kurumlarda çalışanların maaşlarını ödemekte kullanılır. Geriye kalan miktarla yönetim (tevliyet) yeni mülk alır veya ipotek karşılığı kredi verir. Bütün büyük camilerin bu tür gelirleri söylenen masrafları karşılamaya fazlasıyla yettiği gibi, diğer camilerin gelirleri de yeterli düzeydedir. Camilerde, Cuma namazında vaaz veren şeyh, hutbe okuyan iki veya daha fazla hatip, beş vakit namazı sırayla kıldıran dört imam, sayıları oniki ile yirmi arasında değişen müezzin, camide temizlikyapmakla, kapılan denetlemekle, camiyi aydınlatmakla ve bekçilikle görevli sayılan onbeş ile yirmi arasında değişen kayyim görev yapmaktadır.
 
Bir mülkün temelli olarak vakfa tahsisi için düzenlenen antlaşma metnine vakıye denir. Antlaşmayı önce o bölgenin kadısı mahkemede inceler, daha sonra pekçok memurun çalıştığı Maliye nezareti dairesinde bu işlerle uğraşan üç bölümden birine kaydolur. Bu üç bölümden ilkinde İstanbul'un, Avrupa eyaletlerinin ve Mekke ve Medine'deki bütün camilere bağlı vakıflan bulunur. İkinci bölümde Asya ve Afrika'daki, benzer kurumlar ve imaretler hariç bütün diğer hayır kurumlannın vakıflan bağlıdır. Üçüncü bölümde fakirlere yemek ve sadaka veren imaretler yer alır. Vakıf idaresini de yürüten Deftardar Kapısı, Sarayın dış avlusunda eski St. Irene kilisesinin arkasındadır. Vakfın mali idaresi, kurucular ve bağışçılar tarafından görevlendirilen nazır ve mütevelli tarafından yürütülür. Bu kişilerin emrinde çok sayıda tahsildar, memur, müfettiş yardımcısı bulunur. İkinci grup vakıf bütün halkın kullanımı veya fakirler için yapılan han, külliye, kütüphane, medrese, mektep, hastane, aşevleri, darülaceze, akılhastanesi, hamam, köprü, çeşme, türbe, kabristan ve askeri ihtiyaçlar için yapılan tabye (top dökümhanesi) ve kalelerdir. Bütün bu vakıflar Defterdar Kapısında kayıtlıdır. Vakfın kurucusu vakfın tasarruf hakkım saklı tutar, isterse yılda kansma ve çocuklanna, akrabalarına ve hatta arkadaşlanna belli bir miktann ödenmesini şart koşarak hem anaparayı hem de faizlerini, mülkleri ve arsalan vakıfa bırakabilir. Ancak bu antlaşmada belirlenen kişilerin ölümü halinde tüm mülk, arsa ve nakid tamamıyla vakıfa ait olur. İlk iki grup vakıf dini kanunlarla (şer'iat) kutsanmış olduklan için Şeri vakıflar olarak kabul edilirler. Üçüncü grup vakıf Adi (adet) vakıflardır. Bu tip vakıflar daha ziyade dini kullanım dışındadır. Vakıf yönetiminin alımlarla kurumu zenginleştirme amacı ile oluşturulan vakıftır.
White, İstanbul'daki camiler, türbeler ve vakıflar ile ilgili verdiği bilgilerle şehrin İslami kimliğini ortaya koymaktadır. White İstanbul'daki mahallelerle ilgili bilgiler de vermektedir. Ancak bu bilgiler şehrin veya insanlann örgütlenmesini verme amacı taşımamaktadır. Daha çok belli kıyaslamalar biçimindedir. Mahalleler ile ilgili verdiği bilgiler de bu türdendir. Türk mahalleleri, Pera ve Galata'dan, özellikle de Rum ve Ermenilerin oturduğu mahallelerden çok daha temizdir. Ancak yine de Türkler evlerini çok temiz tutmalanna rağmen sokaklarına aynı özeni göstermemektedirler.
Yazarın ilgisini Türk mahallelerinden ve hatta gayrimüslim tebanın oturduğu, Fener ve Balat mahallelerinden çok, Pera ve Galata'nın çektiği görülmektedir. Yazar, Halic'in derinliğinden, akıntılardan vb. bahs etmesine rağmen Haliç kıyısındaki bu yereşmelerden bahs etmemektedir. Pera ile ilgili bilgiler vermektedir. Pera'da Doğu'ya ait hiçbir şeyin olmamasına çok şaşırdığım, herkesin abartılı biçimde Avrupai giyindiğini ve burada muhteşem Doğu'ya ait pek az şeyin görülebileceğini belirtiyor. Fransızca, İtalyanca, Ermenice, İngilizce, Almanca, Slavca, Romence, Türkçe ve İspanyolca başta olmak üzere birçok dilin konuşulduğu bir yerdir. Pera Osmanlı içinde adeta yabancı bir yer gibidir. Opera gibi Batı'da bile çok sınırlı bir kesimin izlediği bir sanat türü Pera'da kendisine bir yer ve izleyici bulabilmektedir. Yabancı elçilerin ve üç dört tüccarın evindekiler hariç hiçbir sosyal eğlencenin olmayışından dolayı, bir İtalyan spekülatör tarafından Pera'da yaptırılan opera çok rağbet edilen bir mekandır.
White'in şehir hayatı ve örgütlenmesi ile ilgili bilgileri mahalle düzeyinde vermediği görülüyor. Şehrin günlük yaşantısını sürdürrnesiyle ilgili en kapsamlı bilgiyi su sistemi ile ilişkili olarak vermektedir. White'in İstanbul'un nüfusunu bile su tüketiminden yola çıkarak hesapladığım belirtmiştik. Yazar, şehrin su ihtiyacım karşılayan kemerleri, suyun kaynağından alınıp dağıtılmasına kadar kurulan sistemi ayrıntılı biçimde ele almaktadır.
White, bentleri İstanbul'un su ihtiyacını karşılamak için şehrin çevresindeki dağlardan akan nehir, ırmak ve dereler üzerine kurulan, su toplamaya yarayan yapılar olarak tanımlıyor. Bu yapıların duvar kalınlığı 5.5 metre ile 6 metre arasındadır ve üst kısmında görevlilerin yürüyebilecekleri genişlikte, mermer veya taştan oturma yerleri bulunan bir yol vardır. Bentlerde toplanan suyu istenen yere nakletmek için ise sukemerleri kurulmuştur. Sukemerlerinden şehre ulaşan su hususi ve umumi kuyu ve çeşmelere dağıtılmak ve fazlasını depolamak üzere maksem denen büyük tanklarda biriktirilir. White şehirde bulunan birçok maksem arasında üç ana maksemden söz etmektedir. Birincisi Pera'da bulunan ve Halic'in kuzey yakasında Hasköy'den Fındıklı'ya kadar bütün köylere su dağıtılan maksemdir. Dolmabahçe ve Beşiktaş'ın suyu civardaki bir maksemden, Ortaköydeki maksemden civarındaki köylerin ve Çırağan Sarayı'nın su ihtiyacı, Kuruçeşme'den Büyükdere'ye kadar olan köylerin suyu ise Bahçeköy Kemeri'nden doğrudan sağlanır. İkinci ana maksem İstanbul'un esas su dağıtım merkezi olan ve Topkapı Sarayı, Aya Sofya, Yeni Bahçe, Yerebatan Sarayı, Narlı Kapı ve At Pazarı vb. rezervuarlarına su sağlayan Eğri Kapı Maksemi'dir. Bu reservuarlarda biriken su Yedi Kule'ye dek bütün sarnıçlara, hamamlara, camiilere, kuyulara, çeşme ve sebillere dağıtılır. Üçüncü maksem ise Sultan Bayazıt Maksemi'dir. Suyun buraya nereden geldiği belirtilmiş ancak buradan hangi mahallelere su dağıtıldığı belirtilmemiştir.
 
Şehre su dağıtımını sağlayan maksemler tanklar ve dağıtım bölümleri olmak üzere iki kısımdan oluşur. White, tonlarca suyu depolayacak kadar geniş olan tankın yapımında kullanılan bazı malzemelerin şaşırtıcı derecede rutubete ve aşınmaya dayanıklı olduğu ve eğer İngiltere'de bilinmiyorsa uygulanmasının faydalı olacağını belirtiyor. Havuzun iç yüzeyini kaplamada kullanılan malzemenin tarifini de vermektedir. Dağıtım bölümlerinin dörtte üçü su sağlanacak reservuar sayısı kadar musluk denen bölümlere, geri kalanı da suyolcunun geçişi için ayrılmıştır. Maksemde toplam 48 tane olan ve masura denen bölümlerden 24 saatte ikibin galon (9001itre), toplam 8 masuradan oluşan bir lüleden bu sürede onaltı bin galon (7200 litre) su geçebilmektedir, ancak su kaynaklarını kurutmamak için masuralar 12 saat açık tutulmaktadır. Bir maksemden bu sürede yaklaşık 21 bin litre su dağıtılır. Su, şehirdeki maksemlere Belgrad, Türklerin kule anlamına gelen Burgaz dedikleri, ve 1184'te Bizans İmparatoru Andronicus Komnenus'un yaptırdığı sukulesinin bulunduğu Pyrgos, Ayvat Bendi, Cebeci Köyü, Petinohory ve Bahçekapısı Köyü civarındaki ırmak ve derelerden gelmektedir. Bu tepelerin yüksekliği 225 metre ile 110 metre arasındadır, İstanbul ve Pera'daki en yüksek nokta da 125 metreyi geçmemektedir. Su kaynaklan büyük itina ile korunmaktadır. Hem nem çekdiği hem de yazın su kanallanm gölgeleyerek buharlaşmayı önlediği için burada ağaç kesmek yasaktır. Köylülerin sulama için kuyu açmalan veya kanal seviyesinden aşağıda olmayan noktalardan su kanalı açmalan, ırmak ve nehirlere hayvanlann sokulması yasaktır.
 
Kanallar ile toplanan su yedi büyük bende yönlendirilir. Fazla su ise başhavuzlarda biriktirilir. Başhavuz, maksemden farklı olarak bende yakındır, çaplan 9 metre ile 12 metre, derinlikleri 4.5 metre ile 6 metre arasında değişen, taştan yuvarlak büyük bir yapıdır. Havuzun dibine inen taş merdivenler bulunur. Başhavuzun fazla suyu ise civanndaki ırmaklara akıtılır. En büyük başhavuz Burgaz'taki havuzdur. Bu havuz 1620'de II. Osman tarafından yaptırılmıştır. Su buraya Uzun Kemer ve Güzelce Kemeri ile aktarılmaktadır. Su bu havuzdan Ali Bey Köyü vadisi üzerindeki Justinyan ve Cebeci Köyü Kemerlerinden geçerek Eğri Kapı Maksemi'ne ulaşmaktadır.
Şehre su sağlayan bendler dağ geçitlerinin başında, en yüksek tepeler arasında, Burgaz, Belgrad, Evahuddin, Paşaderesi ve Bahçe Köyü vadileri üzerinde uzanmaktadır. White, İstanbul'un civarındaki yedi bendin isimlerini, kurucularının veya tamir ettirenlerin kim olduğunu, ne zaman yapıldıklarım vermektedir. İstanbul'a su sağlayan yedi bend şunlardır: Ayvat Bendi, Büyük Bend, Eski Bend, Paşaderesi Bendi, Yeni Bend, Valide ve Mahmut Bendi. Bentlerin tümü Osmanlı eseridir. Yazar mevcut sukemerlerinden sadece altısının bahse değer olduğunu belirtmektedir, ancak kaç sukemeri olduğunu söylemiyor. Bu sukemerlerinin ilki ve en doğudaki Bahçeköy Vadisi üzerinden geçen, I. Mahmut'un yaptırdığı kemerdir. Su buraya Valide ve Mahmut Bendi'nden gelir ve suyolu denen yeraltı kanallarından geçerek Pera'daki büyük makseme ve daha kuzeyde bulunan, kabristan ile yeni hastane arasındaki diğer maksemlere ulaşır. İkinci kemer Kanuni'nin yaptırdığı, Petinohory Vadisi üzerinden geçen, Burgaz civarındaki Uzun Kemer'dir. Üçüncü kemer de Kanuni'nin yaptırdığı düşünülen Güzelce veya Dirsekci Kemeri'dir. White, Bizans tarihçilerinin bu kemeri 12. yüzyılda bir Bizans imparatoru tarafından yaptırıldığına inanmakta olduklarına dikkat çekiyor. Dördüncü kemer yabancıların Justinyan, Türklerin ise Muallak Kemeri dedikleri, Ali Bey Köyü Vadisi üzerindeki kemerdir. Beşinci kemer ise Belgrad'ın güneybatısındaki Paşa Deresi Kemeri'dir. Altıncı kemer Cebeci Köyünün batısındaki vadiden geçen, en eski olduğu sanılan kemerdir. Bu altı sukemeri dışında şehir surları içinde yer alan tek kemer olan, Türklerin Bozdoğan Kemeri dedikleri Valens Kemeri'nin çok güzel bir yapı olduğu belirtilmektedir. Tiryaki Çarşısı'mn güney çıkışından güneybatı yönündeki bir sokaktan Valens Kemeri'ne ulaşılır. Kağıthane'den gelen su bu kemerden Sarayın maksemine ulaşır. En güvenilir kaynaklara göre Konstantin'in şehri kurması tamamlanmadan önce Adrian tarafından inşaa edilmiş olan bir sıra kemerin üzerine yapılmıştır, ancak sağlam olmadığından daha sonra Valens tarafından yıktırılıp baştan inşaa ettirilmiştir.
 
Şehre dağıtılan suyun tazyikini sağlamak için çeşitli noktalarda suterazisi bulunmaktadır. Bunlardan bir Şehzade Cami civarında bir ise Pera ve Büyükdere arasındadır. Su toplama ve dağıtım sistemi, merkez olarak Belgrad'ı alacak şekilde düzgün olmayan bir çember oluşturmaktadır. Sistemin biri Halic'in kuzeyine diğeri de güney tarafına su sağlayacak şekilde ikiye ayrılmıştır. Buna göre Bahçeköy'deki iki bend ve sukemerleri Halic'in kuzey tarafına, diğer bütün bend ve sukemerleri ise Halic'in güney tarafına su sağlamaktadır. İstanbul'un su ihtiyacını karşılayan kaynakların tümü ve sistemin büyük kısmı şehir surlarının dışındadır. Bunedenle de her türlü saldırıya açıktır. İstanbul'a yaklaşık 16 kilometre uzaklıktaki vadi ve ırmaklardan suyu alıp gerekli yerlere nakletmek oldukça pahalı bir iştir.
 
Su sistemi ile ilgili verilen bütün bu bilgilerden İstanbul'un su ihtiyacını karşılamak için kendiliğinden bir çözümün değil karmaşık ve zahmetli bir düzenin oluşturulduğunu anlıyoruz. Bu sistemin işleyişi Osmanlı yönetiminin başarısını göstermektedir. Mesela su, şehir içindeki maksemlerde biriktirilerek ulaştırmada doğabilecek bir aksama yüzünden şehrin susuz kalması önlenmektedir. İstanbul'un su ihtiyacının karşılanabilmesi, kendiliğinden tabii bir zenginlikten ziyade kurulan karmaşık sistem sayesindedir. Hatta yazarın da bu sisteme hayran olduğu anlaşılmaktadır. Bazı yöntemlerin İngiltere'de de uygulanmasının faydalı olacağına inanmaktadır. White'ın su sistemiyle ilgili bu bilgileri kendi gözlemleriyle aktarması imkansızdır. Bu yabancı elçiliklerin de konuyla ne kadar ilgili olduğunu göstermektedir. İstanbul'daki su sisteminin mükemmelliğinin bir göstergesi de şehirdeki yaklaşık 380 hamamdır. Şehirde hamam bulunmayan bir tek köy bile yoktur, pekçok zenginin ise evine bağlı özel hamamı bulunmaktadır.
 
White'in şehrin işleyişiyle ilgili olarak su sisteminin dışında da bilgiler verildiği görülmektedir. Bunlar daha çok şehrin inzibatı ile ilgili bilgilerdir. Yazara göre, Türk polisi etkili değildir. Ama başka ülkelerden sınırdışı edilmiş kişilerin oluşturduğu kırk elli hayduttan oluşan çetelerin varlığını ortaya çıkarmayı başarmıştır. Polis, Osmanlı tebasından yasadışı işlerle uğraşan kişileri de yakalamıştır. White, Batılı anlamda polis tedbiri aradığından polisin pek etkili sayılamayacağını ancak suçun az olduğunu belirtiyor. White'in şehrin inzibati ile ilişkili bilgi verirken askeri birlikler üzerinde özellikle durmaktadır. Türk askerleri atletik yapıda ve kondisyonda değildirler ve bir askerin bilmesi gereken hiçbir şeyi bilmezler. Askeri birlikleri Üsküdar'da Haydar Paşa Vadisinde, Eyüp civarında Rami Çiftliklerinde ve Davut Paşa'da çadır kamplarındadırlar.
 
White'ın bu konuda yine gözlemlerinin ürünü olmayan, verdiği sayısal bilgiler şöyledir:
Mareşel ve Hassa müşiri Rıza Paşa'nın konutasında 1842'de İstanbul garnizonu:
                                              
                               asker sayısı / at sayısı
Üsküdar,Selimiye      2500+2500        1900
Toptaşı                          1000        900
Dolmabahçe, Gümüşsüyü1000        ------
Gülhane, sarayiçi             1600      1500
Sarayburnu, sarayiçi         1200       -----
 Boğaziçi'ndeki kolluklar     1500      -----
diğer askeri karakollar       1800      -----
toplam                          13,100     4300
 
Mareşal ve Topçu müşiri Mehmet Ali Paşa komutasındaki topçu ve mühendis birlikleri163
                                  asker sayısı / at sayısı
Beyoğlu                           3000     1000
Tophane-ve-askeri karakol  500        ---
Tershane-yakınındaki-
Humbaranane
topçu, teknisyen ve
mühendisleri                  
500      ---
Boğaziçi birlikleri               400      ----
Toplam                          4,400    1000

Seraskerliğin komutasındaki yedeğe alınmış askerler:
                                         asker sayısı
Serasker Kapısı (Eski Saray)         4000
Davut Paşa                                8000
Rami çiftliği                                3500
Atmeydam, eski Yeniçeri kışlası     1000
şehirdeki kolluklar                       2500
Galata ve Pera'daki kolluklar          800
Boğaz'daki kolluklar                      700
Müfreze birliği                              500
toplam                                    21000
 
Donanma Komutanı Tahir Paşa komutasındaki deniz kuvvetleri:
                                            asker sayısı
Tershane                                1200
Kasımpaşa'daki karakolda           800
limandaki ve Tophane'deki kışlalarda5500
toplam                                        7500

Birliklerin genel toplamı164
                       
                               asker sayısı    at sayısı
Hassa askerleri
                13100        4300
topçu ve mühendishane   4400        1000
deniz kuvvetleri               2200          
denizciler                       5500
karadaki ve denizdeki
tüm garnizon                 46000     5300
 
İstanbul'da askeri birliklerin belli yerlerde olduğu görülüyor. Bu birliklerin hem gündelik asayişin sağlanmasından hem de şehrin korunmasından sorumlu olduğu anlaşılmaktadır. Bu birlikler şehrin güvenliğini sağlamak için belli yerlerde yerleştirilmişlerdir.
White, şehirdeki hastaneleri, yatak ve hasta sayısını, ve durumlarını da ele almaktadır. Bu bilgiler seyahat için gelmiş bir yabancının İstanbul'da hastalandığı zaman gideceği yerleri belirtmenin ötesinde askeri açıdan önemlidir. Vermiş olduğu hastanelerin adlan, yerleri yatak vb. ile ilgili bilgiler daha ziyade askeri hastanelerle ilgilidir. Vermiş olduğu askeri bilgilerden hem de hastanelerin durumu ile ilgili vermiş olduğu bilgilerden anlaşılan İstanbul'u bir yerde İngilizlerin de dayanabileceği bir garnizon şehri olarak gördüğü izlenimi vermektedir. Bu verilen bilgiler de rakkamlara, somut veriler dayalı bilgilerdir. Nitekim İstanbul'daki sanatoryumla ilgili verdiği bilgiler de idare heyetinin yabancılar içinde Türk Paşanın güvenilmez olarak görüldüğü anlaşılıyor. Bu sanatoryum Osmanlı'daki Avrupalılann baş düşmanı olan Tophane Paşası Mehmet Ali Paşa'nın emrinde çalışmak zorundadır165.
 
Hassa Kışlası
yatak sayısı
hasta sayısı
Topkapı Sarayında, Sarayburnu'nda
200
112
Üsküdar'da Toptaşı
400
235
Tarabya
100
57
toplam
700
404
Topçu
 
 
Tophane
200
154
Pera
500
toplam
700
154
Yedektekiler
 
 
Davutpaşa ve Ramiz Çiftliği arasındaki
1000
1218
Serasker Kapısı
400
246
Eyüp'ün ötesindeki İplikhane
150
toplam
1550
1464
Deniz kuvvetleri
 
 
St. Dimitri ile.Piyale Paşa arasındaki tepede
500
258
Genel Toplam
 
 
karakollar
700
404
tophane (topçu)
700
154
yedekler
1550
1464
donanma
500
258
Toplam
2450
2280166
 
White şehrin işleyişi ile ilgili vermiş olduğu önemli bilgiler itfaiye ile ilgilidir. Bu örgütü de kendi ülkesindeki ile kıyaslayarak tanıttığı görülmektedir. Yazara göre, İstanbul'da düzenli bir itfaiye teşkilatı yoktur. Her mahallede belli sayıda hammal, kayıkçı gibi kişiler yangında görev almak için kaydolur. Bunun karşılığında vergiden muaf tutulma gibi bazı ayrıcalıklarkazanırlar. İstanbul'da, fetih öncesinden kalma savunma yapılarından Türkler tarafından korunan tek yapı olan, 1348'de Ceneviz surlarının gözetleme kulesi olarak yapılan Galata Kulesi yangın gözetleme kulesi olarak kullanılmaktadır. Mehter denen, dört nöbetçi ve pekçok yardımcıdan oluşan bekçiler burada gece gündüz sürekli nöbet tutarlar. Bunların görevi yangın gördüklerinde Bayazıt'daki Seraskerlikteki gözetleme kulesine bulunan nöbetçilere haber vermekdir. Daha sonra belli sayıda top atışı ile yangının hangi mahallede olduğu duyurulur. Yangına kolluklardan askerler, tulumbacılar ve sakalar müdahale eder. Yazar düzenli bir teşkilatın olmadığını söylemektedir ama gayet sistemli ve üstelik mahalle örgütlenmesi içinde bu ihtiyacın karşılanmakta olduğu görülmektedir.
 
Toplum içinde iletişimin sağlanması, bilgilerin kitlelere ulaştırılması ve ortak edilmesi açısından matbaa ve kütüphaneler 19. yüzyılda büyük önem kazanmıştır. White'in İstanbul'daki matbaalar ve kütüphanelerle ilgili bazı bilgiler verdiği görülmektedir. Matbaa 1726'da III. Ahmet'in izni kurulmuştur. Daha önce Yahudi ve Ermeniler onaltıncı yüzyılın sonlarında sadece dini eserler basmak üzere matbaa kurmuşlardır. Matbaanın kuruluşuna Ulemanın kızmasını önlemek için dini hiçbir eserin matbaada basılmasına izin verilmemiştir. White kuruluşundan itibaren matbaanın değişik padişahlar zamanındaki seyrini anlatmaktadır. Matbaacılara Basmacı denmektedir. White İstanbul'da matbaanın kuruluşundan sonraki dönemde İbrahim Mütefferrika tarafından basılan önemli ilk onyedi kitabın neler olduğunu tanıtmaktadır. Bize verdiği biçimiyle bu kitaplar şunlardır: 1) Ahmet Vani'nin "Şihat-ul Lugat-ı Cevheri"'den tercüme ettiği Arapça-Türkçe sözlük olan "Kitab-ı Lugat-i Vankuli", 2) "Tuhfet al-Kibar fi asfar al-bihar" Katib Çelebi. Katib Çelebi soyadlı Mustafa Hacı Halifin Osmanlı deniz savaşlarını konu alan kitabı, 3) Cizvit Krupiski'nin Latince olan "Tarihi Seyyah der beyani Zouhouri Aghvanian ve Sebebi inhidanni devleti Safeviyan" adlı eserinin İbrahin Basmacı tarafından tercümesi, 4) "Tarihi Hindi al-garbi al-musamma bi-Hadis-i nav", 5) Arap Nazmi Zade'nin "Tarih-i Timur Gürgan" adlı eseri, 6) Suhayli Efendi'nin "Tarih-i Mısr al-cadid ve l'kadim'" adlı eseri, 7) "Gulşan-i Hulefa"8) Alman Cizvit Holderman'ın Fransızca Türkçe Dilbilgisi kitabı "Grammaire turque", 9) "Usul al-hikam fı nizam al-uman", 10) İbrahim'in "Fuyuzat-i Miknatisiya", 11) Katib Çelebi'nin ünlü coğrafya kitabı "Cihannüma", 12) Katib Çelebi'nin kronolojik tablo kitabı olan "Takvim al-tavarih", 13) "Tarih-i Naima", 14) Tarihçi Raşid'in "Tarih-i Raşid Efendi", 15) Çelebi Zade'nin "Tarih-i Çelebi Zade Efendi" adlı eseri, 16) Ömer Efendi'nin "Ahval-i gazavat dar diyar-i Bosna" adlı Bosna ile Avusturya savaşlarını konu alan kitabı, 17) Türkçe-Farsça sözlük olan "Lisan al-acam".
Kur'an-ı Kerim'in, tefsir ve hadis kitaplarının makine ile basılmasına genel olarak bütün Müslümanlar karşıdır ancak Ulemanın bu tepkisinin nedeni aslında dinsel değildir. Esasında çok sayıda ve siyasi etkisi olan hattatların büyük çıkar sağladıkları ve tekellerinde olan bu işten yoksun kalmayı kabul etmemelerinden kaynaklanmaktadır. İstanbul'da bulunan dört devlet matbaasından biri kitap basımı, ikincisi resmi belge basımı için kullanılmaktadır. Üçüncü matbaa Seraskerliğe bağlıdır. Dördüncü matbaa ise topografik çalışmalar basmak üzere mekteb-i harbiyeye bağlıdır. Galata'da da beş altı matbaa bulunmaktadır. Yahudi hahamının emrinde İbranice eserler basılmaktadır. Ermem ve Rum patriklerinin de kendi matbaaları vardır, ancak kitap ve gazete basmaları yasaktır. Kitapları Venedik'te basılmaktadır. İstanbul'da dört matbaa olduğu ve bunların tümünün devletin elinde olduğu, Galata'daki matbaaların ise hem sayıca daha fazla olduğu hem de bunların kilise ve sinagoga bağlı olarak çalıştığı görülmektedir. Devlet matbaaları sadece resmi belgelerin ve resmi gazete olan "Takvim-i Vekayi" nin basımı için, diğerleri de askeri amaçlı çalışmaları yayınlamak için kullanılmaktadır. Churchill adlı bir İngiliz "Ceride-i Havadis" adlı haftalık, gayri resmi bir gazete kurmuştur, ancak Rusya'nın kıskanç tutumu yüzünden padişah tarafından 1843 Nisanında yayını durdurulmuştur.
 
White İstanbul'da bulunan kütüphanelere de büyük ilgi gösteriyor. Kütüphanelerin kuruluşu fethin ilk yıllarında başlamıştır. Fatih Sultan Mehmetin Bursa, Edirne Şam ve diğer şehirlerden getirttiği kitaplarla Eyüp ve Aya Sofya Camilerine bağlı kütüphaneler kurdurmuştur. İstanbul'da kırk kütüphane bulunmaktadır. Bunlardan en önemli onaltısı Eyüp, Fatih Cami, Bayazıt, I. Selim, Şehzade, Süleymaniye, İbrahim Paşa, Sarayın özel kütüphanesi, Yeni Cami'de Valide Türkan, Aya Sofya, Galata Sarayı, Nuruosmaniye, Sarayın büyük kütüphanesi, Ragıp Paşa, Abdülhamit, Atıf Efendi kütüphaneleridir. Bu kütüphanelerin kim tarafından ne zaman kurulduğu ve cilt sayısı verilmiştir. Halk kütüphanelerindeki toplam kitap sayısı yetmişbeş bini geçmemektedir. Ancak özel kütüphaneler ( kişilere ait) oldukça zengindir. Türk memurlarının ve serbest meslek sahiplerinin evlerinde az sayıda ama titizlikle seçilmiş ilahiyat, fıkıh, felsefe ve mantık konularında kitaplar başta olmak üzere çeşitli konularda eserlerle dolu kütüphaneler bulunur. Pek çok Türkün evinde tarih, şiir ve felsefe konularında en ünlü yazarların eserlerinin yanısıra en iyi Fransızca ve İngilizce edebiyat klasikleri de yer almaktadır.
 
White'm İstanbul ile ilgili olarak verdiği bilgilerden belli sonuçlar çıkarabiliriz. White'in İstanbul ile ilgili verdiği bilgilerin çoğu yazarın kendi gözlemlerine dayanmamaktadır. Bu konuda hem daha önceki seyahatnamelerde verilen bilgileri hem de elçilik tarafından zenginleştirilen verili bilgileri kullanmaktadır. Şehrin işleyişini bize tanıtmaktan çok, kendi siyasi çıkarları açısından önemli olan ve ilgi duyduğu, şehrin fiziki coğrafyası, nüfusu, Türk şehri olarak kültürel özelliği (cami, türbe), askeri durumu, topografyası, iletişim biçimleri askeri durumu gibi bilgiler üzerinde durduğu görülmektedir. Bu bilgilerden bir sonuç çıkarmamış olması, İstanbul'u "gravürcü tekniği" ile tanıma çabasımn ötesine çıkamadığım göstermektedir. Bu bilgilerden gündelik hayatı bütün yönleriyle çıkarmak mümkün değildir. " gravürcü tekniği ile" dışa vurulmuş bilgilerle, ilişkilere öncelik tanımıştır. Dış görünümün somut biçim kazanmış yönünü bize aktarmaktadır.
 
 
3.SARAY
White'm ilgi duyduğu konulardan birinin de saray olduğu görülmektedir. Saray 19. yüzyıl öncesi Osmanlı üzerine inceleme yapan Batılı seyyahlarının da ilgi duyduğu konulardan birisidir. White da aynı konuya ilgi gösteriyor. Ancak saray ile ilgili olarak verdiği bilgilerin Osmanlı yenileşmesinden bağımsız ve teknik bilgi düzeyinde olması ilginçtir. Biz bu bölümde somut olarak sarayla ilgili White'in vermiş olduğu bilgilerle ilgileneceğiz. Ancak önemli olan bu bilgilerin doğruluğu veya yanlışlığından ziyade White'in ilgisinin yönünü ve sınırlan ortaya koymasıdır.
White sarayın yeri ile ilgili bazı somut bilgiler veriyor. Ancak ilginçtir White sarayın yerini verirken konusu Osmanlı sarayı olmasına rağmen öncelikle Bizans dönemi Tekfur, Belizarus saraylan ile ilgileniyor ve Osmanlı sarayı ile ilgili verdiği bilgiler bu bilgilerin devamı oluyor. Bu nedenle Bizans saraylarının kalıntılarının izlerini sürüyor ve bunlarla ilgili bilgiler veriyor. Söz gelişi Tekfur Sarayı'nın kalıntılanndan söz ediyor. Bu saray 1204'te Latin istilacılar tarafından yıkılmıştır. Daha sonra gelenlere sarayın duvarlarından başka bir yapı kalmamıştır178. Yine Fatih Sultan Mehmet de Bizans imparatorlannın yaptırdığı saray kalıntılannın bulunduğu alanda, 1467'de Yeni Sarayın (Topkapı Sarayı) inşaasına başlanmıştır179. White geride hiçbir kalıntısı kalmamış olan Belizarus sarayının nerede olmuş olabileceğini tahmin etmeye çalışmaktadır180. Bizans mirasının hiçbir iz bırakmaması yazann ilgisini-çekmektedir.
White, 1754'te I.Mahmut tarafından yaptırılan deniz kenarındaki dökümhane yüzünden Türklerin Saraya Topkapı dediklerini belirtiyor. Fatih Sultan Mehmet'in Bizans sarayının bulunduğu forumda yaptırdığı ilk Osmanlı sarayı (Eski Saray), Topkapı sarayı inşaa edilirken haremin kullanımına tahsis edilmiştir. 1826'dan sonra Yeniçeri Ocağının kapatılmasının ardından, Saray ve Bab-ı Ali tekrar düzenlenirken, II. Mahmut Eski Saray binalarının bir çoğunu yıktırmış ve geri kalanları Seraskerliğin resmi dairesi haline dönüştürmüştür.White Osmanlı sarayı olarak Topkapı ve Boğaziçi saraylarının yeri ve inşaat tarihleri ile ilgili bilgiler vermektedir. Ancak yazarın Topkapı sarayı ile değil daha çok Boğaziçi sarayları ile ilgilendiği görülmektedir.
White, Boğaziçi'nde geçmişte yazlık sarayların olduğunu, Dolmabahçe sarayının 1815'te, Çırağan sarayının da 1836'da kurulduğunu belirtiyor. Dolmabahçe sarayının yazlık saraydan yönetim merkezi haline dönüştürülmesi yazarın ilgisini çektiği görülmektedir. Ancak daha çok bina ile ilgileniyor. White'a göre Dolmabahçe sarayı Çırağan sarayı kadar güzel değildir üstelik rutubet yüzünden kışın oturulamayacak derecede kötü durumda olduğu için sarayının yıkılıp yerine daha sağlam ve geniş bir saray yapılması için padişaha planlar sunulmuştur. Yazar özellikle Çırağan Sarayı ile ilgili bilgiler veriyor. Eski Doğu seyyahlarının ilgilendiği Topkapı sarayından çok Çırağan sarayına önem vermiştir. Bu sarayın Avrupa tarzında yapıldığını ve görülmeye Topkapı'dan layık olduğunu belirtiyor. İnşaatına 1836'da II. Mahmut zamanında başlanan Çırağan Sarayının padişahın ölümünden kısa bir süre önce tamamlandığını, buranın Boğaz'daki en çarpıcı ve güzel yapılardan biri olduğunu söylemektedir. Avrupa tarzında olmakla birlikte sarayın doğu iklimi için gerekli herşeyin düşünüldüğünü ekliyor. Ancak White'm esas amacının sarayları veya kamu binalarını detaylı şekilde anlatmak olmadığını belirtmesi ilginçtir. Geçmişte sarayın örgütlenmesi kadar sarayın ihtişamı da ilgi çekerken White 'in esas amacının bu olmadığını anlıyoruz.
White'm Eski ve Yeni (Topkapı) saraylar, Beşiktaş, Dolmabahçe ve Çırağan saraylarını ele alırken padişahın özel ikametine ayrılmış olan haremle ilgili bilgiler vermektedir. Yeni sarayın yapımı sürerken Eski Saray hareme ayrılmıştır. Boğaziçi saraylarının hareminde kaç kişibulunduğu ile ilgilenmektedir Sarayların örgütlenmesi konusunda da en geniş bilgileri harem ilgili olarak verdiği görülmektedir.
White'in verdiği bilgilere göre sarayda harem ve görevlilerle birlikte yaklaşık iki bin kişi ikamet etmektedir. Haremde sayısı yüzelliye yakın çeşitli işlerle görevli kölenin yanısıra üçteikisi güzelliği ve yetenekleri için seçilmiş yaklaşık üçyüzelli kadın da bulunmaktadır. White'in burada bize göre ilginç olan görüşü hem geçmişte hem de 19. yüzyılda Batılı insanların hayalinde harem zevk alemlerinin yapıldığı bir yer olarak gösterilirken, yazar, bir erkeğin bu kadar çok kadına hükmetmesinin insanın hayalini zorladığım, ancak bu konuda Batılıların inanışlarının son derece yanlış olduğunu ve haremde sanıldığının aksine davranış ve ahlak kurallarına uyulmasına büyük özen gösterildiğini belirtmesidir. White'a göre hem dini hem de ahlaki kuralların sapmaları engellediğini bu kuralların yanısıra kadınların birbirlerini kıskanmaları da oluşabilecek sapmaları da önlemektedir. White haremle ilgili aynntıylı bilgiler vermeye çalışıyor. Verdiği bilgilerin geçerliliğini tartışmadan vereceğiz. White, eski tarz seyahatnamelerdeki yaklaşımdan farklı olarak Topkapı sarayından ziyade Boğaziçi saraylarına ve yeni örgütlenmeye ilgi göstermektedir.
White harem örgütlenmesini Batılı önyargılardan uzak anlatmaktadır. Padişah hareminde en üst rütbede yer alan cariyelere Kadın denir. Bunlar Baş Kadın Efendi veya Büyük Kadın Efendi şeklinde unvanlar alır. Her Kadımn ve evlilik çağındaki Sultanların emrinde yaklaşık otuz hizmetkar ve on onbeş ağa vardır. Haremdeki kadınlar dört gruba ayrılır. İlk grup Gedikli denen ve sayısı oniki kişi ile sınırlı, hem güzellik hem de yetenek bakımından diğerlerinden üstün olanlardan oluşur. Bu oniki Gedikli arasından seçilen yedi kadın ilerde Kadın unvanı alma şansına sahip olur. Bu grupta en üst rütbe valideliktir. İlk şehzadenin annesi bütün kadınların üstünde yer alır, ancak şehzade tahta çıkmadan valide Sultan unvanını alamaz, valide sultan imparatorlukta ikinci önemli kişidir. Önemli ölçüde siyasi gücü vardır. İkinci grup ise Usta olarak adlandırılır. Bu grup pek çok odalıktan oluşur. Bunlar evlenmemiş Kadınlardır. Bu odalıkların Haremde kendi adlarını taşıyan birer odaları bulunur. Üçüncü grup şakirt denen eğitim çağındaki küçük kız çocuklarından oluşur. Bu kızlar eğitimleri tamamlanınca ilk iki gruptan birine girerler. Dördüncü grupta yer alanlara cariye denir. Bunların büyük çoğunluğu heryaştan zenci kölelerdir, padişahın çocuklarının bakıcıları ve harem aşçılarının büyük çoğunluğu bu grup arasından seçilir.
White'a göre padişahın haremindeki Kadınların tamamı Çerkez kölelerden oluşuyor. Eskiden haremde her ırk ve milletten kadın köleler bulunurdu. Bu köleler valide sultanın, padişahın teyzelerinin ve kızkardeşlerinin hediyesidirler veya padişah tarafından satın alınmışlardır. Padişahın haremindeki kadınlar padişah ile evlenmedikleri için onun karısı değildirler. Padişah en fazla yedi kadın alabilir, ancak Abdülmecit'in dört kadını bulunuyor. Sultan unvanı padişahın sadece kızlarına ve diğer kadın akrabalarına verilen bir unvandır. Kadınlar padişahın yanında divanda oturamazken kızları oturabilir. Abdülmecit'in annesi Bezmialem Sultan bir Çerkez kölesiydi, ve II. Mahmut'un kızkardeşi Esma sultan tarafından satın alınmış ve eğitilmiştir.
Saray kadınlarının özel gelirleri vardır. White, valide sultanın yıllık gelirinin 11 milyon kuruş civarında olduğunun tahmin edildiğini belirtiyor. Padişahın kadın akrabalarının çeyizi Oniki Adanın gelirlerinden sağlanır. Bir sultan Sakız Adasının vergi gelirini alırken, diğeri başka bir adanın vergisini alır. Haremdeki Kadınların cep harçlıkları ayda yaklaşık 25000 kuruştur. Diğer masrafları padişahın hazinesinden karşılanır. Saray hareminde uyulması gereken belli kurallar vardır. Kadınlar hareme girdikten soma aileleri ile olan bütün ilişkilerini kesmek zorundadırlar. Kadınlar aileleri ile görüşemez, mektup yazamaz, haber gönderemezler. Bu kuralın nedeni hareme alman çok sayıda kadının pekçok akrabasının muhtaç olduklarında bu kadınlardan isteklerde bulunmalarım engellemektir. Padişah haremi ve evli sultanlarla ilişkisi olmayan hiçbir kadın hareme giremez. Hiçbir kadının bekar sultanlarla veya kadınlarla görüşmesine izin verilmez. Elçi eşleri hareme girebilmek için uğraşmışlardır ancak böyle bir ayrıcalık verilmemiştir.
White'm mabeyn ve selamlık ile ilgili verdiği bilgilerden saray örgütlenmesini ve teşrifatını anlamak mümkündür. Sarayda harem ile selamlık arasında genel kabullerin ve elçilerin karşılandığı, merasim ve törenlerin yapıldığı yer mabeyn salonudur. White mabeynin saraylarda ve büyük konaklarda selamlık veya genel kabul salonları ile harem arasında bulunan ve samimi misafirler için ayrılmış bir bölüm olduğunu, aradaki yer anlamına geldiğini belirtiyor. Mabeynayrıcalığını padişah sevdiği paşalara, saray memurlarına verir, bu ayrıcalığa sahip kişilerin sayısı azdır. Mabeyndeki teşrifat saray dışında da değişik biçimlerde sürdürülmüştür, (valideyi görmek Batılı için büyük prestij kaynağı olduğu için White, bizzat valide sultanı defalarca gördüğünü belirtiyor. Bu görüntünün çok hoş ve benzersiz olduğunu söylüyor. Bir seferinde valide sultan kayıkla gezerken İngiliz donanma gemisi ile karşılaşmış ve gemi kaptanı valideyi top atarak selamlamıştır.) Türk donanması ise Haremi tanımaz ve selamlamaz. White yabancıların padişanın nasıl selamlamaları gerektiği konusunda yanılgıya düştüklerini belirtiyor. Ancak padişahın bütün Frenklerin kendisini selamlarken şapkalarını çıkarmalarını beklediğini, kendisinin ise, White'in hünkar selamı olarak adlandırdığı ya da selamın kabulü anlamına gelen bir bakışla karşılık vereceğini söylüyor.
Saraydaki bazı törenlere yabancı diplomatlar katılamazlar, davet edilmezler. Yabancı diplomatlar hiçbir zaman padişaha toplu halde yaklaşamazlar, ancak bu konuda tek istisna Gülhane Hatt-ı Humayunu'nun ilan edildiği törendir. (Bu ferman, Topkapı sarayının içinde yer alan Gülhane köşkünde ilan edilmiştir. Bu köşk III. Selim tarafından yaptırılmış ve saray hareminde tüketilen güllü şekerlemelerin imalat yeri olarak kullanılmıştır. Gülhane Fermanı'nın yeni sarayın içinde III. Selim'in yaptırdığı köşkte ilan edilmesi ilginçtir.) Yabancı elçilerin ilan törenine katılmalarını ve Türk İmparatorluğu'nun idari sisteminin iyileştirilmesi amacım takdir eden yazarın, bu fermanın imparatorluğun hayati organlarına çok büyük zarar verecek nitelikte olduğunun belirtmesi ilginçtir. Nitekim Gülhane Fermanı'mn ilan edildiği törene bütün yabancı elçiliklerin davet edilmesi bir anlamda bu karara dahil edilmesi anlamına gelmektedir.
White 26 Ağustos 1841'de Abdülmecit'in de hazır bulunduğu büyük bir askeri geçit resminden söz etmektedir. White'a göre bu geçit İstanbul'da yapılan benzerleri arasında en muhteşem olanlarından biriydi. Törenin esas ilginç yam validenin ve kadınların da katılmasıdır. Padişahın törene davet edilmiş olan yabancı elçilikleri tören bittikten sonra huzuruna çağırmıştır. White, o sırada İngiltere elçisi Lord Ponsonby'nin hastalığından dolayı orada bulunamadığını, Pontois Kontunun ona vekalet ettiğini belirtiyor. Padişah, törenini müttefik devletlerin elçilerinin görmesinden memnun olduğunu ve askerlerin başarısının takdir edileceğini umduğunu belirten kısa bir konuşma yapmıştır.
White'ın Osmanlı saray teşrifatı ile özel olarak ilgilendiği görülmektedir. Hem haremdeki örgütlenmeyi ve teşrifatı hem de saray törenlerinde yabancı diplomatların konumu tanıtmaktadır. Çeşitli saray törenleri vardır. Geşiç resminde ve padişahın at sürülerinin Kağıthane'ye götürülmesine kadar çok çeşitli törenlere aile dışındaki kişilerinin katılmasının uğursuzluk getireceğine inanıldığından yabancıların katılmalarına pek izin verilmediğini belirtiyor. Bazı törenlere yabancı elçiliklerin katılmasına izin verilirken, bazı törenlerde izin verilmemektedir. Bu törenler, merasimler Osmanlı sarayım ve siyasetini görüntüde de olsa tanımaya imkan verdiği için önemli olmaktadır. Bu tören ve merasimlarin dışında geniş halk kitlelerinin katıldığı şenlikler de vardır. Bunların da bazıları sarayla ilişkilidir. Törenler, şenlikler ve merasimler Osmanlı ile halk ve yabancı elçilikler arasındaki ilişkileri tanımanın bir yolu olarak seyyahların ilgi duyduğu konulardan biridir.
White, Ramazan'da kutsal emanetlerin büyük bir itina ve ihtişamla sergilendiğini, bu törende yapılanları ayrıntılı şekilde anlatmaktadır. White'in Topkapı sarayı ile ilgili verdiği bilgiler daha ziyade Kutsal Emanetlerin burada bulunması nedeniyledir. Hırka-i Şerif Odası saraydaki bir mescittir, adı burada saklanan emanetlerden biri olan Hırka-i Şeriften gelir. Burada Kutsal Emanetler muhafaza edilir ve yılın belli dönemlerinde ziyaret edilir. Buraya olağanüstü durumlar haricinde yüksek rütbeli de olsa Hıristiyanlar giremezler. White, buraya padişahın, saray imamları ve kapıcıbaşılar dışında Müslümanların bile girmesine izin verilmediğini belirtiyor. Ramazan'ın onbeşinde padişah, hükümet üyeleri ve üst düzey bürokratlar mescidi ziyaret ederler. White, bu mescide girdiğini söylüyor. Bunu söylemesinin nedeni tıpkı valideyi gördüğünü söylemesi gibi, kendisine prestij kazandıracağına inandığı içindir. White, Ramazan'da Kutsal Emanetlerin sergilendiği ve padişahın da katıldığı bu törenin nasıl olduğunu, tören sırasında neler yapıldığını anlatıyor. Kutsal Emanetler içinde White'in özellikle öne çıkardığı Sancak-ı Şeriftir. Bu sancağın ne zaman Osmanlılara geçtiğini, önce nerede saklandığı konusunda bilgiler veriyor. Sancak-ı Şerifin Osmanlı İmparatorluğu'na geçişinin tarihi hikayesini anlatıyor. Yazar, bu sancağın, halkı gerektiğinde bastırmak gerektiğinde de harekete geçirmek için siyasi bakımdan kullanışlı olduğunu belirtmektedir.
White gözleme dayalı bir tanıtım ve anlatım olmaktan ziyade saraydaki belli başlı görevlileri sıralamaktadır. Bu görevliler hakkındaki bilgiler büyük ihtimalle İngiliz elçiliğinden edinilen bilgilere dayanmaktadır. Hassa müşiri (saray binalarının idarecisi), mabeyn katibi (1. padişahın emirlerini gerekli yere iletir, 2. padişahın Bab-ı Ali'ye ve bakanlara yazacağı mektupları yazar, 3. yatsıdan sonra, Bab-ı Ali'den gelen mektupları açan padişahın emri ile gerekli cevaplan yazar, 4. padişah camiye veya başka bir yere giderken sunulan dilekçeleri alır, namazdan sonra padişahın direktifinde cevap yazar), mabeynci (1. padişahın kıyafetleri ile ilgilenir, 2. çubuk takımlanndan sorumludur, 3. sofrasının hazırlanması ile meshuldür, 4. mutfaktan ve yemeklerden sorumludur, 5. kılıç ve nişanlan ile ilgilenir, 6. yatak ve nevresimlerinden sorumludur), hünkar başimamı, haznedarağası, büyük imrahor ve küçük imrahor (ahırlardan sorumludurlar), kapıağası, hazine vekili (padişahın kullandığı mobilya ve mücevherden sorumludur), mutfak emini, çokadar ağası, serhademe, sermusiki, müezzinbaşı, başmusahib (padişahı yemek yerken hikaye ve espirilerle eğlendirir), kitapçı, kahvecibaşı ve berberbaşı gibi üst düzey memurlann İngilizce karşılıklannı, emirlerindeki kişi sayısını ve İngiliz sisteminde karşılıklannı sıralıyor. Bunların dışında da özellikle sözü edilen önemli devlet görevlilerinden biri olan sadrazamlık rütbesinin ilk kez Abbasi devletinde kullanıldığını, ne anlama geldiği hakkında bilgiler veriyor. Bu bilgilerin önemi İngiliz sisteminde karşılığı olanlan İngiliz halkına tanıtmak amacı taşımasıdır. Liste halinde örgütlenme şeması içinde görevlileri vermeye çalışırken, bu şema içerisindeki görevlerleri karşılaştırmalı olarak sıradan insanın anlayacağı şekilde açıklanmaya çalışıyor. (White'in eski görevliler, Yeniçeriler hakkında herhangi bir yorumda bulunmadan kuruluşu, sayılan, ortadan kaldınlışlar gibi bilgiler de verdiği görülmektedir.
 
White, bir kısım görevlerin tanımlanmn yer aldığı listesinin yanında, bu görevlilerin halkla ilişkilerini tanıtmaya yarayacak bilgiler de vermektedir. Söz gelişi halk padişahtan "padişah" veya "hünkar" yerine daha saygılı kabul edilen "efendimiz" tabiri ile bahs etmektedir. Bunun dışında yönetimin yabancılarla ilişkilerin göstergelerinden biri olarak nişanlan tanıtmaktadır. White, M. de Pontois'nin birinci sınıf Nişan-ı İftihar almaya layık görüldüğünü, bu nişanın sadece yabancılara verildiğini, Osmanlılara verilen Nişanın rütbeyi belirtmeye yaradığını ve görevden aynlındığında Nişanın iade edildiğini, ancak bu konuda bir iki istisna olduğunu, bunlardan birinin de 1841'de şahsi nişan alan Reşit Paşa olduğunu belirtiyor. Osmanlılara verilen nişanların şahsa değil makama ait olduğu ve görev sona erdiğinde iade edildiği, ancak belli bir dönemden sonra şahsi nişanlann verildiği anlaşılıyor.
White'in saray örgütlenmesi ile ilgili verdiği şemayı kayıkların statüye göre değiştiğini göstererek somutlaştırmaya çalışmaktadır. Saray örgütlenmesi ile ilgili şemanın gündelik hayattaki görüntüsü kayıklardır. White, padişahın kayığını renginden, kürek sayısına, uzunluğuna, kullanılan kumaştan, süslemelerine kadar en ince aynntısına dek anlatmaktadır.
White, padişahın yanısıra sadrazam, şeyh-ül İslam gibi diğer üst düzey görevlilerin kullandıkları kayıkları da ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır. Yeniçeri ocağı kapatılmadan önce saltanat kayığını bostancıların çektiğini, şimdi ise kürekçilerin ise sıradan kayıkçılar arasından seçildiğini ve sayılarının da üçyüz kadar olduğunu söylüyor. Kayıkların siyasi örgütlenme şemasının bir göstergesi olmalı nedeniyle ayrıntılı bir biçimde tasvir edildiği anlaşılmaktadır. Padişahtan diğer saray görevlilerine ve elçiliklere kadar statülerinin bir belirtisi kayıkların özellikleri ile vurgulanmıştır. Verdiği bu bilgilerden çıkan bir sonuç da sadrazamın siyasi olarak önemine rağmen, artık giderek yabancı elçiliklerin de yönetim nazarında etkin olmaya başladığıdır. Bunun göstergesi yabancı elçiliklerin kayıklarının, yüksek rütbeli Türklerin kayıklarından büyük ve sadrazamın kayığına benzer olmasıdır. Kişilerin kullandığı kayıkların uzunluğunun, kürek sayısının, kesin kurallarla belirlenmesi kayığın bir statü sembolü olması nedeniyledir.
White'ın saray örgütlenmesi dışında bir de özel olarak belli kişilerden de bans ettiği görülüyor. Bu, Osmanlı yönetim sistemi içinde belli kişilere ulaşmanın ve onlarla iş görmenin de artık önemli hale geldiğinin göstergesidir. Sadrazam İzzet Mehmet Paşa ile ilgili verdiği bilgiler de bazı olaylarda sadrazamın müdahalesi ile adaletin yerini bulduğundan söz etmektedir. Rıza Paşa'nın Mısır Çarşısında hammallık yaparken Sultan tarafından alınıp eğitilmesi ve Hassa Ordusu müşirliğine getirilmesi Osmanlı sistemi içerisinde üstün yetenekli kişilerin en üst makama gelebildiğini göstermesi açısından da önemlidir. Ancak yenileşmeyle birlikte ortaya çıkan yeni kadroların belirsizliği bu kadrolar ile İngiliz siyaseti arasında özel ilişkiler de kurulduğunu göstermektedir. Ahmet Vefik Efendi hakkında verdiği bilgiler bu açıdan önemlidir. White kendisinden pekçok bilgi aldığını belirtiyor, ondan övgü ile bahs etmektedir. Övgü ile söz etmesi samimi ilişkiye girmesi ilginçtir. Bu özel ilişkinin ve övgünün İngiliz siyaseti ile bağlantılarının olması muhtemeldir. Bu örnekleri Mustafa Reşit Paşa gibi yönetimde etkili kişilerle çoğaltabiliriz.White devlet sistemiyle yakından ilgilenmektedir. Büyük ihtimalle bunlar bilinen şeylerdir. Bu nedenle kişisel ilişkiler veya kişiler öne çıkmaktadır. White, veya İngilizler bu kişisel ilişkilerden kendine pay çıkartmaya çalışacaktır. İngilizlerin amacı sistemi anlayıp açıklamak değil belli ilişkiler içine girebilmektir. Kişiler veya kişisel ilişkiler bu nedenle önemli olmaktadır. Osmanlı'nın Batlılılaşması başlangıçta III. Selim'in Fransa ile ilişkileri ile başlatmıştır. Ancak daha soma İngiltere insiyatifı almıştır. Mustafa Reşit Paşa İngilizci olarak tanınmaktadır. Yine White'in bahs ettiği kişiler bu açıdan önemlidir. Bu kişilerin bir kısmı İngiliz yetiştirmesidir. İngilizler bakımından yeni gelişmeler karşısında kontrolü ele almak için bu kişilerle ilişki kurmak önemli hale gelmiştir.
White'in verdiği bilgilerden Osmanlı'da 19. yüzyılda saray ve teşkilatı hakkında yeterli görüşe sahip olmak mümkün müdür ? Bu tartışmalıdır. Ama bu bilgilerden bir sonuç çıkarabiliriz. Verilen bilgilerden sarayın Osmanlı yaşamındaki ve siyasetindeki yerini ve rolünü kestirmek mümkün değildir. Sarayın bu yönü kitapta yeterince yansımamıştır. 19. yüzyılda saray ve yönetime ilgi devam ediyor ama verilen bilgiler yeterli bilgiler değildir. Yazarın saray ve yönetimle fazla ilgilenmemesi bize ilginin başka bir yöne kaydığım gösteriyor. 19. yüzyıla kadar Batı'da yapılmış Osmanlı seyahatnemalerinde gözlenen kalıba göre daha ziyade yönetim ve saray hakkında bilgilere ağırlık verilmektedir. Bu kalıptan hemen tamamen vaz geçilemiyor, bu konularla ilgili bilgiler veriliyor ama ilgi artık başka konularda yoğunlaşmaktadır. White'in veya İngilizlerin meselesi, Osmanlı'daki yapıyı değiştirmek değildir, aksine mevcut yapının devam etmesinden yanaymış gibi görülmektedir. Eskiden seyahatnamelerde Osmanlı'nın idari yapısına hayranlık duyulduğu için bahs ediliyordu. Ancak 19. yüzyılda İngiltere'nin siyaseti dolayısıyla Osmanlı'ya yaklaşımı da değişmiştir. Bu yaklaşım gündelik yaşama, esnaf hayatına, yönelik yeni bir ilgi biçiminde ortaya çıkıyor.
Sarayla ilgili White'in verdiği bu bilgilerin yanlışlığı söz konusu edilebilir mi ? White'in muhtemelen elçilikten aldığı bu bilgilerin çoğunu yanlış olmağı söylenebilir. Ama verdiği bilgilerden 19. yüzyılda saray ve teşkilatı hakkında yeterli görüş sahibi olmak mümkün müdür bu soru konusudur. Bu verilen bilgilerden sarayın Osmanlı yaşam ve siyasetindeki yerini, ağırlığım ve rolünü kestirmek mümkün değildir. Sarayın bu yönü en azından kitapta yansımış değildir. Doğu hakkındaki seyahatnamelerde saray ve yönetime olan ilgi 19. yüzyıldaki seyahatnamelerde de devam ediyor ancak belirttiğimiz gibi bu bilgiler yeterli bir sonuç, bir bilgi çıkartmaya elverişli değildir.
 
 
4.YABANCILAR - AZINLIKLAR
White'ın kendisinin veya bir yabancının (İngiliz) İstanbul'da nasıl, hangi yolla gelebileceği, yanına neler alması gerektiği veya bir yabancının İstanbul'a gelirken bir izin belgesi alması gereklimi bu konularda bir bilgi vermiyor. Bu İstanbul'a gelirken sorun çıkartılmadığını göstermektedir. White'ın İstanbul'da bulunan yabancılarla çok temas etmediği anlaşılmaktadır. Ancak yine de yabancılar hakkında belli bilgiler verdiği görülmektedir. İngiliz elçilik masraflarının yılda 20.000 poudun (20.000.000 kuruş) altında olduğunu bu miktara elçi, sekreter, tercüman, ateşe ve kavasların maaşlarının dahil olduğunu, ancak İngiltere'nin Doğu'da elçiliğibulunan diğer bütün devletlerden daha az ödenek ayırdığı gizli servis masrafları hariçtir. White'a göre İstanbul'da üç binden fazla İngiliz vatandaşı bulunmaktadır. Diğer yabancıların sayısı hakkında hiçbir bilgi verilmemiştir. Yazar sadece çok çeşitli milletlerden insanların bulunduğunu söylemekle yetiniyor. White, Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan ve "millet" olarak adlandırılan yabancıları şöyle ayırmaktadır: a) doğuştan yabancı devletin vatandaşı olanlar. (İstanbul'daki İngiliz tebasından Maltalılar ve İyonyalılar bu gruba girer) bunlar vatandaşı oldukları devletin yasalarından faydalanırlar ve Bab-ı Ali ile bir ilişkileri olmaz; b) Osmanlı tebası olarak doğmuş olup sonradan yabanıcı devletin himayesine girmiş olan "himayeli" denen gruptur. Bu gruptakiler cizye ödemezler, ve birinci gruptakiler gibi muamele gürürler. c) üçüncü grupta elçilik veya konsoloslukların hizmetinde aktif olarak çalışan kapıoğlanı, tüccar, seyis, kayıkçı uşak ve diğer alt tabakadan kişilerden oluşur. Bu kişilere Bab-ı Ali tarafından tezkere verilir ve gruptakilere bu nedenle "tezkereli" denir. White her yabancı görevlinin rütbesine göre yerli halktan belli sayıda kişiyi korumasına alabileceğini belirtiyor, buna göre elçiler yirmi, orta elçi onbeş, diğer misyonerler on, konsoloslar sekiz ila altı kişiyi korumalarından faydalandırabilirler. Elçiliklerde aktif olarak çalışanlardan biri olan kapıoğlanının görevi ticaret gemilerinin belgelerini takip etmek ve denize açılmak için gerekli fermanların hazırlanmasını sağlamaktır. Verilen bu bilgilere göre elçiliklerin emrinde çalışan bazı görevliler Bab-ı Ali'den teskere alarak yabancı statüsünden yararlanmaktadırlar. Teskere statüsünden yararlanan azınlıklar veya yabancı elçiliklerin korumasına giren azınlıklar çoktur.
İstanbul'a gelen ve burada bir süre kalan yabancıların çoğu yerel adetlerin kaynağı, anlamı ve durumu hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadan gelmektedirler. Kitaplardan veya refakatlerindekilerden doğru açıklamalar alamadıklarından geldikleri gibi ayrılmaktadırlar. İstanbul'a gelen yabancılar adetler hakkında hiçbir bilgi edinmeden ayrılmalarının yanında, politik çıkarlarından, dini nefretlerinden ve Türklerin iyi özelliklerini savunulamaz hataları ile fark gözetmeksizin bir tutma eğilimlerinden dolayı artan önyargılarına acele gözlemden ve yanlış bilgilerden kaynaklanan yanlış anlamalarını eklemektedirler. Bundan anlaşılan yabancıların İstanbul'da kapalı, kendi içlerinde bir yaşam sürdürdükleridir. White'in ifadelerinden Pera ve civarında yaşayan Avrupalı nüfusun, burada kapalı bir yaşam sürdürdükleri, Osmanlı ile ilişkiye pek fazla girmedikleri veya giremedikleri anlaşılmaktadır.
İstanbul'a gelen yabancıların önemli zorluklarla karşılaşmadıkları anlaşılmaktadır. Yabancıların şehre hangi yolla (deniz, kara yolu) geldikleri, ikametgah izni alıp almadıkları belli değildir.
İstanbul'a gelen yabancıların Osmanlı İmparatorluğu'nun elçiliklere tanıdığı himayeden ve ayrıcalıklardan faydalandıkları anlaşılmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu'nun elçiliklere sağladığı bu ayrıcalıklar elçilikler tarafından suistimal eldilmektedir.
İstanbul'da bulunan yabancıların teskere sistemi içerisinde bazı koruma ve haklar alabildikleri görülmektedir. Bu teskere sistemi bize İstanbul'a gelen bir yabancının yaşaması için gerekli olan resmi bağlantıları da göstermektedir. Diğer bir deyişle elini kolunu sallayarak İstanbul'a gelinmediği ve kalınamadığı görülmektedir. En azından yabancıların elçiliklere veya teskere sistemiyle bağlanması bir sorun çıktığında elçiliklerin sorumlu tutulmasım sağlayacaktır. White, müthiş bir despotluğun olduğu eski dönemlerde tercümanların hayatlarının emniyette olmadığını, yabancı elçilerin ve görevlilerin ise sürekli hakarete maruz kaldıklarını, hatta hapse atıldıklarını özellikle elçiliklere bağlı çalışan reayanın ve diğer görevlilerin can güvenliğini sağlamak için misyon başkanları Bab-ı Ali'den koruma ve bazı haklar istediklerini ve bu geçici izinlerin daha da arttırılmasını sağladıklarını belirtiyor. Verilen bu izine teskere denmektedir ve her üç yılda bir veya elçilik değişimlerinde yenilenmek üzere verilir. Yazar Osmanlı devletinin teskereden önemli bir gelir elde ettiğini de ekliyor. Zamanla elçilikler kendilerine tanınan bu hakkı daha da ileri götürmüşlerdir ve Osmanlı tebasından olanlara bile daimi berat ve koruma sağlamışlar böylece bu kişileri tebalıktan yabancı statüsüne geçirmişlerdir.
White yargılama ve elçiliklerin yasal koruması hakkında bazı bilgiler vermektedir. Osmanlı ile yabancı hükümetler arasında imzalanan antlaşma ve kapitülasyonlar doğrultusunda bu devletlerin vatandaşı sayılan kişiler Osmanlı İmparatorluğu'nun yönetiminden çıktığında aynı zamanda yargı sisteminden de çıkmış oluyordu. Osmanlı ile İngiltere arasındaki bu açıdan ilk antlaşma 1581'de ilk İngiliz elçisi olan Harebone ile yapılmıştır. Elçilikler verilen bu ayrıcalığı giderek istismar etmeye başlamışlardır. Bu ayrıcalıklardan faydalanan Rusya, Rum ve Ermeniler üzerinde etkili ve söz sahibi olmaya başlamıştır. Ancak bu ayrıcalıkların istismarı en çok İngiltere tarafından, daha açık ifadeyle Levant Kumpanyasının yetkilileri tarafından yapılmıştır. Bab-ı Ali 1842'de yabancıların istismarına bir son vermek için bu tür isteklerde bulunulmamasını bildirdi, daha önce verilmiş olan izinlerden de vazgeçmelerini istedi.
İstanbul'da bulunan Avrupalı nüfusun esas bağlı olduğu ve destek aldığı yerin elçilikler olduğu görülmektedir. White da Osmanlı'daki İngiliz elçileri hakkında belli bilgiler veriyor. 1581'den 1841'e dek Osmanlı'da görevli İngiliz elçilerinin kimler olduğu ve görev tarihleri verilmektedir.
İlk İngiliz elçisi 1581'de gelen Sir E. Harebone'dur. Şu anki elçi daha önce 1825-1829 ve 1832-1833 yıllan arasında da elçilik yapmış olan Sir Stratford Canning'dir.
Gündelik sorunlarıyla da ilgili meselelerde yabancı legasyonlar belli ayrıcalıklara sahiptir.
Yabancı legasyonlann gündelik ihtiyaçların giderilmesinde de belli ayrıcalıkları olduğu görülmektedir. Örneğin sudepolanndan Osmanlı tebasının her hangi bir şekilde hususi kanal açması yasak iken, yabancı legasyonlar kendi ihtiyaçları için en yakın ve uygun yerdeki suterazisine veya tankına kanal bağlayarak faydalanma ayıncalığma sahiptir.
White'in İstanbul'da bulunan yabancıların birbirleriyle ve Osmanlı tebasından biriyle olan anlaşmazlıkların da yasal yollardan giderilmesi açısından Türkiye'deki yargı ve adalet sisteminin belli güçlüklerinden sözettiği görülmektedir. Sistem hatalı olduğu için güçlüklerle karşılaşılmaktadır ve anlaşmazlıkların giderilmesi zahmetli bir iştir. Türk kanununa göre bir kişinin diğer birinin kendisine borcu olduğunu iddia etmesi halinde, borçlu olduğu söylenen kişi derhal, soruşturma yapılmadan tutuklanmaktadır. Bu nedenle hukuki ayrıcalıklar ve yabancıların statüsü önemli olacaktır.
Yabancı temsilciliklerin yargı kapsamı üç kısma ayrılır: a) aynı ulustan olanlar veya aynı ayrıcalıklı korumadan yararlananlar, b) farklı iki yabancı devletin korumasında olanlar, c) yabancı devletin korumasında olanlar ile Osmanlı tebasından kişiler arasında yaşanan yasal anlaşmazlıklardır. İlk iki duruma hadise Osmanlı topraklarında olduğu halde Osmanlı yargısı müdahale etme hakkına sahip değildir. Bu davalara yabancı devletler bakar. Üçüncü durumda dava Türk mahkesinde görülür, yabancı kişinin bağlı olduğu elçiliğin tercümanı adaletin yerine geldiğinden emin olmak için mahkemede bulunur. Alınan karar ne olursa olsun Türk makamları infazı gerçekleştirir Yabancı devletler bu tür davalara karışır ve bunun için de her yolu denerler.
White İstanbul'da bulunan yabancıları tanıtırken bunları bağlı oldukları yargı sistemi açısından ele aldığı görülmektedir. İstanbul'a gelen yabancıların gelişi-gidişinden çok bu yasal koruma ve ayrıcalıklar ilgisini çekmektedir. Ancak bu konuda İngiltere'nin çıkan olmasına karşılık yargılama ve yasal koruma konusunda Rusya ve Fransa gibi devletlerin bu konuyu istismar ettiğinden (en çok İngiltere'nin istismar etmesine karşılık) şikayet etmektedir.
White'm ilgi duyduğu diğer bir konunda İstanbul'daki yabancıların yararlandıkları aracı gruplardır. Bu aracı gruplardan bazıları, daha öncede belirttik, elçiliklerin gündelik işlerini yapan ve onların emrinde çalışan kapıoğlanı, esnaf, seyis, kayıkçı ve alt tabakadan diğer kişilerdir. Bunun dışında sıradan yabancıların da yararlandıkları belli aracı gruplar vardır. Rehberler, tercümanlar gibi. White bu konuda belli sorunlardan bahs ediyor. İstanbul'da çarşı-pazar ve diğer mekanları gezen yabancıların karşılaştıkları en kötü şeylerin başında adalı Rumlardan, kaçak İtalyanlardan ve Maltalılardan oluşan rehberler (valets de place) gelir. Bunların hiçbiri gezdirdikleri yerlerin adlarından başka birşey bilmedikleri gibi, İngilizce'yi de çok az bilmektedirler. Rehberlerin patronu müthiş bir dolandırıcıdır ve Bab-ı Ali'den saray ve camilere giriş için gerekli fermanları alabildiğini iddia etmektedir. Halbuki bu fermanlar istek üzerine elçiliklere verilir. Rehberler fermanı % 20 pahalı satarlar. Pera'daki bu bilgisiz ve cüretkar rehberlerin ne kadar cahil olduğunun bir göstergesi de, yeşil turban takan erkeklerin ve yeşil ferace giyen kadınların Cuma günü doğduklarını söylemeleridir. Halbuki, yeşil rengi sadece Peygamber'in soyundan gelenler kullanabilir. İngilizlerin bu kıyafetleri giymemeleri öğütlenmektedir. White rehberlere güvenmiyor. Bunların yanında, White gönüllü olarak yabancılara aracılık eden (rehber grup gibi değil) belli kişilerden olumlu olarak bahs etmektedir. Mühendis birliğinden emekli yarbay ve yakın zamanda Paris maslahatgüzarlık yapmış olan Ruhuddin Efendi'nin bilgilerinden ve evsahipliğinden faydalanmıştır. İstanbul'da geçirdiği en güzel ve faydalı günleri ona borçludur. Bu şunu gösteriyor. Doğrudan yararlandıkları aracı gruplara güvenleri yoktur. Ancak kişisel düzeyde ilişki kurdukları şahıslarla sorunlarını emniyetli bir biçimde çözebilmektedirler.
White İstanbul'a, gelecek olan yabancılara (günümüz rehber kitaplarında pazarlık edin gibi uyarıcı notlar bulunduğu gibi) değerli eşya ve para koleksiyonu almak isteyenlere tavsiyede bulunuyor. Pera'da bulunan bazı para koleksiyoncularının kimler olduğunu ve koleksiyonlarının durumunu tanıtıyor. Yabancıları sahte para ve değersiz eşya almamaları konusunda uyarmaktadır. Özellikle paranın çok iyi taklitleri yapılmaktadır. Bu nedenle Pera'da en güvenilir antikacı bir Ermeninin adresini vermektedir.
White'in İstanbul'da yabancılar konusundaki yasa ve yargılama ile ilgili sorunlar yanında rehberlerle ve tercümanlarla ilgili sorunlardan bahs etmesi yerli halkla iletişim ve ilişkilerde belli sorunlar olduğunu görstermektedir. White bunu güvencesizlikle ilişkili olarak daha çok dil ile ilgili sorunlara bağlamaktadır. Türk edebiyatına karşı duyduğu ilgi de bu açıdan ele alınabilir.
Hem ilişki kurduğu toplumu tanımak ve anlamak, hem de ilişki kurabilmek için Türk edebiyatı ve Türk dili ilgisini çekmektedir. White bu zamana dek Türk edebiyatının çok az bilindiğini, Avrupa'da Osmanlıların kendilerine mahsus bir edebiyatlarının olmadığına ve sadece Arap ve Fars edebiyatımn tercümesi olduğuna dair bir fikrin yaygın olduğunu belirtiyor. Şu anda çeşitli milletlerden pekçok kişi Türk edebiyatını okuyabilmektedir ve birkaç yıl içinde Türk tarihi ve nazımının sayısız eserlerini tercüme edebilecek düzeye geleceklerdir.
White sahhaflarda satılan kitapları da türlerine göre onbeşe ayırıyor: Kur'an-ı Kerim, Tefsir, Hadis, fıkıh, metafizik ve din, güzel söz söyleme, mantık, sözdizimi, dilbilgisi, tarih, coğrafya, ahlak felsefesi, matemetik, tıp ve divan(şiir) . White bunları anlatmasının nedeninin Türklerin edebiyat ve ilim konusunda cahil ve ilgisiz olduklarını söyleyenlerin yanıldığını göstermek olarak açıklıyor. Yazar Pera'da birkaç hafta kalarak Türklerin karakterleri ve kurumlan hakkında yanlış ve eksik bilgiler edinenlerin hatasına düşmediğini vurguluyor. Osmanlı veya Türk dili ile ilgili İngiltere'de bir eğitim kurumunun olmadığı, elçiliklerin bu açıdan bir okul gibi çalıştığı görülmektedir. İngiliz elçiliğine bağlı kişilerin Doğu dilleri öğrenmedeki başansı çok sevindiricidir ve yakın zamanda elçiliğin faaliyetlerinin gizliliği İngiliz tercümanlar aracılığıyla korunabilecektir. İngilizlerin bu konuda "geri kalmışlıklanna" rağmen Bab-ı Ali'de görevli tercumanlann hepsi Türktür. White bundan sonra Redhouse hakkında bilgiler vermektedir. İstanbul'da uzun zaman kalmış ve Bab-ı Ali'de tercüman olarak çeşitli görevler almış olan Sir James W. Redhouse Türkçe, Arapça ve Farsça sözlük hazırlamıştır. Redhouse 1843'te İngiliz hükümetince görevlendirilmiş ve Albay Williams'in emrinde çalışmak üzere Erzurum'daki komisyona gönderilmiştir. Redhouse'un hazırladığı sözlükten günümüzde de yararlanılmaktadır.
White'ın en büyük sorun olarak getirdiği konulardan biri de postane ile ilgilidir. Yazar Galata'da bir İngiliz postanesinin olmayışının şikayetlere neden olduğunu, Fransa'nın, Rusya'nın ve Avusturya'nın kendilerine ait postaneleri olduğunu ve İngilizlerin tamamıyla Fransız postanesine bağımlı olduğunu belirtiyor. Fransa'nın, Rusya ve Avusturya'nın kendilerine ait postaneleri varken İngiltere'nin postanesinin olmaması ve Fransız postanesine bağımlı olması ilginçtir. Bu da İngiltere'mi Yakındoğu'daki ilişkilere ne kadar geç girdiğini, Yakındoğu politikasını diğer devletlerin politikalanna bağlı olarak biçimlendirdiğini göstermektedir.
Bütün bunlardan bir sonuç çıkartabiliriz. İstanbul'da bulunan Avrupalı nüfusun Osmanlı tebasından ne ölçüde ayrıldığı soru konusudur. White, yabancılara özgü belirli farklılıklardan, güçlüklerden ve ayrıcalıklardan bahs ediyor. Ancak verilen bu bilgilere göre yabancılarla Osmanlı tebası arasındaki farklılık statü ve konum farklılığı ile ilgilidir. White'in bahs etmiş olduğu yargılama, aracı gruplar, iletişim gibi sorunlar Osmanlı'daki azınlıkların sorunları değildir. White da İstanbul'daki Avrupalı nüfus ile Osmanlı tebası olan azınlıklar arasında bir benzerlik kurmamaktadır. Tam tersine hukuki olarak farklılığı ortaya çıkarmaktadır. White'in yabancılar için bahs ettiği sorunlar veya zorluklar bulundukları konum ile ilgilidir; gündelik yaşantıda İstanbul'da bulunan yabancıların bir düşmanlıkla, zorlukla karşılaşmadığı görülmektedir. İstanbul'daki yabancılar Hıristiyan oldukları için veya başka nedenlerle zorluklarla karşılaşmıyorsa, azınlıkların da bu açıdan zorluklarla karşılaşmadığını söyleyebiliriz. Yabancıların karşılaştığı bazı zorluklar (dil, yargı, iklim gibi) azınlıklar için geçerli değildir. White'in İstanbul'daki yabancılar ve Osmanlı tebası arasında farklılık konusunda bir yargısının olmaması yabancılar ile Osmanlı tebası arasında önemli bir farklılaşmanın da olmadığını göstermektedir.
White azınlıklarla ilgili de bilgiler de vermektedir. İstanbul'daki yabancıların güçlüklerle karşılaşmadıklarını gördük azınlıkların da Osmanlı'da bir sorunlarının olmaması gerekir. White bu konuda Osmanlı'dan kaynaklanan sorunlardan bahs etmiyor.
Reayayı / azınlıkları haraç (cizye) ilişkisiyle tanımlıyor. Azınlıkların askerlik yükümlülüklerine karşılık haraç ödemek zorunda olduğunu, haraç miktarının üç kategori olduğunu, en zenginden yılda 60 kuruş, orta halliden 30 kuruş ve fakirlerden 15 kuruş alındığını belirtiyor270. Bu bilgiler azınlıklarla ilgili genel şartlan belirtmektedir.
White'in azınlıklara olan ilgisi daha çok Fransa ve Rusya'nın azınlıklarla olan ilişkilerinden kaynaklanmaktadır. Bu devletlerin Osmanlı üzerinde etkinliği azınlıklar yoluyla gerçekleşmektedir. Bu açıdan White'in azınlıklar konusuna ilgi gösterdiği anlaşılmaktadır. Yazar daha XIV. Luis zamanında Fransa'nın Osmanlı'daki lakabının "Hıristiyanlann Doğu'daki yegane koruyucusu" olduğunu belirtiyor ve Anadolu'da yaşayan Nestorilerin ve Jakobitlerin Katolikleşmeleri ile Fransız koruması altına girenlerin sayıca arttığına dikkati çekiyor271. IV. Mehmet 1673'te Fransa'ya verilmiş olan kapitülasyonları yeniledi. Bunlar 1796'da tekrar yenilenmiştir. Bab-ı Ali o sırada Fransa'yı "Galata'daki St. Benedict Katolik kilisesinin ve İmparatorluktaki diğer bütün Hıristiyan kiliselerinin koruyucusu" olarak kabul ediyordu272. Kuzeydoğu Anadolu'da yaşayan Hıristiyanlan Katolikleştirmek için Fransız ajanlar gönderilmiştir. Buradaki Hıristiyanlar, Keldani ve Süryani olarak iki gruba aynlmaktadırlar.
Bunların Roma Kilisesi ile bağlan yoktur. Keldanilere Nestoryan, Süryanilere de Jakobit denmektedir. Nestoriler Urfa'nın kuzeyinde yaşamaktadırlar. Jakobitler ise çoğunlukla Cebel Tur, Mardin ve Musul'u çevreleyen dağlarda yaşamakladırlar. Fransa özellikle Kuzeydoğu Anadolu Hıristiyanlan üzerinde duruyor. Hem Fransa hem de Rusya Ermenilerle ilgileniyor. Kendi siyasi çıkarlan açısından Fransa ve Rusya'nın Osmanlı'daki Hıristiyan azınlıklara ilgi duyması, ingiltere'nin çıkarlan ile çeliştiği için White bu konuya ilgi özel bir ilgi göstermektedir.
White'in genel olarak azınlıklar konusunda olumsuz önyargılan vardır. Ermeniler dini kurallanna bağlı ve idareli kişilerdir, ancak ticarette hile yaparlar. Malı % 20 % 30 daha pahalıya satmaya çalışırlar ve üstelik eksik ölçüde verirler. Sarayda çalışan Ermeni aşçılar da son derece pistirler ve yemek hazırlarken tertipsizdirler. Ermeniler suçsuz yere idam edilen azınlıklann başında gelmektedirler. Üyelerinden bir veya daha fazla kişinin padişahlann zorbalıklan nedeniyle idam edilmediği çok az Ermeni ailesi bulunmaktadır. White bu nedenle idam edildiğine inanılan bazı Ermenilerin mezar taşlannda yazılanlan aktanyor. Padişah bu zengin Ermenileri, servetlerine el koyabilmek için, asılsız suçlamayla idam ettirmişlerdir. Ermenilerin yaptığı pekçok işten biri de kayıkçılıktır, ancak az sayıdadırlar. Ermeniler dinlerine bağlı olarak tanımlanmalanna rağmen, esnaf olarak güvenilmez ve pis oldukları şeklinde olumsuz olarak tanıtılmaktadır.
Azınlıklar özellikle yaptıklan mesleklerle tanıtılmaya çalışılmıştır. Bulgarlar dayanıklı ve sağlam yapıda bir milletdir. Şehirdeki balıkçılık işini Bulgarlar yapmaktadırlar. Bulgarlar bu işin yanında padişahın hayvan sürülerine de bakar, ve bu iş sayesinde haraçtan (cizye) muaf tutulma gibi bazı haklar kazanmışlardır. Boğaz'ın iki kıyısında tanmla uğraşanlann çoğu da Bulgardır.
Yahudiler hakkında da bilgiler veriyor. Musevilere / İbranilere Yahudi denmektedir. Özellikle Peralı ve Galatalı Hıristiyanlann devamlı hakaretlerine ve kötü muamelelerine maruz kalmaktadırlar; ancak yine de durumları diğer Katolik devletlerdeki Yahudilerden daha iyidir. Yahudiler haraç ödemelerine rağmen, kendilerini reayadan saymamaktadırlar, kendilerini misafir olarak görürler ve tekrar doğuşlarının bir gün gerçekleşeceğine inanırlar. White bunlara zavallılardemektedir. İstanbul'daki sefaletleri ve perişanlıkları had safhadadır. Ancak Türklere haksızlık etmemek gereklidir, çünkü Yahudilere en çok kötülüğü Hıristiyanlar yapmaktadır. Yahudiler devamlı Hıristiyanların hakaret ve kötü muamelelerine maruz kalmaktadırlar. Cevahir ve Kuyumcular çarşısındaki esnafın tümü Ermeni ve Yahudidir. Rumlar hakkında da Ermeniler gibi olumsuz yargıları vardır. Pera'da yapılan çocuk düşürtme suçu ahlaksız Rum kadınlar tarafından gerçekleştirilmektedir. Pera'da ve Fener'de yaşayan Rumlar arasında okuma-yazma oram Türklerden çok daha düşüktür. İstanbul'un Hıristiyan mahallelerindeki, özellikle de Rumların yaşadığı yerlerdeki kadın tellalan dünyanın başka hiçbir şehrinde görülmeyen ölçüde ahlaksızlık ve aşın zevk düşkünlüğü içindedirler. Galata'da dans eden Rum erkek çocuklann görüntüsü son derece tiksindiricidir. Pera, St. Dimirti ve Boğaz'daki Rum kadınlar kızlan ile işe çıkarlar.
White'ın kitabında azınlıklann örgütlenmesi ve millet sistemi konusunda bilgi olmadığı görülmektedir. Azınlıklar bu dini örgütlenmelerinden çok, mesleki örgütlenmeler içindeki yeri ve rolleri ile tanıtılmaya çalışılmaktadır. Söz gelişi Arnavutlardan sadece at satıcılan olduklan belirtilmekte, bağlı olduklan dini örgütlenme dikkate alınmamaktadır.
White’ın verdiği bilgilerden azınlıklann nasıl bir farklılaşma içinde bulunduktan net olarak anlaşılmamaktadır. White, Osmanlı'da azınlıklan genel şartlan içinde her kesimi için standart olan haraç (cizye) ile tanıtıyor. Azınlıklar hakkında verilen bilgiler geneli, Osmanlı sistemini tanımaktan uzaktır. White'in azınlıklan temelden tanıtmadığını, ilk izleminlerle yetindiğini görmekteyiz. Azınlıklar dini örgütlerin oynadığı roller, millet sistemi içerisinde ele alınmamıştır. Bu konu, sadece Fransa ve Rusya'nın himaye yolu ile Osmanlı'nın içişlerine karışmalarının bir aracı olarak görüldüğü için kitapta yer bulmuştur. White, çarşı ve pazarlarda çeşitli zanaatlarda çalışan azınlıklardan bahs ediyor. Ancak bu bilgiler toplum sınıflan içinde azınlıklann farklılıklannı ve rollerini belirtmiyor.
 
III.İSTANBUL'DA GÜNDELİK YAŞAM
 
1.GÜNDELİK YAŞAMIN BİÇİMLENMESİ
 
19. yüzyılda öncesinde seyyahların başlıca konulan Osmanlı sarayı ve yönetimi olmasına karşılık 19. yüzyılda İngiliz seyyahlan tarafından Osmanlı'da gündelik yaşama yönelik bir ilgi başlamıştır. O zamana dek Osmanlı başkentindeki adet ve alışkanlıklar konusuna çok az ışık tutulmuştur, bu sorulara dürüstlükle eğilen hiçbir İngilizce eser bulunmamaktadır. İstanbul'da yaşayanlann günlük hayatını ve toplumsal adetlerini açıklıkla ve sadelikle ele alan hiçbir eser yoktur. White bu eksiklikten şikayetçidir ve İstanbullu Osmanlılann adetleri hakkında doğru birkaç bilgi edinme isteğinden dolayı, bu konulan araştırmak ve öğrenmek için İstanbul'da kaldığını belirtiyor.
White İstanbul'daki gündelik hayatı, adetleri ve gelenekleri anlatmanın en kolay yolunun her türlü malın satıldığı çarşı ve pazarlardan geçtiğini söylemektedir. Bu bize White'm gündelik hayatı anlamak için de toplum hayatına doğrudan katılmadan belli gözlemlere ve bilgilere dayalı olarak İstanbul'daki gündelik yaşamı anlatmaya çalıştığını göstermektedir. White, Osmanlı gündelik yaşantısını ele alacağım ve bu amaçla İstanbul'da üç yıl kaldığım söylemektedir . Ancak üç yıl boyunca İstanbul'da aralıksız mı kaldığı ve bu süre boyunca nerede ikamet ettiğine bir açıklık getirmemektedir. Bazı kişilerin evsahipliğini methediyor ancak bu misafirliğin ne kadar sürdüğü de belirsizdir.
White'in İstanbul'daki gündelik hayat hakkında verdiği bilgilerin çoğunun genel düzeyde kaldığı görülmektedir. Bu bilgilere göre başka hiçbir şehirde toplumsal ve ahlaki kurallara bu denli uyulmaz. Hiçbir şehirde mala ve cana karşı işlenen suçlar bu kadar sınırlı değildir. İntihar da son derece azdır. Hiçbir şehirde buradaki kadar dürüstlük ve alçakgönüllülük örneğine rastlanmaz.
White'in gündelik yaşamla ilgili doğrudan vermiş olduğu bilgilerin çoğu yüzeyseldir. Sözgelişi bir yabancı bir Osmanlı ile karşılaştıklannda veya toplumsal ortam içinde insanlann birbirleriyle
karşılaştığında yapılacak ilk şey elbet selamlaşma olduğundan selamlaşma ile ilgili bilgiler verdiği görülmektedir. Osmanlıların selamlaşırken kullandıkları kalıp "Salam-ul-aleyk'um" dur. Bunun İngilizce ne anlama geldiği de belirtilmiştir. Bu selama doğru karşılık ise aynı kalıbın tersten söylenmesidir. Bu selamlaşmanın Peygamber'i selamlayan meleklerden geldiğine inanılır. Bu kalıp Müslümanlar arasında yerleşmiştir ama gavurlarla kesinlikle kullanılmaz. Osmanlılar Hıristiyanları "Sabahınız hayır olsun" diye selamlar. Türklerin birbirlerinin dış görünüşlerine iltifat etmeye meraklı oldukları söylenmektedir. Yazar Türklerin iyi bahşiş aldıkları takdirde yabancılara da iltifat ettiklerini belirtiyor. Türkler kişiyi helva veya muhallebiye benzeterek iltifat ederler. White İngiliz donanmasından bir subayın hamamda aldığı iltifatlara şaşırdığını belirtiyor. İngiliz subay hamamda soyunurken dellak ve hamamdakiler iki ellerini yana açarak "Maşallah! Bu ne beyazlık! Göz kamaştırıcı! Benzerini kim görmüş! Ya safi (Peygamber için söylenen bir sıfat). İçi de dışı gibidir. Helva! Muhallebi! Bununla kıyaslanınca nedir ki ? Çamurdur." diyerek şaşkınlıklarını dile getirmişlerdir. Günümüzde bu benzetme argoda iltifat olarak kullanılır.
İstanbul'da Müslüman nüfusun yaşamında dinin önemli bir yeri ve rolü olduğu görülmektedir. Dini bayramlar ve eğlenceler bunun görüntüsüdür. Her yıl tekrarlanan belli özel günler vardır. İstanbul'da Müslüman nüfusun kutladığı dini bayramlar otuz gün süren Ramazan ayı, üç gün süren Ramazan Bayramı, dört gün süren Kurban Bayramı ve Mevlid'dir. Bunların yanında Mevlid'den bir önceki gece, Regaip Kandili, Miraç Kandili, Berat Kandili, Kadir Gecesi, ve Ramazan ve Kurban Bayramlarının ilk geceleri olmak üzere son derece kutsal sayılan yedi gece bulunmaktadır. Bu kutsal günlerin dışında ayrıca aşure günü kutlanmaktadır. Müslümanların bu kutsal günler kadar önemli kabul ettikleri bir başka şey ise Kutsal Emanetlerdir. Bunlar Hz. Muhammed'e ait yedi esas emanet ve silah, seccade, türban vb. gibi ona veya ilk dört halifeye ait olduğuna inanılan daha az önemli birkaç emanettir. Kutsal Emanetlerden Sancak-ı Şerif, Hırka-i Şerif, Peygamber'in sakalı, dişi ve ayak izi, Saray'da (Hazine dairesinde) Hırka-i Şerif Odası denen bir mescitte saklanır. Diğer iki Kutsal Emanet olan Peygamber'in ikinci bir dişi II. Mehmet'in türbesinde, ve ikinci bir hırkası da sarayın ikinci müneccimbaşısı olan Abdulrahman Efendi'dedir ve Ramazan'ın 27inci gecesinde halka gösterilir. Hırka-i Şerif
Odası'na tesadüf haricinde ne rütbede olursa olsun Hıristiyanlar kesinlikle giremedikleri gibi, padişah, saray imamları ve kapıcıbaşılar haricinde Müslüman bile giremez. Ramazan'ın onbeşinde padişah, üst düzey bürokratlar ve saraydaki maiyeti ile birlikte burayı ziyeret ederler. Bu merasim sırasında Kutsal Emanetler büyük bir ihtişam ve özenle sergilenir. Yazar bu merasimin başkentte yapılan en önemli dini törenlerden, biri olduğunu hatta İstanbul'da yapılan tek özel dini tören olduğunu belirtiyor. Bu töreni izlemeye sadece bakanlar, sarayda çalışan üst düzey görevliler ve üst düzey şahıslar davet edilir. Bu emanetler ve törenler İstamiyet'e bağlılığın bir göstergesidir.
İslamiyette önemli sayılan kutsal bir başka tören de sünnettir. Yazara göre Türk toplumunda evlilik düğünü dışında tek toplumsal eğlence denebilecek kutlama sünnet düğünüdür. Sünnet hem ailenin büyük heyecan içinde beklediği hem de erkek çocukların iple çektiği bir gündür. Sünnet hem erkekliğe hem de Müslümanlığ'a atılan ilk adımdır. Eskiden çok daha şatafatlı olan sünnet düğünlerinde sayısı beşbine ulaşan saray erkanı düğünden evvel yepyeni ve birbirinden güzel kıyafetler giyerlerdi. Selatin camiilerinin şeyhlerine ve imamlarına hediyeler gönderilir, kıymetli taşlar ve altın dağıtılır, halka sadaka verilirdi. White Türkiye'de umumi veya hususi hiçbir kutlamanın bağış dağıtmaksızın gerçekleştirilmediğini vurguluyor. Büyük ailelerde sünnet düğünü olağanüstü bir ehemmiyetle karşılanır. Münnecimbaşına en uygun gün ve saat için danışılır. Sünnet çoğunlukla baharda veya yaz başında yapılır. Aile sünnet çağında çocuğu olan dostlarına kutlamalara katılmaları için haber verir. Önemli şahısların kırk ile elli arasında çocuğu sünnet ettirdiği olur. Sünnet olacak çocuk düğünden on gün öncesinden itibaren her türlü isteği yerine getirilerek şımartılır. Saray üniformasının bir benzeri yeni kıyafetler giydirilerek beyzadelerin kullandığına benzeyen kıymetli taşlarla süslenmiş bir kılıç beline takılır. Sünnet günü gelince çocuk haremden alınır ve selamlığa getirilir. Burada ağlamaları ve haykırışları çalman müzikle bastırılan çocukları rahatlatmak ve cesaretlendirmek babalarına ve diğer konuklara kalır. İmam da bir yandan dua okuyarak olayı kutsallaştınr. Sünnet edilen çocuk daha soma süslenmiş bir odada yatağa yatırılır. Aynı sırada aşağı tabakadan ve fakirlerin çocukları bahçede ve diğer odalarda benzer muamelelerden geçerler. Gün boyu tatlılar, şerbetler, kahve ve çubuk ikramı yapılır, akşam ise ziyafet çekilir. Akşamları ayrıca hem konuklar, hem de çocuklar için değişik eğlenceler düzenlenir. Yahudi veya çingene hokkabazlar ve pandomimciler, çingene çalgıcılar gösteriler sunar. White bu gösteriler içinde en kötüsünün en ahlaksızının Karagöz gösterisi olduğunu, Karagözün ve arkadaşı Hacivatın ahlaksız espirilerinin izleyicilerin hoşuna gittiğini belirtmektedir. Evlilik merasimi de sünnet düğününe benzeyen ancak bu sefer
kadınların da önemli rol aldığı bir sosyal eğlencedir. Yazar bu konuyu oldukça ayrıntılı şekilde ele almaktadır.
Sünnet gibi İslamiyet'in bir başka şartı olan hacca gidiş de İstanbul'da görülebilecek en ilginç görüntülerden biridir. Hac kafilesinin yola çıkışı bir tören biçimindedir. Bu tören halkın uygulayıcı, sarayın ise seyirci olduğu tek törendir. Hac yolculuğu Peygamber'in 631'de Medine'ye yaptığı Hicret'ten dokuz yıl sonra başlamış ve İslamiyet'in beş şartından biri olarak kabul edilmiştir. Bu merasim için Çırağan Sarayın'dan Topkapı'ya geçen padişah burada Orta Kapısı'nın üzerinde bir köşkten, avluda toplanan hacıları izler, müneccimbaşımn gelmesinden sonra yirmibir pare top atışı yapılır. Daha sonra önde süvari ve mehter, ardından Emirler ve seyyidler, İstanbul Efendisi, Üsküdar ve Galata Efendileri, Rumeli ve Anadolu Kazaskerleri, pekçok molla ve imam, ve bunların ardından padişahın enirinde çalışan yüze yakın üniformalı kişi gelir.
Türklerin hayatlarını biçimlendiren en önemli faktör dindir. Konunlar fetva ile onaylanmıştır. Ancak bazı maddeler zamanla değişmiş veya adet yüzünden uygulanmaz hale gelmiştir. Adet bazı durumlarda Kur'an'ın emirlerinden bile daha etkilidir. Örneğin alkollü içki tüketimi, müzik, tekelleşme, kadavra üzerinde otopsi veya araştırma gibi konularda dini fanatizm yoktur. White eskiden erkek hastalar için II. Mehmet, I. Selim ve Suleymaniye Camilerine, kadınlar içinse Haseki ve Çinili Camilerine bağlı akıl hastanelerinin bulunduğunu belirtiyor. Eskiden hücrelerde tutulan akılhastalan yenilenen hastanelerde daha temiz ve konforlu odalarda kalıyorlar. Falaka ve kötü muamele veya ihmal etme yasaklanmıştır. 1842'de bütün erkek hastalar Suleymaniye Cami'ndeki, kadın hastalar da Haseki Cami'ndeki akılhastanesine alınmıştır. Osmanlı toplumunun tedavi ve patalojik bilimlere karşı olan bazı önyargıları da dinden kaynaklanmaktadır. Kur'an'a ve genel dini yasalara göre Müslüman bir kişinin hastalığa karşı önlem alması, salgın hastalık olan bölgeyi terk etmesinin yasak olduğuna inanılır. Bunun yanlış bir inanış olduğu ve bununla ilgili bir fetvanın bulunduğu belirtilmektedir. White sağlık konusunda İstanbul'da en yetkili kişi olan Hekimbaşı Abdullah Efendi'yi başında bulunduğu ilim sahasında oldukça cahil bulmaktadır ancak buna rağmen öğrenme isteği dolayısıyla kendisine sempati duyduğu görülmektedir. Peygamber'in "ölü bir bedeni,bir-başkasına-ait-çok kıymetli bir inci bile yutmuş olsa açmayacaksınız" dediğine inanıldığı için Müslümanlar bedenlerinin kadavra olarak kullanılmasını kesinlikle istemezlerdi. Ancak bu durum artık değişmiştir ve Galata Sarayı Tıp Akademisindeki öğrenciler artık kadavra üzerinde çekinmeden çalışmaktadırlar. Yazar bunun Türkiye'ye pratik yeniliklerin getirilmesi, bilimsel ve maddi uygarlığın gelişimine engel teşkil eden önyargıların ortadan kaldırılması için sadece akıllı kişilere gerek duyulduğunun bir kanıtı olduğunu belirtiyor. Diğer bir deyişle White'a göre yenileşme sistem değişikliği gerektirmiyor. "Akıllı kimselerin" pratik yenilikleri uygulamaları yeterlidir. Buna en yatkın kesimin dervişler / Mevleviler olduğu görülmektedir.
Yazara göre camilere fermanla girebilmektedir, belli zorluklarla karşılaşmaktadır. Ancak Mevlevi Dervişleri ile çok kolayca ilişki kurmakta, tekkelerine bir zorlukla karşılaşmadan serbestçe girebilmektedir. White, gündelik hayatında kendisine aracı olan rehberlerin camiilere girişlerde fazla para istediğinden ve güvenilmez olduklarından söz ederken Galata civarında tekkeleri bulunan Mevlevi dervişlerinden, Mevlana'dan, söz etmektedir. Mevlevi tekkesi yüksek sınıftakilerin de saygı gösterdiği ve padişahın doğrudan koruduğu tek tekkedir. Bu tekkedeki dervişlerin bir kısmı çok bilgili ve saygıya layık kişilerdir. Bu şeyhlerden biri olan Pera (Galata) dergahının şeyhi Kudretullah Efendi bilginliğinin yanı sıra dindarlığı ve medeni davranışları ile bilinmektedir. White'in kendisinden yakınlık gördüğü bellidir.
White, dervişlerin gerçekleştirdiği sema gösterisinden de söz etmektedir. Yazar bu konuda daha önce bilinenlerin yanlış olduğunu, bunun aslında anlamsız basit bir gösteri olmadığını, bu tekkenin iki büyük felsefesinden kaynaklandığını belirtiyor ve dervişlerin yaptığı hareketlerin anlamım açıklıyor. Dervişin yaptığı kendi etrafında sürekli dönüş hareketi her an her yerde olanı kabul etme ve ilahi olanı heryerde arama anlamına gelmektedir. Dönerken aynı zamanda ilerleme hareketi ise bu dünyadaki yavaş başlayıp giderek hızlanan ve aniden ölümün eli ile duran hayatta ilerleme anlamına gelir. Aynı zamanda Allah'a hizmet için bütün dünyevi işlerden elini çekmek anlamındadır. Sağ elin avucu yukarı doğru bakacak şekilde uzatılması ilahi armağanların ve bereketin dilendiğini ve sol elin avucunun aşağı doğru uzatılışı ise verilen bu nimetlerin insanlara dağıtılması, verilmesi anlamındadır. Derviş kelimesi fakir, dünyevi mülkten insanlık adına vazgeçmiş kişi demektir. Dervişlerin ve Mevlevilerin "ilerlemeye" ilişki kurmaya yatkın kişiler olarak gösterilmesi ilginçtir.
White yine tarikatlarla ilişkili ancak dini değil daha çok ticari amaçları olan ermişlerden de söz etmektedir. Büyü, tütsü ve fala inananlar, özellikle de kadınlar, pekçok nedenle Galata civarında kapıcıbaşılık görevinin yanı sıra sihirbazlık, müneccimlik ve büyücülük yapan Kırımlı Mehmet-Ağa adlı bir şahısa başvururlar. Yazar en üst sınıftan en aşağı sınıfa kadar Osmanlı toplumunun tamamının batıl inanç sahibi olduğunu ve hemen her semtte Kırımlı Mehmet Ağa gibi pekçok ermişin bulunduğunu söylemektedir. Pek çok zengin şahsın evinde devamlı müneccim bulunur ve günlük yaşantılarını ona danışarak düzenlerler. White devlette mühim pek az işin müneccimbaşına danışılmadan yapıldığını iddia ediyor. White muhtemelen kendi giremediği gündelik ilişkilere Mehmet Ağa gibi ermişler aracılığıyla ulaşmıştır. Bu kişiler insanların özel hayatlarını bildiklerinden, insanlar bu kişilere özel hayatlarını açtığından White'm bu kişilerle ilişki kurduğu anlaşılıyor.
White'a göre Türkler kesinlikle ahlak abidesi değildirler, ama karakterlerine ve aile kurumlarına atfedilen kötülüğün ve noksanların abartıldığı muhakkaktır. Türk tipini tanımlarken batılı yazarların çoğu Türklerin kötü özelliklerini öne çıkarıp bunu destekleyici örnekler verirler. Ama Türklerin iyi özelliklerinden, cömertliklerinden ve ahlak sahibi olmalarından pek söz edilmez. White Türkiye'de ebeveyn ve çocuklar arasında, kardeşler arasında görülen sevgi ve saygı bağının başka hiçbir ülkede olmadığını belirtiyor. Osmanlılar sakin tabiatlıdırlar ve edebe aykırı davranmazlar. Türkler kendilerinden üst düzeyde olan birinin yanında büyük saygıyla hareket ederler, çocuklar anne ve babalarına ve diğer yaşlı akrabalarına büyük saygı gösterililer. Yazar Türklerin bu davranışlarına hayrandır. Yüksek sınıftaki Türklerin konuklarını ağırlarken gösterdikleri davranışlar yabancılara ilginç gelecektir. Türklerin davranışları tamamen farklı da olsa en terbiyeli Avrupalı toplumların davranışlarından aşağı değildir. Bu yargılar genel yargılardır. Bir yabancı olarak Türklerin gündelik yaşamına katılması zordur. Padişah haremi bir yana, yüksek rütbeli bir Türk'ün evine bile girmek imkansızdır. White'm Türklerin evleri, evlerindeki gündelik yaşam ile ilgili vermiş olduğu bilgiler dolaylıdır. Söz gelişi İstanbul'daki evlerin durumu, kira, inşaatlar ile ilgili bilgiler sigortacılık konusu ele alındığında bahs ettiği konular olduğu görülmektedir. White Türkiye'de sigortacılığın bilinmediğini, zaten çok sık meydana gelen yangınlara karşı ahşap binaları sigortalamanın çok yüksek pirim karşılığında mümkün olabileceğini belirtiyor. Yangınların sıklığı yüzünden Pera, Galata ve diğer mahallelerde ev kiralan çok yüksektir. Evin inşaat masrafı kira olarak birkaç yıl içinde alınır, çünkü ev her an yanıp kül olma riski taşımaktadır. Örneğin yüzbin kuruşa mal olan bir ev için yıllık yirmibin kuruş kira bedeli fazla sayılmaz. (Diğer bir deyişle evler ve şehir sık sıkyenilenmektedir.) Türkler evlerini Hıristiyanlara kiraya vermeyi sevmezler. Müslüman mahalleleri ile gayrimüslimlerin mahalleleri ayrıdır.
White İstanbul'da ev düzeninden, ev yaşantısından ve komşuluktan bahs etmektense somut ve basit gözlemlere dayalı bilgiler vermektedir. Mesela İstanbul'da evlerin ahşap olduğu basit bir gözlemdir. White'in bu bilgileri verebilmesi için toplum hayatına katılmasına gerek yoktur. White'in Türklerin ev yaşantısı ile ilgili verdiği bilgilerin büyük çoğunluğu dolaylıdır.
Türkler evlerinin sağlık ve dinlenme ile ilgili mekanlarını düzenlerken çok titiz davranırlar; bu konuda Türklerin evleri İtalyan, İspanyol ve Portekizlilerin ve bazı daha gelişmiş halkların evlerinden daha iyidir. Hemen hemen bütün Türk evlerinde edebhane (abdesthane) denen yerler bulunur. Hatta bazı evlerde her katta veya her odada edebhane bulunur. Bütün büyük konaklarda hareme bağlı bir veya daha fazla hamam bulunur. Sağlık ve temizlikle ilgili mekanların dağılımında Türklerin evleri Batılı şehirlerdeki en lüks evlerdekinden aşağı olmadığı gibi medeniyeti ile övünen bazı şehirlerdekilerden de daha iyidir.
White'in Türkiye'de evlerde kullanılan bazı eşyalardan da söz ettiği görülmektedir. Türkler evlerinde ısınmak üzere içinde kor halinde mangalkömürü bulunan mangallar kullanırlar. Kömür dışarıda yakılarak zehirli gazlan çıkınca içeri alınır. Mangalkömürü genelde sadece odalarda kullanılır, mutfak ve banyoda yemek yapmak için, su ısıtmak için odun kullanılır. Kokkömür sadece fabrika ve gemilerde kullanılır. White Türkiye'de pekçok kömür madeni bulunduğunu, en iyisinin Trabzon civanndaki maden olduğunu ancak buralardan çıkan kömürün kalitesiz olduğunu, bu yüzden İngiltere'den büyük miktarda kömür ithal edildiğini belirtmektedir.
Türklerin evlerinde kullandıkları eşyalann başında halı gelmektedir. Türkler için halıdan daha mühim bir ev eşyası yoktur. Halı evde oturma yeri olarak kullanıldığı gibi seyahat esnasında da yatak olarak, seccade yerine, hatta kayıkta ve açık havada da çok değişik amaçlar için kullanılmaktadır. Yazar Türklerde halı kullanımının çok büyük boyutta olmasına rağmen İzmir, Selanik, İran halısı gibi yerli ve Doğu ürünlerinin ticaretinin azaldığını, Avrupa'dan ithal edilen ucuz halılann daha çok rağbet gördüğünü, özellikle zengin Türklerin ve Hıristiyanlann çoğunun ithal halı kullandığını belirtiyor. Ona göre, İran taklidi yerli, Diyarbakır ve Sivas halıları adidir, İzmir halısı ise kaliteli ve kalitesiz iki türü bulunuyor. İthal halının ucuz olmasına karşılık özellikle zenginlerin bunu tercih etmesi Avrupa tarzı yaşantıya geçmeye çalışmanın veyaözenmenin sonucu olduğu anlaşılıyor. Bu halıların haricinde Bulgaristan'da imal edilen keçe, Karaman yörüklerinin yaptığı gördes, Aydın'da dokunan ve eğerin altında kullanılan ufakişi, masa altına serilen çarköse gibi değişik amaçlarla kullanılan çok çeşitli halı türleri bulunuyor. Türklerin halıya ne kadar değer verdiklerinin bir göstergesi Paşaların ve mühim kişilerin emrinde, yolculuk sırasında halıyı taşımak ve mola verilecek yerde halıları serip hazırlamakla görevli kılavuz halıcıbaşı denen bir görevli bulunmasıdır. Yüksek tabakadan olanların evinde sadece seccadenin muhafazası, temizliği ve namaz vaktinde uygun şekilde hazırlanmasından sorumlu seccadecibaşı bulunur. Sadece sabah namazında kuşluk denen bir seccade ve diğer dört vakit için tek bir seccade kullanılır. En kaliteli seccade olan İran seccadesi yediyüz kuruşa satılır, en ucuzu dörtyüz kuruştur.
White Osmanlı ailesini yüzeysel olarak ele alırken Osmanlı toplumunda kadının konumuna, yaşam biçimine büyük ilgi gösteriyor. Osmanlı kadımnı üçe ayırıyor, üst sınıf veya aristokratlar, orta sımf ve alt tabaka. Üst sınıfa mensup kadınlar da büyük hanım efendi (büyük kadın efendi), hanım efendi ve küçük hanım efendi olarak üçe ayrılır. Büyük hanım / kadın efendi evsahibinin annesi veya karışıdır. Yaş ve unvanın gerektirdiği saygının en katı şekilde uygulandığı başka bir ülke yoktur. Orta sınıftaki kadınlar büyük hanım, hanım ve küçük hanım olarak üçe ayrılır. Alt tabakada kadınlar evsahibinin annesine dada, evsahibinin karısı olan kadın, evsahibinin kızkardeşleri veya bekar kızlarına mula denir. İstanbul'da çok eşlilik konusunda, (White'in kaynakları açısından bunu vurguluyoruz) doktorların ve başkalarının yaptığı araştırmaya göre bu durumun istisna olduğu ortaya çıkmıştır. İstanbul'da çokeşlilik % 5'ten azdır. Osmanlı toplumunda boşanmak için koca birer ay ara ile üç defa mahalle muhtarına başvurmalı ve varlığına göre karısına nafaka ödemelidir. Eğer eş çocuklu bir köle ise kocası ya da daha doğru deyişle sahibi adetler yüzünden onu satamaz. Köle kadın evlenmişse hürriyetini kazanır ve kocası onu boşayabilir. Bu yüzden kadın köleler hamile oldukları anlaşıldığında sahibi ile evlenip hür olmaktansa köle olarak kalmayı tercih ederler, güvenceyi hürriyete tercih ederler.
White'a göre İstanbul'da yaşayan kadınların hayatları roman okumak, flört etmek, aşk mektupları yazmak ve erkek konuklar ağırlamak dışında Avrupalı kadınlannkinden farklı değildir. Ancak Osmanlı kadınları ailelerine çok daha fazla bağlı, ebeveynlerine daha saygılı ve kocalarına daha itaatkardırlar. Paris, Londra veya Viyana'nın kadınları arasında moda olan aykırı ve dejeneredavranışlara çok daha az saparlar. Blanqui Türk kadınlarının her türlü ahlaksızlığı yaptığını, Hıristiyan kadınların ise son derece namuslu olduklarını iddia etmektedir. White, tersini düşünüyor. Avrupa'da hiç bir sınıftaki kadının Blanqui'nin bu yargılarına Pera, Galata, St. Dimitri ve Boğaziçinde yaşayan Hıristiyan kadınlardan daha az layık olmadığını belirtiyor ve bu kadınlar için namusun bir istisna, ahlaksızlığın ise kaide olduğunu ekliyor.
Osmanlıların büyük ihtimalle Türkmen atalarından ziyade Araplardan aldıkları parfüm ve hoşkokulu esanslara, yağlara olan merakı diğer bütün milletlerden fazladır. Bu ürünlerin başında Şam, Halep ve Sakız Adalarından ve Asya'nın çeşitli yerlerinden getirilen, en kalitelisi Edirne'de üretilen gülyağı ve gülsuyu gelir. Frenklerin en çok tercih ettiği kokulu ürün küçük boncuklar olan ten-suh ve kursdur. Bunların dışında tufarik, bezuar taşı, parfümlü tahta veya taştan teşbih, ten-suh ile bezenmiş kese, gerdanlık ve bilezik gibi eşyalar da kullanılmaktadır. Parfümlü ürünlerin haricinde Türk kadınlarının kullandığı esas güzellik malzemeleri kaş ve kirpiklere sürülen, ve saç boyamak için kullanılan sürme ve parmaklara sürülen kınadır. Bu ürünlerden gülyağı ve gülsuyu Mısır Çarşısında satılır, buranın dışında miskci denen dükkanlarda saça sürülen ve yağ dondurması denen parfümlü pomat veya merhem, rastıktaşı, sakız ve parfümlü yağdan yapılmış bıyık yağı ve kızıl yüz boyamalık denen ve yanakları pempeleştirmek için kullanılan pamuk gibi çok çeşitli ürünler satılır.
Yazara göre İstanbul'a gelen yabancıları en çok şaşırtan şeylerden birisi de kız ve erkek çocukların orjinal ve parlak renkli kıyafetleridir. White, Osmanlı'ların Batılılaşması ile birlikte Frenk kıyafetleri kullanmaya başladıklarından beri zindeliklerinin azaldığını ve o hoş masalsı görümümlerinin ise tamamen yok olduğunu belirtiyor. White siyasi düzeydeki yenilikler karşısında hoşgörülüdür, ancak toplumdaki değişikliklere, yeniliklere farklılaşmaya karşı olduğu görülüyor. Toplum farklılıklarını tanımlamıyor, fakat insanların görünümlerindeki (kılık-kıyafet) farklılıklar, konusunda dikkatlidir. Osmanlı kadın ve erkekleri evde, sokakta, yazın ve kışın giyilen çok çeşitli ayakkabı türleri kullanırlar. Müslümanların giydikleri mest ve pabuç san, terlik ve çizme ise siyah renktedir. Her milletin giydiği ayakkabının rengi diğerinden farklıdır.
Ermeniler koyu kırmızı renkte, Rumlar ve diğer Hıristiyanlar siyah, Yahudiler ise açık mavi renkte ayakkabı giyebilirler.
White'in ev ve sokak yaşantısını yukarıda belirtildiği gibi yeme-içme, eğitim vb. dışında daha ziyade tüketim alışkanlıkları temelinde tanımlamaya çalıştığı görülmektedir. Yeme - içme kültürü ile pek ilgilenmiyor ama kadınların sakız çiğnemeleriyle ilgileniyor. Her sınıftan kadın arasında sakız çiğnemek çok yaygındır. Özellikle kahve ve tütün tüketimi çok ayrıntılı biçimde ele alındığından en önemli tüketim alışkanlığı olarak görüldüğü açıktır. İstanbul'a ilk kez 1555'te geldiği tahmin edilen kahvenin 1258'de Mokka'da bir dergahtan kovulan ve dağlarda inzivaya çekilen bir derviş tarafından keşfedildiğine inanılır. Kahvenin İstanbul'a gelişinden sonra kötü davranışlara neden olduğu ve açılan sayısız kahvehanenin serseriler ve miskinlerle dolması yüzünden Ulema kahveyi yasaklamıştır. IV. Murat sayısı beşyüzü bulan kahvehanelerin hepsini kapattırmış ancak kahve alışkanlığı devam etmiştir. Şehirde mevcut kahvehane sayısı yaklaşık 2500, banliyölerdekiler ile birlikte 2700'den fazladır ve buralarda şafaktan günbatımına dek çubuk, kahve ve nargile daima hazırdır. Bu mekanlar Batı Avrupa'da orta sınıfın itibar ettiği klüplere benzer. Buralarda hem özel hem de umumi konular tartışılır, hikayeler anlatılır, müzik çalınır. Yazar bu nedenlerle kahvehanelerin sürekli polis gözetiminde olduğunu ve kahvecinin de çoğunlukla ücretli casus olduğunu iddia etmektedir. White'in bu yargısı ilginçtir. Diğer bir deyişle bir "yabancı" hemen farkedilir ve belli konulara giremediği anlaşılıyor. Gündelik ilişkilerle ilgileniyor. Bir kişi günde ortalama on onbeş fincan kahve içer, 1842'de Paris'te yılda toplam 7200 ton, ayda kişi başına 700 gram kahve tüketilmektedir. İstanbul'da yılda yaklaşık 5,625,000 okka (yaklaşık 72.000 ton) kahve tüketilmektedir, ve iki yüz okkası 1600 kuruştan satılır. Kahve eskiden Yemen ve Mokka'dan ithal edilirdi, ancak artık Batı Hint adalarından ve Brezilya'dan getirilmektedir. White iyi hazırlanmış kahvenin hayal edilebilecek en nefis içecek olduğu inancındadır ve kahvenin pekçok faydasını ancak Doğu'da uzun süre kalanların bileceğini belirtmektedir. Yazar Doğu'ya geldiği günlerde saatlerce kahvehanelerde oturan insanlara hayret ettiğini ancak Doğu'dan ayrılmadan çok önce kendisinin de bu alışkanlığı kazandığını belirtiyor.
Kahvehanede ve evlerde kullanılan diğer tüketim mallarının başında tütün gelir. Tütün alışkanlığı İstanbul'da 1605'te I. Ahmet döneminde başlamıştır. Ahşap binalar çok olduğundan İstanbul'da yanan birkaç yüzbin çubuktan sıçrayan bir kıvılcımın doğuracağı yangın tehlikesi birçok padişahın tütün içmeyi yasaklama girişimleri için yeterli bir nedendir. Kahvehaneleri şiddetle yasaklamış olan IV. Murat, tütüne ve afyona da sıkı yasaklar getirmiştir. Tütün özellikle çubuk ile içilir. Büyük ev ve konaklarda tüketilen günlük miktar 1200 ile 1600 gram arasındadır. Çubuk halk için adeta gıda gibidir. Sabah kalkar kalkmaz derhal bir çubuk yakılır ve yatana dek günde ortalama onbeş veya daha fazla çubuk içilir. White çubuk ve çubuğun parçalarının neden yapıldığı, ne için kullanıldığı, nerede satıldığı ve bunların fiyatı gibi bilgileri ayrıntılı olarak veriyor. White'in özellikle İstanbul'da bulunan kahvehane sayısı, tüketilen kahve miktarı gibi rakkamlan kendi gözlem ve deneyimleri ile edinemeyeceği açıktır. Gündelik yaşamı tütün, kahve gibi alışkanlıklarla tanıtıyor. Bu yönü ilgisini çekiyor, kahvehane yaşantısına katılabilmiştir.
White, batılıların Osmanlılar hakkındaki olumsuz önyargılara karşı çıkıyor, ancak kendisinin de belli yargılan vardır. İstanbullu Tükler her ne kadar siyasi ve pratik konularda değişikliğe açık olsalar da hususi konularda bir asır öncesinde olduğu gibi yeniliğe karşıdırlar. Türkiye'de paranın kadın onuru hariç her tür suçu örtbas etmek için kullanıldığını belirtmektedir. Yazar Doğululann Batılı alışkanlıklara uyum sağlayamadıklannı, mesela içki içmeyi bilmediklerini, içki içtiklerinde ölçüyü kaçırdıklanm ve muhtemelen coşmak (sarhoş olmak) için içtiklerini iddia ediyor.
White gündelik yaşam, ilk ilişki özellikle sokak yaşantısı ile ilgili bilgilere önem vermektedir. Sokaklarda lamba yoktur, bu yünden şehirde asayişin sağlanması için herkesin güneş battıktan sonra fener taşıması zorunludur, aksi halde tutuklanabilirler. Gündelik yaşam içinde idam konusu üzerinde durmaktadır. İstanbul'da bir idam gerçekleştirildikten sonra, ibret olması için mahkûmun kellesi bacaklarının arasına konur, vücûduna da suçunu belirten bir kağıt iliştirilip orada 24 saat süreyle bırakılır. White Pera ve Galata civannda infaz için yer tespitinde polisin rüşvet aldığını söylüyor. Ancak Pera'da ve Galata'da idam gerçekleştiriliyorsa bunun kimlere ibret olduğu açıktır. Adet gereği suçlunun infazı suçun işlendiği noktada veya evin karşısında gerçekleştirilir. Ancak hiç kimsenin bu dehşet verici görüntüye maruz kalmak istemediğini bilen polis, Hıristiyanların evlerinin veya dükkanlannın önünden geçerken durur ve eğer rüşvetvermezlerse infazı orada gerçekleştirirler. İnfazdan soma yirmidört saat bekletildikten soma akrabaları tarafından defn edilmek için alınır, veya polis cesedi Boğaza atar.
Eskiden uygulanan hırsızlık yapanın elini kesme gibi cezalar artık yoktur. Daha ziyade falaka, zorunlu amme hizmeti veya hapse atma cezaları uygulanıyor. Köleler haklan olmadığı için yanm insan sayılırlar ve hür kişilerden farklı cezalandırmaktadırlar. Köleler işledikleri bazı suçlar için hür kişinin alacağı cezanın yansım alırken, bazı suçlar içinse iki misli ceza alır. Örneğin köle eğer sarhoş olursa hür kişinin alacağı cezanın iki katı olan seksen falaka ceza alır, diğer yandan köle hırsızlık yaparsa hür kişinin alacağı cezanın yansını alır. Köle sahibi kölesinin yaptıklanndan sorumlu tutulur. Kölenin işlediği suç için gerekli para cezasını sahibi ödemek zorundadır. Ya da köleyi adalete teslim eder.
 
White'in kölelerle ilgili izlenimlere önem verdiği görülmektedir. White'in aktardığına göre 1842'de bir Türk subayı ile birlikte doktor kılığında Çerkez kadın kölelerin satılmak üzere eğitildiği Yanık (Dikili) Taş'ın yakınında bir eve girmiştir. White gibi birçok seyyah da kılık değiştirerek toplumla kaynaşmadan ama dış görünüşte içinde bulunduğu topluma benzeyerek, elçilikler ve devletler adına bilgi toplamaya, hizmet etmeye çalışmaktadırlar. Kimlik değiştirerek hem belli bilgileri aktaracaklar hem de basan sağlamak için belli elçiliklerdeki bilgilere ulaşabilme imkanı ortaya çıkacaktır. Bunlar içinde en bilineni Arabistanlı Lawrence'dir. White'in kılık değiştirerek girdiğini söylediği evde kendisine esir kadınlar teşhir edilmiştir. Kadınlann utangaç davranmadıklanndan söz etmektedir. Çerkez kızlann ve kadınlann satılmak üzere eğitildikleri evlere girmek Frenkler bir yana reayadan olanlar için bile çok zordur.
White'a göre Osmanlı'da köleliğin sorunlara neden olan Batı'daki kölelik ayınmı gibi görmemek gerekir. Çerkez köleler çoğunlukla Türklerle evlenmektedirler. Türkler zencilerle evlenmekten hoşlanmazlar. Bu nedenle Türklerle zenci köleler arasında evlenme çok nadirdir. Bu sayede çok sayıdaki zenci köleye rağmen İstanbul'da melez çocuklann sayısı son derece azdır. Batı Hindistan kolonilerinde (Batı Hint Adalan) ve A.B.D.'nin köle kullanan eyaletlerinde bu oran çok büyük boyuttadır. Orta sınıftaki ailelerde beyaz erkek köle pek bulunmaz, daha çok zenci köle alınır ve sahibinin mesleği öğretilir. Alındıktan yedi veya dokuz yıl içinde azad edilir ve usta olarak çalışması sağlanır.
Türkiye'de kölelikle ilgili çok detaylı bilgi veren White, Avrupa'da Türkiye'deki köle sahiplerinin köle üzerinde sınırsız ve zalim bir egemenliği olduğu inancının yanlış bir temele dayandığım kanıtlamak için gerekli bilgiyi verdiğini belirtiyor. White pekçok kez girdiği esir pazarına 1843 Şubat'ında Belçika maslahatgüzarı Solvyns ile birlikte gittiğinde tanık olduğu görüntüleri, esirlerin durumlarını anlatmaktadır. Esirler kadın ve erkek olarak ikiye ayrılır, daha sonra da zenci ve beyaz olarak ayınlırlar ve ayrı yerlerde tutulurlar. Beyaz kadın esirler zenci kadın esirlerden pahalıdır, ancak iki veya daha çok defa satılan beyaz kadın esirin fiyatı % 20 ile % 40 arasında düşer. Oysa zenci kadın köle ilk kez satıldığında ucuzdur, eğitilip beceri kazandıktan sonra ikinci üçüncü defa satılırken fiyatı artar. Esmer ve zenci kadın esirlerin en iyileri Trablusgarb ve Tunus'tan gelenlerdir ve fiyatları 1500 kuruş ile 2500 kuruş arasında değişir. Zenci kadın esirler ikinci defa satılırken fiyatları 2500 kuruş ile 3000 kuruş arasında değişir, en çok 5000 kuruşa satılırlar. Beyaz kadın esirlerin fiyatı 10 bin kuruş ile 15 bin kuruş arasında, en çok 45 bin kuruştur. İstanbul'a getirilen üç yaşından büyük her beyaz esir için 800 kuruş, siyah esir içinse 200 kuruş vergi ödenir. Esir pazarında yaklaşık üçyüz esir bulunuyor. 1842'de buraya yaklaşık 2800 esir getirilmiştir buna ek İstanbul'a getirilen sayısı yılda beş yüzü geçmeyen Çerkez esirler de eklenirse bir yılda ithal edilen esirlerin sayısı 3300 civarındadır. Tophane köle tüccarları bir seferde otuzbeş ile kırkbeş arasında Çerkez kadın köle getiren gemilerin bütün yıl boyunca onbeşi geçmediğini belirtmektedirler.
 
Kölelik konusu üç ana başlıkta incelenebilir: A) köle olabilecek kişilerin ilk durumları, B) sahiplerin köle üzerindeki haklan, C) köleyi azad etme konusu. İlk şıkka Bab-ı Ali ile savaş halinde olan ister Hıristiyan ister Müslüman olsun her ülkenin tebaasından kadın ve erkekler köle olabilir. Karada ve denizde ele geçirilen esirler köle olarak paylaşılır. Dini İslam olmayan bütün devletler dar ül harb olarak kabul edilir.
Köle sahibinin köle üzerindeki haklan kanunen oldukça fazladır. Ancak bu haklar sosyal alışkanlıklar ile yumaşıtılmıştır. Köle sahibi kölesini kadın olsun erkek olsun istediği gibi satabilir, kiralayabilir, ödünç verebilir ve yasadışı olmamak şartıyla her işte kullanabilir. Kadın köleler metres olarak kullanılır ve köle hamile kalırsa sahibi çocuğun velayetini almak ve çocuğun bakımım üstlenmek zorundadır. Bu yüzden kadın köleler satılmadan önce iki üç ay esir pazarında bekler ve hamile değilse satılır. Köle olan anne ve çocuğun ayrı ayn satılmalarını veya hamile bir kölenin satılmasını engelleyen kanun değil toplumsal adetlerdir. Köleden doğan çocukbuluğ çağma ermeden annesinden aynlıp satılamaz. Köle sahibi köleyi cezalandırabilir ancak bu yaralamak kadar sert bir ceza olamaz. Eğer köle böyle bir muamele ile karşılaşırsa mahallenin muhtarına sahibini şikayet edebilir ve muhtar da kölenin satılmasını sağlar. Sahip kölesini öldürürse devlet kölenin fiyatı kadar ceza keser ancak bu miktar hür insanın bedeli olan onbin dirhem gümüşten fazla olamaz. Böyle hadiseler çok seyrek olur ve olunca da toplumsal baskı yüzünden gizlenir. Köleler mal mülk edinemezler, mirasa konamazlar. Esaretleri sırasında veya satın alındıklarında sahip oldukları herşey sahiplerine ait olur. Vela denen kanuna göre hürken bile sahibi ölse vasiyetine talip olamaz. Kölenin bazı haklan olmamasına karşılık, hür kişilerin sahip olduğu bazı haklan da vardır. Köle mahkemede sahibi aleyhine şahitlik yapabilir.
Kölelik kanunlanna göre 1) koşulsuz esir olan erkeğe kul, kadına kalık denir. 2) Müdebber sınıfı ikiye aynlır: a) müdebbir mukayyed [bazı durumlarda ayncalıklıdır], köle sahibi her hangi bir şart (ölüm, doğum vb.) gerçekleşince kölenin azad edileceğini söyler ve ifadesini mahallenin kadısına iletirse bu antlaşma haline gelir ve değiştirilemez, koşul yerine gelince köle mutlaka azad edilir. Koşul yerine gelmeden köle satılırsa yeni sahibi önceden yapılan bu anlaşmaya uymak zorundadır, b) müdebbir mutlak [tamamen ayncalıklıdır]. Bu kölenin hürriyeti daha yakındır. Bu köle satılamaz, kiralanamaz, ödünç verilemez. Sahibinin evinin bir üyesi gibidir, korumadan ve bakımdan faydalanır. 3) Mezun [izinli köle] Bunlar izinleri sayesinde iş kurabilirler, her hangi bir işte kendileri için çalışabilirler. Mal mülk edinebilirler, satabilirler ve istedikleri gibi kullanabilirler. Hatta köle bile satın alabilir, sahiplerine borç vermişlerse bunu geri alma hakkına sahiptir. Yaptıklan bütün hareketlerden, borçlanndan sorumludurlar. Borçlarını ödeyemezlerse satılırlar. Kölenin çocuğu sahibine ait olur. Sahibinden izin almadan konakladığı yerden ayrılamaz. 4) kitabetli köle. Bu köleye mukateb denir. Hürriyetlerine kavuşmalan sahibiyle yaptığı anlaşmaya bağlıdır. Bir işi halletmek, para vermek vb. Bu köle satılamaz, kiralanamaz, ödünç verilemez. Kölenin iş veya keyf için seyahat etme izni alma hakkı vardır. Belirlenen zamanda anlaşmanın şartlanm yerine getiremeyen köle hakkını kaybeder ve koşulsuz köle haline gelir. 5) ummu'l veled denen ve sahibinden çocuk doğuran kadın köleler bulunur.
Kadın ve erkek kölenin haricinde yüksek sınıftaki kadınlara hizmet etmek ve onlan korumakla görevli diğerlerinden farklı bir köle sınıfı daha vardır. Bunlar Kızlar ağası olarak seçilirler ve Hadımağa veya daha kibar olan Lala unvanı alırlar. Lalanın haremde korku uyandıran bir imajı olduğu düşünülmüştür. Kısa bir süre Osmanlı'da kalanlar ya da gelip geçen yazarlar lalayı kırbaçlı, topuzlu, zehir kutusu bulunduran kan akıtmayı ve gaddarlığı seven biri olarak tasvir etmişlerdir. Ancak hakikat bundan çok farklıdır. Kadınlar lalanın yanlarında bulunmasının gerekli olduğuna inanırlar. Zannedildiği gibi lala haremdeki kadınlara hükmetmez durum tam tersidir. Hatta kadınlardan azar işittikleri, tokat yedikleri bile olur. Lala hareme izinsiz giremez ve peçesiz kadınlara bakması yasaktır. Lala kadınlara camiiye, hamama veya gezmeye giderken eşlik eder. Hem çocuklara bakar hem de ödemeleri yapar405.
White'in verdiği bilgilere göre kölelerin sınıf değiştirme imkanı vardır. Osmanlı'da köleler tarlada, madende vb. üretimde kullanılmıyor. Konaklarda, saraylarda belli hizmet işlerinde çalışıyorlar. Bunun içinde özel bir eğitim görüyorlar, saray ve ev hayatında önemli bir yerleri vardır. Kölenin azad edilmesinde toplumsal adet kanundan daha baskındır. Sahibinden çocuğu olan kadın kölenin satılması adet sayesinde önlenir. Kadın kölelerin tümü nezaket icabı evin hanımına aittir. Erkek köleler çocukken alınmış veya köle olarak doğmamışsa nadiren yedi veya dokuz yıldan fazla esaret altında tutulabilir. İstisnalar olsa da bu toplumda hoş karşılanmaz. Azad edilen erkek köleler ya sahibinden öğrendiği mesleği yapar, ya da hizmetçi olarak çalışır. Pekçoğu da yükselme imkanı sağlayacak olan orduya girer. Şu anda kölelikten gelme üç dört zenci paşa var406. Kölelik yazarın bu nedenle ilgisini çekimiştir. Padişahın kendisi de köle çocuğudur. Birçok seyyahın kölelik konusuna ilgi duyması Osmanlıyı karalamak iken, White'in konunun asıl bu farklı yönüyle ilgilendiği görülmektedir. İstanbul'da kızını satmak için gelen babalan, yeğenini satmak gelen kişileri görmek çok normaldir, bazılan çocuğunu veya akrabasını sadece para için koyun teşhir eder gibi satışa sunarken, bazılan satılan kızın, bir gün Türk İmparatorluğu'nda kadınların gelebileceği en yüksek noktaya çıkabileceğini umarak daha büyük şevkle ve asil duygularla hareket ederler. Nitekim bütün Osmanlı hanedanı, padişahın yasal eşi olmayan ama kadın statüsünde bulunan kölelerden doğmuştur407. Bundan kölenin statüsü toplum sınıflannın dışında olduğu sonucu çıkartılabilir. Ancak köleler için aldıklan eğitimle bir meslek sahibi olabilmekte veya yönetim işlerinde yükselebilme, yönetici olma diğer bir deyişle sınıf değiştirme imkanı vardır. Bir babanın kendi çocuğunu (Osmanlı yasaklamasına rağmen) elinden tutup okula yazdırır gibi köle olmasını istemesi başka türlü açıklanamaz. Yazarın padişahın da bir köle çocuğu olduğunu söylemesi boşuna değildir. Böylece hiçbir toplum sınıfı ve toplum devlet yönetimi üzerinde hak iddiasında bulunamayacaktır.
 
White İstanbul'daki gündelik yaşama ilgi göstermesine rağmen topluma katılmadan, toplumla kaynaşmadan belli bilgiler edinmeye çalışmaktadır. Kılık değiştirmesi bile toplumla kaynaşması, toplum ilişkilerinin özüne yönelik bilgiler edinmesi anlamına gelmemektedir. Kölelikle, gündelik hayatla ve tüketimle ilgili verdiği bilgiler dağınık olsa da sonuçta belli bir sistematiğinin olması için, aslını bilmediğini hatta kendisine verilen bilgilerin değerini bile bilmediğini, ancak birilerinin bu bilgileri belli amaçlarla kendisine aktardığını göstermektedir. White'm tek başına kölelik, kölelerin bağlı olduğu yasalar, köle sayısı, İstanbul'da kişi başına tüketilen kahve miktarı, İstanbul'daki kahvehane sayısı, kaç gram tütün tüketildiğini hesaplaması veya bu bilgileri sıradan bir gezgin hevesiyle ve çabasıyla elde etmesi mümkün değildir.
White'in Osmanlı'daki gündelik yaşamı, aile ve akrabalık ilişkilerini, yemek alışkanlışkannı, kıyafetleri, çocuk eğitimi, dikiş-nakış, komşuluk ilişkilerini, mahalle örgütlenmesi, mahalleyi, inançları, folkloru, müziği, mimarisini, inançları kullanılan eşyaları bize tanıtması söz konusu değildir. Bunlan ihmal ederek toplumla kaynaşmadan elde edilebilecek belli bilgileri bize aynntılı olarak vermektedir.
Bu nedenle adetleri ve gelenekleri, gündelik yaşamı anlatmanın "en kolay yolu" olarak çarşı-pazarlan göstermektedir408. Çarşı-pazarlann aynı zamanda esnaf örgütlerini de tanıtacağını belirterek409 Aynntılı olarak bu konularla ilgili bilgiler verdiği görülmektedir.
Gündelik yaşam hem toplumsal ortam içinde hem de zaman ve mekan içinde tekrarlanan belli koşullar içindeki faaliyetlerdir. Ancak White bu gündelik hayat içinde ortaya çıkan adet ve alışkanlıklan, tekrarlanan ilişkileri toplumsal yaşama doğrudan katılmadan, ele aldığı görülmektedir. Topluma katılarak elde edilen gözlem ve deneyimlere dayanmamaktadır. İnsanlann bir gününün nasıl başladığı ve geçtiğini anlaşılmamaktadır. Bundan bir sonuç çıkabilir. White bir yabancı olarak gündelik yaşama katılmamış, kaynaşmamıştır. Bu nedenle gündelik yaşamı dış görünüşüyle "gravürcü tekniği ile" tanıtmaya çalışmaktadır.
 
 
2.ESNAF TEŞKİLATI
 
White İstanbul'daki gündelik yaşamı, adet ve alışkanlıkları tanımanın yolu olarak esnaf teşkilatlanm ve çarşı-pazarı ele almıştır. Bu konuda belli bilgiler verdiği görülmektedir.
Esnaf sınıf kelimesinin çoğuludur. Müslüman veya gayrimüslim bütün meslek gruplarına veya örgütlerine esnaf denmektedir. Örneğin Esnaf-ı Bedestan-ı Atik, Ermenilerden veya Rumlardan oluşan Saraf-ı Esnaf bulunur410. Esnaf terimi tüm çalışanları kapsayacak kadar genişlik veçeşitlilik taşımaktadır. Esnafın biraraya gelmesine lonca denmektedir. Esnaf ve lonca çoğu zaman aynı anlamda kullanılmıştır.
 
Esnaf loncalarının belli kuralları ve yasaklan vardır. Bunlar genellikle aynı kalmıştır. Diğer bir deyişle toplum smıflannm devlet karşısında yeri ve rolü değişmemiştir. Bu nedenle bu kurallar ve yasaklar gelenek haline gelmiş belli ritualler biçimini almıştır. Meslek geleneklerinin korunması, eğitimi, yükselmede gerekli kurallar ve yasaklar devlet tarafından gözetilmiştir. Lonca örgütlenmesi yeni mesleklerin ve yeni toplum sınıflarının ortaya çıkmasına engel değildir. Ancak lonca örgütlenmesinin temel ilkeleri korunmuştur. Bu nedenle tekrarlanan bu kurallar din ile temellendirilmiştir.
White'in esnaf örgütleri ile eski dini gelenekler arasında kurulan bağlantılan aktardığı görülmektedir. White mesleklerin ilklerini tanıtmaktadır. Halk inanışına göre ilk esnaf Hz. Muhammed ve onun takipçileri tarafından kurulmuştur. Müslüman geleneğinde pek çok mesleğin peygamberlerin ortaya çıkardığı veya ilerlettiğine inanılması dikkat çekicidir. Ayrıca bu gelenekler büyük çoğunlukla Eski ve Yeni Ahite dayanır, ancak Müslüman fıkıh adamlan bu bilgileri amaçlanna uygun olarak yorumlamışlardır. Halk inanışına göre Hz. Adem ilk terzi, ilk müteahhit ve marangozdur. İlk yazı yazan da odur. Havva cennetteki ördekleri taklit ederek ilk yıkanan kadındır. Kabil ilk mezar kazıcısıdır. Habil ise ilk çobandır. Şit ilk düğmeci, yün tüccan, gömlek yapan, Kabe'nin temelini atandır. İdris ilk dokumacı ve katiptir. Ezra daha soma katipliği sürdürmüştür ama Müslümanlar onun yüzyıldır ölü olan bir eşeği canlandırdığına inanırlar ve bu nedenle onu ilk eşekçi olarak kabul ederler, nuh ilk gemi mühendisidir. Salih ilk deveci ve tüccardır. İbrahim ilk berber ve sütçü ve makası ilk kullanan kişidir. İbrahim ve Hacer'ın sünneti yapan ilk kişi olduklarına inanılır. İsmail ve İshak sırayla ilk avcı ve sürü yetiştiricisidir. Tarihteki en başanlı veya ilk keten satıcısının Hz. Muhammed'in eşi Hz. Hatice olduğuna inanılır. Kaşığın bir İranlı tarafından icat edilip Peygamber'e sunulduğuna inanılır. Yine Peygamber'e sunulan başka bir icat da Hz. Ali'nin oğlu Hasan'ın icat ettiği kürdandır.
Tarihteki kişilerle meslekleri özdeşleştirme geleneğinden dolayı bütün halifelerin ve padişahlann bir zanaatı başarıyla yaptıklanna inanılır. Örneğin Abdülmecit'in tıpkı babası gibi hat sanatında usta olduğu kabul edilir. I. Selim ve Kanuni kıymetli taşlar hakkındaki bilgileri ile tanınırlar. White her esnafın tarihteki bu kişilerden birisini pir olarak kabul ettiğini belirtiyor. Mesela kayıkçı ve esnafı pir olarak Nuh Peygamberi kabul eder. Mücevhercilerin ise birkaç pirivardır. Bu esnaftan Müslümanlar Hz. Muhammed'i, Süleyman'ı ve Davud'u pir olarak kabul ederler. İdris terzilerin piridir. Sam balmumcu esnafının piridir. Itırcılar ve tıp sanatıyla alakalı esnaf Lokman'a, Kalinos'a ve Hipokrat'a hayrandırlar ancak pirleri Sünün'dür.
White'ın aktarmış olduğu bilgilere göre 1769'da III. Mustafa zamanında istanbul'daki esnaf örgütü sayısı 46 idi. Bunlar 554 alt zanaata ayrılmaktaydı. Yeniçeri Ocağı'nın kapatılmasından soma bazı meslek grupları ortadan kalkmıştır, buna karşılık yeni bazı meslekler eklenmiş olmakla birlikte bu meslek ve zanaat gruplarının sayısı bu tarihten beri pek değişmemiştir.
Evliya Çelebi elli yedi ana grup esnaftan ve 1109 alt gruptan söz etmektedir. Robert Mantran'ın Evliya Çelebi'den faydalanarak vermiş olduğu döküm ise şu şekildedir.Parantez içindekiler alt grupların sayısı ve bağlı bulunduğu yöneticidir: "1) alay kapıcıları [1 lonca], 2) süpürgeciler, çöpçüler [9 lonca, tahir subaşı], 3) asesler, muhafızlar [14 lonca, subaşı, asesbaşı, lağımcıbaşı], 4) dinsel ve hukuki personel [138 lonca, kazasker], 5) tabipler, cerrahlar [11 lonca, hekimbaşı], 6) çiftçiler, bahçıvanlar, bostancılar [3 lonca, çiftçibaşı], 7) fırıncılar, tuzcular, değirmenciler, sakalar [29 lonca, ekmekçibaşı],8, 9) denizciler, kalafatçılar, gemi yapımcıları, Karadeniz ve Akdeniz reis ve tüccarları [32 lonca, bazerganbaşı], 10) kasaplar, peynir ve yoğurt tüccarları, kandil ve balmumu imalatçıları [31 lonca, kasapbaşı], 11) koyun kellesi tüccarları, pastırma tüccarları [2 lonca], 12) esir emininin esnaf loncaları [2 lonca, esiremini], 13) tuz emininin esnaf loncası [1 lonca, tuz emini], 14) barut emininin esnaf loncası [1 lonca, barut emini], 15) darphane emininin esnaf loncaları [5 lonca, darphane emini], 16) çuka emininin esnaf loncası [1 lonca, çuka emini], 17) buğday emininin esnaf loncası [1 lonca, buğday emini], 18) arpa emininin esnaf loncası [1 lonca, arpa emini], 19) kiler emininin esnaf loncası [1 lonca, kiler emini], 20) odun emininin esnaf loncası [1 lonca, odun emini], 21) otluk eminin esnaf loncası [1 lonca, otluk emini], 22) tavuk emininin esnaf loncası [1 lonca, tavuk emini], 23) matbah emininin esnaf loncası [1 lonca, matbah emini], 24) şehremininin esnaf loncası [1 lonca, şehremini], 25) çardak emininin esnaf loncaları [3 lonca, çardak emini], 26, 27) mücevherciler, maden ustaları [29 lonca, kuyumcubaşı], 28) dökümcüler [3 lonca, dökmecibaşı], 29) yay ok, kurmalı yay imalatçıları [19 lonca, kemankeşbaşı], 30) terziler [19 lonca, terzibaşı, dokumacıbaşı], 31) çadır imalatçıları [3 lonca, çadırcıbaşı], 32) kürkçüler [6 lonca, kürkçübaşı], 33) deri tabakacılan, 34) saraçlar [serraçbaşı], 35) çizmeciler, ayakkabıcılar vb. [31 lonca, kaffafbaşı, paşmakçıbaşı], 36) ıtriyatçılar, aktarlar [19 lonca, attarbaşı], 37) berberler [7 lonca, berberbaşı], 38) hamamcılar [6 lonca, hamamcıbaşı], 39) minyatür boyacıları, yaldızcıları, kitapçılar [17 lonca, nakkaşbaşı], 40)eski bedestan esnafı, kumaşçılar [84 lonca], 41) yeni bedestan esnafı [11 lonca], 42) marangozlar, doğramacılar [9 lonca, doğramacıbaşı], 43) çalgıcılar [77 lonca, mehterbaşı], 44) canbazlar [40 lonca, pehlivanbaşı], 45) inşaat esnafı [300 lonca, mimarbaşı], 46) hanenderler, sazenler, oyuncular [71 lonca, sazenbaşı], 47) hokkabazlar, dalkavuklar [13 lonca], 48) içki imalatçıları, meyhaneciler [50 lonca, bozacıbaşı]."
White'in esnaf örgütlerindeki toplam üye sayısı hakkında bazı bilgiler verdiği görülmektedir. White esnafın belli gruplar halinde dağılımını ve bunun göstergesi olarak da şenlikleri ele alıyor. 17. yüzyılda gerçekleştirilen esnaf alayı geçişlerinde, bir alayda şehirdeki ve Boğaz köylerindeki esnaf dahil yaklaşık ikiyüzbin kişi bulunurdu ve alayın geçişi üç gün sürerdi. Bayramda, her örgüt mesleki kıyafeti, amblemi / flaması içinde belli caddelerden geçer, güzergahta mutlaka padişahın geçişi izlediği Alay Köşkü yer alırdı. Bayramlarda gerçekleştirilen bu alay geçişi hem çok pahalıya mal olduğundan hem de geçişte öncelik sırası yüzünden sonu bazen ölümle biten kavgalar da çıktığından 1769'da bu adetten vazgeçilmiştir. White esnaf alayı geçişlerinden tarihte en şatafatlısının 1634'te Sultan Murad zamanında olduğunu, bu geçişi Evliya Çelebi'nin anlattığını belirtiyor. Ünlü tarihçi von Hammer'a göre bu alayda polis hırsızlara ve yankesicilere rüşvet karşılığında işlerini yapmalarına gözyumardı. Esnaf alaylarının geçişi ve bu töreni izlemek 19. yüzyıl öncesinde elçilere bile kapalı tutulmuştur. White 1769'da İstanbul'da geçen bir olayı anlatarak bize bu konuda belli bilgiler vermektedir. Avusturya elçisi Brogniow esnaf alayım izlemek için Aya Sofya civarında bir ev tutmuştur. Bunu öğrenen ve Kutsal bayrağı gavurların görmesini istemeyen emirler ve aşağı tabakadan halk elçinin evini basmış ve elçiye saldırıp hakaretler yağdırmışlardır. Bunun üzerine elçi ülkesine geri çağrılmıştır ve Sadrazam Emin Muhammed Paşa'mn bütün ricalarına, padişah adına özür dilemesine ve hediyeler göndermesine rağmen Avusturya Osmanlı'ya savaş açmıştır. Bu olayı izleyen günlerde genç Yeniçeriler, serseriler, Asyalı dervişler yolda gördükleri Hıristiyanlara kötü davranmışlar, hatta öldürmüşlerdir. Evlerini basıp hakaretler yağdırmışlardır. Bu olay en azından halk içindeki belli kesimlerin sadece kendi mesleki sorunlarıyla sınırlı kalmadığını kimi zaman bir siyasi parti gibi hareket ettiklerini göstermektedir. Nitekim White'in da belli kaynaklardan aktardığı bilgilere göre II. Mahmut 1826'da Yeniçeri Ocağını kapatma kararı verdiğinde bir fetva ile beraber Kutsal Bayrakla harekete geçen esnaf örgütleri tepeden tırnağa silahlanarak Yeniçerilerin barakalarının bulunduğu Et Meydanında toplanmış ve Yeniçerileri öldürmüşlerdir.
White geçmişte bulunduğunu söylediği 46 örgütü tanıtmıyor. Bunlardan ortadan kalkanlar hakkında sistemli ve düzenli bilgi vermiyor. White bazı esnaf örgütlerinden ve alt zanaatlardan kitabın değişik bölümlerinde söz etmektedir ancak bu konuda verdiği bilgiler düzenli, sistemli değildir, gelişi güzel ele alınmıştır. Ama bize aktarmış olduğu bu bilgiler esnaf örgütü ve alt örgütlenmesi hakkında fikir edinmemize imkan veriyor. En azından hangi esnafa ilgi duyduğunu anlıyoruz. White esnaf ve loncalarının kendine göre dökümünü yapıyor. Bu bilgilerin bazılarının doğruluğu tartışmalıdır. Hatta yanlıştır. Biz verilen bu bilgileri (hırsızlar, yankesiciler ve pezevenklerle ilgili kuşkulu, yanlış bilgiler olduğunu belirterek) tartışmadan aynen aktaracağız.
White III. Mustafa zamanında 46 ana, 554 alt zanaata ayrıldığını söylediği esnaf örgütlerinden kendine göre tasnif ettiği ve ilk dört örgüt dediği esnaf örgütünü tanıtmaktadır. White'm ayırımına göre çavuşun başında bulunduğu birinci örgüte ve Yeniçeri ağasının başında bulunduğu ikinci örgüte bütün polisler, genç Yeniçeriler, mezar kazıcılar, kaldırımcılar, çöp karıştırıcıları, cellatlar, mezartaşı yontucuları, mezar hırsızlan, gecebekçileri, yankesiciler, seyisler, aşağı tabakadan hizmetçiler, eşek sürücüleri, bekçiler, hırsızlar, serseriler, açgözlülükleri yüzünden kanlanmn yaptıklarına gözyuman deyyuslar ve İstanbul'da da bulunan ama Pera'da çok daha fazla sayıda olan kadın tellalan bulunur.
 
Nakibu'l eşraf (seyyiderin başı) ın yönetimindeki üçüncü esnaf örgütüne Ulema ve cami ve kanun ile ilgili kişiler dahildir. İmamlar, katip ve şeyhler, müezzinler, hocalar, Kur'an okuyanlar, ilahi söyleyenler, mübaşirler, dervişler, astrologlar, hakimler, öğretmenler, öğrenciler, kawaslar(memur), ölü yıkayıcılan ve genelde camiilerin dış avlusunda oturup dilekçe, mektup vb. yazan arzuhalciler bu esnaf örgütüne dahildir.
Hekimbaşmın yönetimindeki dördüncü esnaf örgütüne doktorlar, cerrahlar, gözdoktorlan, eczacılar, ilaç yapımcılan, şifalı bitki uzmanları, sülük tedavisi yapanlar, gülsuyu ve diğer kokulu su satıcılan, gülyağı ve tıbbi şerbet satıcılan dahildir. Bunlara tımarhaneci ve bimarhaneci (hastane ve akılhastanesinde hemşire veya hastabakıcısı) da eklenmiştir.
White'in verdiği bilgilere göre her esnaf örgütünün yönetici kadrosu olarak yedi görevli bulunur. Bunlar şeyh, kahya, vekil, ağa, nakib, pişkadem ve çavuştur. Bu görevliler örgüt ve meslek üyeleri tarafından seçilirler ve bütün idari ve mali işleri yürütürler. Her örgütte çalışanlar, usta-kalfa-çırak bulunur. Lonca sisteminde hiyerarşi, seçilmiş kişiler tarafından tayin edilmiştir. Lonca yöneticilerinin merkezi otorite ile ilişki sağlayabilmek ve pratik ve uygulamalar ile ilgili sorunlançözme yetkisi vardır. Esnafın düzeni lonca örgütlenmesiyle ve gediklerle sağlanmıştır. Gedik iş tekeli sistemidir.
Belli bir esnaf grubunun çok kalabalıklaşmasını ve güçlenmesini önlemek ve uzmanlaşmaya izin verilmesi için esnaf örgütleri alt gruplara ayrılmıştır. Bunun bir başka nedeni de aynı zamanda devlete yönetim ve denetim kolaylığı sağlamasıdır.
White'in kitabın değişik bölümlerinde birçok esnaf örgütünü tanıtmaktadır. Esnaf örgütlenmesi ile ilgili olarak belli loncaları ve kurallarını tanıttığı görülmektedir. Bir öneme göre dizmeden bazı örnekler vereceğiz. Bu bilgiler bize esnaf örgütünün düzenini de tanıtacaktır. Bunlardan biri olan balıkçılar örgütü oldukça kalabalık bir örgüttür ve toptancılar ve perakendeciler olarak ikiye ayrılır. Perakendecilerin çoğu Rumdur. Balık satışını Balıkemini denetler ve halk sağlığını korumak için dükkan sayısı kırkbeş ile sınırlıdır. Kasap esnafının uyması gereken başlıca kural hayvan kesmek için gerekli izni almak ve şehir surları içinde hayvan kesmemektir.
Suyolcu esnafı ise bütün su sisteminden sorumludur ve su nazırının denetimindedir. Su nazırını ise Bab-ı Ali atar. Yansı Türk yansı Arnavut olmak üzere beşyüz müfettiş yardımcısı da atanır. Suyolcu mesleği babadan oğula geçer, şayet işi devredecek erkek çocuk yoksa suyolcu esnafı örgütü bu kadroyu (gedik) satışa çıkanr, elde edilen gelir suyolcunun kansına veya kızına verilir. Suyolcunun çocuğu yoksa kadro esnaf örgütüne ait olur. Bir suyolcu kadrosu, sayı sınırlı tutulduğu için oldukça pahalıya satılır ve fiyatı bazen 100 keseye kadar çıkar. Bu örgütün pekçok ayncalığı vardır. Müslümanlar askerlikten, zorunlu hizmetten ve vergiden muaftır. Hıristiyanlar da haraç (cizye) ve diğer vergilerden muaftır. Ayakkabıcı esnafının da sahip olduğu pekçok ayrıcalıktan biri de üyelerinin askerlikten muaf olmalandır. Kayıkçı esnafı kayıkçı başının denetimindedir. Kayıkçıbaşmın defterinde Galata ve Dolmabahçe'ye kadar olan bütün banliyölerde 19 bin kayıkçı ve 16 bin kayık kayıtlıdır. Bu sayıya Dolmabahçe'nin ve Üsküdar'ın ötesinde Karadeniz'e dek Boğaziçi'ndeki köylerdeki kayıkçı ve kayık sayısı da eklenince toplamı 24 bin kayıkçı ve 19 bin kayık olmaktadır. White bu bilgileri muhtarlardan ve iskele sorumlularının ifadelerinden edindiğini belirtiyor. 28 Kayıklar ve kayıkçılar belli bir iskeleye bağlıdır ve vekilin veya kayıkçıbaşmın izni olmadan bağlı oldukları iskeleden başka bir iskelede çalışamazlar. Kayıkla çeşitli noktalara geçiş ücretleri verilmektedir. Ücret mesafeye, hava şartlarına ve kayığın büyüklüğüne göre değişir. Kayıklardaki kürek adedi büyüklüğü belirler. Kürek adedi ise eskiden bostancıbaşı tarafından belirlenir ve denetlenirdi,şimdi bu işi deniz polis yapıyor. Kayıkçı esnafı Nuh peygamberi pirleri olarak kabul eder. Kayığın belli yerlerine mavi halkalardan oluşan tılsım takılır. Mavi ilahi saflığı temsil ettiği için kem gözlere karşı en etkili savunma olarak kabul edilir. Ayrıca kayıkhanelerinde ve kayıktaki bir dolapta Allah'ın doksandokuz isminden birinin yazılı olduğu çerçevelenmiş bir kağıt asılı durur. Nuh Peygamber de Cebrail'in talimatıyla tufanda böyle yapmıştır. Zenginler daimi reis tutarlar, ayda 350 kuruş reise, 300 kuruş da kayıkçıya ödenir.
White'ın söz ettiği bir başka örgüt olan sahhaf örgütünün başında en saygın ve yaşlı sahhaflardan biri olan şeyh bulunur. Müfettiş yardımcıları, usta ve çıraklar bulunur. Örgütün yaşlılar meclisi olağan işleri yürütür. Olağanüstü durumlarda bütün örgüt toplanır. Tamamı Müslüman olan sahhaf örgütü çok sıkı kuralara bağlıdır ve şehirdeki en aydın kişilerle sürekli ilişkide oldukları için en saygın ve etkili örgütlerdendir. Sahhaf sayısı kırk ile sınırlıdır ve bu işte yetişmemiş birinin, eğer örgüt üyesi birinin oğlu veya akrabası değilse, dükkan kiralaması mümkün değildir. Yönetim işleri kahya, vekili ve yiğitbaşı tarafından yürütülen sahhaf örgütü dükkanları iktisab nazın (polis müfettişi) tarafından sahte kağıt ve madeni para basmak için klişe hazırlanıp hazırlanmadığını, veya padişahın tuğrası gibi taklidi yasak diğer şeylerin yapılmadığını denetlemek için her an teftiş edilebilir. Sahhaf örgütü ile yakından ilişkili ancak ayn bir örgüt olan hattat örgütünün de bütün üyeleri Müslümandır. Bu mesleği yapacak kişiler mektebde ve "dar-ül kiracede" eğitilirler. Bunun yanı sıra en iyi hattatlardan da dersler alırlar ve yedi yıl boyunca çırak olarak çalışırlar. Çıraklık dönemi tamamlanınca bir dükkanın hakkını devralıncaya dek maaşlı olarak çalışmaya devam ederler. Üye sayısı elli ile sınırlı olan bu örgütte üyelerin çoğu Arapça, Farsça ve Türkçe bilen eğitimli kişilerdir.
Denetimin en sıkı olduğu esnaf örgütlerinden biri olan ekmekçi esnafı kalabalık bir örgüttür. Ekmeğin fiyatı ve ağırlığı devlet tarafından belirlenir ve bir müfettiş dükkanlan tek tek teftiş eder. Belirlenmiş ekmek türleri ve fiyatlan a) francala, 1 tanesi 10 para veya 1 okkası 60 para, b) daha düşük kalitede francala, okkası 50 para, c) francala ve çavdar kanşımı okkası 40 para, d)somun denen, arpa, buğday ve taneli ekmeğin okkası 24 para, e) pide veya fodla, okkası 20 paradır. Denetime rağmen ekmek yapımında çok fazla hile yapılır ve kullanılan un son derece kalitesizdir, pişirme usulü de hatalıdır. Bütün imkanlara rağmen İstanbul'da Avrupa'nın en berbat ekmeği üretilmektedir. Bu yüzden elçilikler genellikle unu Tanganrok'dan ithal eder ve ekmeklerini kendileri üretirler.
Lonca örgütlenmesi ile pratikte ve uygulamada ortaya çıkan sorunlar hem devlet yönetimine aktarılması hem de kendi içinde bu sorunlara en etkili biçimde müdahale edilmesi mümkün olmuştur. Her lonca kendi alanında tekele sahiptir. Bunun görüntüsü olarak dükkan açmak, dolayısıyla satış yapmak, imalat yapmak haklan belli kurallara bağlanmıştır. Her loncanın sahip olduğu dükkan sayısı kanunla sınırlandınlmıştır. Dükkan sayısının sınırlanması usta sayısının ve üretim miktanmn da sımrlandınlmasıdır. Bu tekel sayesinde hem her lonca kendi çıkarlannı savunmuş hem de devlet bu tekel ve ayncalıklar sayesinde loncalar üzerinde denetim ve gözetim yetkisini arttırmıştır.
White'ın kitabının içinde sözü edilen bazı mesleklerin (ve dolayısıyla mallann) dökümü şu şekildedir. Çubuk içmekte kullanılan bütün aletlerin temizliğini sabah altı ile sekiz arasında sokaklarda dolaşan Yahudi çubuk temizleyicileri yapar. Devlet tekelinde olan sülük yetiştiriciliği Ermeni bir şirkete yıllık olarak iltizam edilir. Şirketi devletin görevlendirdiği sülükemini denetler. Berberler sülüğü tedavi amaçlı kullanırlar. Karabaşının yönetiminde buzcu esnafı bulunur. Buzcu yazın Uludağ'dan büyük kalıplar halinde buz, kışın civardaki dağlardan ve vadilerden kar ve buz toplar. Çoğunlukla Araplardan ve çingenelerden oluşan süpürgeci esnafı, çokan denen elbise fırçası, hasır ve taktan süpürgesi, zenbil denen kapaklı ve saplı ufak sepetler, zerzevatçılann, ıtırcılann mallarını muhafaza ettikleri sepet, pirinç, kahve, şeker, vb. saklamak için kullanılan küçük sela denen sepetler yaparlar. Sepetçi esnafı ise balıkçılann, eşek ve at sürücülerinin kullandıklan ağır mal taşımak için sağlam sepetler yapar. Aynca son derece sağlam ve kullanışlı tavuk kümesleri de yaparlar. Süngerci dükkanları Balıkpazan civanndadır. Naksos ve civar adalanndan getirilen ve kişisel temizlikte kullanılmayan sünger, sadece mermer zeminler ile, banyo ve mutfak temizliğinde kullanılır. Terzi, balıkçı, Bulgarlann yaptığı balıkçılık, ıtırcı, zerzevatçı, helvacı, dellak, şekerci, daha çok Türklerin ve Rumların yaptığı poğaçacılık, börekçi, simitçi, kurabiyeci, leblebici, kadayıfcı, gezgin buz satıcısı dondurmacı, gezerek fakirlere su dağıtan, daha çok Türk ve Ermenilerden oluşan sakalar, fincancı, nargile şişeleri yapan şişeci, tesbihci, miskci, simsarlık ve aracılık yapan donatıcı, mücevher tasarlayan ve yapan sadikar, mücevherin işlemesini tamamlayan kalemkar, mücevhere taşı koyan mıhlamacı, mücevheri temizleyi parlatan perdahçı, gümüşçü,zarfçı, mercancı, altın ve gümüş parçalarda darphane mühürünü kontrol eden damgabaşı, değerli taşların değerini tespit eden yetkili kibla kuyumcu, kavaf (ayakkabıcı), halıcı, sahte mücevher yapan yüzükçü, pamuktan ürünler satan Ermeni pamukçular, tamamı Müslüman olan çıkrıkçı, nalinci, çubukçu ve imameci, lüleci,nargile için marpujcu, misafirleri takdim eden selamağası ve uşak görevi yapan ikramağası, sahhaf, hattat, kağıtçı, mücellid, mürekkebci, dellal, artık yok olmuş olan altın ve çelik işlemeciliği, çadırcı, yük hayvanları için kuşak, yular, bağlama ipi, çuval, eğer ve yem torbası vb. yapan mutafcı, koşum takımları yapan sarraç, balmumcu, kasaplık, kümes hayvancılığı, fırıncılık, uncu, mısırcı, eskiden Yeniçerilerin yemek kaplarını üreten kazancı, kömürcü, çoğunlukla Yahudilerin yaptığı kıymetli taş işlemeciliği, çoğu Ermeni olan mimarlar, fesçi, çoğunlukla Ermeni, Rum ve Yahudilerden oluşan, fes püskülü satan kazzaslar, Ermeni hazır giyimci olan kapamacı, macun hazırlamayı mutlaka bilmesi gereken eczacı, berber, çoğunluğu Arnavut olan at bezirganları, hamamcı, telak, kulana, hamamcı hatun, usta kadın, telek, hammal, terlikçi, sucu, aşçı, imam, ekmekçi, mumcu, attar, abacı, bıçakçı, bozacı, derici, hırdavatçı, zerzavatcı, kasap, müezzin, dokumacı, madenci, çörekçi, tulumbacı, kahvehaneci, çömlekçi, kömürcü, fırıncı gibi mesleklerin bahsi geçmektedir.
White esnaf kuruluşlarının örgütlenme açısından gayrimüslim veya Müslüman olarak ayrıldığı şeklinde bir bilgi vermiyor. Tam tersine sadece Müslüman veya gayrimüslim üyelerden oluşan loncalar olduğu gibi Müslümanların veya gayrimüslimlerin azınlıkta olduğu veya üyelerinin her iki kesimden de eşit sayıda birlikte olduğu loncalardan bahs etmektedir. Bunların arasında bir çatışma olduğuna dair bir bilgi yoktur.
İstanbul'da tüm çalışanlar toplumsal sınıflar (loncalar) biçiminde örgütlenmektedir. Esnaf örgütünde aşılamaz etnik ve dini köken farklılaşması yoktur. Söz gelişi eskiden Yeniçerlerden oluşan kasap esnafı artık Müslüman ve Hıristiyanlardan oluşuyor. Loncalar bu nedenle millet (dini) örgütlenmesinden farklı, bu örgütlenmeye paralel başka tür bir toplumsal örgütlenme biçimidir. Çalışan erkek nüfusun, çocuk ve kadın dışında, loncalara dahil olduğunu görüyoruz. Deyim yerindeyse bütün İstanbul halkı lonca örgütlenmesi içinde belli bir varlık göstermektedir. Millet sistemi nasıl bir denetim ve gözetim unsuru olarak önemliyse, lonca örgütlenmesi de bir başka düzeyde bu kadar önemlidir. Esnaf örgütleri sadece ekonomik bir görev görmemişlerdir. Toplum sınıflarının kendi içindeki dayanışma ve birliği de sağlamıştır. Lonca, üyesinin meslekisorunları dışında da (yeni dükkan açma, ürün dağıtımı, rekabetin önlenmesi vb.) sağlık sorunundan barınma sorununa kadar bazı meselelerinin halledilmesinde de yardımcı olmaktadır. Böylelikle başı boşluk ortadan kaldırılarak, toplum en geniş biçimde düzene katılmaktadır.
Toplum bir yandan dini cemaatlere dini örgüte dayalı bir sistem, diğer yandan meslek örgütlenmelerine veya lonca sistemine dayalı bir sistem aracılığıyla düzene ortak olmuştur. Bu örgütlenmelerin dışında yaşamak mümkün değildir. Bu nedenle İstanbul'da yabancılar, Avrupalılar sistem dışı kalarak ancak elçilikler aracılığıyla varlıklarını sürdürmüşlerdir. White'in İstanbul'da toplumsal yaşama temelde katılamamasının veya Pera'daki yabancı nüfusun toplum dışında kapalı bir hayat sürdürmesinin nedeni de bu olmalıdır. Yabancılar ancak elçilikler emrinde veya gözetiminde bilgilenme ve yaşantılarını sürdürme imkanı bulabilmişlerdir.
Osmanlı dini, etnik ve mesleki farklılıkları gündelik yaşam düzeyinde kabul etmiş hatta bunu teşvik etmiştir. Gündelik ilişkiler temelinde siyasi düzeyde bir çözüme veya devlete ulaşmak mümkün olmadığı için Osmanlı siyasetin tekelini elinde tutmuştur. Devlet kendine toplumsal bir temel yaratabilmek için kendine bağlı bir toplumsal düzen yaratmıştır. Bu nedenle esnaf ve millet örgütlenmesi bütünüyle devletin gözetiminde ve denetimindedir. Devlet açısından lonca sisteminin faydası hem denetimin sağlanması hem de vergilerin kolayca toplanmasıdır. İngiltere'nin veya White'in kaygısı bu toplumsal yapıyı, lonca sistemini değiştirmek değildir. Bu sistemi anlamak ve kendi çıkarları açısından bu sistemden faydalanmaktır. White bu nedenle gündelik hayatı, çarşı-pazar, ticaretin yapısı ve lonca örgütlenmesi düzeyinde ayrıntılı olarak anlamaya ve açıklamaya çalışmıştır.
 
 
3.ÇARŞI - PAZAR
 
White'ın esnaf örgütlenmesi ile ilgili belli bilgiler verdiği görülmektedir. Bu örgütlenme biçiminin gündelik yaşamdaki görüntüsü çarşı, pazar, bedestan, han, hane, kapan olarak ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan esnaf örgütlenmesinin almış olduğu değişik biçimler vardır.
Çarşı ve pazarlar dini ve gündelik ihtiyaçlar için her türlü malın veya emtianın satıldığını yerlerdir. Çarşı ve pazarları ele almak, beraberinde yerel malları, yerel ticareti, sanayii ve esnaf örgütlerini de inceleme ve tanıma imkanı doğuracaktır.
Pazarlar ve çarşılar üstü açık mekanlardan veya yanyana dükkanlardan oluşmaktadır. Yabancıların ve Peralılann bazar dedikleri kapalı mekana Türkler kare anlamına gelen ve kökü dörtten gelen çarşı derler. Bazar / pazar kelimesinin kökü bezden gelmektedir467. Dört kapısı olan müstakil binalar olarak yapılan bedestanlar zamanla eklenen yapılarla, sokaklarla üstü kapalı, kütlenen kapıları olan bir yapı halini almıştır468. Bedestan Arapça bez ve estan (yer) kelimlerinin birleşimidir ve bez satılan yer anlamına gelmektedir. İlk kurulduğunda bedestanın amacı bu iken şimdi çok çeşitli bedestanlar bulunuyor469.
Bedestanlar ve merkezi çarşılar diğer bütün pazar ve çarşılardan kapalı olmaları ile ayrılırlar. Büyük bedestanın mimarisi benzeri olan Mısır Çarşısı hariç, diğer çarşılar normalde kapalı olmayan mekanlardır470.
Hanlar ise perakende satış yapılan aynı zamanda da konaklama yeri olarak da kullanılan mekanlardır471. Bu mekanlarda hem yerli halktan insanlar hem de yabancılar konaklar. Odalar mobilyasız olarak, ayda otuz ile altmış kuruş arasında kiralanır. Han kapılan güneş batar batmaz kapatılır, binada yemek pişirmek, yatsıdan sonra ateş mum, fener yakmak yasaktır472. Bu tür yerlerin müşterek kuralı gereği hiçbir kadın tek başına veya birisiyle handa geceleyemez. Kadınlar kervansaraylarda veya evlerde kalabilir. Kadınlar hana gündüz ancak bekçi refakatinde girebilirler. Hanlarda kahya veya hancı, kapıcı ve odabaşı görevlileri bulunur473. Hane han ile aynı kökten gelir, ancak fabrika anlamındadır, imalat yapılan yerlerdir, ama aynı zamanda perakende satış da yapılır474. Kapan ise depo, ambar anlamına gelir. Kapanlar toptan satış yapılan geniş binalardır475. Şehirdeki kapanlardan biri Galata'da Yağ Kapanı476, Haliç Köprüsü'nün güney ucunda Unkapanı, Galata limanının karşısında yeralan Odunkapanı, balkapanı, tuzkapanı ve kurşunkapanı şehirdeki önemli kapanlardır477.
İstanbul'da belli bölgeler ve sokaklar ticaret bölgeleri olarak anılmaktadır. Perşembe Pazarı'nın bulunduğu limana (Çarşısına) Kule kapısından doğru ulaşılır. Önemli Frenk tüccarların mağazalan ve muhasebe bürolan bu civardadır. Çarşının adı burada Perşembe günleri kurulan bir pazardan gelir. Bazı semtlerde ve cami avlularında belirli bir zamanlarda kurulan pazarlar da vardır. Ramazan ayında Bayazıt Cami'nin avlusunda kurulan pazarda. İmparatorluğun en mühim kişileri vakit geçirirler. Padişah da sahhaflar çarşısındaki bir köşkten pazarı izler. Açık meydan ve avlularda kurulan pazarlar yanında belirli alışveriş caddeleri de bulunmaktadır. Topkapı Sarayı'mn Bab-ı Humayun'dan başlayıp, At Meydanı'nın kuzeyinden geçip, Binbir Direk Sarnıcı ve II. Mahmut'un türbesinden, Eski Konstantini Forumundan geçerek Yanık Taş (Dikili) meydanına, oradan ve Bayazıt Camii'nin güneyinden Seraskerlik Meydanına çıkan uzun Divan Yolu kalabalık ve hareketli bir caddedir. Burada çok çeşitli dükkanlar yeralır. Bir başka alışveriş caddesi Çakmakçılar Yokuşu'dur. Burada en ilginç dükkanlar hem Hıristiyanlar hem de Müslümanlar için çeşitli malzemelerden yapılmış teşbih satan tesbihci dükkanlarıdır. Çakmakçılar Yokuşu'ndan yukarı çıkılınca Eski Saray'ın duvarları altından geçen ve Seraskerlik kapısına ulaşan Mercan Yokuşu'na varılır. Hareketli ticaret yerlerinden biri de Alaca Hamam Sokağı'dır. Dar, bozuk ve son derece pis, kaldırımları yüksek fakat dar olan bu sokak ticaretle ilişkisi olan herkes için, Galata ile çarşı ve hanlar arasındaki zengin bir alışveriş caddesidir. Bunlar üstü açık alışveriş caddeleri ve meydanlarıdır. Büyük Çarşı (Kapalı Çarşı) dan uzak yerde değildir.
İstanbul'a gelen yabancıların, saray ve cami haricinde ilgisini çekebilecek mekanların başında bedestanlar ve çarşılar gelir. Bazar da denen Büyük Çarşı, Doğu sanayisinin çok çeşitli ve değerli ürünlerinin satıldığı, kapalı, pekçok sokaktan oluşan, adeta labirent şeklinde karmaşık bir yapıdır. Yazar kitaba başvuracak gezginlerin çarşı içindeki gezilerini kolaylaştırmak için çarşıyı bölümlere ayıracağını ve II. cildin sonunda yer alan Büyük Çarşı planının yardımıyla herbirini sırayla gezerek anlatacağını, bunun hem rehber olarak hem de bütünün açıklanmasında faydalı olacağının belirtiyor.
White'ın çarşıların konumu fiziki durumları hakkında belli bilgiler verdiği görülmektedir. Büyük Çarşı Kuzeyde Mahmutpaşa ve Mercan Yolu üzerindeki çeşitli hanlar, güneyde Bayazıt Camii ve külliyesi, doğuda Nuruosmaniye Camii ve bitişik hanlar, batıda Valide Camii'nden Seraskerliğe uzanan Mercan Yoluna açılan çeşitli hanlar ile çevrili dörtgen bir yapıdır. Bu bina 350 yard kare genişliğinde düzgün olmayan bir dörtgendir. Acı Çeşme'den Cevahir ve Kuyumcular Çarşısı'na gidilir. Burası Büyük Çarşı'nın en hareketli ve en zengin çarşılarındandır.Bütün cevahir dükkanları yerden bir metre yüksek ve üç yanı açıktır. Dükkanların arkasında, işin yapıldığı kapalı bir yer bulunur. Dükkanın önünde içinde satış için malların sergilendiği bir veya daha fazla camekanın bulunduğu dar bir tezgah yer alır. Değerli mücevherler burada sergilenmez, dolapta veya mücevhercilerin Çokadcılar Han'ında kiraladıkları odalarda muhafaza edilir. Hayret uyandıran ve parıldayan çeşitli malların satıldığı Terlikçiler Çarşısı gezginlerin en çok ilgisini çeken mekanlardandır. Dükkanlar yerden kırkbeş santim yüksekte, tabam hem dükkan sahiplerinin oturma yeri hem de tezgah olarak kullanılmak üzere halı veya hasırla kaplıdır. Dükkanın arkasında namaz kılmak için ayrılmış kapalı bir bölüm bulunur. Fatih Sultan Mehmet tarafından eski Bizantium'um Forum Artopoleon'un (fırıncılar çarşısı) kalıntılarının bir bölümünün üzerine kurulan, ancak pekçok yangından sonra III. Ahmet tarafından 1708'de taştan yaptırılan Cevahir Bedestanı'nın kuzeybatıda Sahhaf, kuzeydoğuda Kuyumcular, güneydoğuda Zenneciler, güneybatıda Kolancılar olmak üzere kubbeli dört kapısı bulunur. Bina onbeş kubbeli, dikdörtgen, yüksek tavanlı, demir parmaklı pencereli, çatısı sağlam sütunlarla desteklenmiş, ancak içi karanlık ve kasvetli bir yapıdır. Bina kuzeybatıdan güneydoğuya uzanır.
 
Sandal (ipek) Bedestan'ı 1530'da Kanuni Sultan Süleyman tarafından Bizans Artopleon'unda ekmekçilerin dükkanlarının olduğu tahmin edilen yerde yaptırılmıştır. 1651'deki büyük yangında bütün çarşılarla beraber yanmış, aynı yıl tekrar ahşaptan yaptırılan bedestan 1701'deki bir başka yangında kül olmuştur. 1706'da III. Ahmet bedestanı taştan yaptırmıştır. Bedestan Nuruosmaniye'nin karşısındaki Zincirciler, kuzeyde Çukacılar, batıda Fincancılar, güneyde Kürkçüler olmak üzere dört kapısı bulunan dört sırada yirmi kubbeli, içi altı bölüme ayrılmış bir binadır.
Fatih Sultan Mehmet tarafından fetihten birkaç yıl sonra kurulan Esir Pazarı'ı pekçok defa yanmış ve tekrar inşaa ettirilmişti. Geniş ahşap bir kapıdan girilen pazar, sabah sekizden öğlene dek açık, Cuma günleri kapalıdır. Binanın içi yamuk bir dörtgen şeklindedir. Binanın ortasında, üst katı esir tüccarlarının konaklaması için ayrılmış müstakil bir yapı yeralmaktadır. Buna bitişik bir kahvehane ve yakınında da yıkık bir cami vardır. Binanın ikamet edilen üç tarafından ahşap sütunlarla desteklenen ve köşelerinde basamaklar olein açık bir kemeraltı yeralır. Bu kemerin altında birbirinden paravan ve banklarla ayrılmış platformlar bulunur. Müşteriler ve tüccarlar alışverişi burada yaparlar. Bu bölümün arkasında biri konaklamak, diğeri mutfak ve geçiş olarak kullanılan iki kısımdan oluşan odalar vardır.
Şehirdeki en eski ve en önemli çarşılardan ikisi Saraçhane (koşum takımı) ve yakınındaki Kavafhane'dir. Saraçhane bu tip mekanların en orjinal ve eğlendirici yerlerinden biridir. Şu anda kavafların bulunduğu cadde eskiden yüksek tavanlı, kubbeli ve kapılan olan kapalı bir yapı idi. 1715'te bir yangında bütün çatısı ve kapılan yanan Kavafhane (ayakkabıcı) onanlmamıştır.
Mısır Çarşısı Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1560'da ahşap olarak yaptırılmıştır. Pek çok yangından soma Sultan Ahmet 1609'da taştan yaptırmıştır. Her iki tarafı dükkanlardan oluşan uzun bir caddeden ibarettir. Uzunluğu 127 metre, genişliği 18 metredir. Binanın içi, ıtırcılardan oluşan esnafa uygun olarak havadar ve serindir. Dükkanlann genişliği üç ile dört metre arasında, derinliği ise üç metredir. Dükkanlarda tezgahın arkasında dar basmaklarla çıkılan ufak açık bir kısım bulunur, arka tarafta ise namaz kılmak için kullanılan küçük kapalı bir oda vardır. Binanın genişliği, ürünlerin bolluğu ve çeşitliliği, düzeni, satıcılann saygınlığı burayı şehirdeki en orjinal ve ilgi çekici mekanlardan biri haline getirir. Karşı kıyıda ise Perşembe Pazan'nın hemen yakınında küçük kapalı bir bina olan ve eski Galata Bedestan'ı yer alır.
İstanbul'da bu merkez çarşılar dışında, ticaret ile ilişkili diğer büyük yapılar hanlardır. İstanbul'da otuzaltından fazla han bulunur. Bu ve diğer bütün hanlar vakıflaştınlmıştır. Bu hanlann çoğu Büyük Çarşıya yakındır, bazı hanlann çarşıya açılan kapılan vardır. Mevcut hanlar içinde IV. Murat ve İbrahim'in anneleri Mah-Peiyker Sultan'ın 1646'da yaptırdığı Yeni Han ve Vezir Hanlar en önemlileridir. Çakmakçılar Yokuşunda bulunan büyük yapılar Sünbül, Yeni ve Valide Hanlandır. Yeni Han şehirdeki en büyük handır. Taştan, sağlam sütunlarla desteklenmiş galerileri bulunan, üç katlı, ve değişik genişliklerde yaklaşık üçyüzyirmi ile üçyüzelli arasında odası, biri deve veya atla gelenler için bodrum kata açılan, diğeri yayalar için iki girişi bulunan geniş dikdörtgen bir yapıdır. Valide Han ondan biraz daha küçüktür. Bir dış bir de iç avlusu bulunur. İki katlı ve yaklaşık ikiyüzelli oda bulunan, kubbeleri kurşunla kaplı, geniş depolar ve ikiyüz at alacak genişlikte ahin olan bir handır. İç avlunun ortasında mescid yer alır. İstanbul ve banliyölerinde zengin ve hayırsever kişilerin yaptırdığı pekçok kervansaray bulunmaktadır. İçlerinde en büyüğü Üsküdar'daki kervansaraydır. Fantastik süslerle bezenmiş atlardan, develerden, eşeklerden ve hayal edilebilecek her tür giysiler içindeki ve türlü silahlarla donanmış insanlardan oluşan büyük kervanlann gelişi sırasında bu binaların geniş avlusundan daha orjinal ve eğlendirici birşey yoktur.
Çarşılarda dükkanı bulunan esnafın ödemesi gereken çeşitli vergiler vardır. l)her meslek grubunun kahyası tarafından vakıf yönetimine dükkan başına oniki kuruştan fazla olmamak üzere yıllık vergi, 2) ihtisaba ödenen yıllık beş kuruşluk vergi, 3) kahyaya ödenen birkaç para, 4) bütün binayı vakıftan kiralayan ve dükkanların veya bölgenin bağlı olduğu caminin sorumlusu olan kişiye her kiracının ödemesi gereken aylık beş ile otuz kuruş arasında değişen kira ücreti. Bu vergilerin yanı sıra her dükkan kiracısı, bekçilerin maaşının ödenmesi için bekçibaşına ayda on beş para ödemek zorundadır. Bütün bedestanlann ve kapalı satış mekanların yönetimi vakıflara aittir ve arsalar, binalar, ve satış yerleri vakıflaştmldıklarından dolayı başkasına devredilemez, satılamaz.
Merkezi çarşıların tümü bekçibaşının ve emrindeki birçok bekçinin korumasındadır. Bekçiler çarşıların muhafazasını ve kurallara uyulmasını sağlamakla görevlidirler. Gün batarken göreve başlayan bekçiler sabaha dek nöbet tutarlar. Bekçibaşı zabıtaya ve çarşının bağlı olduğu vakıf yönetimine karşı bütün çarşı binalarını korumakla yükümlüdür. Bu nedenle binalarda ateş ve fener yakmak, sigara içmek, içerde gecelemek ve akşam namazından sonra binada bulunmak yasaktır.Gün doğumunda açılan Mısır Çarşısı ikindi namazında kapanır, Cuma günleri ve Ramazan'da açılmaz. Kiracılarının tümü Ermeni olan Sandal (İpek) Bedestanı Pazar ve bayram günleri hariç her gün, sabah sekizden akşam dörde kadar açıktır. Esnaf Hıristiyan olduğu için düzenlemeler buna göre yapılmıştır ve Osmanlı Devleti buna karışmaz, tam tersine dinlerinin gereğini yapmayanları hoşgörmez. Burada dükkanlar eskiden otuzbin kuruşa devredilirdi ancak kıyafet değişikliği ve Avrupa'dan getirilen kumaşların tercih edilmesi yüzünden dükkanlar eskisi kadar kar getirmemektedir. Cevahir Bedestan'ı şeyh veya kahya, vekil ve altı ihtiyar tarafından yönetilir. Altı bekçi gündüz kapıcılık, gece binada nöbetçilik yapar. Bedestan Cuma günleri kapalıdır, Ramazan'da öğleden ikindiye kadar açık tutulur. Normal günlerde öğlen kapanır. Bedestanlarda dellal denen kişi bedestanda dolaşarak eşyaya en yüksek fiyatı verene satar.
White'ın bahs ettiği bazı çarşılar, çarşıların yerleri ve satılan mallar ve icra edilen meslekler şunlardır. Perşembe Pazarında fuarda düz ve desenli pamuklu kumaş, keten satıcıları, bıçakçı, kumaşçı, nalbur, kalemkan denen pamuk ve muslin kumaş satıcıları bulunur. Galata Çarşısı Yeni Mahalle semtindedir. Bir bölümü yorgancılar, diğeri eski silah satıcıları tarafındankiralanmıştır. Halic'in karşı kıyısında bulunan Mısır Çarşısının ismi burada satılan malların ya doğrudan Mısır'dan ithal edilmesinden ya da Hindistan veya Arabistan'dan gelen malların Mısır üzerinden istanbul'a ulaşmasından kaynaklanır. Mısır Çarşısında eczacıların, parfümcülerin ve saç boyacılarının istediği bütün doğal ve yapay ürünler bulunur. Bunların en önemlileri maştaki, zamk, sürme ve kınadır. En kaliteli kına Mekke'den gelir, okkası beş ile sekiz kuruş arasındadır. Burada satılan diğer ürünler ise sandal ve öd ağacı, kargabüken, balmumu, civa demirhindi, ravent, parfüm yapmak için karankunlak ve misk, pastil için amber, süngertaşı, afyon, borak, şap, haşhaşbaşı, gülab, tarçın, zencefil, çöven, kükürt, ilaç yapımında kullanılan adasoğanı, ayaktaşı,. Ayrıca baharatlar, kök ve tohumlar, kökboyalan ve her çeşit mineral ve boya da satılır. Tütüncü hemen her yerde bulunur, ama esas toptan satıcılar Zindan Kapısı civarındadır. Yılda kaklaşık 24 milyon okka (yaklaşık 290.000 ton) tütün tüketilir. Tütün sert, orta ve hafifi olmak üzere üç tiptir. Kışın sert, yazın ise orta tütün içilir. Hafif tütün ise diğer iki tip tütün ile karıştırılıp içilir. En iyi tütün Selanik'ten ve Suriye'de Lazkiya'dan gelir. Mısır Çarşısının güneybatı kısmında Ketenciler Çarşısı denen kısa fakat geniş bir cadde bulunur. Sağa ve sola doğru uzunluğu yaklaşık yedi metredir. Keten, kenevir, üstüpü, ham pamuk, ip ve sicim satılır. Ham keten Rumeli, Anadolu ve Eflak'ın çeşitli yörelerinden gelir ama en kalitelisi Mısır'dan gelir. Bu yüzden bu mallar Mısır Çarşısında satılır. Ketenciler Çarşısının kuzeybatı girişinin karşısında şehirde tüketilen kahvenin büyük kısmının kavrulduğu, çekildiği ve bakkal ve kahvehanelere toptan veya perakende satılddığı Tahmishane bulunur. Devlet tekelinde olan Tahmishane bir Türk kahyanın denetiminde Ermeni bir şirkete iltizama verilmiştir. Bu kurumun Avrupa'da benzeri yoktur. Depolama ve ayırma için ayrı odalar, kavurmak için fırınlar ve kahveyi çekmek için değirmenler bulunur. Tahmishanenin birkaç metre ilerisinde Hasırcılar Çarşısı vardır. Mısır'dan getirilen hasır, büyük evlerde merdivenlere, koridorlara ve odaların döşemesini kaplamak için kullanılır. Üzerine halı serilir. En pahalı hasırın pike karesi iki üçü kuruş arasındadır. Hattatlar sokağını ve iki Bit pazarını Uzun Çarşı'dan büyük kapılar ayırır. Uzun Çarşıda ev gereçleri üreten ve satan esnaf bulunur. Çarşının ilk bölümünde Fenerli Langa Bostan ve Balatlı Hıristiyan ve Yahudi kadınların yaptıkları ketenli ve pamuklu mendil, ipek kumaşlar satılır. Sarık, uçkur, kuşak, muştim ve ihram ise en çok tercih edilen mallardır. Uzun Çarşının batısında pekçok sokak Yorgancılar Çarşısı'm oluşturur. Burada yorgan, yastık, çeşitli halılar ve minder satıcıları bulunur. Tarpujcular Çarşısı denen sokakta tarpuj denen ve fes yapınında kullanılan bir tür kabarık kumaş, gecelik denen yatarken giyilen şapka, kadınlarınkullandığı takke, üzerine turban sarılan kavuk satılır. Terlikçiler Çarşısında evde giyilen yumuşak tabanlı lapçin, dışarı çıkarken onun üzerine geçirilen kalın tabanlı kondura, veya eski kıyafete uygun olarak yumuşak tabanlı san mest, dışan çıkarken üzerine giyilen san papuş, mestin üzerine geçirilen terlik, at binerken giyilen çizme satılır. Terlikçiler Çarşısı'ndan bir sokak Büyük Çarşı içindeki en ilginç ve orjinal yerlerden olan Yağlık / İşli Mendil Çarşısı'na çıkar. Buradaki bütün esnaf Türktür. Dükkanlann üç yanı açık, ve yanındakinden yanm metreden alçak bir bölme ile aynlır. Dükkanlann arka kısmı raf ve çekmecelerle donatılmıştır. Satılan ürünler arasında en beğenileni duhani veya tütün kesesidir. Bunlar ve bütün nakış işleri Fener, Pera ve Boğaziçi'nde yaşayan ve bu işle ve kalemker denen muslinden mendil boyayarak geçinen Rum kadınlar tarafından yapılır. Tarabya nakış yapan kadınlan ile bilinen yerlerdendir. Burada satılan mallar eşarp, işleme çevre, tuzani, yorgan, tandır bezi, işleme seccade, peştamel, makrama, yağlık, uçkur, peşkir, havlu, tarabuluz, gömlektir. Yağlıkçılar Çarşısı'ndan Kumaşçılar Çarşısı'na geçince Bursa denen ama Üsküdar'da üretilen pamuk ve ipek karışımı kumaşlar satan Ermeni ve Rum dükkanlanna ulaşılır. Burası üç kubbeli bir yerdir. Cevahir ve Kuyumcular Çarşısında erkeklere ve kadınlara göre satılan mallar şunlardır. Erkekler sadece pırlanta, roza taşından, yakut, zümrüt, safir, opal ve benzeri taşlardan yapılmış yüzük takarlar, kadınlar tepelik, ansilik, çelenk veya peruşan, nazarlık, yarmahi, yıldızane, patena ve hacılokum, tuğra, küpe, abdest küpesi, Maşhallah yazan pırlanta, yemeniye tutturulan inci kolyeler, gerdanlık, bilezik, kuşak kullanırlar. Tülbent Çarşısı'nda kumaş, pamuk vs. satan Ermeni ve Rumlann dükkanlan bulunur. Bu çarşıda Avrupa'dan, özellikle de Almanya'dan getirilen ürünlerin yanında, eski kıyafette kullanılan tulbend de satılır. Üst düzeydeki Ulemanın giydiği beyaz turbana sank denir. Sadece Peygamber'in soyundan gelenler yeşil sarık giyebilirler. Kaşıkçılar Çarşısı, Çakmakçılar Yokuşundan Yeni Hanın güney duvanna paralel uzanan bir sokağın içindedir. Burada kaşık, şimşir, fildişi, boynuz ve kaplumbağa kabuğundan tarak, portakal ve zeytin ağacından veya fıldişinden kürdan satılır. Kürkçü esnafı Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulmuştur. Kürkçüler Çarşısı'ndaki esnafın tümü Ermenidir. Kürk giyimi maddi güçten ziyade rütbe ile ilgilidir. Padişahın izni olmadan hiç kimse sokağa tilki kürkü ile çıkamaz. Padişah bu izni sadece sadrazama ve sevdiği paşalara verir. Üst düzeydeki paşalar padişahın izni ile kürk giyebilirler, padişah özel bir törenle bir kişiye kürk giyme izni verir. En değerli kürkler tilki ve samurdur. Samur onbeş bin ile yirmibin kuruş arasındadır, tilki onun iki katından fazladır. Cevahir Bedestanındaki bütün kiracılar Müslümandır, ve hem devlet hem de halk bu esnafa büyük saygı duyar. Binanın sağlamlığı, yangına karşı dayanıklılığı ve idareninkalitesi buranın yüksek tabakadan kişilerin, hacca veya uzak yere seyahate giden insanların değerli eşyalarını kasalara bıraktıkları bir yer olmasına sebep olmuştur. Bedestan bu işlevinin yanı sıra paraya ihtiyacı olanların değerli eşyalarının açık arttırma ile satıldığı bir yerdir. Burada satılan pekçok maldan bazılar antika silah, porselen, amber, mercan ağızlık, işlemeli kumaşlar, pirinç kaplama yemek takımları, abdest almak ve parfüm yakmak için gereçler, süslü kayış, leopar kürkü, sedefli kutular, gümüş ve pirinç yazı gereçleri, saat, şal, nargile, pelise, pelerin, ok, cirit, balta, topuz(gürz), mercan teşbih, İran'dan zümrüt ve gümüş telkaridir. Eskiden Sandal Bedestam'nda satılan malların tamamı yerliydi. Son on yılda, özellikle Bab-ı Ali ile yapılan ticaret antlaşmaları sonucunda yerli üretimde ipek ticareti %50 azaldı. Şu anda İngiltere, Fransa ve İtalya'dan benzer ürünlerin taklitleri büyük miktarlarda ithal ediliyor. Eskiden afyon kullananların mekanı olan Tiryaki Çarşısı'nda artık en usta berberler bulunuyor. Bu çarşıda dükkanı bulunan berberlerin çoğu Ermenidir. Türk berberlerin dükkanları Eyüp'tedir. Kullanışlı silahların satıldığı büyük dükkanların bulunduğu Bit Pazarı gün boyunca en aşağı tabakadan insanlarla doludur.
Balık Pazarı iskelesinden çıkan birkaç dar sokak şehir surlarına paralel geniş bir cadde olan Balık Pazarı'na çıkar. Burada satılan balıkların sayı ve çeşidi çoktur fakat kalitesi ve ebatları azdır. Balıkçı dükkanları Avrupa'dakiler gibi itinalı düzenlenmemiştir. Balık türleri tekir, uskumru (çiroz), istavrid, lise, palamut, ton, kaya, kefal, kırlangıç, gümüş, levrek, kılıç, izmarit, iskorpit, mercan, mersin, lapina, sardalya, kalkan, lüfer, midye, istiridye, teka, (yanuz)domuz balığı, köpek balığı, yengeç, mürekkeb balığı, deniz yıldızı, deniz örümceği vb.dir. Balıkçılar örgütü perakendeciler ve toptancılar olarak ikiye ayrılır. Topancılann satış yerleri limana ve denize yakındır. Açık arttırma yöntemiyle yapılan satışı Balıkemini denetler. Perakendecilerin çoğu Rumdur ve halk sağlığını korumak için dükkan sayısı kırkbeş ile sınırlanmıştır. En önemli balık pazarları İstanbul'da Balık Pazarı, Kum Kapısı ve Samatya Kapısı'nda, Galata'da ise Karaköy ve civarındakiler ve Pera'nın kuzey ucunda bulunmaktadır.
Alaca Hamam Sokağı'nın en üst kısmında adi çömlekçi, nargile şişesi ve pirinç kaplar yapan Yahudi şişeci dükkanları bulunur. Şişeci dükkanlarının karşısında ise porselen, kaplama eşya ve Bohemya camı, fincan ve zarf satan Ermeni fincancı dükkanları vardır. Bayazıt Camii'sinin avlusunda kurulan pazarda porselen, kesici aletler, parfüm, teşbih, İran tütünü, silah, antika eşyalar, yazma ve matbu kitaplar satılır. Sahhaf dükkanları çarşıdaki en kötü dükkanlardır. Dükkanlarda dikkat çekici bir şey yoktur. Sahhaf katalog veya bir liste bulundurmaz, mevcut kitapların isimleri ve fiyatları ezberindedir. Bir dükkanda ortalama yediyüz cilt kitap vardır. Bu durmda bütün sahhaf çarşısında otuzbinden az kitap bulunmaktadır. El yazması kitaplar çok pahalıdır, matbu kitaplar bile Avrupa'dakilerin iki katı fıyatındadır. Bunun nedeni matbaanın tekel olması ve baskı sayısının azlığıdır. Yayıncı kitap karşılığında belirlenmiş bir ücret alır. Bundan soma kitabın fiyatı müzayedede satılıyormuş gibi belirsizdir. El yazması kitapların fiyatı yazının ve süslerin güzelliğine ve hattatın ününe bağlıdır. Örneğin Kur'an 100 kuruş ile 10 bin kuruş arasında satılır. Ama 25 bin kuruşa hatta 50 bin kuruşa satıldığı bile olur. Deli Osman ve Şeyh Efendi'nin el yazmaları böyle yüksek fiyata satılır. Güzel süslemeli bir Kur'an'ı 5bin 6bin kuruştan ucuza almak mümkün değildir. İstanbul'un en ünlü iki sahhafı Süleyman Efendi ve Hacı Efendi'dir. Sahhaflar işleri konusunda çok kıskançtırlar. Bu kişilerden mesleğin özelliğini öğrenmek hiç de kolay değildir. Türk kitapçılar yabancılara kitap satmanın yasak olduğunu söylerler. Ancak böyle bir yasak getiren fetva veya kanun yoktur. Bu tutmun sebebi ya kişisel fanatiklik ya da alınacak kitabın fiyatım arttırmak için yapılan bir hiledir. Hattatların dükkanları Hakkaklar çarşısındadır. Bu zanaat şehirdeki en saygın ve ilginç mesleklerden biridir. Bütün yabancılar bu çarşıya gelir ve bir hat eseri almadan çıkan olmaz. Bu esnafın bütün üyeleri Müslüman saygın ve yeterli eğitim almış kişilerdir. Divan Yolundan çıkan bir sokakta Tavuk Pazarı yer alır. Satılan kümes hayvanlarının miktarı çok ancak büyüklüğü ve lezzeti azdır. Kümes hayvanları oldukça ucuzdur, burada tavuk, hindi, kaz, ördek ve güvercin satılır. Eskiden Müslümanlardan oluşan esnafın çoğunluğu artık Bulgarlardır. Koşu takımlarının satıldığı dükkanların bulunduğu bir sokaktan güney kısmı Bozdoğan Sukemeri ile sınırlanmış olan, Fatih Sultan Mehmet'in kurdurduğu At Pazan'na çıkılır. Bazen At Meydanı ile karıştırılan pazar iki eşkenar olmayan küçük alandan oluşur. Pazarın civarındaki bir sokakta yük ve binek hayvanları için koşu takımları satan dükkanlar yeralır. Ayrıca gem, zincir, kaşağı, üzengi, yular, asma kilit imalatçıları ve nalbant ve mıhcı dükkanları da bulunur. Ahırlar yirmidört saat açıktır ve açık arttırma sabah sekizden öğlene dek sürer554. Seraskerliğin yanındaki Kağıtçılar Çarşısı'nda hikaye ve okul kitapları satılır555.
Haliç'in her iki kıyısında çarşılar bulunmaktadır. Bunlardan birisi yukarıda bahs edilen Mısır Çarşısı, diğerleri ise Galata tarafında Perşembe Pazarı (Çarşısı) ve Galata Çarşısı'dır. White'ın bize özellikle tanıttığı belli çarşı, pazar, bedestanlann olduğu görülmektedir. Bunlar şunlardır. Halic'in kıyısında Perşembe ve Galata Çarşısı, karşısında Mısır Çarşısı, Büyük (Kapalı) Çarşı, Ketenciler Çarşısı, Bit Pazarı, Bayazıt Camii avlusundaki pazar, Divan Yolu, Alaca Hamam Sokağı, Tiryaki Çarşısı, Yorgancılar Çarşısı, Tülbent Çarşısı, Cevahir Çarşısı, Kaşıkçılar Çarşısı. Bedestanlardan Sandal (ipek) Bedestanı, Cevahir Bedestanı vb. bunları çoğaltmak mümkündür. Bundan anlaşılan açık veya kapalı çarşılar, bedestanlar, hanlar, haneler, kapanlar perakendeciler ve toptancıların hepsi denize (Haliç) yakın ve limanla irtibatlı bir alanda toplanmıştır. Toptan ve perakende ticaret, imalathaneler iskeleler bir arada, aynı eksen üzerinde toptan ve parekende ticaret bölgesinden bahs edebilirz. Ticaretin aynı alanda yoğunlaşmasının getirdiği kalabalık bir nüfus vardır. Bu yerler muhtemelen şimdi Eminönü'nde olduğu gibi iş saatleri dışında çok tenha olan yerlerdir. İkametgahlar bu bölgenin yakınında ancak dışındadır. Yürüme mesafesi uzaklığındadır. Avrupa'da bir çok şehirde 19. yüzyılda getirilen geniş yollar açma, trafik düzenlenmesi İstanbul'da söz konusu olmamıştır. İstanbul'a gelen mallar daha çok Osmanlı eyaletlerinden gelmektedir. Sarayın ve halkın tüketimi içindir.
Batılılaşmaya rağmen toplum yapısında ve toplum ihtiyaçlarında önemli değişiklikler söz konusu değildir. Değişmelerin daha çok yönetimde ve yönetim ihtiyaçlarında olduğu görülmektedir. Bu nedenle çarşı-pazar yanında devlet işletmelerinde farklı bir örgütlenme biçimi olarak ortaya çıkmıştır.
Devlet şehir endüstrisi için gerekli olan hammaddeyi sağlamıştır. Bunun yanında bazı alanlarda doğrudan imalat işine girmiştir. En başta silah endüstrisi devletin tekelinde olan bir alan olduğu görülmektedir. Sultan II.Mehmet tarafından Saraç ve Kavafhanenin esnafına bazı ayrıcalıklar verilmiş daha sonra Kanuni Sultan Süleyman ve daha somaki padişahlar ayrıcalıkları arttırmışlardır. Kanuni Saraç esnafına '-hane' olma hakkı tanımıştır ki bu özellik çoğunlukla tophane, tershane veya feshane gibi sadece devlet teşebbüslerine verilir. Kavvafhane, Saraçhane ve Tabakhane esnafı eskiden en iyi Yeniçeri adaylarının çıktığı yerdi. Eskiden terzi esnafının da hanesi vardı. Ancak terziler artık şehrin çeşitli yerlerine dağılmışlardır556. Devlete ait üretim yerlerinden Fatih Sultan Mehmet'in kurduğu ilk kurumlardan biri kılıç ve benzeri kesici silah fabrikasıdır. Bu işte çalışmak üzere Yeniçerilerin arasından Suryeli en iyi zırh ve kılıç yapanlar seçilmiştir. Bu üreticilere pekçok imtiyaz verilmiştir ve tekelleştirilmiştir. Bu da Şam üretiminebüyük darbe indirmiştir. Bu fabrika Galata'da Kireç Kapısı civarında tekrar kurulmuş ve eski İstanbul denen hançer üretimi yapılmıştır. Bayazıt, Kanuni Sultan Süleyman ve diğer padişahlar bu fabrikayı iki asır faaliyette tutmaya çalışmışlardır. 1631'de IV. Murat bu fabrikayı bedestanın doğu tarafındaki bir binaya nakletmiştir. Şu anda hem devlet hem de özel sektörde silah, kılıç vs. üretimi yapılıyor, ancak bunlar Batı Avrupa ürünlerine kıyasla oldukça kötüdür. Dolmabahçe'nin karşı kıyısında yer alan, devlete ait, tüfek fabrikası birçok binadan oluşmaktadır. Üçyüz işçi çalışmaktadır. Fabrikada son zamanda İngilizler tarafından çalıştırılan ama artık Türklerin devraldığı elli beygir gücünde buharlı bir de motor bulunuyor. Fabrikada çalışan işçiler ya asker yahut İbrahim Paşa'nın ordusundan alınan esirlerdir. Bunlara ek ücret ödenmez. Askerler, kıyafet ve tayın yanında ayda yirmi kuruş maaş alırlar. Ancak fabrikada gerekli bir iş öğrenmektedirler ve ayrıldıklarında iş bulmaları kolaydır. Bu fabrikada ayda sekizyüze yakın tüfek veya tabanca üretilmektedir. Devlete ait bir başka fabrika da barut fabrikasıdır. Barutun şehir surları içinde satışı yasaktır. Barut satıcıları Eyüp'ün banliyölerinde ve civarında belli yerlerde satış yapabilirler. Özel barut fabrikası kurmak yasaktır. Devletin barut fabrikası Silivri Kapı ile St. Stefano arasında Uzunlar köyünde, deniz kıyısındadır. Fabrikanın başında baruthane emini unvanlı bir paşa bulunur.
Yeni kurulan bir çok fabrika İpek, Halı fabrikaları, devletin öncülüğünde kurulmuştur. Devlet kendi ihtiyaçları için doğrudan kendisinin oluşturduğu endüstride yabancı mühendisleri de kullanmaktadır. Darphane, silah fabrikası örneğinde bu görülebilir. Yakın zamanda Üsküdar'daki süvari birliğinin kışlasında Prusyalı pratisyenin idaresinde bir veteriner okulu kuruldu. Bu konu ile ilgili bir ders Galata Sarayı Tıp Akademisinde de okutuluyor. Yabancıların devlet işlerinde kullanılması eski Osmanlı geleneğidir.
Devlet imalathanelerinde çalışanlar, lonca örgütlenmesinden farklı bir yönetime sahip. Bu imalathaneler ve çalışanlar lonca örgütlenmesi içinde değildirler. Saray için çalışan mimarlar da farklı örgütlenme içinde olmuşlardır. İstanbul'da bulunan elli bine yakın askerden bahs edilmektedir. Bunların iaşesinin sağlanması bile çok önemli bir ticareti ortaya çıkarmaktadır. Ellibin askerin su, ekmek, tuz, yağ, et, giyim ve silah ihtiyacının karşılanması çok önemli bir ticareti ve bu işlerde çalışan geniş bir kesimi ortaya çıkardığını söyleyebiliriz. Devletin fes fabrikasında Ermeni yönetici yardımcısının direktifinde yüzelli işçi çalışmaktadır. Üretim ordunun ihtiyacını karşılamak için yeterlidir, fazla ürün çarşılarda satılır. III. Selim Camii'nin bitişiğindeki Üsküdar'daki ipek fabrikası III. Selim tarafından kurulmuştur. Bu nedenle fabrikaya ve üretilen ipeğe Selimiye denir. Herbirinde üç tezgah olan üçyüz kırküç oda bulunan, yedi yüz elli işçi çalışan fabrikada, 1843 baharında odaların ikiyüz ellisi faaliyetteydi ve üçyüz dokumacı çalışmaktaydı562. Boğaz'ın Avrupa yakasındaki ipek fabrikalarının birkaçı Pera'da ama çoğu Yedi Kule, Samatya ve Langa Bostan civarındadır. 1843 Mayıs'ında faaliyette bulunan tezgah sayısı beşyüz ondan ve işçi sayısı da üçyüzyirmibeşten fazla değildi. Hepsi toplam yediyüzaltmış tezgah ve yaklaşık beşyüz işçi faaliyette bulunuyor563 Devlet görevlilerinin kalacak yerleri, gündelik ihtiyaçlarının karşılanması (mumdan ayakkabıya kadar) ve bunların depolanması geniş bir ticareti, imalatı ve örgütlenmeyi gerektirmektedir. Yine devlet ihtiyaçlarının kalıcılığı, loncaların da en başta istikrarının ve belli ilkelerinin süreklilik kazanmasının nedenidir. Bu yüzden birçok malın tekeli devletin elinde olmuştur. Genellikle bu ihtiyaçların karşılanması için gerekli malların Osmanlı'ya bağlı eyaletlerden gelmesine o dönemde Osmanlı'nın dikkat ettiği görülmektedir. Ancak Batılılaşma ile birlikte ortaya çıkan bir çok yeni ihtiyacın karşılanmasında ise Avrupa'nın devreye girdiği görülmektedir.

BİZİM TİYATRO
 
" Oyuncularımız var, yabancı rolleri yabancılar kadar başarılı oynayabiliyorlar. Rejisörlerimiz var, Avrupa’da gördükleri mizansenleri burada aynen uygulayıp alkış topluyorlar. Yazarlarımız var, yapıtlarını yabancı örneklere benzetebildikleri ölçüde iyi yazar sayılıyorlar.
 
Hepsi iyi hoş da, peki ama nerde Türk oynayışı, Türk sahneleyişi, Türk yazışı, Türk algılayışı? Bir kelime ile nerde Türk tiyatro üslubu? “Bizim Tiyatro” işte bunun peşinde gidecek. Bize özgü olanı araştırıp bulup önünüze sermeyi deneyecek.
 
Tiyatro, elbet insanlığın ortak malı. Tiyatro tarihi, her ulusa ortak ve zengin bir birikim sağlıyor. Ama her ulus da ona yüzyıllar boyu kendi özelliğinden katkılarda bulunmuş, bulunuyor. Tiyatro alanındaki yeni görünen yolların çoğu işte hep bu eski ve yeni yöresel katkılardan doğuyor.
 
Türk oyun tarzı, Türk oyun yazımı, Türk jesti, mimiği derken şovence bir duyguya kapıldığımız, aman sanılmasın. Biz derken de bencil bir kısıtlamadan yana, hiçbir zaman olmadığımız lütfen hatırlansın.
 
Amacımız, tekelci bir kendi içine büzülüş değil, tam tersi, dünyaya, evrene açılış. Ama kendi kişiliğimizle. Bu ortak birikime kendimize özgü bir şeyler katıp yararlı olarak. Türkiye anlamına gelen bizden, insanlık boyutundaki BİZ’e uzanmak istiyoruz.”
 
HALDUN TANER
İSTANBUL EFENDİSİ
 




																	
TARLA KUŞUYDU JULİET
 



																	
ALEMDAR (Tohum ve Toprak)
 




ALEMDAR
																	
 
Bugün 20 ziyaretçi (27 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol