Osmanlı'da Basın
 
1. CUMHURİYET ÖNCESİ DÖNEMDE TÜRK BASINININ DOĞUŞU VE GELİŞİMİ

(Kaynak:
www.cygm.meb.gov.tr / MEGEP (MESLEKİ EĞİTİM VE ÖĞRETİM SİSTEMİNİN GÜÇLENDİRİLMESİ PROJESİ / GAZETECİLİK TÜRK BASINININ DOĞUŞU VE GELİŞİMİ, ANKARA 2008, Sayfa: 12-24)
 
1.2.3. Tanzimat Döneminde Basın-Yayın Rejimi
 
1860’lı yıllar Osmanlı basınının canlanması, baskılar, kısıtlamalar ve yeni görüşlere sahne olur. Basının canlanmasına paralel olarak yeni gazetelerin sayısı hızla artarken, genç yazarlar da basın alanında öne çıkmaya başlar. 27 Haziran 1862 yılında yayımladığı Tasvir-i Efkâr gazetesinde millet kavramını ilk kullanan yazarlardan biri olan Şinasi, yazılarında kamuoyunun önemine değinerek devleti, “milletin temsilcisi sıfatıyla işleri yöneten ve milletin refahı için çalışan bir müessese” olarak tanımlar.
 
Şinasi’nin uğradığı bir iftira nedeniyle Paris’e kaçmasından sonra Tasvir-i Efkâr’ın yönetimi Namık Kemal’e kalır. Namık Kemal, 25 yaşında Tasvir-i Efkâr’ın başyazılarını yazmaya başlar. Yazılarında ağırlıklı olarak yenilik ve özgürlük konularına değinen Kemal, aydın çevrelerde geniş yankı uyandırır. Bu dönemde yayımlanan Muhbir Gazetesi, kamuoyuna bir başka genç yazarı, Ali Suavi’yi tanıtır. Yaşadıkları döneme göre oldukça ileri görüşleri savunan yazar ve gazeteciler, giderek yurttaşlık haklarına dayalı yasalar düzeni kurulmasını önererek, çözüm yolu olarak halkın oylarıyla seçilen bir parlamentonun toplumsal yaşamı yönetmesini isteyince, kendilerine yönelik siyasi tepkiler artar. Gazeteci ve yazarlar, 1865 yılında Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin kuruluşuna öncülük ederken, Osmanlı Devleti’nin iç ve dış alanda yaşadığı siyasi ve ekonomik bunalımların da etkisiyle, demokratik istekleri kısıtlama ve baskı altına alma yoluna gidilir.
 
-          Basına Konan İlk Yasaklar
 
Basınla ilgili ilk yasaklar, 1858 tarihli Ceza Kanunu’yla başlar. Fransız Ceza Kanunu’ndan çevrilerek kabul edilen kanunun basınla ilgili 138. maddesinde, “Matbaalarda, yüce saltanat, yöneticiler, Osmanlı tebaasından bir millet aleyhinde yayın yapılması” yasaklanır. 139. maddede, “Genel adaba aykırı mizah yazıları ile müstehcen resim basılması”, 213. maddede ise “Afiş ve yayın yoluyla başkasına asılsız suç yüklemek” yasaklanır. Söz konusu üç maddede, yasaklamalara uymayanlar hakkında hapis cezasını da içeren çeşitli cezalar öngörülür. 1864 yılında ilk Matbuat Nizamnamesi (Basın Tüzüğü) yayınlanır. Osmanlı topraklarında gazete yayıncılığını ön izin koşuluna bağlayan tüzükle yabancı ülkelerde basılan ve Osmanlı Devleti’ne saldırı ya da düşmanlık niteliğinde yayın yapan gazetelerin ülkeye sokulması yasaklanır. Çeşitli basın suçları ve bunlar için verilecek cezaların belirlendiği tüzük, hapis ve para cezalarının yanı sıra geçici ya da süresiz kapatma cezalarını da kapsar.
 
Muhbir Gazetesi, Ali Suavi’nin hükümetin özellikle de Sadrazam Ali Paşa’nın Girit konusundaki dış politikasını eleştiren yazıları nedeniyle 8 Mart 1867 tarihinde kapatılır. Namık Kemal’in Tasvir’i Efkâr gazetesinde, “Osmanlı Devleti’nin Şark meselesinden dolayı şiddetli bir buhran içinde” olduğu görüşüne yer verdiği “Şark Meselesi” başlıklı bir makale yazması üzerine gazetecilik yapması yasaklanır. Muhbir’in kapatılmasından birkaç gün sonra 12 Mart 1867 tarihinde gazetelere Ali Paşa’nın Kararnamesi gönderilir. Başta Namık Kemal olmak üzere birçok gazeteci ve yazarın “Ali Paşa’nın kararnamesi” olarak adlandırdıkları Kararname-i Ali (Yüksek Kararname) ile Basın Tüzüğü’nün hükümleri dışında kalan durumlarda da hükümete gazete kapatma yetkisi verilir. Amaç, hükümet aleyhindeki yayınları önlemektir. Hıfzı Topuz, “2. Mahmut’tan Günümüze Türk Basın Tarihi” kitabında, Kararname-i Ali’nin basın açısından etkilerini şöyle anlatır:
“Kararname bir sayfa bile tutmaz. Ama neler yoktur bu kararnamede? Gerçekte o kararnamedeki sözler basın özgürlüğünün her zincire vuruluşunda söylenen sözlerdir:
‘…Der saadet’te (yani İstanbul’da) yayınlanmakta olan gazetelerin birtakımının bir süreden beri kullandıkları dil ve tuttukları yol…
… Memleketin genel çıkarlarına karşı aşırılıklar…
… Devlete dil uzatanlar…
… Fesat aleti olarak birtakım zararlı düşünceleri ve yalan haberleri yazanlar…
… Halkın durumunun iyileştirilmesi ve memleketin ilerlemesine her vakitten ziyade çaba gösterildiği bir sırada...
… Asayişin ve düzenin korunması için…
… Bu kurala aykırı davranan gazetelerin, bütün devlete ve millete olan zararlarının önlenmesi için…
… Matbuat Nizamnamesi hükümlerinin dışında olarak hükümetçe eğitici ve önleyici önlemler alınmasına karar verilmiştir. İş bu Kararname geçicidir. Bunu yaratan koşullar
ortadan kalkınca Kararname de kaldırılacaktır.’
 
Kararname geçici olarak çıkarılmıştır, ama 1909’a kadar yürürlükte kalmıştır. Çünkü kararnamenin çıkartılmasına neden olan koşullar ortadan kalkmamıştır! Kalkamaz da kolay kolay. İş başına gelen her hükümet bu kararnameyi kendine göre kullanmış ve basına zincirler vurmaya yönelmiştir. Nasıl uygulanmıştır bu kararname? İşte bazı örnekler:
Mizah gazetesi Diyojen 1871’de 15 kez kapatıldı. Aynı yıl İbret Gazetesi bir yıl yasaklandı. İbret 1872’de yeniden 4 ay kapatıldı. 1873’te Diyojen kapatıldı…” Kararname-i Ali, gazeteciler için sürgün cezası öngörmediği halde, Ali Suavi evinden alınarak, Zaptiye Nezareti’ne götürüldükten sonra Kastamonu’ya sürgüne gönderilir. Kapatılan Tasvir-i Efkâr’ın yazarları Namık Kemal, Erzurum’a Vali Yardımcısı, Ziya Paşa ise Kıbrıs’a Mutasarrıf olarak atanarak, memuriyetle İstanbul’dan uzaklaştırılırlar.
 
1.2.4. Tanzimat Dönemi’nde Yurt Dışında Basın
 
Yabancı ülkelerde Jön Türkler olarak tanınan gazetecilerin Tanzimat döneminde yurt dışındaki basın faaliyetleri iki faktöre bağlı olarak gelişir.
İç faktör: Türkiye’de basın üzerinde baskıların artması, Kararname-i Ali’nin yayınlanmasından sonra Muhbir ve Tasvir-i Efkâr gazetelerinin kapatılması,
yazarlarının sürgün ve memuriyetlerle İstanbul’dan uzaklaştırılmalarıdır.
Dış faktör: Bir süredir Paris’te oturan Mısırlı Mustafa Fazıl Paşa’nın Yeni Osmanlılardan bazılarını yurt dışına çağırmasıdır.
Mustafa Fazıl Paşa’nın çağrısı üzerine Namık Kemal, Ziya Paşa, Agâh Efendi, Reşad, Nuri ve Rıfat Beyler 1867 yılında Paris’e kaçarlar. Fransa’da yapılan toplantılar sonunda, Genç Osmanlılar Cemiyeti adına Londra’da Türkçe olarak bir gazetenin çıkarılmasına karar verilir. Ali Suavi’nin yönetiminde ilk sayısı 31 Aralık 1867’de Londra’da çıkan ve yayını 3 Kasım 1868’e kadar sürdürülen Muhbir, aynı zamanda yurt dışındaki Türk gazeteciliğinin de başlangıcını simgeler. Muhbir gazetesinde, çağdaş Türkiye düşüncesinde yer alan özlem ve istekler ilk kez açık bir şekilde dile getirilir. Kısa bir süre sonra Yeni Osmanlılar bazı görüş ayrılıkları nedeniyle Muhbir’in, derneği temsil eden bir gazete olamayacağı görüşünü dile getirerek, derneğin yayın organı olarak 29 Haziran 1868’de Londra’da Hürriyet gazetesini yayınlarlar. Namık Kemal, Hürriyet’te özellikle “Meşveret Usulü Hakkında Mektuplar” başlıklı ünlü yazı dizisiyle, Türkiye’de demokratik bir sivil topluma yönelme özlemini, oldukça seçkinci bir dille savunur. Ancak ortaya çıkan çeşitli uzlaşmazlıklar sonucunda 6 Eylül 1869’da Namık Kemal gazetenin yönetimini bırakır. 22 Haziran 1870’de basılan son sayısına kadar Hürriyet’i Ziya Bey yönetir. Namık Kemal 1869’da, Ziya Paşa da 1871’de Türkiye’ye dönerler. Muhbir’in özellikle geniş halk kitlelerine dönük canlı, kolay anlatımlı diline karşılık, seçkinci bir tavırla Yeni Osmanlı aydınlarına özgü düşünce ve kavramları kullanan Hürriyet, genellikle Türkiye’nin ilk düşünce gazetesi olarak nitelenir. Muhbir’in kapatılmasından sonra Paris’e dönen Ali Suavi, 26 Temmuz 1869’da 64 sayfalık küçük bir kitap görünümü taşıyan Ulum dergisini çıkarır. Suavi, dergiye modern bilimlerin yanı sıra felsefeden de söz eden bir bilgi ve eğitim ansiklopedisi niteliği kazandırır. Hüseyin Vasfi Paşa ile Mehmet Bey tarafından 1870 yılında Cenevre’de İnkılâp gazetesi yayımlanır. 1871 yılında Sadrazam Ali Paşa’nın ölümü nedeniyle Mahmut Nedim Paşa Sadrazam olur. Bu tarihte Yeni Osmanlılar Cemiyeti üyesi gazetecilerden sadece Namık Kemal yurda dönmüştür. Yeni sadrazam şerefine genel af ilan edildikten sonra, yurt dışında bulunan gazetecilerin değişik tarihlerde yurda dönmesi üzerine yurt dışındaki basın faaliyetleri sona erer.
 
1.2.5. Basına Uygulanan İlk Sansür
 
Yurt dışındaki basın faaliyetlerinin sonra ermesini izleyen yıllarda Türk basınında yine canlı bir dönem yaşanır. Özellikle Ahmet Mithat Efendi’nin Aleksan Sarrafyan’ın İbret gazetesini 1872’de devralması, ülke içinde etkin bir düşünce gazetesinin ortaya çıkmasını sağlar. Namık Kemal’in başyazarlığını yaparak, yeni görüşleri topluma yaymaya çalıştığı İbret gazetesi, çeşitli kapatılma cezalarının ardından Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre” oyununun sahnelenmesinden sonra tümüyle kapatılır. Namık Kemal Magosa’ya, Ahmet Mithat ile Ebüzziya Tevfik de Rodos’a sürülürler.
 
Gazetelerin kapatılması ve gazetecilerin sürgün edilmesine neden olan Kararname-i Ali’nin basını susturmak için yeterli gelmemesi üzerine, 11 Mayıs 1876 tarihinde yeni bir kararname yayınlanarak basına sansür uygulaması hayata geçirilir. Sadrazam Mahmut Nedim Paşa tarafından yayınlanan Ali Kararname’de kısaca şöyle denilir:
“Osmanlı basınında çıkan yazılara hükümet gerekli dikkati göstermiş ve çoğu zaman gazeteleri süreli veya süresiz olarak kapatmışsa da basın inzibat altına alınamamıştır. Bunun için gazetelerin baskıdan önce denetimine karar verilmiştir. Bu karar da geçicidir…”
 
Basiret gazetesi, sansür kararnamesini yayımladıktan sonra, altına “Matbaamızın makinesi kırıldığından birkaç gün gazetemizin neşrine muktedir olamayacağımızı müşterilerimize ilan ederiz” diye yazarak, sansürü protesto eder.
 
Sabah gazetesi de ilk gün, sansürün yasakladığı yazıların yerlerini boş bırakarak yayımlanır. Gazete, iç ve dış haberleri genellikle ikinci ve üçüncü sayfalarında verdiği için bu sayfaların yarısının yazısız çıkması, okurlara sansürlenen haberlerin içeriğini açıkça gösterir. Gazetede sansürlen yerlerin beyaz bırakılarak yayınlanması yöntemini dünyada ilk kez uygulayan gazeteci Sabah gazetesi Başyazarı Şemseddin Sami’dir. Sadrazam Mahmud Nedim Paşa, basının gösterdiği bu tepki üzerine birkaç gün sonra görevinden ayrılır. Yerine geçen Rüştü Paşa sansür kararnamesini yürürlükten kaldırır.
 
1.3. Meşrutiyet ve İstibdat Dönemi Basını
 
1. Meşrutiyet, Türkiye’de ilk anayasanın ve ilk meclisin hayata geçtiği dönemdir. 2. Abdülhamit’in tahta çıktığı yıl, Kanun-i Esasi (Anayasa) hazırlanarak, 23 Aralık 1876 tarihinde yürürlüğe konulur. Ardından ilk Meclis-i Mebusan, 19 Mart 1877 ‘de toplanır. Böylece 1. Meşrutiyet dönemi başlar. Özgürlük ortamı etkisini basında kısa sürede gösterir. Sürgün ya da hapisteki gazetecilerin işlerinin başına dönmeleri ile basında canlılık ve eleştiri ortamı oluşur. Yeni gazeteler yayınlanır. Ancak bu özgürlük ortamının sağlam temellere dayanmadığı, Anayasa’nın 12. maddesinde yer alan, “Basın kanun dairesinde serbesttir.” İfadesinden anlaşılıyordu. Eski Matbuat Nizamnamesi ve Kararname-i Ali de yürürlükteydi. Nitekim bir süre sonra, Mizah gazeteciliğinin önemli isimlerinden Teodor Kasap, Hayal gazetesinde, “Matbuat kanun dairesinde serbesttir” yazısıyla, elleri ve ayaklarına zincire vurulmuş bir Karagöz deseni yayınladığı için 3 yıl hapse mahkûm olur. Bu dönemin önemli olaylarından biri Mithat Paşa’nın Sadrazamlığı sırasında Kanun-i Esasi’ye uygun bir basın yasası hazırlanması için hazırlıklara başlanmasıdır. Mithat Paşa’nın görevden uzaklaştırılması üzerine basın yasasının niteliği değişir. Tasarıya, gazete çıkarmak için kefalet akçesi yatırılması ve ruhsat alınması zorunlulukları ile ülkede mizah gazetesi yayınının yasaklanmasını içeren maddeler konulur. Meclis’te uzun tartışmalardan sonra kefalet akçesi ve mizah gazetelerinin yasaklanmasını içeren maddeler çıkarılarak, tasarı 2 Mayıs 1877 tarihinde kabul edilir. Abdülhamit’in onaylamaması nedeniyle ilk Basın Kanunu yürürlüğe giremeden, Padişahın özel kaleminde unutulmaya mahkûm olur. Bu sırada Osmanlı-Rus savaşı başlar. Bu savaşı gerekçe gösteren Abdülhamit, 14 Şubat 1877’de Kanun-i Esasi’nin 113. maddesine dayanarak ülkede sıkıyönetim ilan eder. Abdülhamit, halkın parlamento hayatı için henüz hazır olmadığını, Anayasa’nın da şeriata uygun bulunmadığını ileri sürerek, 14 Şubat 1878’de Meclis-i Mebusan’ı kapatır. Bu tarihte 1. Meşrutiyet dönemi sona erer, İstibdat Dönemi başlar.
 
1.3.1. İstibdat Döneminde Basın Sansürü
 
Padişah 2. Abdülhamit’in 1908’te 2. Meşrutiyet’in ilanına kadar süren, İstibdat Dönemi’nde üç tür sansür uygulanır:
Türkçe ve azınlıkların dilleriyle yayınlanan gazetelerin sansürü
Bu sansürün uygulanması amacıyla 1878’de kurulan sansür heyeti, İçişleri Bakanlığı İç Basın Müdürlüğü’ne bağlanır. Gazete yazı işleri müdürleri, gazeteye girecek bütün yazıların provalarını her akşam sansür kuruluna sunmaya başlarlar. Sansür memurları, gerekli gördükleri yazı, paragraf, cümle veya kelimeleri çıkardıktan sonra gazeteye geri gönderirler.
Türkiye’de ve dışarıdan gelen yabancı dillerde basılan gazetelerin sansürü
Bu yayınların sansürüyle Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Matbuat-ı Hariciye Müdürlüğü görevlendirilir. Yabancı ülkelerden gönderilen yayınlar daha gümrükten geçmeden memurların kontrolünden geçer.
Yerli ve yabancı kitap sansürü
1880’de Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak Encümen-i Teftiş ve Muayene Kurulu kurulur. Kurul, siyasal olmayan sürekli yayınların ve kitapların sansürü ile ilgilenir. 1897’de yine Milli Eğitim’e bağlı olarak Tetkik-i Müllefat Komisyonu (Yazılmış Kitapların İncelenmesi) ile Kütüb-ü Diniye ve Şeriye Tetkik Heyeti (Din Kitaplarını İnceleme Kurulu) kurulur. İstibdat Dönemi’nde sansürün nasıl uygulandığını, dönemin gazetecilerinin
anılarından inceleyelim:
DİZGİ YANLIŞLARI VE YASAKLAR
 
Hüseyin Cahit Yalçın En ufak bir dizgi yanlışı bir gazetenin kapanması, imtiyaz sahibinin sorguya çekilmesiiçin yeterli bir suç yaratmış olurdu. İkdam gazetesinin, Abdülhamit’in tahta çıkış gününerastlayan 31 Ağustos’ta yapılan şenliklerden söz ederken kullandığı “Leyle-i Mes’ude”(mutlu gece) deyimi ayın harfinin düşmesiyle mesude biçiminde basılmıştı. Mesude sözcüğüise siyah anlamını belirten bir kökten çıkardı. Buna dayanarak tamlamanın anlamı kara geceolabilirdi. İşte bundan ötürü İkdam gazetesi kapanmıştı.Böyle bir tehlike gazetelerin başına asılmış bir kılıç gibi her zaman vardı. İmtiyazsahipleri bunun olabileceği ölçüde önüne geçmek için bir yol düşünmüşlerdi. Padişahtan ençok cuma namazları nedeniyle söz edilirdi. Cuma selamlıklarına özgü olmak üzere beş altıtane kalıp yaptırmışlardı. Bunlar az çok ayrılığı olan anlatımlarla Allah’ın yeryüzündekigölgesinin Hamidiye Camiine cuma namazı için nasıl çıktığını gösterişli, basmakalıp birdille belirtirdi. Bu kalıplar baş dizgicide dururdu. Her hafta sırayla birini gazetenin en başınakoyar ve sonra yeniden basardı. Böylece hiç olmazsa cuma selamlıkları yazısından ötürükorkulu bir dizgi yanlışının önüne geçilmişti.Bazı kelimeler vardır ki onların kullanılmasının doğru olmayacağını bütün yazarlarbilirlerdi. Örneğin burundan söz edilemezdi. Çünkü Tanrının yeryüzündeki gölgesinin çokbüyük, kural dışı ve gösterişli bir burnu vardı. Burun sözünün onunla alay edilmesi sonucunuyaratacağı kanısına varılmıştı. Ben İzlanda Balıkçısı kitabını çevirirken coğrafyayla ilgiliburun sözü geldikçe “karaların denizlere doğru ilerlemiş bölümleri” diye yazıyordum. Artıkböyle bir çevirinin zavallı Loti’nin eserini kirletmekten başka bir anlamı olamayacağıdoğaldı.
(Edebiyat Anıları, Haz. Rauf Mutluay, İst. 1975)
 
Servet-i Fünün’un sahibi ve başyazarı Ahmet İhsan, sansürle ilgili anılarında şunları anlatır: “Sansür son dereceyi bulmuştu. Hamidiye suları yeni akıtılmış ve çeşmeler açılmıştı. Dr. Besin Ömer Paşa sular hakkında bir makale yazdı; çeşme başında bir ihtiyar adamın dua ettiğini gösterir artistik bir renkli resim de basılacaktı. Sansür buna soru işareti koydu ve ben şaşırdım. Baş sansürcü Kara Kemal Bey’e bir tezkere yazdım. Gelen cevap şudur: ‘Azizim, Çeşme resmi hakikaten pek güzel. Dua da herkesin gözünde şüphesiz ki kutsaldır. Lakin bugünlerde gazetelerden neyi çıkartacağımı, neyi bırakacağımı bilmiyorum. Çünkü kötü düşünceli kimseler bu güzel resmi görür görmez, ‘Hah, işimiz duaya kaldı’ demek istediğimizi sanırlar. Mademki klişesini yaptırmışsınız, ileride uygun bir zamanda koymanız için haber veririm. Olimpiyat oyunlarına gelince, onların yayınlanmasına uygun zaman henüz gelmedi. Yayınlamayınız. Diğerlerine ruhsat verilmiştir.
24 Mayıs 1896.”
 
Aşağıda yer verdiğimiz hatıra, Abdülhamit sansürünün, Türk romanının önde gelen isimlerinden Halit Ziya Uşaklıgil’e edebiyata dair hiçbir yazı yazmama kararı aldıracak kadar korkunç boyutlara ulaştığının çarpıcı bir göstergesidir.
 
ŞİİR YASAĞI, SUSMA KARARI
 
Halit Ziya Uşaklıgil
Son büyük hikâyem Kırık Hayatlar’ın tefrikası bir yaza rastlıyordu, ben de hasta çocuğumla uğraşarak o yazı Büyükada’da geçiriyordum; zaten memleketin havasından, hususi hayatımın içine zehrini akıtmaya başlayan bir matemin kokusundan, bir de sanat ve fikir dünyasının üzerine çöken şu kara buluttan öyle bezgin haldeydim ki, bir gün karşıma sansürde delik deşik olmuş bir müsveddeyi neşredilecek bir şekle çevirmek için uğraşırken, birden durdum. Donuk bir beynin içinde bir sorgu, sanki bulanık bir su içinde kıpırdanan bir mahlûk vardı: Ne için? Bu sorgunun bezginlik içinde verilecek cevabını kestirmek zor değildir. Kalemimi, kırgınlığımın olanca şiddetiyle, kırmızı kalemle çizilmiş olan bir fıkranın ortasına sapladım; kalem o fıkrayı, altında kâğıtları da delerek tahtaya geçip orada birkaç saniye, sanki can acısıyla sızlayarak titredi. Kırık Hayatlar orada böyle belinden saplanarak yaralayan bir hançerle vurulup kaldı, ta uzun yıllardan sonra tekrar canlanıp dirilinceye kadar… O günden sonra kırılmış kalemin edebiyatla bir ilişiği kalmadı; yıllarca da Meşrutiyet’in ilanına kadar, ne basılmak için ne saklanmak için, edebiyatla ilişiği olabilecek tek bir satır yazmadım.
(Kırk Yıl, yeni bas.İst, 1969)
 
Yasaklanan Sözcükler
İstibdat Dönemi’nde bazı kelimelerin kullanılması yasaklanır. Yasaklanan sözcüklerden bazıları şunlardır: “Kanun-i Esasi, hürriyet, vatan, Bosna, Makedonya, Girit, Kıbrıs, büyük burun, cumhuriyet, mebuslar, Mithat Paşa, Namık Kemal, inkılâp, tahtakurusu, hasta, kardeş, grev, suikast, ihtilal, anarşi, sosyalizm, dinamo, dinamit, hal…”
 
Kitapların Yakılışı
Hıfzı Topuz’un “2. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi” kitabında, İstibdat Dönemi’nde kitapların yakılmasına ilişkin Mabeyn Başkâtipliği’ne, yani Saray’a yollanmış bazı belgelere yer verir: “Encümeni Teftiş ve Muayene’nin el koyduğu 150 çuval kadar kitap ve belgenin, önce Kâğıthane bölgesinde yakılıp yok edilmesi öngörülmüştü. Sonra bundan vazgeçildi, kitapların Milli Eğitim Bakanlığı arkasındaki bahçede, bir demir kafes içinde yakılması uygun görüldü. Fakat ne kadar dikkat edilirse edilsin, yanarken bazı kâğıtların havaya dağılacağı ve çıkacak dumanların da dışarıdan yangın sanılacağı üzerinde duruldu. Çünkü geçen yıl bazı belgeler bahçede yakılırken, tulumbacılar bunu yangın sanıp işi karıştırmışlardır. Bu yüzden kitap ve belgelerin Çemberlitaş Hamamı’nda yakılması daha doğru görülmüştür. Çünkü bakanlığın mahzenine açılan bir geçitten Hamam’ın külhanına geçilebilir. Kitaplar böylece hiç kimse görmeden Hamam’a taşınabilecektir…“
 
“150 çuval zararlı belgenin kimse görmeyecek şekilde Çemberlitaş Hamamı’na taşınması için bugün Bakanlığın bahçe duvarında bir geçit açıldı, saat altı buçukta belgelerin yakılmasına başlandı ve vaktin müsaadesi ve külhanın alabildiği ölçüde saat on buçuğa kadar 13 çuval yakıldı. Belgeler tamamen kül haline getirildikten sonra üzerine su dökülüp mahvedildi…”   (7 Mayıs 1902)
 
“Bugün saat on ikide toplanıldı. Akşam saat on buçuğa kadar 22 çuval yaktırıldı. Her ne kadar yanan belgeler bir kül yığını haline geldiyse de hamam külhanında iz bırakılmaması için üstüne su dökülerek çamur haline getirildi. Sonra bakanlığın yanındaki bahçede kazılan çukurun içine doldurularak üzeri toprakla örtüldü…” (8 Mayıs 1902)
 
“Bugün de sabahleyin on ikiden akşam on ikiye kadar zararlı ve yasak edilmiş kitaplardan beş çuval daha yaktık. Böylece yakılan kitap ve risalelerin sayısı 165 çuvala yükselmiş oldu…” (12 Mayıs 1902)
 
Basına Sağlanan Çıkarlar
Abdülhamit’in hükümdarlığı döneminde, gazetecilere çeşitli kaynaklardan ödenekler sağlanır ve nişanlar verilir. Yabancı gazetelerde çıkacak olumsuz haber ve yorumları önlemek için de çeşitli yollara başvurur. Yabancı gazetecilere çeşitli çıkarlar sağlanır.
 
1.3.2. İstibdat Döneminde Gazete ve Dergiler
 
Tercüman-ı Hakikat ve Ahmet Mithat Efendi
II. Abdülhamit döneminin Türkiye basınındaki en tanınmış yazarı Ahmet Mithat Efendi’dir. Kendisine “yazı makinesi” dedirtecek kadar çok yapıt ortaya koyar. Halka yönelen, halkın anlayabileceği basit bir dilde yazı yazma çığırını açarak, halk tipi gazeteciliğin kurucusu olur. Ahmet Mithat Efendi, 8 Temmuz 1878’de yayımlamaya başladığı dört sayfalık Tercüman-ı Hakikat gazetesinin en az yarısını batı basınında yaptığı çevirilerle, kendi yazı ve romanlarıyla doldurur. Bu yazılarla halkın kültür düzeyini yükseltmeyi amaçlayan Mithat Efendi, gazetesinin bir “okul” niteliği taşımasını öngörüyordu. Sabah Gazetesi 1876 yılında yayımlanmıştır. Gazetenin sahibi Papadopulos adında bir Rum, başyazarı ise Şemseddin Sami’dir. Gazete, 1882’de Mihran Efendi tarafından satın alınarak yeni bir yayın dönemine başlar. Sabah Gazetesi’nin en büyük rakibi İkdam gazetesidir. Sonradan Sabah gazetesinde çalışan gazeteciler arasında şu isimler yer alır: Hüseyin Cahit Yalçın, Adnan Adıvar, Ahmet Emin Yalman, Ahmet Rasim.
 
İkdam ve Ahmet Cevdet
Ahmet Cevdet tarafından 5 Temmuz 1894’te yayımlanan İkdam gazetesi, dönemin en önemli yayın organlarındandır. Ahmet Cevdet, İkdam’ı, “Siyasi Türk gazetesi” olarak niteleyerek, Türkçülük akımına öncülük etmiştir. Tirajı 40.000’lere ulaşan İkdam, Türkiye’ye ilk rotatifi getiren gazetedir.
 
Servet-i Fünûn Dergisi
Bu dönemde dergiler gazetelere göre daha çok önem kazanmıştır. En önemli dergi 1891 yılında yayımlanan Servet-i Fünun dergisidir. Dergi, Edebiyat-ı Cedide ile Fecr-i Ati akımını hazırlayanlara yuva olur. Derginin kadrosunda, Tevfik Fikret, Cenap Şehabettin, Halit Ziya, Süleyman Nazif gibi ünlü yazarlar yer alır.
 
1.3.3. İstibdat Döneminde Yurt Dışında Basın
 
Abdülhamit, Mebusan Meclisi’ni dağıttıktan kısa bir süre sonra yurt dışında Jön Türk gazetelerinin çıkmaya başladığını görüyoruz. 1889 Mayıs ayında İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurulmasından sonra yabancı ülkelerdeki gazetelerin sayıları ve etkinlikleri artar. Bu dönemde on üç yabancı ülkede gazete çıkartılır: İngiltere, Fransa, Avusturya, İsviçre, Belçika, Bulgaristan, Romanya, İtalya, Yunanistan, Kıbrıs, Mısır, Amerika ve Brezilya. Bu gazetelerin çoğu Türkçe, bazıları Fransızca, Arapça, Almanca, İngilizce ve İbranice yayınlanır. İstibdat döneminde iz bırakan Jön Türk gazeteleri arasında şunlar önemlidir:
 
Meşveret (Danışma): 1895 yılında Ahmet Rıza Bey tarafından Paris’te çıkarılır. Türkçe ve Fransızca olarak yayınlanır. Türkiye’deki baskı yönetimini anlatan haberlere ve inceleme yazılarına yer verilir. Osmanlı hükümetinin gazetenin kapatılması için Fransız hükümetine başvurması üzerine Ahmet Rıza Bey, Meşveret’i önce İsviçre’ye sonra da Belçika’ya taşır.
 
Ezan: Tunalı Hilmi, Ezan’ı 1896’da Cenevre’de çıkarır.
 
Mizan (Terazi): Mizancı Murat Bey’in 1897’de kurduğu bu gazete önce Kahire’de, sonra Cenevre’de yayınlanır.
 
Osmanlı: Mizan’ın kapatılması üzerine İttihatçılardan İshak Sukuti ile Abdullah Cevdet, 1 Aralık 1897’de Cenevre’de Türkçe ve Fransızca yeni bir gazete yayımlarlar. Osmanlı gazetesi, 1 Haziran 1900’e kadar Cenevre’de çıktıktan sonra İngiltere’de yayınına devam eder. Osmanlı gazetesi 120. sayısından sonra Kahire’de yayınlanır.
 
1.4. Meşrutiyet Dönemi Basını
 
24 Temmuz 1908’de 2. Meşrutiyet ilan edilerek, 1876 Anayasası’na göre seçimlerin yapılacağı ilan edilir. Gazeteciler, aynı gün Sirkeci Garı’nın karşısındaki bir lokantanın bahçesinde toplanırlar. Sansür memurlarını o gece gazetelere sokmama ve sabaha kadar görev başında kalma kararı alan gazeteciler, “Osmanlı Matbuat Cemiyeti” derneğinin temellerini de bu toplantıda atarlar. Sansür memurları kapıdan çevrilir. 25 Temmuz 1908 sabahı gazeteler yıllardan sonra ilk kez sansürsüz çıkar. Sansürün kaldırıldığı 24 Temmuz günü Cumhuriyet’in ilanından sonra “Basın Bayramı” kabul edilir. O günlerde İstanbul’da toplam dört gazete yayımlanmaktadır: İkdam, Sabah, Tercüman ve Saadet. 10 paraya satılan İkdam, 25 Temmuz günü ‘karaborsa”ya düşer ve yarım liraya satılır. Türk basınında yeni bir dönem başlar. İlk iki ay içinde 200’ün üstünde gazete yayınlanır. Gazete tirajları 2.000’den 5.000’e yükselir. Bu gazete furyası içinde en önemlileri şunlardır:
 
Tanin (Çınlama): Hüseyin Cahit Yalçın, Tevfik Fikret ve Hüseyin Kazım tarafından yayınlanır. Gazete, İttihatçıların yayın organı sayılır. 31 Mart olayında isyancılar Tanin gazetesine saldırarak, yağmalamışlardır.
 
Mizan: İttihatçılara karşı yayın yapan gazeteler arasında yer alıyordu.
 
Serbesti (Özgürlük): Mevlanzade tarafından yayınlandı. İttihatçılar, 1909 yılında gazetenin başyazarı Hasan Fehmi’yi öldürttüler.
 
Şurâ-yı Ümmet: İttihatçıların yayın organıydı. 31 Mart olayında yağmalandı.
 
Volkan: 31 Mart olayını düzenleyen Derviş Vahdeti’nin yönetiminde gerici bir gazeteydi.
 
Tercüman: Ahmet Mithat Efendi’nin 1878’de kurduğu gazete tarafsız olmaya çalışıyordu.
 
Dini gazeteler: Bunların başında Sırat-ı Müstakim (Doğru Yol) gelir. Bu gazeteyi Mehmet Akif yönetiyordu. Bir süre sonra Sebilürreşat yayımlandı. Sadây-ı Din, Tarîk-i Hidayet, Medrese ve İlmiye adlı dergiler de çıkartıldı.
 
Edebiyat ve düşünce dergileri: Genç Kalemler (Ömer Seyfettin, Aka Gündüz, Emin Bülent, Ali Canip, Ziya Gökalp…), Yeni Mecmua (Ziya Gökalp, Refik Halit, Ömer Seyfettin…), Türk Yurdu (Türk Ocakları yöneticilerinin dergisiydi.), İçtihat (Abdullah Cevdet), Mahasin (Mehmet Rauf), Musavver Muhit (Faik Sabri Duran).
2. Meşrutiyet döneminin basın açısından önemli olaylarından biri de 1911 yılında Osmanlı Milli Telgraf Ajansı’nın kurulmasıdır.
 
1.4.1. Basında Siyasi Partilere Göre Gruplaşmalar ve 31 Mart Olayı
 
İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra ülkede siyasal gruplaşmalar başlar, bu durum basına da yansır. Basın aracılığıyla şiddetli mücadele veren gruplar ortaya çıkar. İttihat ve Terakki Cemiyeti, parti halinde örgütlenir. Tanîn ve Şura-yı Ümmet gazeteleri bu partinin yayın organı olur. Abdülhamit döneminde sürgüne gönderilen aydınlar ve gazeteciler tarafından kurulan Fedâkâran-ı Millet adlı örgüt, yayın organı olan Hukûk-u Umûmiye ve Serbesti gazeteleriyle İttihat ve Terakki Partisi’ne şiddetli eleştiriler yöneltir. Yönetimde ademi merkeziyetçiliği ve ekonomide liberal ilkelere dayanan bir federasyon düşüncesini savunan Prens Sabahattin taraftarları Ahrar Partisi’ni kurarlar. Bu partinin yayın organı Osmanlı gazetesidir.
 
İttihad-ı Muhammedi Derneği ve yayın organı Volkan gazetesi ile Cemiyet-i İlmiye-i İslâmiye derneğince yayınlanan Beyân-ül Hak gazetesi, İslami görüşleri savunur. Böylesine karışık ve zıt fikirlerin oluştuğu ortamda 13 Nisan 1909 günü “31 Mart Vak’ası” olarak anılan olay meydana gelir. Volkan Gazetesi’nin yaptığı şeriat yanlısı yayınların etkisiyle gelişen olaylarda, bazı askeri birliklerin de katılmasıyla Sultanahmet Meydanı’nda büyük gösteriler yapılır. Daha sonra kontrol edilemeyen grup, Şurâ-yı Ümmet ve Tanîn gazetelerinin merkezlerini basarak yağmalar. Nâzırlar, subaylar sokaklarda öldürülür, olaylar kontrol edilemez boyutlara ulaşır. Padişah Abdülhamit, sadrazamı değiştirerek, yeni bir hükümet kurmak zorunda kalır.Mahmut Şevket Paşa kumandasında Selanik’ten gelen Hareket Ordusu tarafından ayaklanmabastırılarak, ülkede sıkıyönetim ilan edilir. Olayın sorumluları yakalanır. Derviş Vahdeti vesuç ortakları idam edilir.2.Abdülhamit, bu olayın ardından 28 Nisan 1909 tarihinde tahttan indirilerek,Selanik’e sürgüne gönderilir. Yerine V. Mehmet Reşat, padişah ilan edilir.
 

II- Osmanlı Devleti'nde Basın Özgürlüğüne İlişkin Düzenlemeler
(Kaynak: BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ VE OSMANLI DEVLETİ'NDEKİ GÖRÜNÜMÜ – YIL 2002  /
Dr. Nevin ÜNAL ÖZKORKUT)
 
 
Türkçe basının geç girdiği ve ilk matbaanın III.Ahmet döneminde açılıp, ilki 1729'da, sonuncusu 1741'de olmak üzere 17 kitap bastırıldıktan sonra kapandığı18 Osmanlı Devleti, devlet anlayışına uygun olarak ve aynı zamanda çok uluslu yapısından kaynaklanan zorluklar dolayısıyla gücünün ve otoritesinin gerek yerli gerek yabancı basın marifetiyle içte ve dışta tehlikeye düşürülmesinin önüne geçmek için basın alanındaki düzenlemelerini esas olarak sınırlandırma şeklinde gerçekleştirdi.
 
A-Tanzimat Dönemi
 
Osmanlı devlet anlayışındaki değişmenin ve modernleşmenin önemli bir aşamasını oluşturan ve Osmanlı tebaasının bazı temel haklarını sıralayan Gülhane Hatt-ı Hümayunu'nda birçok özgürlük gibi basın özgürlüğünden de bahsedilmedi. Fermanın ilân edildiği tarihte (1839) Osmanlı Devleti'nde Türkçe gazete olarak, esas itibariyle devlet lehine bir kamuoyu oluşturmak maksadıyla devlet tarafından 1831'den itibaren çıkarılan ve daha sonra yine aynı amaca yönelik olarak Fransızca, Arapça, Rumca, Ermenice ve Farsça nüshaları da yayımlanan Takvim-i Vakayi19 den başka gazete bulunmuyordu. İlk olarak Tanzimat hareketinin önemli bir bölümünü oluşturan "resepsiyon" çalışmaları içerisinde, 1858'de Fransa'dan alınmış olan Ceza Kanununun 138 ve 139.maddeleri ile basına yönelik cezai düzenleme gerçekleştirildi. Buna göre, devletin emri ve ruhsatı ile açılmış matbaalarda, devlet, tebaası ve hükümet erbabı aleyhinde gazete, kitap ve zararlı evrak basmaya ve yayımlamaya cüret edenlerin bastırdıkları şeyler ellerinden alınacak; suçun derecesine göre, matbaası geçici olarak veya tamamen kapatılacak ve para cezası verilecekti. Genel ahlaka aykırı olarak alay ve eleştiri içeren yazıları ve edepsiz resimleri basan, bastıran ve yayımlayanlar da para ve hapis cezasına çarptırılacaktı. Bu sırada, Tanzimat Fermanı'nın ilân edildiği zamanki tablo az da olsa değişmiş; Türkçe gazete olarak, Takvim-i Vakayi'nin yanına devletin verdiği imtiyaz üzerine bir İngiliz (William Churchill) tarafından çıkarılan ve yarı resmi nitelik taşıyan Ceride-i Havadis ve bir de Vakayii Tıbbiye adlı bir dergi20 eklenmişti. Bu noktada belirtmek gerekir ki, Osmanlı Devleti'nde öteden beri Fransızca, Arapça, Rumca, Ermenice vb. farklı dillerde yayın yapan bir basın da bulunmakta idi.21 Bu cezai düzenlemenin ardından gazete kapatma eylemi de gerçekleşti. Özel sermaye ile Agâh Efendi tarafından 1860'da çıkarılmaya başlanan
Tercüman-ı Ahval ki, bu gazetede başlıca ülkenin mali sorunlarına yer veren, eğitim sistemini, devletin dış politikasını eleştiren yazılar yer almakta idi22, eğitim konusundaki olumsuzlukları ele alan bir yazı dolayısıyla 1861 'de iki hafta süreyle kapatıldı.23
 
Basınla ilgili ilk Nizamname ise III. Napolyon döneminde çıkarılan 1852 tarihli yasa örnek alınarak yapılan 1864 tarihli Matbuat Nizamnamesi'dir24. Nizamnamenin çıkarıldığı tarihte, Osmanlı Devleti'nde başlıca dört Türkçe gazete (Takvim-i Vakayi, Ceride-i Havadis, Tercüman-ı Ahval ve Şinasi tarafından 1862'de kurulan ve yazılarında parlamenter sistemin savunulduğu; Tercüman-ı Ahval'de olduğu gibi maliye, ekonomi, eğitim vb. alanlardaki açmazların dile getirildiği; devletin dış politikasının eleştirildiği Tasvir-i Efkâr25) ve diğer dillerde çıkarılan gazeteler de bulunmakta idi. Öte yandan belirtmek gerekir ki, Fransa'da 1868 yılında yani Osmanlı Devleti'nin eski düzenlemeyi aktarışından sadece dört yıl sonra gazete yayını için önceden izin alma şartını kaldıran yeni bir yasa çıkarıldı ve 1881'de yani Osmanlı Devleti'nde basın alanındaki sınırlamaların arttığı dönemde ise basın özgürlüğü lehine yeni bir düzenleme kabul edildi.26
 
Matbuat Nizamnamesi ile -siyasi nitelikli yayınlar açısından- gazete ve dergi çıkarmak, ruhsat alma koşuluna bağlandı ve başlıca devletin iç güvenliğini ve asayişini bozan bir suçun işlenmesini kışkırtan gazetelerin geçici ya da kesin; padişah ve hanedanı hakkında uygunsuz sözler kullanan; vekiller, dost ve müttefik devletlerin hükümdarları, yabancı devletlerin temsilcileri aleyhinde yazılar yazan gazetelerin bir ay süreyle kapatılacağı belirtildi. Bu kapatmalar hükümet kararıyla gerçekleştirilecekti. Bir gazete aleyhinde iki yıl içinde mahkeme kararıyla verilmiş üç hüküm bulunması durumunda da bu gazete, yine hükümet tarafından geçici ya da kesin olarak kapatılabilecekti. Nizamname'de ayrıca dışarıda bastırılmış olup, Osmanlı Devleti aleyhinde yazılar içeren gazete ve benzeri yayınların da ülkeye sokulması yasaklandı.27  Nizamnameye 1875'de eklenen bir madde ile de gazetelerin "ilave" adıyla yapacakları yayınlara yönelik sınırlama getirilerek, bu ilavelerde yalnızca tevcihat, resmi bildirimler ve önemli konulara ilişkin resmi telgrafnamelerin yayımlanabileceği; zihinleri bulandıran makale ve doğru olmayan şeylerin yazılamayacağı; yasağa uyulmaması halinde bir aydan üç aya kadar kapatma cezası verileceği düzenlendi."28
 
1864 tarihli Matbuat Nizamnamesi'ni, basının serbesti alanını önemli ölçüde daraltan yeni bir düzenleme, Kararname-i Âli29 izledi. Geçici olarak çıkarıldığı ve çıkarılmasını gerektiren nedenler ortadan kalkar kalkmaz yürürlükten kaldırılacağı ifade edilen, fakat 1909'a kadar yürürlükte kalan 1867 tarihli bu Kararname ile İstanbul'da değişik dillerde çıkan bazı gazetelerin, ülke çıkarlarına aykırı zararlı düşünceler ve yalan haberler yayımladığı; asayiş ve düzenin sağlanması için Matbuat Nizamnamesi hükümleri dışında hükümetçe cezalandırma işlemine ve önleyici tedbirler alınmasına karar verildiği ilân edildi ve Kararnamenin gereği yerine getirilerek birçok gazete kapatıldı. Devleti bu Kararnameyi çıkarmaya yönelten, Matbuat Nizamnamesi'ne karşın ülkede yayın yapan gazete ve dergi sayısının artması ve bunlarda, hükümeti eleştiren yazıların yayımlanması (özellikle devletin Girit konusunda güttüğü politikanın eleştirilmesi30) idi. Yani Osmanlı basını, okuyucuyu olaylar hakkında bilgilendirme ve bir ölçüde siyasi iktidarı denetleme ve eleştirme görevini tüm olumsuzluklara rağmen yerine getirme gayreti içinde idi. Bu ise ifade özgürlüğünün basın yoluyla kullanılmasının önlenmesi yolunda daha ağır düzenlemeleri beraberinde getirdi. Nitekim, 1876'da yayımlanan bir kararname ile gazeteler için ön denetim getirildi. Kararnamede, Osmanlı basınının yazılarına fazlasıyla dikkat edildiği, çoğu kez kapatma vb. cezalar verildiği, ancak içinde bulunulan durumun önemi dolayısıyla İstanbul'da ve ülkenin her yerinde çeşitli dillerde basılan gazetelerin basılmadan önce denetimi usulü konulduğu belirtildi.31 Ancak bu kararname fazla uzun ömürlü olmadı, ilânında önemli rol oynayan Mahmut Nedim Paşa'nın, görevinden alınıp yerine Mütercim Rüştü Paşa'nın sadrazam yapılmasıyla yürürlükten kaldırıldı. Basma yönelik sınırlamalar arasında "mizah"a ilişkin olanları önemli bir yer tuttu. Osmanlı Devleti, basının kullandığı etkili bir yöntem olan ve demokratik esaslara dayanmayan bir yönetim anlayışı ile bağdaşması oldukça zor olan mizahın gücünü kavramıştı. Bu nedenle özellikle Abdülaziz ve II. Abdülhamit dönemlerinde mizah gazetelerine karşı sıkı tedbirler alındı. Bu tedbirler arasında özellikle 1870'de Teodor Kasap tarafından çıkarılmaya başlanan ve Namık Kemal'in de yazılarının yer aldığı mizah dergisi Diyojen'in, kuruluşundan itibaren birkaç kez kapatılması ve en sonunda 1873'de, 1867 tarihli Kararname-i Âli gereğince yayın hayatına tamamen son verilmesi;32 Teodor Kasap'ın Diyojen'in kapatılmasının ardından çıkardığı Çıngıraklı Tatar adındaki mizah dergisinin de kapatma cezası alması33; 13 Ocak 1876'da yayımlanan bir kararla, mizah gazeteleriyle yayımlanacak resimlerin ve altlarına yazılacak ibarelerin Matbuat İdaresine verilmemesi ve buradan basılması hususunda izin alınmaması durumunda yayımlanmalarının yasaklandığının bildirilmesi34; 4 Ağustos 1876'da, artık şaka ve mizah içeren yazıların yayımlanmasına izin verilmeyeceğinin ilân edilmesi35 ve yine Teodor Kasap tarafından çıkarılmış olan Hayal adlı mizah gazetesinin, 1876 Anayasası'nın basın özgürlüğüne ilişkin 12. maddesini bir karikatür ile eleştirmesi sonucunda Teodor Kasap'ın üç yıl hapse mahkum edilmiş olması sayılabilir.36 Öte yandan II. Abdülhamit'in tahta çıkışından bir süre sonra hazırlanan Matbuat Kanunu tasarısına ilişkin meclis görüşmelerinde de en çok tartışılan konulardan biri tasarının mizah yayınlarıyla ilgili düzenlemesi oldu. Yoğun tartışmaların ardından mizah gazetelerini yasaklayan maddeler tasarıdan çıkarıldı; ancak bu tasarı padişah tarafından beğenilmediği için yürürlüğe giremedi37 ve padişah, 1877'den itibaren hiçbir mizah gazetesine ruhsat vermedi.38
 
B- II.Abdülhamit Dönemi
 
Basın alanındaki kısıtlamalar ve sansür, II. Abdülhamit ile birlikte artarak devam etti, hatta bu dönemin önemli bir özelliği haline geldi. Öyle ki, siyasi hiçbir yanı olmayan sözcüklere dahi bir çok anlam yüklenerek, bunların ne şekilde olursa olsun kullanılması, özellikle suikast, ihtilal vb. iktidar karşıtı olaylara ilişkin yayınlar yapılması yasaklandı, dizgi yanlışları yüzünden gazeteler kapatıldı. Yeni bir Matbuat Nizamnamesinin hazırlandığı, fakat yürürlüğe
girmediği bu dönemde basın alanındaki ilk önemli yenilik, Osmanlı Devleti'nin ilk anayasasındaki 12. madde oldu. 1876 Anayasası, basın özgürlüğünün özünü oluşturan ifade özgürlüğüne yer vermedi39, 12.maddesinde ise basım "kanun dairesinde" serbest bıraktı. Anayasanın, "Tebaai Devleti Osmaniyenin Hukuku Umumiyesi" kısmında basına ilişkin bir hükme yer verilmiş olması olumlu ve önemli bir gelişmedir. Ancak, bu Anayasaya örnek teşkil ettiği kabul edilen 1831 tarihli Belçika Anayasası'nın 18. maddesinde, basının özgür olduğu, sansür yoluna gidilemeyeceği, yazardan, yayımcıdan veya matbaacıdan teminat (depozito) istenemeyeceği açıkça düzenlenmiş; yazarın bilinmesi (tanınması) ve Belçika'da oturuyor olması durumunda yayımcının, matbaacının veya dağıtıcının kovuşturulamayacağı da belirtilmiştir. 1876 Anayasası'na örnek alınan 1850 tarihli Prusya Anayasası'nın basın özgürlüğüne ilişkin 27. maddesinde ise, her Prusyalının sözle, yazıyla, yayın yoluyla ve resimle düşüncelerini serbestçe ifade edebilme hakkına sahip olduğu; sansür konulamayacağı; basın özgürlüğüne getirilecek diğer sınırlamaların ancak kanun yoluyla olacağı hükme bağlanmış ve böylelikle hem düşünce özgürlüğüne hem de bu özgürlüğün basın yoluyla ifade edilmesine olanak sağlanmıştır. Görüldüğü üzere 1876 Anayasası'nın 12. maddesi, Belçika Anayasası'nın ilgili maddesinden çok farklıdır. Prusya Anayasası'nın 27.maddesinin sadece son kısmına benzemekteyse de, bu anayasanın "sansür konulamaz" şeklindeki ifadesi karşısında bu maddeden de önemli ölçüde farklılaşmaktadır. Anayasanın, "matbuat kanun dairesinde serbesttir" şeklindeki hükmü, basın özgürlüğünü yasama karşısında savunmasız bırakan bir düzenlemedir. Bu olumsuz durum, yasama faaliyetinin gerçekleştirilmesi sürecinde yasama meclislerinin değil, esas itibariyle padişahın etkili olduğu gerçeği karşısında
daha da belirginleşmektedir.  Fakat aynı maddenin, basını yürütmeye karşı güvence altına almak açısından olumlu bir yenilik getirdiğini de kabul etmek gerekir. Çünkü, bu düzenleme ile artık o tarihe kadar basına idari kararla getirilmiş olan yasaklara benzer düzenlemelerin önüne geçilmektedir40.
12. madde bu haliyle de fazla uzun ömürlü olamadı, zira Anayasa, Meclis-i Umumi'nin padişah tarafından tatil edilmesiyle uygulamadan kaldırıldı ve Anayasanın, meclislerin tatil, fesih gibi bir nedenle toplanmadıkları dönemlerde, devleti ya da genel güvenliği tehlikeye düşüren ve meclisin hemen toplantıya çağırılmasının mümkün olamadığı hallerde, vekiller heyetinin "anayasaya aykırı olmamak kaydıyla" verdiği kararların, daha sonra meclisin vereceği karara kadar kanun hükmünde sayılmasına ilişkin 36. maddesine dayanarak yayımlanan Sıkıyönetim Kararnamesi ile de askeri hükümet, zihinleri karıştıracak yayın yapan gazeteleri kapatmaya yetkili kılındı41.
1878'de, gazete ve dergileri denetlemek ve sansürden geçirmek üzere Dahiliye Nezareti'ne bağlı Matbuat-ı Dahiliye Müdürlüğü içinde bir kurul oluşturuldu. Bu kurulun neyi denetleyeceği ise gizli bir yönetmelikle belirlendi.42 Böylelikle 1876'da süreli yayınlar için getirilen ve çok kısa süre yürürlükte kalan ön denetim uygulaması, bir kez daha getirilmiş oldu. Bazı kötü düşünce sahiplerinin yersiz eleştiri ve görüşlerine yol açacağı gerekçesiyle gazetelerde bahsi de 9.maddesinde yasaklanan bu yönetmelikte, gazetelerde ne yazılması ve ne yazılmaması gerektiği emredilmek suretiyle de, devlet güdümü altında bir basın istemi açıkça ifade edildi. Öte yandan, başlangıçta siyasi olmayan yayınların sansürden geçirilmesi sözkonusu değilken, 1882'de bunlar da sansür kapsamına alındı.43 1901'den sonra da yeni gazete ve dergi çıkarılmasına izin verilmedi.44 Bu dönemde yaşanan, bizzat basının kendisinden kaynaklanan ve basın özgürlüğünü en az siyasi iktidardan gelebilecek kısıtlamalar kadar tehdit eden bir diğer olumsuzluk ise bazı gazetelerin, devletten sağladıkları
çıkarlara bağlı olarak padişahın istekleri doğrultusunda yayın yapmaları oldu. Benzer şekilde, dış basında padişah aleyhine yazı yazılmasının önüne geçebilmek için de bu gazetelerden bazılarına maddi çıkar sağlanması yoluna gidildi.45
 
C-II .Meşrutiyet Dönemi
 
II.Meşrutiyet'in ilânı üzerine yazıların sansüre gönderilmemesi ve sansür görevlilerinin gazetelere sokulmaması hususunda gazeteciler anlaştı.46 Böylece gazetelerin sansürsüz çıktığı 25 Temmuz 1908'den itibaren basın alanında kısa süreli bir özgürlük dönemi başladı. Meşrutiyet'in ilân edildiği zaman İstanbul'da sadece dört gazete bulunmakta iken bu özgürlük havası içinde gazete ve dergi sayısında önemli bir artış oldu. II.Meşrutiyet döneminin basın alanındaki önemli bir değişikliği, Anayasanın "Matbuat kanun dairesinde serbesttir" şeklindeki 12. Maddesine eklenen "Hiçbir veçhile kablettab-ı teftiş ve muayeneye tâbi tutulmaz" hükmü oldu. Böylelikle II.Abdülhamit döneminde çok sıkı bir biçimde uygulanan sansürün doğurduğu tepkiyle basının ön denetime tâbi tutulamayacağı anayasa ile güvence altına alınmış oluyordu. Bu dönemde basın alanında yapılan bir diğer önemli düzenleme ise yeni bir matbuat kanunu yapılmış olmasıdır. Yine Fransa, ancak bu kez daha liberal bir yasasıyla örnek alınarak çıkarılan 1909 tarihli Matbuat Kanunu'na47 göre, gazete çıkarmak için ruhsat alma zorunluluğu bulunmuyordu yani ihbar yeterli idi. Fakat örneğin, devletin güvenliğini bozacak, ayaklanmaya kışkırtacak yolda yayında bulunan gazeteler, açılacak dava sonuçlanıncaya kadar hükümet tarafından kapatılabilecekti. Davanın lehte bitmesi durumunda, sorumlu müdür kapatmadan dolayı tazminat isteme hakkına sahipti.48 Ayrıca, Heyet-i vükelâ, yabancı ülkelerde ve "eyalet-i mümtaze"de çıkan gazetelerin ülke içinde yayın ve dağıtımını yasaklayabilecekti. Kanunun basın için nispeten rahatlama sağlayan hali fazla uzun sürmedi ve kanunda başlıca gazete imtiyazı almak için depozito şartı getirilmesi (1912), devlet memurlarının ve askerlerin siyasi yazılar yazmasının yasaklanması (1912), devletin iç ve dış güvenliğini ihlal edebilecek surette yayın yapan gazetelerin Meclis-i Vükelâ kararıyla kapatılabilmesi (1913), askeri sansür memurlarının izni olmadan ordu hareketleriyle ilgili haber yazılmaması (1914) gibi bir çok değişiklik yapıldı. 1919'da çıkarılan bir kararname ile de Matbuat Kanunu'nun ilgili maddeleri askıya alınarak, sıkıyönetim bölgelerinde her türlü kitap, dergi ile süreli ve süresiz yayınların sansür kurulunun izni olmadan yayımlanması yasaklandı. II. Meşrutiyet'in ilânının yol açtığı rahatlama basın alanına da yansıdı, fakat bu dönem hem kısa sürdü, hem de çok uzun bir istibdat döneminden çıkmış olmanın rahatlığı içinde herkesin düşüncelerini dilediği gibi dile getirdiği bir süreç oldu. 31 Mart Olayı sonrasında ve özellikle İttihat ve Terakki'nin iktidarını pekiştirmesinin ardından basın üzerindeki baskı arttı ve yöneten sayısı tek iken halkın ülkede olup bitenlerden basın yoluyla haberdar olmasından, devletin politikasının yine bu yolla eleştirilmesinden duyulan rahatsızlık, İttihat ve Terakki döneminde de devam etti. Bu dönemde basın, iktidar-muhalefet çekişmelerinde adeta silah olarak kullanıldı. İttihat ve Terakki muhaliflerinin, seslerini duyurabilmelerinin önemli bir aracı olarak basını kullandıkları bu dönemde birçok gazete ve dergi kapatıldı. Devletin Birinci Dünya Savaşı'na girmesiyle birlikte İttihat ve Terakki taraftan olan gazetelerin dışındakiler kapatıldı49 ve sıkı bir sansür uygulaması gerçekleştirildi. Savaşın ve İttihat ve Terakki hâkimiyetinin sona ermesi ile basın alanında yine bir rahatlama oldu, fakat bu da daha öncekiler gibi kısa sürdü. Nitekim, 1918'de ve sonrasında alınan tedbirler çerçevesinde, basın alanında belirleyici olan esas itibariyle özgürlük değil sınırlama oldu ve basına getirilen sınırlar ve sansür uygulaması 1923'e kadar devam etti. Bu tarihte yayımlanan TBMM İcra Vekilleri Heyeti Kararnamesi ile sıkıyönetim ve buna bağlı olarak getirilen sansür kaldırıldı.50
 
D-Sonuç
 
Osmanlı basını, dönem dönem yaşanan kısa süreli olumlu hareketlilikler dışında tam anlamıyla özgür olmadı ve bunun doğal sonucu olarak da –sayısı az olmakla birlikte- okuyucu, haber alma hakkını tam olarak kullanamadı. Fakat tüm bunlara rağmen, Osmanlı basınının, mutlakiyetçi devlet yapısının arzu ettiği güdümlü kamuoyu oluşturmaya yönelik bir basın modelinden uzak olduğunu ve böyle bir devlet biçimi lehine değil, parlamentolu ve anayasalı bir yönetim anlayışından yana özgür bir kamuoyu oluşturma görevini yerine getirmek için çaba sarfettiğini belirtmek gerekir.Gerçekten de örneğin basının denetim altına alınmasına yönelik çalışmaların, basının gelişmesinden önce başladığı Tanzimat döneminde, süreli yayın sayısı arttığı gibi, bu dönem aydınlarının, yurt içinde ve özellikle de yurt dışında çıkardıkları gazetelerde; mevcut yönetimi, devletin ekonomi, maliye, eğitim, dış siyaset gibi önemli konulardaki politikasını eleştiren ve meşrutiyeti savunan yazılara yer verildi; resmi ya da özel olsun, gazetelerin birçoğunda Batı'daki siyasi yaşam, devlet ve yönetim anlayışı hakkında okuyucuya bilgilenme olanağı verildi. Basın üzerindeki denetimin sıkı bir biçimde uygulandığı II. Abdülhamit döneminde de -yurt içindeki süreli yayınlar etkilerini yitirmekle birlikte- Jön Türkler tarafından yurt dışında çıkarılan gazetelerde, birbirinden farklı birçok görüşün yanı sıra parlamentolu ve anayasalı bir rejim isteği de dile getirildi. Osmanlı basını, I. ve özellikle II. Meşrutiyet dönemlerinde51 Osmanlı kadınlarının hak arayışında da kendisinden istifade edilen önemli bir araç oldu. Gerek kadın dergileri, gerek kadınlara yönelik ekler çıkaran veya sayfa ayıran ya da kadın yazılarına yer veren gazeteler, Osmanlı kadınlarının birçok konu ve sorun üzerinde düşüncelerini açıklayabilmelerini; başta Batılı kadınlar olmak üzere dünya genelindeki kadınlarla ilgili haberlere yer vermek suretiyle de farklı kadın yaşamları hakkında bilgi ve fikir sahibi olmalarını sağladı.52 Devlet, basının kamuoyu oluşturma ve yönlendirmedeki rolünü kavrayıp, buna göre tedbirler alırken, basın, birçok sorunun yanı sıra gerek Tanzimat döneminde gerek sonrasında, basının siyasal yaşamdaki önemini ve görevini vurgulayan yazılara da yer verdi. Örneğin Tanzimat döneminin önemli gazetelerinden biri olan Tasvir-i Efkâr'da, devletin gücünün, halka götürdüğü iyi hizmetlerden doğduğu ve halkın bu hizmetlerle ilgili görüşlerine ise gazetelerin tercüman olduğu Şinasi tarafından dile getirildi.53 Şinasi, böylelikle basının, bir ülkenin siyasal yaşamındaki rolüne ve kamuoyunun önemine işaret ediyordu. Benzer şekilde, İbret'teki yazılarında Namık Kemal, basının toplumsal gslişim üzerindeki rolünü vurguladı; hükümeti denetleme işlevi bulunduğunu, parlamento kadar önemli olduğunu, ülke çıkarlarına hizmet ettiğini ve bu nedenlerle özgür olması gerektiğini ifade etti.54 II. Meşrutiyet döneminde de, gazetecilerin, yaptıkları işin ciddiyetinin bilincinde olduklarını gösteren yazılar yazıldı. Örneğin 31 Mart Olayı sonrasında, uygulanan yoğun baskıya rağmen, -9 Haziran 1910'da öldürülen- Sada-yı Millet gazetesi başyazarı Ahmed Samim, yazılarında basının, kamuoyunu aydınlatma görevi olduğunu, hükümeti övebileceği gibi, gerektiğinde eleştirebileceğini de dile getirdi.55
 
 
*Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Tarihi Anabilim Dalı
18 Fuat Süreyya Oral, Türk Basın Tarihi, Birinci Kitap, Osmanlı İmparatorluğu Dönemi, s.48-49. Bunlardan, İbrahim Müteferrika'ya ait olan dokuzuncusunda, Avrupa'daki yönetim biçimlerinin monarşi, aristokrasi ve demokrasi olmak üzere üçe ayrıldığı ifade edilmek suretiyle "demokrasi" sözcüğü ilk kez bir Türkçe kitapta yerini aldı (Alpay Kabacalı, Türk Basınında Demokrasi, Ankara 1994, s.6.) ki bu, basının önemini göstermek açısından dikkate değer önemli bir örnektir.
 
19 Gazetenin çıkarılışında güdülen amaç, padişah II.Mahmut'un yayımladığı Ferman ve "Mukaddeme-i Takvim-i Vakayi" başlıklı özel ss.yıda ifade edilmiştir. Bkz.. Hıfzı Topuz. 100 Soruda Başlangıçtan Bugüne Türk Basın Tarihi, İstanbul 1996,s.7.
 
20 Ceride-i Havadis hakkında bilgi için bkz., Oral,s.77-79. Vakayii Tıbbiye için bkz., Bülent Varlık. "Tanzimat ve Meşrutiyet Dergileri", Tanzimat'tan Cumhuriyct'e Türkiye Ansiklopedisi, C.l. s.l 12.
 
21 Geniş bilgi için bkz., Orhan Koloğlu, "Türkçe-Dışı Basın", Tanzimat'tan Cumhuriyct'e Türkiye Ansiklopedisi, C.l,s.94vd. Koloğlu, Osmanlı Devleti'nin basın rejiminin çoğunlukla sadece Türkçe basına yönelikmiş gibi değerlendirildiğini, oysa ki, basın alanındaki düzenlemelerde Türkçe-dışı basının toplum üzerindeki etkilerinin de dikkate alındığını ifade etmektedir. Bkz.,s.94.
 
22 Orhan Koloğlu, "Osmanlı Basını:İçeriği ve Rejimi",Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi, C.l, s.77.
 
23 Topuz, Türk Basın Tarihi, s.l 1.
 
24 Nizamname metni için bkz., Cevdet Kudret, Abdülhamit Döneminde Sansür II, Eylül 2000,s.25-41 ve Server İskit, Türkiye'de Matbuat Rejimleri, İstanbul 1939, Matbuat Kanunları Kısmı, s.691-695.
 
25 Koloğlu, Osmanlı Basını, s.77.
 
26 Fransa'da basın özgürlüğünün gelişimine ilişkin olarak bkz., Dönmezer, Basın Hukuku,s.25.
 
27 Bu Nizamnamenin, 3.maddesi ile basın açısından yerli yabancı ayırımını ve böylelikle bu alanda Avrupalıların kapitülasyonlardan yararlanma olanağını ortadan kaldırdığı, bu nedenle Türkçe basın tarafından olumlu karşılandığı hususunda bkz.,Orhan Koloğlu. "Osmanlı'larda Basın ve Kamuoyu", Osmanlı Ansiklopedisi, Cilt:6, İstanbul 1994,s.185.
 
28 Kabacalı, Türk Basınında Demokrasi, s.26; Kudret,II,s.41.
 
29 Bkz., Kudret, II, s.43-44; İskit, Matbua! Kanunları Kısmı, s.696.
 
30 Koloğlu, Osmanlı Basını, s.81; Topuz,Türk Basın Tarihi, s.29; Kabacalı, Türk Basınında Demokrasi, s.22.
 
31 Bkz.. Kudret. II.s.45; İskit, Matbuat Kanunları Kısmı, s.698.
32 Kabacalı, Türk Basınında Demokrasi,s.22-23; Ayrıca bkz., M.Bülent Varlık, "Tanzimattan Cumhuriyet'e Mizah", Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi, C.4, s.1094.
 
33 Kabacalı, Türk Basınında Demokrasi,s.25.
 
34 Kabacalı,Türk Basınında Demokrasi, s.26; Varlık, Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Mizah, s.1095-1096.
 
35 Varlık, Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Mizah,s.l096; Topuz, Türk Basın Tarihi,s.31; M.Nuri İnuğur, Basın ve Yayın Tarihi, İstanbul 1993,s.256.
 
36 Kudret,I,s.29.
 
37 Kabacalı, Türk Basınında Demokrasi, s.46-49; Varlık.Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Mizah, s.l096-1097;Topuz, Türk Basın Tarihi, s.34-36.
 
38 Dönmezer, Basın Hukuku,s.131.
39 Bu noktada 1876 Anayasası'nın yapılışında ve ilânında önemli rol oynayan Mithat Paşa'nm hazırladığı 57 maddelik anayasa tasarısında (Kanun-ı Cedid), "Osmanlıların hukuk ve vezaiiV'ni düzenleyen 13 madde arasında düşünce özgürlüğüne de yer verildiğini belirtmek gerekir. Buna göre. "herkes kaalen ve kakmen beyan-ı efkârda azadedir. Ancak bunu suiistimal ile asayiş ve ahlâk-ı umumiyeyi ihlâle tasaddi edenler ber mucib-i kanun ceza göreceklerdir." Bkz..Tarık Zafer Tunaya, "Mithat Paşa'nın Anayasa Tasarısı:Kanun-ı Cedid". Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi, C.l, s.30-31.
 
40 Bkz., Dönmezer, Basın Hukuku,s.l30.
 
41 Kudret, I,s.25; İskit, Tahlil ve Tarihçe, s.52.
 
42 Sansür Kurulu ve gizli yönetmeliğe ilişkin geniş bilgi için bkz., Kudret, I, s.46-53; Yönetmelik için ayrıca bkz.,Topuz, Türk Basın Tarihi,s.37-38;İnuğur,s.262-263.
 
43 İskit, Tahlil ve Tarihçe, s.63; Topuz, Türk Basın Tarihi,s.36.
 
44 Aykut Kabacalı, "Tanzimat ve Meşrutiyet Dönemlerinde Sansür", Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi, C.3, s.612.
 
45 Topuz. Türk Basın Tarihi, s.40-44.
 
46 Kudret.II,s.15-17; Topuz, Türk Basın Tarihi,s.59.
 
47 1909 tarihli Matbuat Kanunu ve bu kanunda yapılan değişiklikler için bkz., İskit. Matbuat Kanunları Kısmı, s.707vd.
 
48 Kabacalı, Türk Basınında Demokrasi ,s.72; İskit, Tahlil ve Tarihçe, s.109.
49 Koloğlu, Osmanlı Basını, s.92.
 
50 İskit, Matbuat Kanunları Kısmı, s.729; Kabacalı, Tanzimat ve Meşrutiyet Dönemlerinde Sansür,s.616; Kabacalı, Türk Basınında Demokrasi, s.94.
 
51 I.Meşrutiyet öncesindeTerakki gazetesi, kimliklerini açıklamamakla birlikte kadın mektuplarına yer verdi ve 1869'da Terakki-i Muhadderat adında bir kadın dergisi çıkardı. 1875'de de Vakit Yahud Mürebbi-i Muhadderat ve Ayine adlı dergiler çıkarıldı. Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi. İstanbul 1994.S.23 ve 25.
 
52 Geniş bilgi için bkz.,Aynur Demirdirek, Osmanlı Kadınlarının Hayat Hakkı Arayışının Bir Hikayesi, Ankara 1993 ve Serpil Çakır, s.22vd.
 
53 Hamza Çakır, "II.Meşrutiyete Kadar Osmanlıda Basm-İktidar İlişkileri", İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, Sayı:l 1.2001,s.101.
 
54 Topuz. Türk Basın Tarihi, s.16.
55 Kabacalı,Türk Basınında Demokrasi, s.73.


BİZİM TİYATRO
 
" Oyuncularımız var, yabancı rolleri yabancılar kadar başarılı oynayabiliyorlar. Rejisörlerimiz var, Avrupa’da gördükleri mizansenleri burada aynen uygulayıp alkış topluyorlar. Yazarlarımız var, yapıtlarını yabancı örneklere benzetebildikleri ölçüde iyi yazar sayılıyorlar.
 
Hepsi iyi hoş da, peki ama nerde Türk oynayışı, Türk sahneleyişi, Türk yazışı, Türk algılayışı? Bir kelime ile nerde Türk tiyatro üslubu? “Bizim Tiyatro” işte bunun peşinde gidecek. Bize özgü olanı araştırıp bulup önünüze sermeyi deneyecek.
 
Tiyatro, elbet insanlığın ortak malı. Tiyatro tarihi, her ulusa ortak ve zengin bir birikim sağlıyor. Ama her ulus da ona yüzyıllar boyu kendi özelliğinden katkılarda bulunmuş, bulunuyor. Tiyatro alanındaki yeni görünen yolların çoğu işte hep bu eski ve yeni yöresel katkılardan doğuyor.
 
Türk oyun tarzı, Türk oyun yazımı, Türk jesti, mimiği derken şovence bir duyguya kapıldığımız, aman sanılmasın. Biz derken de bencil bir kısıtlamadan yana, hiçbir zaman olmadığımız lütfen hatırlansın.
 
Amacımız, tekelci bir kendi içine büzülüş değil, tam tersi, dünyaya, evrene açılış. Ama kendi kişiliğimizle. Bu ortak birikime kendimize özgü bir şeyler katıp yararlı olarak. Türkiye anlamına gelen bizden, insanlık boyutundaki BİZ’e uzanmak istiyoruz.”
 
HALDUN TANER
İSTANBUL EFENDİSİ
 




																	
TARLA KUŞUYDU JULİET
 



																	
ALEMDAR (Tohum ve Toprak)
 




ALEMDAR
																	
 
Bugün 6 ziyaretçi (8 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol