Tanzimat Döneminde Beyoğlu 2
(Kaynak: T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ / SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ  VE EDEBİYATI BİLİM DALI / YÜKSEK LİSANS TEZİ / TANZİMAT DÖNEMİ TÜRK ROMANLARINDA BEYOĞLU / Emine UZUN)
 
 
3.2.3. OYUNLAR

Tanzimat devri romanlarında Beyoğlu’nda yaşayan ve orada gezip eğlenen kahramanların birbirlerine söyledikleri yalanlar, birbirlerine oyun oynamaları, ikiyüzlülükleri dikkat çeken bir durumdur. Ahmet Midhat Efendi’nin Felatun Bey ile Rakım Efendi adlı romanında alafranga hayatı seven ve eğlence düşkünü Felatun Bey gönlünü kaptırdığı Polini adındaki Fransız tiyatro oyuncusunun cilvelerine kanıp kumar oynar. Polini, kumar masasında anlaştığı diğer dostlarına yardım ederek Felatun Bey’in servetini kaybetmesine sebep olur. Ayrıca Polini zaman zaman ufak küsmelerle Felatun Bey’den pahalı hediyeler koparır. Felatun Bey’in parası bittiğinde de onu terk eder.

“Felatun - Madem sen bana Can'ın lakırdısını bıraktırdın, ben de sana Polini'nin lakırdısını bırakmayı teklif ederim.
Rakım - O ne için ya?
Felatun - Şunun için ki, artık kendisinden ayrıldım.
Rakım - (telaşla) Sebep?
Felatun - Bırak şu kaltağı, Allah'ı seversen!
Rakım - Canım, o nazlı Polini şimdi kaltak mı oldu?
Felatun - Hınzır kahpe, beni yolup kül ettikten sonra yüz çeviriverdi.
Rakım - Yolduktan sonra mı?
Felatun - Ah, öyle ya!
Rakım - Bari mali birkaç bin liraya oldu mu?
Felatun - Birkaç bin mi? On altı bin diyemiyor musun?
Rakım - (daha ziyade telaşla) Ne dedin? Zati senin servetin ne kadar ki?
Felatun - (gözleri dolarak) İşte ne kadarsa hepsini yoldu!... Ah birader, sen bana pek doğrusunu söylemiştin ama ne fayda. O zaman şimdiki aklım olsaydı, ne yapacağımı ben biliyordum.
Rakım - Ey şimdi?”45

Ahmet Midhat Efendi’nin Yeryüzünde Bir Melek adlı romanında kıskançlık duygusu sebebiyle bir kadının bir başka kadına oynadığı oyun karşımıza çıkmaktadır. Şefik sevdiği kadın olan Raziye’ye oynanan oyunu öğrenir. Raziye’ye çok benzeyen ve Raziye takma adı ile herkesin diline düşen Cevriye’yi konağa getirir, Raziye’nin adını temizlemesi için ondan Arife’nin onlara oynadığı oyunu misafirlere anlatmasını ister.

“Elhasıl Şefik her tarafı teskin eyledikten sonra Cevriye'den alacağı
malumatı almak için evvela uzaktan uzağa, bittedriç yakından yakına suallere başlamakla Cevriye «Zahmete girmeyiniz efendim! Sizin Şefik Efendi olduğunuz ve benim de Raziye ismiyle etmediği kalmayan Cevriye olduğum tahakkuk eyledikten sonra sizden ketm edeceğim artık hiçbir şey kalmayarak vuku-ı hali olduğu gibi hikaye edeceğim.» diye bcrvech-i atı hikaye ye başladı:”46

Ahmet Midhat Efendi’nin Hüseyin Fellah adlı romanında birçok yalan ile gelişen olaylar bir oyun olarak karşımıza çıkmaktadır. Çaresizlik içerisinde kalıp yiyecek ekmek bulamayan, bu yüzden dilenen Şehlevend ve annesi Hasna Hanım’a Laz Mehmet Ali adında bir adam önce yardım eder, sonra Şehlevend’e kendisini cariye olarak satıp, annesine rahat edeceği bir ev ile geçimini sağlayacak bir miktar para vermeyi teklif eder. Şehlevend bu teklifi kabul etmek istemese de annesini düşünerek kabul eder; fakat annesine Cezayir’e gelin gideceği yalanını söylerler. Kızı Şehlevend’in Laz Mehmet Ali’nin gelini olarak Cezayir’e gideceğine inanan Hasna Hanım, oalyların gelişimi içinde Laz Mehmet Ali’nin bir esirci olduğunu ve kızının bir esir gibi satıldığı gerçeğini öğrenir.

“Kız – Tut ki ben razı olmuşum! Validem razı olmazsa ne yaparız?
Laz – Sen bir kere razı olda ötesi kolay. Alemde yalan kahtlığına kıran girmedi ya!
Kız – Ne deriz, validemi nasıl aldatırız?
Laz – Ben seni oğluma gelin alacak olurum.
Kız – İyi ama validem damadını görmeyecek mi?
Laz – Canım oğlum burada bulunmaz. Mısırda olur, hem ben seni satacak olursam zati İstanbul içinde satacak değilim ya?47

Ahmet Midhat Efendi’nin Henüz On Yedi Yaşında romanının kahramanı Kalyopi, kızların randevuhaneye satılmaları ile alakalı bilgiler verir. Buna göre bazen validesi ve pederi paraya ihtiyaç duydukları için kızları olayın farkına varmadan onu randevuhaneye satarmış.

“- Ah! Bazı kere kızı, validesi ve pederi satar.
- Nasıl satar?
- Basbayağı satar. Kızını götürür kerhaneciden 20-30 altın alıp satar.
- Acayip! Hükümet buna bir şey demez mi? Patrikhane yok mu?
- Onların nereden haberi olacak.
- Ee, kız satılmaya razı mıdır?
- Kız bir şey bilmez ki. Bir iki fistan, şapka gibi cicileri görünce bir aralık soyunur bile! Sonra aklı başına gelip işi anlarsa da o zaman dahi iş işten geçmiş bulunur.”48

Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba sevdası adlı romanında Bihruz Bey’e oynanan bir oyun ile karşılaşıyoruz.Bihruz Bey’in arabacısı Andon arabayı Beyoğlu’na tamire götürdüğünü söyler ; fakat Bihruz Bey’in arabayı aldıktan sonra da borçlu kaldığı ve borcunu ödeyemediği mağazaya götürür. Araba Bihruz Bey’in elinden çıkar, mağaza tarafından başkasına satılır. Birgün Taksim Bahçesi’nde gezinen Bihruz Bey kendi arabasını ve içinde de arabacısı Andon’u görür. Ve Andon’un kendisine oyun oynadığını düşünür.

“Bihruz Bey arabasını ve Andon'u o halde görüp tanıyınca büyük şaşkınlığa düştü. Önce olduğu yerde kalakaldı. Sonra döndü, arabayı Taksim caddesi köşesini dolaşıp da gözden kayboluncaya kadar gözleriyle izledi. Araba kaybolunca gene yürümeye devamla bahçeye girdi, kendi kendisine söylenerek tarhların arasında dolaşmaya başladı: ‘Kes köse kö sa? Arabayı, hayvanları diyelimki bu beyefendi kondorakiden satın almış; andonu nereden bulmuş?’”49

Ahmet Midhat Efendi’nin Karnaval adlı romanında Madam Hamparson’un hizmetçisi Mariyanko, önce Madam Hamparson’la anlaştığı halde sonradan Hamparson Ağa’nın para teklifini kabul ederek bildiklerini Mr. Hamparson’a anlatır ve Mariyanko Hamparson Ağa’nın olay çıkaracağı akşam hem konağın hanımından hem de beyinden para alıp iki tarafı da idare ettiği için konaktan kaçar.

“Mariyanko aşağıya indiği zaman resmiyi muntazır buldu. Dedi ki:
- Daha bekliyor musunuz? Gitseniz ya.
- Belki herkes henüz uyumadı.
- Ağa yatalı iki saat oldu. Ondan başkasının uyuması veyahut uyumaması sizin nenize lazım? Gece yarısı oluyor haydi gidiniz, rahatınıza bakınız. Madam sizi bekleye bekleye üzülür. Karı şu lakırdılarını şerhli olarak söylemek lazım gelseydi ‘Gece yarısı oluyor, şimdi Nikolaki gelecek, biz kaçacağız haydi gidiniz de siz dahi belanızı bulunuz!’ demek icap eylerdi.”50

3.2.4. MAHKEME

Romanları incelediğimizde Beyoğlu’nda işlenen suçlarla ilgili olarak mahkemelerin yapıldığı ve bu mahkemelerin bazen halka açık olduğu görülmüştür. Ahmet Midhat Efendi’nin Esrâr-ı Cinâyât adlı romanında kanun dışı işler yapan Hediye Hanım’ın yargılanması için bir mahkeme kurulduğunu görüyoruz. Galata ve Beyoğlu’ndaki gazetelerde de işlediği suçlar için Hediye Hanım’a bir mahkeme yapılacağı duyurulur. Bu konuyu gazetelerden takip eden halk Hediye Hanım’ın göreceği cezayı merak eder, Mustafa’nın kullanıldığı için suçsuz olabileceğini düşünür. Mahkeme günü her yer tamamiyle dolmuştur. Hatta insanlar bu mahkemede yer bulabilmek için tanıdıklarını devreye sokmuşlardır. Buradan anlıyoruz ki devrin insanı güncel olaylara, sosyal meselelere karşı duyarsız değildir.

“Halk denildiği zaman kimler anlaşılabilirse o sınıf henüz mahkemeye gelmeksizin müstemilere mahsus olan yerler kamilen havas tarafından zaptolundu. Havas ve gazetecilere mahsus olan yerler dahi hıncahınç dolmuş oldu hatta aza ve zabıt keteresinin yanları da bazı zevatı mutedere tarafından işgal edilmişlerdi. Muhakemenin zaman-ı icrası takarrup eyledikte divanhanede o kadar kalabalık peyda olduki koca divanhanenin hemen münhedim oluvermesinden dahi korkulurdu.51

3.3 EĞLENCE HAYATI

Beyoğlu tüm semtlerimiz arasında Avrupa kültürünün en yaygın olduğu bir yer olarak karşımıza çıkar. Bu sebepten ve burada çok farklı inançların bir arada bulunmasından dolayı özgürlük fikrinin yaygın olduğu bir mekan olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu da Beyoğlu’nda çeşitli eğlence şekillerini meydana getirir. Beyoğlu en çok eğlence hayatı yönüyle insanların dikkatini çekmekte ve insanlar buradaki değişik eğlenceler sebebiyle buraya rağbet etmektedirler. Fakat bu durum toplumda bir takım ahlâkî bozulmalara sebep olur. Jale Parla’nın Babalar Ve Oğullar kitabında bunu şu şekilde belirtir:

“Menfaat-i şehvaniye, Tanzimat romancıları için Batı kültürünün bir öğesi olup , Batı’dan gelecek en büyük tehlikelerden biriydi. Bu tehlikeye kapılan oğullar, babasız ya da rehbersiz kaldıklarında , bekleneceği üzere lezaizi süffliyyenin tadına varıp , ezvak-ı ulviyyeden uzaklaşıyor ve ondan sonra da içki, kumar, kadına kapılarak kötü yola düşüp haneyi yıkıyorlardı. Lezaiz-i Sufliyye şeytanın verdiği hazdı; bunu tadan mahcup, terbiyeli delikanlılar bir anda arsızlaşıyor ve ondan sonra da artık onları kurtarmak mümkün olmuyordu.”52

Bu bölümde Tanzimat dönemine ait romanlarda geçen Beyoğlu’nun eğlence yerlerini ve insanların buraya ne maksatla gidip neler yaşadıklarını inceledik.

3.3.1. MEYHANELER

Roman kahramanları sıkça meyhanelere giderler. Burada dostlarıyla hem içer hem de günlük olaylar ile ilgili sohbet ederler. Fakat meyhanelerin tehlikeli yanları da görülmektedir. Fazlaca içen insanların kendilerini kaybedip etrafa sataşmaları, kanlı bıçaklı olaylara, büyük kavgalara sebep olmaları Beyoğlu meyhanelerinde karşılaşılan bir durumdur. Meyhane ortamının bazen şarkılı, danslı müziklerle de süslendiği görülmektedir. Buralarda kadınların çalıştığı da görülüyor. Beyoğlu’nda insanlar genelde cumartesi öğleden sonra, akşama doğru, Pazar akşamına kadar meyhanede vakit geçiriyorlar. Ahmet Midhat Efendi’nin Hüseyin Fellah adlı romanında meyhanede geçen bir kavgadan bahsedilir. Civelek Mustafa, gittiği Apostol Meyhanesi’nde bir beyin kendisine takılarak söylediği sözlere kızar ve ona ters cevap verir. Bu cevaba kızan bey ona tokat atınca aralarında bir kavga çıkar. Beyin dostları da bu kavgaya katılıp mert ve yiğit bir delikanlı olan Civelek Mustafa’yı öldürdüklerini zannedip ağır yaralı bir halde bırakırlar.

“Mehmed -Canım! Apostol'un meyhanesinde idik. Bu Civelek Mustafa da oradaydı. Ben de pek iyi farkında değilim ama yoldaşlardan birisi bundan bir şeftali mi istemiş ne olmuş? Yunus -Beni ayıplayan ağayı gördün mü bir kere! İşte işin aslını kendisi de bilmiyor! Neyse! Fakat Civelek Mustafa için pek ırz ehli bir çocuk derler. Mehmed -Sen de amma tuhaf söylüyorsun be Yunus! O kadar ırz ehli çocuğun meyhanede işi ne? Yunus -Ama bu bir babayiğit çocuktur! Mehmed -Çocuk ya! Varsın babayiğit olsun ne olursa olsun! Genç değil mi? Herif bir buse istemiş, verivermiş olsa ne zararı olur? Kaldırıp bir de şamar atmanın manası var mı ya? Mehmed -Ha! Bak işte bunda edepsizlik etmiş!”53

Ahmet Midhat Efendi’nin Acayib-i Alem romanı kahramanlarından eğitime önem veren Hicabi Efendi, Alman lisanını en kolay yoluyla öğrenmek için Alman’ların çokça bulunduğu Galata ve Beyoğlu birahanelerine gider.

“Bir lisanı kolayca öğrenmek için şart-ı a'zam o lisan ehlinin içinde yuvarlanmak olduğu cihetle Hicabi Bey dahi artık galata ve Beyoğlunun birahenalerine devama başladı. Ehl-i işretten değil idiyse de gaz limonatasından başladığı rağbeti yavaş yavaş bira derecesine kadar vardı. Bir yandan Alman lisanını tahsil eder ve bir yandan dahi mesail-i fenniyeye rağbet eylerdi.”54

Ahmet Midhat Efendi’nin Dürdane Hanım romanının kahramanları Çerkes Sohbet, yankesici Papazoğlu, Acem Ali de meyhaneye devam edip burada içip sohbet edenler arasındadır.

“-Vay! Akşamlar hayrolsun Sohbet Ağa!
-O! Akşamlar hayrolsun Papazoğlu! Yine buralarda ne geziyorsun bakayım?
-Ne yapalım a gözüm? Bizim sandalımız yok, mavnamız yok! Biz de çoluk çocuk sahibiyiz. Ekmek parası ister. Fakat sen böyle yalnız oturmaktan
...
-Bilirsin ki ben her vakit yalnız otururum. Ee, bu akşam kimi gözüne kestirdin bakalım?
-Bana da bir bira ısmarlarsan anlatırım.
-Çıkarken paraları yine sen vereceksen ısmarlamak dahi benden olsun.”55

Ahmet Midhat Efendi’nin Vah romanındaki kahramanı, alafranga yaşayışı seven Behçet Bey de, meyhanelere devam edip burada Avrupa’dan gelmiş resimli gazeteleri inceler, arkadaşı Necati Efendi ile sohbet eder. Bu meyhanelerde kumar oynayanların da olduğu belirtilir. Behçet Bey ve Necati Bey’in devam ettiği Fugel Meyhanesi Almanlara ait olup Osmanlıların çokça rağbet ettikleri bir meyhanedir.

“Despino'nun son mülakatı vukuundan hemen bir hafta sonra bir çarşamba günü Behçet .. Bey yeni gelmiş olan resimli gazeteleri görmek için birahaneye girdiği zaman Necati Efendi’yi gördü ki önünde bir küme teşkil etmiş olan çavdar ekmeği dilimlerini birer birer yakalayarak el kadar gravyera peyniri dilimleriyle la-yenkatı ağzına götürür ve çenelerini ağrıtmacasına bir sürat ile çiğneyip yerdi.”56

3.3.2. RANDEVUHANELER

Beyoğlu’nda kadınların yaşayışı dikkat çeken bir konudur. Kadınlar Beyoğlu’nda oluşan Avrupa kültürünün etkisi ile şık ve güzel kıyafetlere, rahat yaşamaya, eğlenceli hayata özenirler. Daha çok para kazanıp daha rahat geçinme, Avrupa kültürüne uyum sağlama gibi istekleri sebebiyle kadınlar , bazen başkaları tarafından oyuna getirilerek, bazen de kendi istekleri ile randevuhanelerde çalışırlar. Taner Timur’un Osmanlı-Türk Romanında Tarih, Toplum Ve Kimlik adlı eserinde belittiğine göre gayrimüslimlerin serbestliği Osmanlı romanında, onları yoksulluk yüzünden vücutlarını satmak zorunda kalan zavallılar durumuna da düşürülebilir. Osmanlı yönetimi bu konuda onlara göstermediği hoşgörüyü -daha doğrusu ilgisizliği- gayrimüslimlere gösterir. Bu yüzden Beyoğlu’ndaki kirahaneleri genellikle gayrimüslim kadınlar doldurur.57 Ahmet Midhat Efendi’nin Henüz On Yedi Yaşında adlı romanında Mariyanko Dudu’nun Beyoğlu’nda bir randevuhane açtığı anlatılır. Bu randevuhanede Kalyopi ve Agavni adında kızlar çalışmaktadır. Randevuhanelerden hiç hoşlanmayan Ahmet Efendi, arkadaşı Hulusi’nin ısrarı ve gecenin geç saatinde gidecek başka yerleri olmayışı sebebiyle bir geceyi arkadaşı ile orada geçirmek zorunda kalır. Ahmet Efendi bu yerlerin temiz gibi görünmesine rağmen tamamen pislik içinde olduğunu düşünmektedir. Randevuhanede Kalyopi’yi tanır ve onun hikâyesini dinleyerek öğrenmek ister. Bunun üzerine irtibatı koparmamak için sürekli randevu evine giderek; Kalyopi’ye buraya nasıl düştüğü hakkında sorular sorar. Ve işin gizli yönlerini öğrenmeye çalışır. Randevuhanelerde kadınların şarkı söylemesi, raks etmesi de dikkati çeken bir husustur.

“Uşağa verilmiş olan emir mucibince dört şişe rakı, dört kadeh, dört bardak dahi su geldi. Agavni dedi ki:
-Siz bu gece kumandayı kime vereceğinizi bilemediniz. Eğer kumandan ben olsaydım şimdi Vasili'ye bir emir verip ala mezeler dahi getirtirdim.
Hulusi -Orduda yalnız bir kumandan olmaz ya sen de ikinci kumandan ol da bu emri ver! Agavni bir asker kumandanı tavrıyla Vasili'ye haykırarak meze dahi emreyledi. Kalktı kadehlerin dördünü dahi doldurdu. Fakat Kalyopi ile Ahmet içmek istemediler. Agavni dedi ki:
Siz bu akşam burada eğlenmek için kaldınız öyle mi? Yazık öyleyse paralarınıza! Daha iptidasında böyle birbirimize uygunluk göstermeyecek olursak nasıl eğlenebilirmişiz? Evinizde kalsaydınız hem istediğiniz rahatı bulur hem de avuçlar dolusu paralar masrafa girmezdiniz.”58

Yine bu romanda Kalyopi, burada çalışan kadınlar için de bazı tehlikelerin olduğunu anlatır. Kalyopi, kadınların buradan çıkabilmeleri için Ermeni karısı Maryanko Dudu’ya olan borçlarını ödemeleri gerektiğini, ne kadar çok çalışırlarsa o kadar para kazanabileceklerini; ama yine de bu borçtan kurtulmanın zor olduğunu, ancak kendilerini sevecek ve ev açacak bir bey bulabilirlerse o şekilde kurtulabileceklerini anlatır.

“-Ha! Şimdi anlaşıldı. Haniya kızları cariye gibi alıp satmak bahsi vardı da öbür defa sen söylemek istemiyordun. Demek oluyor ki bu alım satım şu borç meselesinden ibaretmiş. Fakat bu borç nasıl hasıl oluyor?
-Efendim, o alım satım adeta bir alım satımdır. Şimdi benim burada yirmi beş altın borcum yok mu? İşte o borç verilmeyince buradan bir yere gidemem. Dudunun adeta cariyesiyim. Şayet bir başka kerhaneci beni buradan kandırıp alacak olsa yahut ben başka bir yere gitmek istesem o gideceğim hane sahibi borcumu verir beni satın alır. Hemde o zaman yalnız yirmi beş lira vermez. Nihayet ben buraya yirmi beş lira borçluyken otuz lira: borçlu olurum.
-Yalnız sen mi borçlusun, yoksa başka kızların da borçları var mıdır?
-Borçsuz adeta hiçbir kız bulunmaz. Borcumuz olmasa biz satılmamış bulunsak buralarda sürünmeğe katlanır mıyız? Evimize oturup müşteri zuhur ettikçe birkaç yere gider yine evimize geliriz.”59


Özdemir Arkan’ın Beyoğlu Kısa Geçmişi, Argosu adlı kitabında belirttiğine göre İstanbul’u görmüş batılı aydınlardan Misailidis de bu fuhuş rezaletinden şikayetçidir.

“Beyoğlu’nda elyevm dahi kesret üzere bulunan ve kirahane tesmiye olunan bekarlar ateş gedesi ve edebiyat harabiyeti bir hayrathaneye girip post serdik. Heman Cenab-ı Vacibil-vücut hiçbir kulunu doğru yolundan saptırmasın.
….
… kızlar içeri gelin demeye kalmadı, aşağıdan yukarıdan toplanıp , davar sürüsü ve Habeşistan esireleri tarzı zavallı kızlar içeri girdiler ve edibane selam vererek , beherimizin iki tarafına da ikişerden on dört kız oturdu, güya koyun sürüsünden koyun seçer gibi beğen beğen de beğendiğini alıko. Aman Ya Rabbim…. Ah gidi yanlış medeniyet ve serbestiyet. Şu alemde nice fenalıkların sebebi ve menbaısınız.”60

Bertrand Bareilles de Beyoğlu’ndaki fuhuşu şöyle anlatır:

“Sol tarafta döküntülerle dolu, çamurlu sokakçıklar çarpar gözünüze. Ama asıl kirlilik, orada hoşgörülen teşhirci görüntülerdir. Burası birkaç yıldır, Transleithania gettolarının iğrenç örnekleri olan uzun siyah redingotları, yağlı  şapkalarıyla garip giyimli bir nüfusun yerleştiği meşhur Kemeraltı’dır. Geçinmek için her yola başvuran bu adamlar , en çok da fuhuş ticareti yaparlar. Frenk şehrinde randevuevleri gizli değildir ve herkes bunların polis için bir gelir kaynağı oluşturduğunu bilir. Eskiden Katolik Ermenilerin oturduğu , hala kiliselerinin bulunduğu bu semti polis randevuevlerine tahsis etmiştir. Kemeraltı fahişeleri ,dizlerine kadar inen beyaz iç gömlekleri giyip etlerini sergileyerek , rimelli kaşları ve saçlarına iliştirdikleri yapma çiçeklerle kapılarının önünde dururlar.”61

3.3.3. HOTEL

Romanlarda görüldüğü şekliyle hoteller ; içkili eğlenceler, yemekler, kumar oyunları için gidilen mekanlardır. Beyoğlu’nun hotellerinde bazen kadınların da erkeklerle birlikte çeşitli eğlencelere katıldıkları görülür. Ahmet Midhat Efendi’nin Felatun Bey ile Rakım Efendi romanı kahramanlarından zevk ve eğlenceye düşkün olan Felatun Bey, Beyoğlu’nda Hotel C’de bir Fransız tiyatro oyuncusu ile eğlenir, kumar oynar. Felatun Bey bu kadına aşık olduğunu düşünür, kavga ettikleri zamanlarda ona pahalı hediyeler verir. Fakat kadın Felatun Bey’in parasını yemek için onunla birlikte olur.

“Polini - Bak şu maymuna bir kere, işmizazlı şebek! ... Kazandığın geceler kendi maharetinle kazanıyordun. Kaybettiğin gecelerin ziyanını da yine kendi talihsizliğine niçin hamletmiyorsun?
Felatun - İyi ama canım, bir haftadan beri ziyan iki bin liraya vardı.
Polini - Bak şu para canlı, aç gözlü musibete! Vardı ise benim cebime girmedi ya! Sen Baden Baden'de (Almanya'da pek çok kumar oynanmakla meşhur bir yerdir) olsan ne yapacaksın? Zarar, karın öz kardeşidir. Bugün kaybettinse, yarın kazanırsın.
Felatun - Ben sana kazanamam demiyorum. Fakat benim tedbirimi bozan sensin. Sen beni kendi halime bırak. Ben oyunun zamanını suretini bilirim.”62

Ahmet Midhat Efendi’nin Dürdane Hanım romanında roman kahramanları Çerkes Sohbet ile Acem Ali Bey, Beyoğlu’nda bir otele gidip iki kadın ile içki içip yemek yerler. Çerkes Sohbet geceyi kadınlarla geçirmek istediğini söylerken; Acem Ali, Galata ve Beyoğlu kadınlarını sevmediğini belirtir.

“Taam lakırdısı ortaya çıkınca müsafereten işret etmekte bulunan bir iki aşüfte kalkıp gitmeye davrandılar. Acem Ali Bey, Sohbet'in ne diyeceğini görmek için bunların inhizamına hiç bir şey demedi. Sohbet dahi hiç ses çıkarmayınca, Ali Bey kızlara dedi ki:
-Ismarladığımız yemek hepimize yeter. Oturunuz, güle oynaya beraber yiyelim de sonra gidersiniz.
Hemen hiç bir vakit karınları güzelce doymamakta bulunan aşüfteler Acem Ali Bey'in şu semahatinden memnun kaldılar. Hatta taamı tehyie için kendileri hizmete kalkıştılar. Bunlar hizmetteyken bir aralık Acem Ali Bey, sandakı yalnız kalmakla,
Ali demişti ki:
-Nasıl arkadaş? Bu kızlardan hangisini beğendin?
-Ben mi?
-Ya kim olacak? Artık bu geceyi bekar geçirmek olamaz ya?”63

Ahmet Midhat Efendi’nin Hayret romanında Kaymakam Bey, Beyoğlu’na Lüksemburg Oteli’ne gider. Önce yemek salonuna gidip hızlıca yiyebileceği yemekler sipariş eder, kahvesini odasına ister. Kaymakam Bey bu otelde gördüklerinden etkilenir, Frenklerin insanın hoşuna gidecek şeyleri yaptıklarını düşünür. Herhangi bir eğlenceye gerek duymaksızın otelde günlük yaşayışını sürdürür.

“Yine bu andaydı ki uşak dahi o günkü gazeteleri getirip yatağın yanındaki levazım-ı leyliye dolabının üzerine koydu. Koca kaymakam erbab-ı istirahin bu derecelere varan mükemmeliyetinden dolayı gittikçe mahsuziyetini arttırarak yatağına girip Fransız gazetelerini mütaalaya başladı.”64

Ahmet Midhat Efendi’nin Demir Bey yahut İnkişâf-ı Esrâr adlı romanında babasını arayan Polini İstanbul’a gelir, arkadaşı Mustafa Kamerüddin vasıtasıyla Beyoğlu’na gidip bir otelde kalır. Oteli yemek ve yatmak maksadıyla kullanır.

“Polini’yi bıraktığı otele varıp da kızı gördüğü zaman şiddetli bir tekdire uçar oldu. Polini dedi ki:
-Aman mösyö! Ben hangi cinayetin mürtekibiyim ki beni getirip buraya hapseylediniz. İşte üç güne varıyor ki dairemden dışarıya çıkabildiğim yoktur. Yabancı bir memlekete benim gibi yol iz bilmez, lisan bilmez bir biçare bu halde mi terk olunur.”65

Mehmet Murat’ın Turfanda mı Yoksa Turfa mı romanının kahramanı Mansur Bey okumak için İstanbul’a gelmiş, İstanbul’da Beyoğlu’nda bir otelde kalmıştır. Lokanta kısmında yemeklerini yiyip, oda içerisinde de günlük işlerini yapmış, düşüncelere dalmıştır.

“Yolda, ‘Löbon’un yemek salonunda, yine otele kadar Beyoğlu caddesinde İsmail başka bir lakırdı etmemiş, hep yalvarmış, bir iki kere hiddetlenmişken yine Mansur'un yumuşadığı yoktu. Otelin odasında oturur oturmaz, İsmail yine ricaya başladı. Mansur'un canı sıkıldı. Başını biraz kaldırdı ve mühim bir kararı bildiren hakim gibi dedi ki:
- Bak kardeşim. Odamdasın. Misafire saygı, İslamın hasletlerindendir. Onun için seni bilhassa kırmak istemem. Sırf senin kardeşçe sevgin için büyük bir fedakarlık olmak üzere ricam şu şartla kabul ederim:”66

3.3.4. BALO VE KARNAVALLAR

Beyoğlu’nun yaşayışı için balolar insanların aradıkları, merak ettikleri eğlencelerdir. Fakat baloya herkes gidemez. Balolar çok şenlikli olup bazı baloların gazetelerde ilan edildiği dahi görülür. Buralara özellikle ecnebi ve azınlıklar gitmektedir. Baloya gidenlerin kendilerine mahsus özel kıyafetleri vardır. Kadınların bu eğlencelerde yüzlerini göstermesi onlar için kötü sonuçlar doğurabilir; çünkü baloya giden bir kadın ahlakça iyi kabul edilmez ve herkesin diline düşer. Özellikle Avrupaî yaşama özentisi içinde olanlar balolara gidip oralarda kendilerini göstermekten, sabahlara kadar içip çeşitli danslar etmekten, kendilerine uygun eş aramaktan hoşlanırlar. İnsanlar baloların yapılmasına aylar varken kıyafetlerini hazırlama telaşı içine düşerler. Baloya giden erkekler çapkın, hovarda, aile yaşantısına önem vermeyen zengin tiplerdir. Balolar Beyoğlu’nda her kesimden halka hitap etmez. Çünkü baloya gitmek masraflıdır. Ahmet Midhat Efendi’nin Karnaval adlı romanında roman kahramanları Madam Hamparson, Resmi Efendi ve Madam Küpeliyan birlikte baloya giderler; fakat bu balodan Hamparson Ağa’nın haberi yoktur. Bu baloda Resmi Efendi ve Madam Hamparson polka, kadril, vals gibi dansları yaparak istedikleri gibi eğlenirler. Baloda Zekayi Efendi’yi de görürler. Madam Hamparson tanınmamaya dikkat eder.
“Vals edilirken kıran kırana, göğüs göğüse, buru buruna sarmaş dolaş olanların hallerine dikkat ettiğiniz var mıdır? Bu gece Resmi'ye dikkat etmiş olsaydınız alafranganın bu adetine kocalardan başka herkesin menfaat-i şehvaniyyesine pek muvafık bulurdunuz. Hakikat insan hükmetmek ister ki biraz üstü açıkça olarak oynanan valsler mutlaka kıskançlığı tayip eyleyen frenklerin dahi içlerini bulandıracak bir şeydir.
Madam Hamparson ile raksı bitirdikten sonra yine onun dahi müsaadesiyle Resmi, Madame Küpeliyan'ı de raksa davet eyledi. "Beni de yoracaksınız öyle mi?" diye cüz'i bir naz göstermek isteyen Küpeliyan'ın bir yandan beline kolunu dolayan Resmi "Şayet sizi boş bırakacak olursam başkası yakalar. Halbuki biz Türkdeğil miyiz ya? Dört kadına kadar münasebet peyda edebiliriz" diye latifelerle kadını güldürerek onu dahi kan tere batırıncaya kadar oynattı yordu.”67

Ahmet Midhat Efendi’nin Esrâr-ı Cinâyât adlı romanında Peri ile Halil Suri
birlikte gezip eğlenmeye başladıktan sonra bazı geceler balolara da gitmeye başlarlar.

“Kış geldiği zaman ise tiyatrolarda localar içinde Peri ve Mademoiselle Sud ile Halil Sud görünmeye başladı. Daha sonra karnaval geldikte maskara kıyafetler ile balolara dahi gider oldular. Hezarfen Mustafa'dan ihtiraz olmadıktan sonra kimden ihtiraz edecekler?”68

Özdemir Arkan’ın Beyoğlu Kısa Geçmişi ve Argosu adlı kitabında belirtildiğine göre İstanbul’u ziyaret eden Misailidis Beyoğlu’ndaki karnavallar hakkında şunları düşünür:

“Filhakika o hafta İstanbul’un artık karnaval haftaları hulul etmiş
olmakla, herkes geceleri def-i gam etmek üzere Beyoğlu’nda maskeli maskesiz balolara, tavşan balolarına ve derneklere ve tiyatrolara gitmeğe başladılar.
….. Bu haftalar zarfında olan sefahat ve haşarılık ve terk- i edep hiçbir vakit olamaz. Hükümdaran böyle edebiyat ve ahlakiyeti ihlal edici sebeplere def-ü izale etseler pek hoş olur idi, ancak medeniyetin iktizası böyleymiş, derler. Vay gidi medeniyet vay.”69

Yine bu kitapta belirtildiğine göre Misailidis yardım amaçlı yapılan baloları, bu balolardan farklı bir yerde tutar. Çağın siyasal ve ekonomik güç sahibi kişilerinden bir bölümü, fakirlere ve düşkünlere nasıl yardım etsek diye düşünürken, çareyi balo düzenlemekte bulmuşlardır. Misailidis, bunların gösterdiği özverinin ve çabanın karşısında çok duygulanmış, ya da bunların gücünden ürkmüş olacak ki, arada bir ayrım olduğunu savunmaktadır.
“Fakat, balo deyip de bazı edebiyat ile ve fukara ve zuafaya iane toplamak meramı ile icra olunan edibane baloları da müsavi tutmalıyız.”70 Beyoğlu’nda düzenlenen balolar ile ilgili bilgi veren Bertrand Bareilles de balo zamanını şu şekilde anlatır:

“Her yerde balolar düzenleniyordu. Pera’da balo toplumun altını üntüne getiren büyük bir olaydı. Her cemaat kendi balosunu yapardı. Afişlerle duyurulan Rum, Ermeni , Yahudi , İtalyan balosu birbirini izlerdi. Dans aksesuarları aylarca önceden yurt dışından ısmarlanırdı. Bu şenlikler, daha kalabalık olsun ve daha
parlak geçsin diye hep bir elçinin himayesi altında yapılır ve birçok gereksinime de yanıt verirlerdi. Balo, yerlilerle yabancıların aynı siyah kıyafetler içinde birbirine karıştığı tarafsız bir alandı. Her iki cinsiyetten Peralılar bu balolarda elçilik görevlilerine yaklaşma fırsatını bulur ve buna da çok değer verirlerdi. Karakter ve görüş olarak genç sayılabilecek birkaç Türk de kırmızı fesleriyle ve tabii yanlarında hanımları olmadan bu balolarda boy gösterirlerdi. Bu şenliklerin yararlı , afişlerde söylendiği gibi hayırsever bir amacı olduğunu da hemen ekleyelim. Hasılat, eğlenceyi düzenleyen cemaatin yardım kuruluşlarına gidiyordu. Pera’da dans edilmeseydi , birçok okul kapılarını kapar, birçok hastane hasta kabul edemez hale gelirdi. Yerel gazeteler her baloya sütunlarca yer ayırır, hanımların isimleri giydikleri elbisenin rengiyle belirtilirdi. Karnavalın son haftasında “Bütün Pera” Kalyoncu Kulluk’ta birleşirdi. Koro cemiyeti tüm müzikal yeteneklrini seferber eder ve küçük Peralılar hamaratlık yarışına girerdi. Dans, belki de dünyanın hiçbir yerinde Levanten toplumunda olduğu kadar tutku ile öğretilmez. Tabi burada söz konusu olan Avrupa danslarıdır; göbek dansı merakı sadece Montmartre Levantenlerinde görülür. Akşamları Büyük Sokak’ta sonu gelmez bir takma burunlar, takma sakallar ve asilzade kıyafetine girmiş insanlar geçidi izlenir, bu işi hem hor gören hem de merak eden taşralı Türkler’in ağzı açık kalırdı. O yıl Büyük Sokak, Taksim’den Dört Yol’a kadar, bir “Mardi-gras”daki Boulevard Des İtaliens’den farklı değildi. Her yer serpantinler, konfetiler, havai fişekler ve sevimli itiş kakışlarla doluydu.”71

3.3.5. DİĞER EĞLENCE MEKANLARI

Bu başlık altında lokanta, gazino ve kahveleri inceleyeceğiz. Genel olarak sıradan olayların yaşandığı, fakat sıkça uğranılan mekanlar olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Ahmet Midhat Efendi’nin Henüz Onyedi Yaşında adlı romanında Hulusi ve Ahmet Efendiler Beyoğlu’na eğlenmeye giderler. Taam için bir lokantaya girerler.

“Zira bunlar lokantaya girip hali bir masa buldukları zaman bıyıkIısı sakallısına demişti ki:
-Birkaç kadeh bir şey çakıştırsak nasıl olur?
-Vallahi birader, bilirsin ki benim mutadım değildir.
-Benim de mutadım değildir. Fakat beyoğluna gelişimizden maksat bu geceyi eğlenceli bir surette geçirmek değil miydi?
-Evet ama işret etmek, eğlencenin mütemmimi değildir ya? Biz buraya bade't-taam tiyatroya gidip *** oyununu tamaşa etmeğe geldik.
-Vakıa işret eğlencenin mütemmimi değilse de bir iki üç kadehin neşesinden maada mideye edeceği hizmet dahi inkar olunamaz.
-Ben sana mani olamam. Sen zevkine bak kardeşim.
-Yok ama içilecekse birlikte olsun. İçilmeyecekse yine birlikte olsun.
-Öyle ise sana mani olacağıma ben de sana tabi olayım. Bu akşam da böyle geçsin.”72

Ahmet Midhat Efendi’nin Karnaval adlı romanında Bahtiyar Paşa’nın kızı Şehnaz Hanım da baloya gitmek ister. Muallimesi Madam Mirsak ve Kutsuş onu paşadan gizli baloya götürürler. Balonun dönüşünde Şehnaz Hanım bir lokantada bir şeyler yemek ister. Bunun üzerine karanlık sokaklardan geçip kargir bir binada lokantaya girerler ; ama onları tehlike bekler.

“Vakıa hususı bir mahalde souper etmekte hiçbir tehlike tasavvur olunamazdı. Baloya gelmek derecesinde cesaret edildiktn sonra bir de souper edilmekte beis olmayacağından Kutsuş ile Mirsak kızın bu arzusuna dahi muvafakat gösterdiler. Hatta geç kalınmamak üzere hemen balodan çıkılıp çatal sakallı frengin davet eylediği lokantaya azimet eylediler.”73

Ahmet Midhat Efendi’nin Esrâr-ı Cinâyât adlı romanında roman kahramanları Osman Sabri Efendi, Hafiye Necmi ve gazeteci , bir gazinoda toplanıp Mustafa’nın idamı konusu üzerine konuşurlar.

“Bu ilan-ı resminin neşrolunduğu günün akşamı ... gazetecisi ile bizim müstantik-i meşhur Osman Sabri ve Hafiye Köse Necmi bir gazinoda içtima ederek, lakırdı ise bittabi Hezarfen Mustafa hakkında vaki olmakla, gazeteci dedi ki:
-Dünyada insanların birinci emeli namını dillerde destan ederek ibka-yı nama muvaffak olmaktır. Ve bu da, şu kısa ömre göre pek bed bir hevestir. İbkayı nam için bazı kimseler çah-ı zemzeme tebevvül etmek veya Vatikan'ı yakmak gibi garaib-i cinayata kadar göze aldırır. Mustafa ise hem de bila-ihtiyar öyle bir surette ibka-yı nam ediyor ki, şimdiye kadar ismi cinayetkarlıkla meşhur olmakta iken, bu namı birdenbire gayet parlak bir kahramanlığa tahvil eyliyor.”74

Yine bu romanda Osman Sabri ve arkadaşı Hafiye Necmi, bir başka gün Beyoğlu’nda Crone Gazinosu’nda buluşup o gün gelişen olayları konuşurlar. Ahmet Midhat Efendi’nin Bahtiyarlık romanında eğlenceyi ve para harcamayı seven Senayi Bey adındaki kahraman, Beyoğlu’na Flamme Kahvesi’ne gider. Orada çıkan Rizet adında kaba davudi sesli, pek güzel olmayan ; ama herkesin büyük bir beğeni ile dinlediği sanatçıyı bütün gücüyle alkışlayıp yanına gider, ona broş hediye eder ve kendi aralarında sohbet ederler.

“Kız şarkıyı bitirdi. Şarkı biter ama şakırtı biter mi? Birkaç defa rizet kayboldu, yine getirildi. Halkın emeli kıza ‘marseyez feminin’ i çağırtmaktı. Rizet’in emeli halka naz etmekti. Artık bu niyaz ve naz esnasında el çırpmadan patlamadık avuç mu kaldı. Patlamadık avuçları görmedik. Fakat eldiven patladığını gördük. Sahneye karip bir tekerlek masa yanında oturan bir şık bey telebbüs eylemiş olduğu açık bir renk elbiseye mütenasiben ellerinde açık renk eldiven bulunduğu halde çıplak elle Rizet’i alkışlamaktan utanarak eldivenli
elleriyle alkışlamak için eldivenleri patlatmış ve zeki ve zarif rizet bu iltifatı pek köylücesine bir nezaket bularak buna dahi ağzı kulaklarına varırcasına gülmüştü.”75

Bu Flamme Kahvesi ile ilgili Erzurumlu Emrah’ın da dönemin sosyal ve eğlence hayatı hakkında bilgi sahibi olabileceğimiz bir şiiri vardır:

Meşhurdur efendim Kahve-i Flam
Fransızca gerek orada kelam
Alafrangalık boncur, bonsuvar
Merhaba der isen alınmaz selam
Tatlısu Frengi sahibi Barba
Besili domuzdur gayetle kaba
Lakin sözüm yok hiç cin, rom, şaraba
Alası Flam’da edeyim ilan
Ve hem garsonları seçme mahbup
Emir verir iken olurum mahcup
Hizmeti bir yana kendisi matlup
Sakızlı, İmrozlu, Rumiyoz gulam
Topukları gümüş, billur pençeli
Avrupa kaküllü, genel gayet cilveli
Bahşişin ustadan gizli vermeli
Yaz lev-i sineye elif ile lam
Alınca haberi şaşırdın rahi
Hasırlı fes giydim attım külahı
Gören dostlar şaşar Aşık Emrah’ı
Baston boyunbağlı haslı kelam.76

Ahmet Midhat Efendi’nin Müşahedat adlı romanında roman kahramanı olarak karşımıza çıkan yazar , Beyoğlu’nda yaşayan Siranuş Hanım’ı görmek için onun evine gider. Handaki uşaktan, geldiğini Siranuş Hanım’a haber vermesini ister. Lüksenburg Kahvesi’ne gidip gazete okuyarak uşağın getireceği haber ile Siranuş Hanım’ın kendisini kabul etmesini bekler.

“Uşağa dediğim veçhile Lüksenburg kahvesine gittim. İlIustration nam, Fransızca musavver gazeteyi alıp resimlerini temaşaya başladım. O bitti. Le Mond İlIustre gazetesini aldım. O da bitti. İngilizlerin en meşhur musavver gazetesi olan Grafik de bitti. "Bitti" diyorum. Ama biten nedir? Biliyor musunuz? Yalnız gazetenin yapraklarını çevirişim bitiyor. Resimler, şöyle gözümün önünden gelip geçiyorlar.”77

3.4 KÜLTÜREL ETKİNLİKLER

Tanzimat Devri içerisinde Beyoğlu’nda eğlence ve kültür etkinliklerini bir arada görmekteyiz. İnsanlar eğlenmeye gittikleri mekanlarda bazen içkili eğlencelere katılarak bazen de tiyatro oyunu izleyerek, gazete okuyarak vakit geçirirler. Beyoğlu'nda gördüğümüz kültürel etkinlikler Avrupa kaynaklı olduğu için insanlar buradaki etkinliklerle Avrupa kültürünü , yaşayış tarzını tanımış ve kendi hayatlarına uygulamaya çalışmıştır, bu da Beyoğlu’nda yaşam şekillerinin değişmesine sebep olmuştur.

3.4.1. TİYATRO

Osmanlı Ülkesi’nde halka açık ilk operet ve müzikli oyunların oynandığı yer olarak Fransız Tiyatrosu önemlidir. Pera’da ilk operanın 1842 yılında oynandığı ve bunun Gaetano Donizetti’nin, “Belisario” adlı yapıtı olduğu ; daha sonra 1844 yılında, gene aynı sanatçının “Lucrezia Borgia”sının oynandığı da söylenmektedir.78 Pera’da kurulan ikinci tiyatro binası olan “Bosko Tiyatrosu” İtalyan bir cambaz olan Bosco tarafından 1841-1842 yıllarında kurulmuş ve Bosco, tiyatrosunu, mevsim sonunda, Suriye Katoliği, Osmanlı uyruğu, Mihail Naum adlı bir emprezaryoya satmıştır.79
Tanzimat devri romanları incelendiğinde, Avrupa yaşayışının bir parçası olarak tiyatro etkinlikleri de karşımıza çıkmaktadır. Bu tiyatro etkinlikleri bazen danslı gösteriler şeklinde olup, bunlar Beyoğlu hayatının önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Çünkü, o dönemde tiyatro her yerde bulunmayan bir etkinliktir ve bu yüzden insanlar uzak yerlerden kalkıp Beyoğlu’na tiyatro izlemeye giderlerdi. Tiyatro, kültürel bir etkinlik olarak kabul edilir ; fakat insanlar için eğlence yönü de önemlidir. Roman kahramanları, tiyatro eğlencesinin yanı sıra ; güzel bir gazinoda içkili, çalgılı yemekli eğlencelerini sürdürürler. Romanlarda görüldüğü üzere, genelde aileler kızların ve kadınların tiyatroya gitmelerini istemezlerdi. Tiyatroya daha çok Avrupaî yaşayış meraklıları giderdi. Tiyatro toplumumuza Tanzimattan sonra girmiş kültürel bir etkinliktir. Avrupa kaynaklı olduğu için Türk toplumuna Avrupa yaşayışının, Avrupa zihniyetinin, Avrupa kültürünün kapılarını açmış; gerek giyim kuşam, gerek davranışlar, gerekse de ahlak yönüyle Türk toplumunu etkileyip değiştirmiştir. Tiyatro, Türklerin batılı hayata farkında olmadan alışmasında çok etkili bir rol oynamıştır. Tiyatro, “Batı’nın giyim kuşamını, döşemesini, yaşayış şeklini” de topluma aktaran sosyal bir araç olarak karşımıza çıkar.80 Tiyatronun toplum üzerindeki etkisinin izleri romanlarda da görülmektedir. Fuhş-i Atik adlı eserinde İstanbul’un eğlence alemlerini anlatan Ahmet Rasim kendisinin de Amerika ve Avrupa tiyatrolarına gitmeyi adet haline getirdiğini söyler ve buralardaki tiyatrocu kadınlar hakkında düşüncelerini dile getirir.

“Bununla birlikte diğer taraftan avunuyordum da! Amerika Tiyatrosu’ndaki küçük Amelya, Avrupa Tiyatrosu’ndaki Peruz Hanımlarla yardakçıların dan Eranik, benzeri isimlerdeki şantözler, aktrisler (!), yeni yeni şarkı söyleme istidadı gösteren Eleni ve emsali ile göz, kaş işaretleri, el , mendil parolaları sayesinde alınma, benimseme tarzındaki ilk duygulanmalara yine uğruyordum. Görüyordum, anlıyordum ki bunları yüzlerce kimse seviyordu. Localar, ön sandalyalar, hususi yan koltuklarda oturanlar bu aşıklar zümresini teşkil ediyordu. Piyesler birer bahane, bu kadınlar ayrı ayrı birer gaye hükmünde bulunuyordu.Bu seyir yerlerinde açılan birinci perdeler çoğunluk soğuk, pandomima usulünde bir komediden veya o zamanın en meşhur komiklerinden olan Paskal Andon, Corci, Tiran rolünde ustalığı etrafı tutmuş Todori gibi Rum şivesiyle bozuk Türkçe konuşan tuhafların oynayıp adına tuluat denildiği halde ne olduğu belirsiz, hatta Ortaoyununun sahneye çıkarılmış kaba bir taslağından ibaret saçmasapan söz döküntüleriydi. Fakat her nedense yine bize hoş gelirdi.”81

Said Naum Duhani’nin Eski İnsanlar Eski Evler adlı eserinde belirttiğine göre dönemin devlet adamları ve sultanları da tiyatroya ilgi gösterirmiş.

“Naum Tiyatrosu’na İstanbul’daki bütün siyaset adamları , diplomatik çevrelere mensup kişiler ve kibar takımının üyeleri devam ederdi. Abdülmecid ve Abdülaziz belli başlı operaların temsillerinde hazır bulunurlardı.”82

Ahmet Midhat Efendi’nin Henüz On Yedi Yaşında adlı romanında roman kahramanları Ahmet ve Hulusi Efendiler, Beyoğlu’nda bir gece geçirmek isterler. Bu sebeble Beyoğlu’na gidip önce bir lokantada yemek yerler, daha sonra da karar verdikleri şekilde Fransız Tiyatrosu’nda açılan oyunu izlemeye giderler. Oyunu beğenirler, buradaki sanatkarların Paris’te kazandıkları şöhreti hak ettiklerini düşünürler. Perde aralarında kahveye gidip konyak içerler.

“Oyunun perdeleri arasındaki fasılalar zamanında, herkesin dışarıya çıkarak ahbabıyla görüştükIeri malumdur. Fransız Tiyatrosu'nda ise hariçteki Kristal Kahvesi'yle iltisak olduğundan seyircilerin ekserisi perde fasılalarında bu kahve ye çıkarak istedikleri meşrubattan istimal ederler. Bizim iki refik dahi bu istirahat kaidesine riayetten hali kalmayarak hatta ilk fasılada yekdiğerine birer konyak içmeyi teklif ve onu müteakip birer de nedamet izhar eyledikleri halde nihayet yine ittihad-ı ara ile birer ... anları müteakiben birer daha konyak içmişlerdi. Kafaların sıcaklığı, mızıkaların neşesi ve oyunun te'sırat-ı ruhaniyyesi ile birleşince ikinci fasılada konyaklar üçe varıp oyun dört perde üzerine mürettep bulunmağla üçüncü perde ile dördüncü arasındaki fasılada yine kahveye çıktıkları zaman dışarıdan içeriye doğru bir yağmur şakırtısı geldiğini işittiler ki hemen «bardaklardan boşanıyor!» tabirine seza idi.”83

Ahmet Midhat Efendi’nin Dürdane Hanım adlı romanında Çerkes Sohbet ve Acem Ali Bey’in birlikte Beyoğlu’na eğlenmeye gittikleri bir akşam, önce bir otelde yemek yiyip sonra tiyatroya gidişleri ve nasıl eğlendikleri anlatılır.

“Binaenalazalik o gece bunların , Beyoğlu alemleri hakikaten akılane bir surette vuku'a geldi. Mutavassıt halde bir otelde ta'am ederek bir tiyatroda dahi güzelce bir akşam geçirdikten sonra yine ta'am ettikleri otele geldiler.”84

Ahmet Midhat Efendi’nin Karnaval adlı romanında bir balo içerisinde valsin hareketlerine bakıp, Avrupalılar’ın Türkler’in zeybekler oyununu beğenmeyişi üzerine bir yorum getirilir.

“Bir zaman "Zeybekler" diye tanzim etmiş olduğumuz vodvil tarzında bir tiyatro oyunu Beyoğlu'nda üç beş defa oynanmıştı. Oyunda bilmünasebe zeybeklerin yanlarında bulunan kadınların da bir raksı vardır. Osmanlılar bu rakstan gayet mütelezziz oldukları gibi Avrupalılardan pek çoğu dahi pek mütelezziz oldukları halde bunlardan bir kısmı şu Türk raksını edebe muvafık bulmamış olurlarsa ne dersiniz? Sebebi ise kadınların saçlarını dökerek göbek atmaları imiş. Aman ya Rabbi! Birisi kadın birisi erkek olan bir çiftin sarmaş dolaş olarak kuş gibi uçup yekdiğerini göğüslerine bastırmaları muvafık-ı edeb oluyor ve hem de bu hale en hatırlı familyalara mensup kadınlar için cevaz veriliyor da alemi eğlendirmeye mahsus olan ve köçek denilen oyuncularımızın saçlarını dökerek göbek atmaları mugayir-i edeb görülüyor!”85

Ahmet Midhat Efendi’nin Müşehadat adlı romanında roman kahramanları Ahmet Midhat ve Refet, gece vakti Siranuş’un evinden çıkıp kendi evlerine gidecekleri sırada; Refet, Beyoğlu’na Concordia Tiyatrosu’na gelmiş olan Fransız Opera Komik Kumpanyası’nın güzel bir oyununu izlemeye gideceğini söyler ve Ahmet Midhat Efendi’den ayrılır. Ahmet Midhat Efendi, Refet’in tiyatro bahanesiyle içkili sefahat alemlerine gideceğini düşünür. Bu yüzden onun arkasından Concordia Tiyatrosu’na gider, önce dışarıda sonra tiyatronun içerisinde çeşitli yerlerde Refet’i arar. Etrafta kimilerinin kumar oynadığını, kimilerinin de oyuncu kızlarla içip vakit geçirdiklerini görür. Refet’i bulamayıp tiyatro bitiminde geri döner.

“Birinci perde bitmek üzereydi. Tiyatro hıncahınç dolu, gözlüğümü takıp her tarafa göz gezdirdimsede ne orta yerde nede localarda Refete benzer kimseyi göremedim. Paradi denilen en üst kata çıkacak değil ya. Mahaza gözlükle bakan gözlerime itimat edemedim. Gardroba gidip on kuruş icazla bir dürbin aldım bir çehre kalmadı ki mirsatı dikkatimden mestur kalabilsin. Hiçbirisi de Refete benzemiyor.”86

Ahmet Midhat Efendi’nin Taaffüf romanında roman kahramanlarından Rasih Bey’in arkadaşı Tosun Bey eğlenmeyi çok seven, işi, gücü, arzusu eğlenmek olan bir insandır. Beyoğlu’na Concordia Tiyatrosu’na gelen sanatkarları izlemekten geri kalmazdı.

“Evet Tosun Beyin arzusu, emeli, işi gücü eğlenmekten ibaret idi. Küçük
bir eğlence için büyük büyük zahmetleri göze alırdı. Mesela yirmi beş saniyede kocaman bir resim levhası vücuda getiren bir sanatkar gelmiş de Beyoğlu’nda Concordia Tiyatrosu'nda icra-yı hüner eyliyor. Tosun Bey Aksaray'dan Beyoğlu’na gidip geceyi orada geçirmek için her zahmeti, her masrafı göze aldırarak mutlaka o hüner-veri görecek. Ama Tosun Bey böyle temaşa ettiği şeyleri bir çift çam budağından temaşa etmez. Bir çift dide-i müdekkik ile temaşa eder.”87

3.4.2. KİTAPÇILAR

Beyoğlu birçok kültürün bir arada olduğu bir yer olmasından dolayı burada her çeşit insan bulunmaktadır. Bunlar arasında kitap okumayı çok seven olduğu gibi, eğlenmeyi çok seven kişiler de vardır. Romanlarda kitap okuyan kahramanlar genelde Fransız Edebiyatına yönelmişlerdir. Roman kahramanları bazen alafrangalıklarının bir göstergesi olarak kitapçılardan alafranga yaşayışı anlatan, özendiren kitaplar alırlar. Bu da toplumdaki düşünce yapısını değiştiren bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Bazı romanlarda kızların roman okumalarının doğru olmadığı belirtilir ve bu yüzden kızlara kitap verilmez. Ahmet Midhat Efendi’nin Felatun Bey ile Rakım Efendi romanında, romanın iki cephesini canlandıran karakterlerin ikisi de kitaplara ilgi duyarlar. Felatun Bey alafranga merakından dolayı Beyoğlu’na bir kitapçıya gidip beğendiği kitabın evine gönderilmesini ister. Alaturka yaşayışa göre hayatını sürdüren , okumaya meraklı birisi olan Rakım Efendi de, Beyoğlu’na gider, merak ettiği kitapları karıştırır ve bir kitapçıdan Fransızca kitapları tercüme işi alır.

“Bak Allah için söyleyelim: Felatun Bey'in matbuat-ı cedideye merakı pek ziyadedir. "Canım böyle bir hikaye basılmış dediler mi? Felatun Bey için "Onu görmedim" demek muhaldi. Herhangi kitap çıkarsa çıksın satıcılardan kendisine daima kitap götürmeğe alışmış olan en evvel müvezzi Felatun Bey'in kitabını götürüp Beyoğlunda mücellit Gulam'a teslim eder ve dahi ala alafranga bitteclit arkasına altın yaldız ile A, P harflerini dahi bastıkdan sonra götürüp Felatun Bey'in uşağına verir ve akşam bey geldikde kitabı görüp gayet muntazam kütüphanesine vazederdi.”88

Ahmet Midhat Efendi’nin Vah adlı romanındaki kahramanlardan Necati Efendi, Beyoğlu’nda kitapçı Vayes vasıtasıyla Paris’ten sipariş ettiği birkaç kitabı almak için Beyoğlu’na gider.

“İki ahbap vapura bindiler. Gariptir ki bugün Ferdane Hanım’a dair hiçbirinin ağzından harf-i vahid çıkmadı. Bahisleri Beyoğlu kitapçılarının Avrupa kitaplarını fiat-ı mevzualarına bir sülüsden ziyade zamla satmalarından ve bunun ise pek fahiş olmasından ibaretti. Bunlar Karaköy yokuşundan yukarıya doğru yavaş yavaş çıkmaya başladılar. Her kitapçı ve resimci dükkanı önüne geldikçe hem teneffüs ve hem de temaşa için tevakkuf ederlerdi.”89

Ahmet Midhat Efendi’nin Bahtiyarlık adlı romanında da Madam Terniye muallimesi olduğu Nusret Hanım’ın kitap okumasını pek istemezdi. Nusret Hanım, babasının kendisine birkaç kere Beyoğlu’ndan aldığı Fransızca kitapları muallimesi Madam Terniye elinden alır korkusuyla saklardı.

“Hele babası birkaç defa Beyoğlu’na giderek kızına hoş görünmek için ne idiğünü bilmediği Fransızca kitaplardan birkaç tanesini getirmiş olması ve bunların hep romanlar idiğüne Nusret Hanım tarafından vukuf hasıl edilir edilmez madam Terniye meneder havfıyla odasının hiç göze ilişemeyecek bir yerine saklamış bulunması kzın heva perestlik derslerini tevsie medar olarak Nusret Hanım bu kitapların mütaasıyla amour ve metres demek ne demek olduğuna koca denilen şeylerin bu bahislerde ne kadar uzak kaldığına dahi fikir sardırmıştı.”90 

Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası adlı romanında alafranga giyime, konuşmaya, yaşamaya düşkün olan roman kahramanı Bihruz Bey, Beyoğlu’na kitapçı Vik’in dükkanına gider. Lamartine’nin kitabını ister. Bihruz Bey kitap okumayı seven, hayaller kuran ve o hayallerde yaşayan bir gençtir.

“- Müellifi' kim mösyö?
- Müellifi de Lamartine, meşhur şair ...
- De Lamartine'in öyle bir eseri oldugunu bilmiyorum.
-Evet, olacak.
- Hatırıma gelmiyor.
- Ne demek? Graziyella'yı okumadınız mı?
- Gençlikte belki okumuşumdur amma ... hiç hatırda kalır mı?
- Siz bana Graziyella'yı bulunuz?
- İşte efendim!
- Bakınız: Lö Prömiye röyre, elbet de bunun ikincisi, üçüncüsü ve bir de sonuncusu olmak gerekir.
- İhtimal ... burada da Lamartine'in külliyat-ı asan var, belki onlann içinde aradığınız şeyler de mevcuttur, fakat ayrıca basılmamıştır.”91

3.4.3. HİKAYE YAZMA

Ahmet Midhat Efendi kendisini de roman kahramanı olarak esere dahil ettiği Müşahedat romanında davranışlarını gözlemlediği, giyimini, konuşmasını, güzelliğini pek beğendiği Siranuş Hanım’ı takip ederek onunla tanışır ve kendisinin hikaye yazdığını anlatır. Bundan sonra Siranuş Hanım’ın yaşadığı hanın bir odasında, Ahmet Midhat Efendi kızı gibi gördüğü Siranuş Hanım’a misafir olur.Ahmet Midhat Efendi, Siranuş Hanım ve arkadaşlarının ilginç hikayelerini dinler, dinlediklerinden bir hikaye yazar, yazdığı bölümleri onlara okur, okuduğu hikayelerin düzeltilecek bölümleri üzerine hep birlikte konuşurlar.

“Müsveddeyi buraya kadar okuduğum zaman, Ağavni göğüs geçirmek nev'inden bir geniş nefes aldı. Güya l'ör dö dölivrans dediği saat-i halas bu anda hulul etmiş gibi yerinden davranıp oturduğu sandalyesi üzerindeki vaziyetini bir kat daha tahkim ile. gülerek ve baş ile bizi selamlayarak, bil' tavr-ı işvebazane ile dedi ki:
-Evet. İşte o ismi mezkur olan zat gen cariyenizdir. Fakat bugünden bed' ile ta Refet Bey ile akd-ı muahede ettiğimiz güne kadarki tercüme-i halimin meskutün anh bırakılmasını rica ederim.”92

3.5 HABERLEŞME

Beyoğlu’nda gazeteler önemli bir yer teşkil etmektedir. Toplumu bilgilendirme , iletişimi sağlama açısından ; gazeteler ve bir başka nokta olarak da mektuplar, romanlarda bir hayli dikkat çekerler. Bu yüzden bunu ayrı bir başlık altında incelemeyi uygun gördük. Tanzimat devri romanlarında Beyoğlu hayatında, iletişim ve haberleşmede kullanılan gazete ve mektupların yerini belirtmeye çalıştık.

3.5.1 MEKTUP

Tanzimat devrinde Avrupa ahlakının da etkisiyle Beyoğlu’nda görülen rahat davranışları düşünerek; mektubun ya bir kadına ithafen yazıldığını yada casusluk ve ihbar amaçlı yazıldığını söyleyebiliriz. Ahmet Midhat Efendi’nin Karnaval adlı romanında Zekai Bey, evli bir kadın olan Madam Hamparson’a olan duygularını ona bir mektup yazarak anlatır. Madam Hamparson, Zekai Bey’in mektubundan rahatsız olur, onun hislerine karşılık vermez ve bir sebeble mektubu kocasına gösterir. Zekai Bey, Madam Hamparson’dan istediği cevabı alamayınca Mösyö Hamparson’a ihbar mektupları yazar, Madam Hamparson’un Resmi Efendi ile balolarda gezdiğini anlatır.
“ “Mösyö Arslangözyan! Aziz dostunun olmak beni bir vazife ile muvazzaf ediyor. İsminizi taşıyan kadın hakkında birçok mahfilde neler söylendiğini bilseniz bir tedbir ittihazına kendinizi mecbur addeylerdiniz. Dostluk bana yalnız bu kadar söyletebilir!” Zekai Vay Zekai ilerledi ha, ya ilerlemesin mi? Resmiden gördüğü muamelenin intikamından vaz mı geçsin? Ey şimdi madam hamparson buna karşı ne yapacak? Mektubu kocasına verirse iş fena.”93

Ahmet Midhat Efendi’nin Esrâr-ı Cinâyât romanında gazeteci ile Osman Sabri Efendi, olayların gidişatını birbirlerine mektup ile anlatırlar; ayrıca bu romanda Halil Suri’nin Hediye Hanım’a gönderdiği mektuplar da dikkati çeker.

“Ertesi günü Galatasarayı’na geldikte kendisi için gelmiş bir mektup buldu. Hemen açtı. Yeni dostu gazete muharriri tarafından yazılmış olup sureti dahi şudur: azizim Osman Sabri Bey, vermiş olduğunuz mektubun şifresini açacak olan anahtarı bulmuş isem memnun olur musunuz? Maniniz yok ise gazetehaneyi teşrif ediniz de size kıraat edeyim.”94

Ahmet Midhat Efendi’nin Demir Bey yahut İnkişâf-ı Esrâr romanında Paris’te yaşayan Polini’nin annesi ve İstanbul’daki Demir Bey’in, Taksim’deki Lazarist tarikine mensup Perjeron namında bir papaz vasıtasıyla mektuplaşmaları anlatılır.

“İşte bu tafsilattan anlamalısın ki sen Fransa ordularında binbaşılık rütbesini ihraz etmiş Pierre Heyder’in kızı Matmazel Polini Heyder’sin. Baban İstanbul’da Müslümanlık halinde ne isim ile yadolunduğununu bana söylemedi,yalnız Beyoğlu’nda Taksim’de Lazarist tarikine mensup Perjeron namında bir papaz dostu olup bu papaz vasıtasıyla muhabere edebileceğimizi temin eylemişti ki filvaki pederin ile teati eylediğim mektupları bu papaz vasıtasıyla teati eylerdim.”95

Ahmet Midhat Efendi’nin Müşahedat romanında da mektup bir aşkı dile getirmek için kullanılan bir araç olarak karşımıza çıkar. Seyyid Mehmet Numan’ın kızı Feride Refet’i sevmektedir. Bu durumu Refet’e bir mektupla anlatır ve ondan sevgisine karşılık vermesini ister.

“Bu zarfı okumakta uşak benden alim çıktı:
- Efendim, yazı Fransızcadır ama lakırdılar Osmanlıcadır. Diye, zarfın
Üstünü şöyle okudu:
"Hala bu mektup Beyoğlu'nda, Kalyoncu kolluğu civarında, Matmazel Ağavni'nin hanesinde mürüvvetli Refet Beyefendinin kendi eline vusul bula, ondan başka kimse açmaya." Hiç şüphem kalmadı ki mektup Feride'dendir. Bu kadar safderunluk ondan başka kimseye verilemez. Uşağa sordum ki:
- Bunu buraya kim getirdi.
- Bir Yahudi.”96
 
3.5.2. GAZETE

Gazete Tanzimat devrinde hayatımıza girmiştir. İstanbul’da ilk Türkçe ve resmi gazete olarak 1831 yılında II.Mahmut’un buyruğuyla çıkarılan Takvim-i Vakayi gazetesidir. Bu gazetenin Fransızca, Ermenice, Rumca , Farsça, Arapça nüshaları da vardır. Gazete, toplumda görülen günlük olayların aktarımı , insanlara değişik konularda yeni bilgiler vermek , duyurular yapmak için, toplum hayatında işlenen suçların insanlara duyurulması, halkın toplumdaki olaylara yabancı kalmaması için önemli bir haberleşme ve iletişim aracıdır. Özellikle Batı toplumunu takip etmeye başladığımız Tanzimat döneminde Batıdaki yeniliklerin takip edilebilmesi ve toplumun değişen zamana ayak uydurabilmesi için gazete önemi inkar edilemeyecek bir ihtiyaçtır. Beyoğlu’nda özellikle meyhane , kahve ve otellerde insanlar yeme, içme, eğlenme ve dinlenme isteklerinin yanı sıra gazete okumayı da ihmal etmezler. O dönemde yalnız Türk insanına hitab eden Türkçe gazete yoktu. Osmanlı içerisinde yaşayan azınlıkların da anlayabileceği dil ile yazılan ya da çevirisi olan gazeteler vardı. Bu gazeteler özellikle azınlık ve ecnebilerin yaşadığı yer olan Beyoğlu’nda karşımıza çıkmaktadır. Beyoğlu’nda yaşayan roman kahramanları için gazetelerini düzenli olarak takib etmek, okumak bir alışkanlık haline gelir. Ahmet Midhat Efendi’nin Karnaval romanında Beyoğlu’nda balo zamanının yaklaştığı sıralarda büyük ve halka açık baloların gazetelerde duyurulduğu dikkati çekmektedir. Roman kahramanları da gazetelerde gördükleri ve okudukları balo haberleri ile ilgili bir takım isteklere kapılmaktadır, bu yüzden bu çarpıcı balolara katılabilmek için gizli yollar aramaktadırlar. Madam Hamparson, Resmi Efendi, Madam Küpeliyan, Bahtiyar Paşa’nın kızı Feride ve Bahtiyar Paşa’nın hizmetkarları Beyoğlu’ndaki bu balolara gizlice katılırlar. Ayrıca gazetelerde, balolarda yaşanan ilginç olaylar da haber olarak anlatılmaktadır.

“Bahtiyar Paşa dairesinde gidilmeye karar verilen balo Rum milletinin fukarası ianesine olarak vermekte oldukları bir balo idi ki tezyinatı için fevka'l-had itina icra edilmiş olduğu gibi ahz ve kabulü hemen mecburi gibi bir surette olarak her tarafa giinderdikleri biletler gerek yüzü açık gerek yüzü kapalı pek çok kadın ve erkeklerin o baloda içtima edeceklerini temin etmeye ve bütün gazeteler bu balonun o zamana kadar Beyoğlu’nca emsali görülmemiş derecelerde parlak olacağına dair bentler yazmakta idi.”97

Ahmet Midhat Efendi’nin Vah romanının kahramanı Behçet Bey de gazete okumaya düşkün birisidir. Avrupa’dan yeni gelmiş gazeteleri okumak ve görmek maksadıyla Tophane’de, Bostanbaşı’nda bulunan postaneye veya Galata - Beyoğlu taraflarında Almanlar’ın çalıştırdıkları Fugel Birahanesi’ne gider. Fugel Birahanesi her türlü gazetenin bulunduğu bir meyhanedir. Yabancı lisan bilmeyen Osmanlılar için Avrupa’dan gelmiş resimli gazeteler de dikkati çekmektedir. İnsanlar burada eğlenirken gazete de okumaktadır.

“Despino'nun son mülakatı vukuundan hemen bir hafta sonra bir çarşamba günü Behçet Bey yeni gelmiş olan resimli gazetelerigörmek için birahaneye girdiği zaman Necati Efendi’yi gördü ki önünde bir küme teşkil etmiş olan çavdar ekmeği dilimlerini birer birer yakalayarak el kadar gravyera peyniri dilimleriyle la-yenkatı' ağzına götürür ve çenelerini ağrıtmacasına bir sür’at ile çiğneyip yerdi.”98

Ahmet Midhat Efendi’nin Esrâr-ı Cinâyât romanı ise ; Öreke Taşı cinayetinin aydınlanması için bir gazeteci ve müstantik memurunun yaptığı araştırmalar sonucu, olayın daha geniş çaplı olduğunu öğrenmeleri ve bunları gazetede haber olarak halka duyurmaları konusunu işler. Bu romanda Halil Suri ile Hediye Hanım’ın entrikaları, Beyoğlu Mutasarrıfı Mecdeddin Paşa’nın onlarla işbirliği yapması Hezârfen Mustafa’nın gazeteye yazdığı mektuplarla anlaşılır ve olayları anlatan bu mektuplar halka duyurulur. Mustafa, mektuplarında kendisinin de olaylarla nasıl bağlantı içinde olduğunu, nasıl kullanıldığını anlatır. Olayların mahkemeye intikali neticesinde yine halkın merakla beklediği mahkeme günü ve kararı gazetede halka baş sayfa haberi olarak duyurulur. Bu romanda da görüldüğü üzere gazete önemli olayların halka duyurulmasında bir araç olarak karşımıza çıkmakta ve halk bu olayları gazeteden öğrenerek merakla takib etmektedir.
 
“Osman Sabri ile Hafiye Necmi arasında bu sözlerin· teati olundukları günün ferdası ... gazetesinde mufassal bir bent neşrolunduğu gibi, ondan sonra dahi bazı fıkralar derç edilmiştir ki hikayemizden kısm-ı saninin işbu altıncı babını teşkil etmesi için ber-vech-i ati aynen naklolundu:
"Beyoğlu’ndaki intihar"
"Halil Suri isminde bir tellalın Beyoğlu'nda Mahallesi'nde kain hanesinde kendi kendisini salb ile intihar eylediği hakkında karşı gazetelerinin yazdıkları fıkrayı bundan mukaddem gazetemize tercüme ve derç eylemiş olduğumuz gibi, muahharen Halil Sud'nin kendi kendisini salb ve intihar etmeyip belki hariçten
odasına giren düşmanlar tarafından bir suikasta uğradığı hakkındaki haber-i sahıhi dahi nakl etmiştik.”99

Müşahedat romanının kahramanı olan yazar Ahmet Midhat Efendi, aynı zamanda bir gazetecidir. Bir gün Beyoğlu’na Siranuş Hanım’ı görmeye gider ve uşak ile ona haber göndererek Lüksenburg Kahvesi’nde ondan gelecek haberi bekler. Burada çeşitli dillerden resimli gazeteler mevcuttur. Onları karıştırarak vakit geçirir. Ayrıca romanın ilerleyen kısımlarında Agavni’nin vapura binerken denize düşüp boğulması ile ilgili gazetelerin yanlış haberleri dikkati çekmektedir. Ahmet Mithat Efendi, Galata’ya giderek bu gazetelerin konuyla ilgili haberlerini okur.

“Üç çeyrek saat sonra geleceğini haber aldığımdan, o günkü gazetelerin bu faciayı ne surette yazdıklarını görmek için Köprü üstünde satılan gazetelerin kaffesinden birer nüsha alarak ve Köprü'nün dehlizine dayanarak okumağa başladım. Malum a, o zamanlar demir köprü henüz mevzu değildi. Eski köprünün parçaları şimdiki gibi birer iskele teşkil etmiyorlardı. Bunların üzerinde barakalar, dükkanlar, kahveler, kıraathaneler yoktu. Gazetelerin kaffesi vak'ayı yanlış yazmışlar. Hatta bizim Tercüman-ı Hakikat bile. Bazıları boğulan yalnız bir kadın bulunduğunu ve onun da bir kocakarı olduğunu rivayet edip, kimisi bu rivayete pek de fakir idüğini ilave etmiş. Kadın'la beraber bir de Yahudi boğulduğu hiçbirisinde yok. Yanlız birisi, kadını kurtarmak için atlayan gemicinin de boğulduğunu yazmış. Ne tahkik. İtiraf etmelidir ki matbuatımızın bu yoldaki tahkikatı ekseriya yüzde doksan dokuz buçuknispetinde yanlış çıkar.”100

Ahmet Midhat Efendi’nin Hayret romanında Kaymakam Bey Beyoğlu’na Lüksemburg Oteli’ne gider ve orada yemeğini yedikten sonra odasında gazete okuyarak vakit geçirir.

“Yine bu andaydı ki uşak dahi o günkü gazeteleri getirip yatağın yanındaki levazım-ı leyliye dolabının üzerine koydu. Koca Kaymakam erbâb-ı istirahatin bu derecelere varan mükemmeliyetinden dolayı gittikçe mahzuziyetini artırarak yatağına girip Fransızca gazetelerini mütalâaya başladı. Erbabına malumdur ki şehrimizde basılan Fransız gazeteleri, Osmanlı gazeteleri gibi sabahleyin erkenden çıkıp dünkü havadisleri vermeyip belki çıktıkları günün havadisini veririler.”101

3.6. GİYİM KUŞAM

Beyoğlu öncelikle giyim kuşamdaki, yaşayıştaki farklılık yönüyle dikkati çekmektedir. Burada Avrupa’dan gelen son moda giysiler, elbiseler, kadın aksesuarları, peruklar, ayakkabıdan takım elbiseye ,balo kıyafetlerine varıncaya kadar her şey alafranga yaşayışa ve modaya uygun tarzda satılmakta ve en pahalı kıyafetler, giysiler markalı olarak Beyoğlu’nda bulunmaktadır. Gerek Osmanlı içerisindeki ecnebi ve azınlıklar , gerekse de Türkler kendilerini bu modayı takib etmekten alıkoyamamaktadır. Bu süslü püslü kadın kıyafetleri kimi gençleri de özenti ile yanlış yola sevketmektedir. Gençler kendilerine gösterilen güzel, şık, pahalı kıyafetlerin büyüsüne kapılıp ahlaki çöküntü yaşayacakları bir ortama düşmekte ve kendilerini kurtaramamaktadır. İşte Beyoğlu, Avrupa yaşayışının bu yönü ile de romanlarda karşımıza çıkmaktadır. Özellikle eğlence yerlerindeki kadın sanatçıların ve tiyatro oyuncularının kıyafetleri dikkati çekmektedir. Yani Beyoğlu modanın takib edildiği giyim, süs merakının olduğu ve en lüks , gösterişli Avrupa kıyafetlerinin sergilendiği yer olarak karşımıza çıkmaktadır. Ahmet Midhat Efendi’nin Felatun Bey İle Rakım Efendi romanında roman kahramanlarından Felatun Bey ve kızkardeşi Mihriban Hanım, alafranga giyime meraklı, süslerine düşkün olacak şekilde yetiştirilir.

“Felatun Bey'in kıyafetini sorarsanız tariften izhar-ı acz ederiz.Şu kadar diyelim ki, hani ya Beyoğlu’nda elbiseci ve terzi dükkanlarında modaları göstermek için mukavvalar üzerinde birçok resimler vardır ya? İşte bunlardan birkaç yüz tanesi Felatun Bey'de mevcut olup elinde resim, endam aynasının karşısına geçer ve kendini resme benzetinceye kadar mutlaka çalışırdı. Binaenaleyh kendisini iki gün bir kıyafette gören olmazdı ki "Felatun Bey'in kıyafeti şudur" demek mümkün olsun.”102 

Ahmet Midhat Efendi’nin Henüz On Yedi Yaşında romanının kahramanı Kalyopi, ailesine destek olmak için çamaşırcılık işi yapmaktadır; fakat kendilerini ziyarete gelen akrabaları Amalya’nın, Beyoğlu’nda dikiş dikip modistroluk yaparak daha çok para kazandığını ve isterse kalyopi’nin de bu işi yapıp daha çok para kazanabileceğini söylemesi üzerine Kalyopi de onunla Beyoğlu’na gider ve modistroluk yapmaya başlar. Kalyopi Beyoğlu’na gittikten bir müddet sonra ise Amalya, Kalyopi’ye bazı geceler müşterilerle vakit geçirmeyi teklif eder. Kalyopi istemediği halde para kazanması gerektiği düşüncesi ile razı edilir. Bu vakitten sonra giyim kuşam için bir sürü para harcamaya başlar ve giyim kuşama para yetiştiremez.

“Bu fuhşu peder ve validemden gizlemek tedbirini de düşündükten sonra elde bulunan ve henüz yarısı fuhşumun ve yarısı masumiyet ve mazlumiyetimin ücret ve mükafatı olan akçeyle bir fistan yapmayı müzakere eyledik. Koyuca renkli lahorakiden bir fistan yapıldı ki on beş mecidiyeye mal olduğundan o dokuzun üst tarafı olmak üzere altı mecidiye borca girdik. Fakat cascavlak bir vücuda yalnız bir fistan giymek kifayet edemez ya? Bir potin bir şapka lazım. Şöylesi böylesi üstümüzü başımızı düzeltmek için bizim dokuz mecidiyenin üst tarafında otuz beş mecidiye daha borca girdik.”103

Ahmet Midhat Efendi’nin Karnaval romanında Beyoğlu’nda düzenlenen balolar için özel kıyafetler, süslü, pahalı ,gösterişli elbiseler diktirildiği veya Beyoğlu mağazalarından satın alındığı dikkati çeken bir noktadır. Bu balolara katılan herkes kıyafetine dikkat eder. Bunun yanı sıra Beyoğlu’nda yaşayan roman kahramanlarının giyim kuşamları ve zerafetleri ile zaten dikkat çektiği de belirtilen bir husustur. Madam Hamparson da gerek güzelliği , gerekse alafranga giyimi ve zerafeti ile her yaşta erkeğin gönlünü çelebilecek bir güzelliğe sahiptir.

“Ya o nikapların maskara çehreleri? Kimisinde burun fil hortumu gibi uzanmış, kimisinde çene sandal dümenlerinin yekesi gibi sivrilip çıkmış. Bazılarında öyle ağızlar var ki maazallah gerçekten bir insanda öyle bir ağız bulunup açması dahi tasavvur olunsa insanın balina balığına benzemesi lazım gelirdi. Maahaza içlerinde güzelleri de var. Kız çehreleri ve bazı sakallıIarı, bıyıklıları da var. Ancak kız çehreleri dediğimiz nikapları kadınlar koyar zannetmezsiniz ya? Onlar yüzlerine hem nikap koymak hem de koymamak istediklerinden yalnız gözleriyle burunlarını setr edecek kadar bir siyah nikap takarlar. Yanaklarının en büyük kısmı ile ağızları, çeneleri, gerdanlan yani anlıyorsunuz ya? En güzel yerleri hep açıkta bulunur. Fakat gariptir ki insanın yalnız kaş ve gözleriyle burnunu setr etmesi, çehresini, tanınması pek güç olacak kadar tağyir edebilir.”104

Ahmet Midhat Efendi’nin Esrâr-ı Cinâyât adlı romanında da Hediye Hanım’ın konağında cariye olduğu söylenen Peri, Beyoğlu’nun lüks mağazalarından giyinmekte, onun için özel elbiseler diktirilmektedir. Peri de aklını alan bu elbiselerin güzelliği ile kendi işvesini birleştirip Hediye’nin oyuncağı olarak onun dediği gibi yapıp erkeklerin aklını çelmeye çalışır.

“O gün Peri’ye yeni bir takım elbise yapmışlar. Giyinmiş yanıma geldi. Elbisenin kendi endamına nasıl yakıştığına dair beni bir bahse çekti. Bu misillü mebahisde bülbül gibi şakıyan Hezarfen Mustafa’nın, yalnız “Pek güzel, pek güzel”den başka söyleyecek söz bulamamasını beğenir misiniz?”105
Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası romanının kahramanı Bihruz Bey, alafranga yaşayışa, kılık kıyafette lüks giyime meraklı ; markalı ve gösterişli giysilere çokça para harcayan bir gençtir. Sürekli olarak Beyoğlu’na gider, Avrupa modasının sergilendiği son moda kıyafetleri takib eder ve bunlardan fazla fazla sipariş eder.
“Kaleme gitmediği günlerse saçlarını kestirmek, terziye giysi ısmarlamak, kunduracıya ölçü vermek gibi hiç eksik olmayan nedenlerle Beyoğlu'nda, ötede beride vakit geçirir, cumaları, pazarları da sabahleyin hocalarıyla yarımşar saat ders çalışmadan sonra evinden çıkar, akşamlara kadar gezinti yerlerinde dolaşırdı. Vilayetlerde bulunduğu zaman en büyük zevki, sırmalı giysiler içinde, midilli ya da at üzerinde, arkasında çifte çifte uşaklarla sokak sokak gezip dolaşmak olan bu beyin, İstanbul'a geldikten sonra merakı üç şeye yöneldi: Birincisi, araba kullanmak; ikincisi, alafranga beylerin hepsinden daha süslü gezmek; üçüncüsü de berberler, kunduracılar, terziler ve gazinolardaki garsonlarla Fransızca konuşmaktı.”106 
3.7. DİNİ HAYAT
Beyoğlu dini etkinin çok fazla görülmediği bir yer olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada kozmopolit yapı gereği her milletten insan bulunduğu için değişik dinlere mensub kişiler yaşamaktadır. Bu yüzden Beyoğlu’nda İslami yaşayışın etkisi görülmemekte ve Avrupa kültüründen gelen zevk ve eğlenceye düşkünlüğün etkisiyle dini ve ahlaki bir boşluk göze çarpmaktadır. Beyoğlu’nda yaşayan ecnebi ve azınlıkların mensub oldukları dinlere bağlı olarak; evlilik adetleri, ölüm adetleri buralarda görülen dini eğitim romanlarda konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ahmet Midhat Efendi’nin Henüz On Yedi Yaşında romanının kahramanlarından Kalyopi, fakir bir Hristiyan ailesinin kızıdır. Ve babasının çalıştırdığı meyhanede Yümni Bey adında bir müslümanı sever, Kalyopi’nin de dinini değiştirmesiyle bir şekilde evlenirler. Fakat çevredeki insanlar ve akrabaları bir Hrıstiyan’ın din değiştirerek bir müslüman ile izdivacını doğru bulmayıp boşanmaları için onlara baskı yaparlar. Kalyopi’ye boşanmadığı takdirde kocasını öldüreceklerini ve boşanırsa da ona hem koca bulup hem de para vereceklerini söylerler. Kalyopi kocasını çok sevdiği halde onun zarar görmemesi için mahkemede kocasından ayrılmak istediğini söyler ve dinlerinin farklı olması sebebiyle ayrılmak zorunda kalırlar. Yine bu romanda kahramanlardan İslamî inanca sahip Hulusi Efendi’ye göre Hrıstiyanlıkta fuhşa sebep olan iki adet vardır. Bunlardan birisi dırahoma adetidir. Yani Hristiyan bir genç kızın evlenebilmesi için kocasını satın alma adetidir, parası olmayan kız ise evlenemediği için gayri meşru yollardan bu duygularını tatmine çalışırmış. Hristiyanlıkta fuhşa sebep ikinci durum ise
beslemelik kızlarmış. Roman kahramanlarından Kalyopi, Ahmet Efendi’nin yardımları sayesinde randevuhaneden kurtulur ve inancı gereği tövbe eder, namuslu bir hayat yaşamaya başlar. Sonunda Kalyopi, Ahmet Efendi’nin bulduğu ve kendisi ile ilgili her şeyi bilen bir Rum delikanlısı ile dinleri gereği dırahoma adetini de gerçekleştirerek Beyoğlu’nda kilisede evlenirler.

“-Muradım şu ki İslam’da hamdolsun bu habaset ekall-i kılletle azdır. Hatta ahal1-i müslime nezdinde mevcut olan fuhşun başlıca mebnası, melaın-i nisvanın o yolda zevk aramalarından ibaret olup bu habaseti, bir kesp ve kar ittihaz edenler ise her biri bir memleketten sürülmüş olan dört beş erzel karilardan ibaret olup onlar dahi mezarlık aralarında şurada burada icra-yı mel'anet ederler. Hristiyanlarda ise fuhşun meydan almasına asıl sebep kızların kocaya verilmesi hususunda muhtaç görüldükleri dırahoma maddesidir. Bir kız kocasını adeta satın almalıdır. Parası yoksa koca bulamaz. Bayağı hali vakti yerinde olan bir Hristiyan’ın üç kızı oldu mu? Herif battı gitti. Nasta fukara her zaman ağniyadan daha çoktur. İşte dırahoması olmayan kızlar bilmecburiye gayrı meşru yollarda taharrı-i huzuzata mecbur olurlar. Eğer patrikler şu dırahoma adetini feshedecek olsa·lar hakikaten bu kerahati azaltmaya büyük bir hizmet etmiş olurlardı. Bir de şu Hristiyan hanelerinde beslemelik eder kızlar yok mu? İşte onlar dahi kaffeten ve kamilen kerhanelere namzet demektirler. Bir fakir kız bir haneye besleme gider. Orada birkaç genç bulunur. Kız bunlarla mercimeği fırına verir. Derken iş duyulur. Kız kovulur. Bir kere ismi fenaya çıkınca başka familyalar bıçareyi kabul etmezler. Anası babasıysa fakir! Halbuki kız güzel güzel rubaları süsleri filanları görmüştür.”107
Ahmet Midhat Efendi’nin Karnaval adlı romanında Madam Hamparson’un Mösyö Hamparson’a ihaneti neticesinde evlilikleri bozulur ve Ermeni Katoliklerinden olan Hamparsonlar Katolik mezhebine göre boşanırlar. Buna göre nikahlı eşler ayrılmak isteseler de, evlerini ayırıp ayrılsalar da o kadın hala o adamın karısı sayılır. Hatta kadın ayrı yaşadığı kocasının dışında bir adamdan çocuk beklese o çocuk veled-i zina sayılmayıp ayrı yaşadığı kocasının nüfusuna yazılırmış. Hamparson Ağa, karısından intikam almak için yeni bir kadınla evlenmek ister; fakat Katolik mezhebince bu pek kolay olmaz. Hamparson Ağa da servetini kullanarak kiliseden onay alır ve evlenir. Fakat evlendiği kadın da kendisini bir başka adamla aldatınca, Hamporson Ağa kalp krizi geçirip ölür. Ayrı yaşamalarına rağmen Katolik mezhebine göre boşanmadıkları için, Madam Hamparson’un Mösyö Hamparson’dan miras alma hakkı vardır. Resmi Efendi, Hamparson Ağa’nın ölümünden sonra Madam Hamparson’un miras hakkını aramak için; ondan ve Katolik Kilisesi’nden aldığı vekalet ile Babıali’ye müracaat eder. Ayrıca bu romanda Hamparsonlar’ın konağında hizmetçilik yapan Hristiyan Mariyanko da sevgilisi Nikolaki ile Taksim’de kilisede buluşur , Mariyanko sevgilisi ile evlenebilmek için dırahoma biriktirir.

“Bizim taraflarda Hristiyan1ığın bazı mezahibi ve hatta katoliklerin bazı cemaatleri vardır ki zevc zevcesinin fuhşunu eliyle tutarcasına ispat edebilir ise talâk-ı külliye kadar varıp o halde diğer bir kadınla akd-i izdivac edebilir. Ancak şark katolikleri Roma ile irtibatını arttırdıkları zamandan beri onlar meyanında dahi talakın her halde adem-i meşrûiyyeti kuvvet bulmuş ve her ne kadar talâk-ı külli vaki olsa bile zevç ve zevcenin yeniden teehhül1erine cevaz gösterilmekte bulunmuştur. Lakin işin içinde bir büyük servet ve sâmân bulununca kilisenin kanunları dahi başkalaşabilir. Mösyö Hamparson Arslangözyan'da mevcut olan servet ve sâmân işte kilise kavanîni dahi başkalaştırabilecek servet ve samanlardan olduğu malumdur. Zevcesinin irtikâp ettiği hıyanet üzerine ise Arslangözyan olanca malını feda edip mutlaka yeni bir kadın ile akd-i izdivac ederek bu suretle hain zevcesinden intikam sevdasında bulunmakla kilise heyetinden bazı muteber papazlar her ne kadar hükm-i İncil'i muhafazatan nikah kıymamakta ısrar eylediler ise de diğer bazılar Hamparson Ağanın genç ve güzel bir kızı hanesine alıp beraberce yaşamasına itiraz edemediler.”108
Ahmet Midhat Efendi’nin Demir Bey Yahut İnkişâf-ı Esrâr adlı romanında Demir Bey, oğlu Mustafa’yı Fransızca eğitim alması için Taksim’de bulunan Lazarist tarikatı adı verilen bir papazın yanına gönderir. Bu papaz Taksim’de hem dinî , hem de ilmî eğitim veren bir yerdir. Ayrıca bu tarikat Katolikler’in gidip geldiği, ziyaret ettiği bir yerdir. Ayrıca bu romanda, roman kahramanlarından Polini, Müslüman bir kişi olan Demir Bey’in kızı olduğunu öğrenince, Hristiyanlık’tan Müslümanlığa geçer ve kendisiyle evlenmek isteyen Vikont Alphans Duran ismindeki genç de yeni ismi Fatma olan Polini’yle evlenebilmek için İslamiyet’i seçer.
“Dudakları bembeyaz kesildi. Yüzünde renk kalmadı. Tüyleri ürperdi. Asabı zangır zangır titremeye başladı. Nihayet dedi ki:
- Anladığıma kalırsa şu anda aramızda mâni-i izdivac olan şey yalnız benim Nasraniyet’imden ibarettir. Halbuki ben fünûn-ı tabiiyye ve hikemiyye ile tezyin-i fikr ve tenvir-i nazar eylemiş bulunan Avrupa hükemâsının zamirlerinde câygir olmuş bulunan vahdâniyet-i ilâhiyyeye çoktan kanaat getirmişim. Bunu şimdi dil ile ikrar ve kalb ile tasdik eyleyecek olursam ben dahi sizin gibi Müslüman olacağımı Mustafa Kamerüddin’in verdiği izahattan anlamışımdır. Nasıl, o halde beni akd-i izdivac ile refakat-i ebediyyenize kabul eder misiniz?”109

Ahmet Midhat Efendi’nin Müşahedat adlı romanında dinin etkisi çeşitli şekillerde karşımıza çıkar. Bunlardan birisi Agavni’nin babası İtalyan milletinden Antuvan Kolariya ile ilgilidir. Antuvan Kolariya, Ermeni Katoliği milletinden Novert adında bir kadını çok sever ve kadın ona dırahoma vermediği halde Kolari’ya onunla evlenir. Fakat kadının ahlaki çöküntü içinde olduğunu anlayan Kolariya ondan ayrılsa da Katolik mezhebinde olduğu için boşanamaz. Kolariyo, Novart’tan ayrılıp Meryem adında bir kadınla gizlice nikahlanır ve ondan bir kızı olur. Kolariya’nın ölümü üzerine kalan vasiyete göre İtalyan Kançılaryası onlara ayrılan mirası korur. Kolariya kızının rahibe okulunda eğitim görmesini ister. Bunun üzerine Meryem kızlarını rahibe okuluna verir ve Agavni 16 yaşına kadar rahibe okulunda yetişir. Yine bu romanda dırahoma adeti karşımıza çıkıyor. Siranuş, Karnik ile evlenmek için dırahomasını biriktirir, Karnik’e verir. Siranuş kilise de Karnik’i bekler ; fakat Karnik Siranuş’un dırahomasını da alarak kaçar. Bu romanda Beyoğlu’nda yaşayan azınlık ve ecnebilerin çocuklarını kilisede vaftiz ettiklerini , bazı ailelerin de çocuklarını kilise kapısı önüne bıraktıklarını görüyoruz. Siranuş’un çocukluğu da böyle geçmiş. Tunuslu olan babasının ölümü üzerine kendilerine bıraktığı miras için Ermeni Patrikhanesi’ndeki patrikin vasi olduğunu ve Siranuş 21 yaşına gelinceye kadar onu denetlediğini görüyoruz. Babasının bir Müslüman olduğunu öğrenen Siranuş hem babasının din ile ilgili vasiyetini yerine getirmek için , hem sevdiği adam olan Refet ile evlenmek hem de asıl olarak kendi içinden geldiği için dinini değiştirir ve İslamı seçer, müslüman olur. Yine bu romanda Katolikler’in ölüm merasimi de dikkati çeken bir husustur. Agavni’nin cenaze işleri Fransız Katolik rahiplerinden Aya Buj adında bir rahip tarafından gerçekleştirilir. Rahip cesedi şişen Agavni’yi libas etmek için yeni elbise yaptırır ve onu Santa Marya Kilisesi’ne naklettirir.

“- Bu meselede pederinizin muhabbeti, hatırı , vasiyeti sizi ne dereceye kadar mecbur ediyor? Yani anlamak istiyorum ki ihtida hususunda pederinizin ve vasiyetnamesi size nasıl vasıl oluncaya kadar, sizde bir hatıra var mıydı, yok muydu?
- İstanbul’daki hanımefendinin beni oğluna tezviç edeceği haberinin sizin tarafınızdan tebliği dakikasına kadar hiç bende böyle bir hatıra yoktu. Yalnız şu küçük yaşımda en büyük ihtilâtım Müslümanlarla olarak en müstahsen gördüğüm büyüklükleri de onlarda bulduğum için gönlümde büyük bir meyil peyda olmuştu.
- Neye? Müslümanlığa mı yoksa Müslümanlara mı?
- En doğrusu Müslümanlara.
- Ey. O izdivaç haberi geldiği dakikada?
- O zaman der-hatır eyledim ki bil-farz böyle bir şey olacak olsa ihtida lâzım gelecek.
- O lüzuma itbâ için kalbinizde bir de tasvip ve meyil hâsıl oldu muydu?
- Zevcim Refet olabilmesi ihtimaline göre evet.”110
3.8. EĞİTİM
Beyoğlu’nda görülen Avrupaî yaşam şekli içerisinde lisans eğitimi alma, Galatasaray Lisesi’nde okuma gibi hususlar karşımıza çıkmaktadır. Ahmet Midhat Efendi’nin Yeryüzünde Bir Melek adlı romanının kahramanı Şefik Bey, Fransız lisanını iyice öğrenip tıp ilimlerine aşina olabilmek için Beyoğlu’nda bir doktorun hanesinde kalır.
“Hayfa ki birkaç zaman sonra biçare çocukların şu medâr-ı tesliyeti dahi elden gitmiştir.Zira Hacı Hafız Mehmet Singapuri vefatı esnasında, Mehmet Hulusi Efendiye Şefik'in behemehal bir tabip olarak yetiştirilmesi ve mutlaka Avrupa'da ikmal-i tahsil ettirilmesini ve metrukâtının bu yolda sarfını vasiyet eylemiş ve metrukâtı eğerçi iki yüz mahmudiye ancak hasıl edebi1mişse de Mehmet Hulusi Efendi, Singapuri gibi bir dostunun oğlundan dahi para esirgemeyeceğini vicdanı önüne getirip şu kadar ki çocuğu Avrupa'ya bütün bütün acemi olarak göndermernek için Beyoğlu’nda o zamanın en meşhur etibbasından Mösyö *** nezdine şakirt vermiştir. Zaten Şefik'in on beş yaşını tecavüz etmesi dahi kendisinin artık harem dairesinden çıkmasını icap eylediğinden bu halde masrafı Mehmet Hulusi Efendi tarafından verilmek ve geceli gündüzlü doktorun hanesinde gerek Fransız lisanını ve gerek ulûm-ı tıbbiyyeyi tahsille meşgul olmak üzere Şefik Beyoğlu’na naklolunmuştur ki doğdukları günden beri birbirinden ayrılmamış olan Şefik'le Raziye için şu mufarakatı kadar tesir göstermiştir.”111

Ahmet Midhat Efendi’nin Acayib-i Alem adlı romanı kahramanlarından Hicabi Efendi, Alman kütüphanelerinden faydalanabilmek için Beyoğlu’nda Viyanalı bir doktordan Alman lisanını öğrenmeye başlar.
“-İçimizde Fransız lisanını bilenlerimiz pek çoktur. Alman lisanı ise ol kadar münteşir değildir. Haydi ben dahi şu lisanı öğrenip hiç olmazsa bununla beyne'l-akran bir temeyyüz edeyim. Vakıa Hicabi Efendi artık tahsil zamanını geçirmiş ve yaşı otuza yaklaşmış ise de bu misillü erbab-ı gayret için hiçbir veçhile zaman-ı tahsil güzeran eylemiş sayılamayacağından Viyanalı bir tabibi kendisine muallim tayin ederek Alman lisanını tahsile başladı. Bir lisanı kolayca öğrenmek için şart-ı a'zam o lisan ehlinin içinde yuvarlanmak olduğu cihetle Hicabi Bey dahi artık Galata ve Beyoğ1u'nun birahanelerine devama başladı. Ehl-i işretten değil idiyse de gaz limonatasından başladığı rağbeti yavaş yavaş bira derecesine kadar vardı.”112
Ahmet Midhat Efendi’nin Bahtiyarlık romanının kahramanı Senai, babası tarafından şehirli, Avrupalı gibi yetiştirilmek istendiği için İstanbul’a Beyoğlu’na okumaya gönderilir ve Galatasaray Lisesi’nde okumaya başlar.
“Bir gün Semih Efendi birkaç ahbabıyla ahvâl-i âleme dair bahsediyordu. Memuriyet ve sanat ve kesp ve ticaret hakkında şimdiye kadar bize malûm olmuş bulunan efkârını dostlarına anlatıyordu. İçlerinden birisi “A sultanım! Oğlunuzu sanatkâr veyahut tacir edecekseniz şöyle pek de zengin bulunmadığınız halde senevi üç beş kuruş masrafa tahammül ederek Galatasaray’a yazdıracağınıza bir sanata çırak verseniz kavliniz ile fiiliniz daha mütenasip düşmez miydi?” deyince koca hakim gayet latif bir bir tebessüm eyledi.”113
Ahmet Midhat Efendi’nin Müşahedat adlı romanında annesi babası olmayan, reşit olmamış çocukların eğitilmek maksadıyla verildiği Madam C’ nin pansiyonu dikkati çeker. Agavni de Siranuş da burada yetişir. Burada kızlar için her türlü eğitim vardır.

“Bizim Siranuş on üçünü bitirip on dördüncü yaşına girdikte hakk-ı vesâiti haiz olan Ermeni Patrikhanesi’nin delâletiyle, yalnız Fransız lisan ve edebiyatında tekemmül için Madam C’nin pansiyonuna da ithal olmuştur. Evvelce dahi haber verdiğimiz vechile Matmazel Agavni’nin o mektepten çıkmak üzere bulunduğu esnada , Siranuş dahi mektebe girmiştir.”114 
4. MEKANLAR VE İNSANLAR
4.1. İNSANLAR
Beyoğlu kozmopolit yapıya sahip bir semttir. Bu sebepten İstanbul’un bu semtinde her milletten insan bulunmaktadır. 1477 yılında yapılan bir nüfus sayımına göre Galata’daki nüfusun hane olarak etnik ve dinsel dağılımı şu şekildedir. Müslümanlar 535 hane ile %35.2 , Rumlar (Ortodokslar) 592 hane ile %38.9, Avrupalılar (Katolikler) 332 hane ile %21.8, Ermeniler (Gregoryenler) 62 hane ile %4.1 olmak üzere toplam 1521 hane mevcettur.115 Biz de bu bölümde Beyoğlu’nda yaşayan, herhangi bir sebepten Beyoğlu’na giden çeşitli milletlerden insanları inceleyeceğiz. Onların hangi sebepten Beyoğlu’na gittikleri, Beyoğlu’nda ne işle meşgul oldukları, milliyetleri üzerinde duracağız. Böylece incelediğimiz Tanzimat dönemi romanları içerisinde o dönemde Beyoğlu’nda yaşamış veya vakit geçirmiş kişilerin ne kadar alafranga, ne kadar Türk kültürüne ait yaşam tarzları olduğunu tespit etmeye çalışacağız. Bu yüzden bu bölümü üç yan başlık altında incelemeyi uygun gördük.
4.1.1. TÜRKLER
Bu başlık altında Beyoğlu’na giden veya Beyoğlu’nda yaşayan Türkleri ve onların Beyoğlu hayatından nasıl ve ne kadar etkilendiğini inceleyeceğiz.

FELATUN BEY (FELATUN BEY İLE RAKIM EFENDİ)

Mustafa Meraki Efendi’nin oğludur. Ve alafranga yaşayışa göre
yetiştirilmiştir. Bu yüzden haftanın bir iki günü çalıştığı kalem dairesinde vakit geçirir. Bunun dışında diğer günlerde lüks giyinmek, gezmek, eğlenmek için Beyoğlu’na, eğlence yerlerine gider. Babasından kalan serveti sırf alafranga yaşamak hevesi sebebiyle tutulduğu bir tiyatro aktristine yedirerek sonunda kendisi parasız kalır. Alafrangaya dair her türlü oyunu, dansı, yaşantıyı hayatına sokmuştur. Ve lisanında dahi alafranga merakı ön plana çıkar, bu yüzden Fransızca’yı anadili gibi benimsemiştir.
RAKIM EFENDİ (FELATUN BEY İLE RAKIM EFENDİ )
Beyoğlu’nda oturmadığı halde kimi zaman gezmek ; ama çoğu zamanda iş sebebiyle Beyoğlu’na gider. Buna rağmen kendisinde alafrangalık merakı yada özentisi görülmeyip, kendi kültürüne bağlı bir hayat tarzını benimsemiştir. Onun hayatında çalışmak önemlidir. Alafranga yaşayışı bilmesine rağmen bunu hayatına almak istemez. Fakat romanda görüldüğü üzere kendisinin de Josefino ile özel bir dostluğu vardır.

MUSTAFA MERAKİ EFENDİ (FELATUN BEY İLE RAKIM EFENDİ)
Beyoğlu’nda Tophane civarında oturur. İki çocuğunu da alafranga yetiştirmeye özen göstermiştir. Alafrangalığa merakından dolayı kendisine Meraki adı verilmiştir. Alafrangalık özentisi sadece kılık kıyafet ve şekilde değil, evinin dekorasyonunda dahi ön plana çıkmıştır. Alafranga yaşama merakı sebebiyle Üsküdar’daki evini satıp Beyoğlu’na taşınır. Yeni çıkan modayı takip edip evinde ve çocuklarında modaya uygunluğa önem verir.
MİHRİBAN HANIM ( FELATUN BEY İLE RAKIM EFENDİ )

Mustafa Meraki Efendi’nin alafranga merakı ile yetiştirdiği kızı, elinden bir iş
gelmediği gibi kılık kıyafette de alafrangalığa düşkündür. Alafranga yaşayışa göre yetiştirildiği için hoppa, şen bir tabiatı vardır. Zenginliğe ve lükse düşkün olduğu için kendisine alafranga hayatı sunamayan biriyle evlenmek istemez.
CİVELEK MUSTAFA ( HÜSEYİN FELLAH )

Bu kahraman Galata’da bir meyhanede çıkan kavgada yaralanıp Kanlıburç’a
kaçar. Buraya kadar takip edilip Kanlıburç’ta da dövülür, öldürüldüğü zannedilerek bırakılır. Kendisini bulan bir anne kızın yardımı ile evine kadar götürülür ve bir süre sonra iyileşir. Galata’nın mert delikanlılarından biridir.
ŞEHLEVEND ( HÜSEYİN FELLAH )
Cesur, akıllı, fedakar bir kızdır. Annesi ile birlikte Kanlıburç’a gidip intihar etmeyi düşündükleri bir vakit Civelek Mustafa’ya yardım ederler. Bir müddet annesi ile Tophane yakınlarındaki bir caminin önünde dilenirler. Esirci Laz Mehmet Ali tarafından esir olarak Mısır’a satılır ve orada gelişen olayların kahramanı olur.
HASNA HANIM ( HÜSEYİN FELLAH )
Şehlevend’in annesidir. Kendisine oynanan bir oyun ile kocasından ayrılmak zorunda kalır. Ve bütün varlığını kaybeder. Bir müddet kızıyla sokaklarda yaşar. En sonunda kızının Mısır’a gelin gittiğini zannederek roman boyunca kızıyla alakalı haber almaya çalışır.
LAZ MEHMED ALİ ( HÜSEYİN FELLAH )
Esir ticareti ile uğraşır. Hasna Hanım ve Şehlevend yardıma muhtaç oldukları vakit; önce onlara yardım eder , sonra Şehlevend’e kendisini esir olarak satmayı, karşılığında da annesine yardım edeceğini, kendisinin rahat olacağını söyler. Kendisi Kasımpaşa’da oturur.
HALATÇI ÖMER ( HÜSEYİN FELLAH )
Galata’da kürek mahkumudur. Kendisini Hasna Hanım ve Şehlevend’in koruyucusu gibi düşünmektedir. Onlara oynanan bir oyuna kızdığı için yaptığı bir kavgada intikam almak istediği Hurşid Bey’i yaralar ve küreğe mahkum edilir.
HURŞİD BEY ( HÜSEYİN FELLAH )
Galata’da yaşamaktadır. Hasna Hanım’a oynadığı oyunla onun mal ve mülkünün bir kısmını elinden alır. Galata’daki konağında zevk ve sefa içerisinde yaşarken Ömer’in kendisini yaralamasıyla eski sağlığını kaybeder ve konaktaki hizmetkarların oyuncağı gibi olur.

ŞEFİK ( YERYÜZÜNDE BİR MELEK)
Raziye’ye aşıktır. Yurtdışına gitmiş, tıp eğitimi almış, Beyoğlu’nda Vidin Balyosu ile dost olmuş ve çeşitli milletlere ait dostlar edinmiştir. Kendisini ekonomik açıdan geliştirmiş, roman boyunca Raziye ile ilgili planlar yapıp, Raziye’ye oynanan oyunları günyüzüne çıkartarak Raziye’yle evlenmiştir. Beyoğlu’nda yaşamasına rağmen zevk ve sefaya, eğlenceye düşkünlüğü yoktur.
RAZİYE ( YERYÜZÜNDE BİR MELEK )
Şefik’i sever. Şefik’i kıskananlar tarafından kendisine kötü planlar kurulup adı dile düşürülmüştür. Fakat kendisi yaşayış yönüyle ahlakını bozmamıştır. Sonunda masum olduğu anlaşılır ve Şefik’e kavuşur.
CEVRİYE ( YERYÜZÜNDE BİR MELEK )
İsmail Bey’in evlenmek istediği dostudur. Raziye’ye sima olarak çok benzemesi sebebiyle Aksaraylı Arife tarafından para ve mücevherlerle kandırılıp Raziye takma adı ile kötü işler yapar. Böylece Raziye’nin adını kötüye çıkarır. Şefik’in olayı fark etmesi ile yaptığına pişman olur,yaptığı kötü işler sebebiyle aslında çok sevdiği İsmail Bey’le de evlenemez.
İSMAİL BEY ( YERYÜZÜNDE BİR MELEK )
Şefik’in Beyoğlu’nda birlikte yiyip içtiği dostudur. Raziye ile ilgili gerçeklerin ortaya çıkarılmasında Şefik’e yardım eder. Fakat sevdiği kadın olan Cevriye’nin kötü işler yaptığını öğrenince çok üzülür. Arzuhalcilik işiyle meşguldur.
AKSARAYLI ARİFE ( YERYÜZÜNDE BİR MELEK )
Aksaray’da yaşar. Güzelliği ile erkeklerin aklını başından almaya meraklıdır. Erkeklere karşı içinde duyduğu bir öfke vardır, onların paralarını yer; fakat bir müddet sonra kendisi de aşık olduğu bir erkeğin elinden sıkıntı çekmeye başlar. Şefik’in kendisine ilgi göstermemesi üzerine deliye döner ve Şefik’in çok sevdiği Raziye’den intikam almak ister. Fakat bütün oyunu anlaşılır, sonunda Beyoğlu’na Şefik ile Raziye’nin düğününe gider ve dayanamayıp intihar eder.
AHMET EFENDİ ( HENÜZ ON YEDİ YAŞINDA )
Arkadaşı ile eğlenmek için Beyoğlu’na gittikleri bir akşam geri dönüş için sorun yaşayınca bir randevuhanede kalırlar. Ve randevuhanede tanıdığı on yedi yaşındaki Kalyopi adlı genç kızı bir kardeş gibi görüp onun hikayesini öğrenmek ister, bunun için değişik zamanlarda Beyoğlu’na, iğrendiği halde randevuhaneye gider, hiç eğlenmeksizin Kalyopi ile sohbet eder, kızın hikayesini dinler, ona yardım etmeye çalışır. Alafrangalığa dair bir merakı yoktur , kendi kültür ve inancına bağlıdır.
HULUSİ EFENDİ ( HENÜZ ON YEDİ YAŞINDA )
Ahmet Efendi’nin arkadaşıdır. Birlikte Beyoğlu’na tiyatroya eğlenmeye giderler. Beyoğlu’nda bir randevuhanede kalırlar. Hulusi Efendi , Ahmet Efendi’ye göre zevke , sefaya düşkün bir kişidir. Ahmet Efendi ile randevuhaneye geldiği vakit eğlenceyi bırakmaz.
RAHMİ BEY ( HENÜZ ON YEDİ YAŞINDA )
Kalyopi’nin çocukluk arkadaşıdır. Ahmet ve Hulusi Efendi ile birlikte Beyoğlu’na Kalyopi’nin evine giderler ve sonra bir lokantaya gidip yemek yerler. Romanda kendisine çok yer verilmez.
SUPHİ EFENDİ ( ACAYİB-İ ÂLEM )

Dünyayı gezmek ister. Bu yüzden bitkilerle ve böceklerle alakalı iki koleksiyonunu Beyoğlu’nda bir İngiliz’e satar. Gezi için yeterli parayı temin edebilmek için aynı zamanda kütüphanesini de Beyoğlu’nda Clup Commercial’de bir Mısırlı’ya satar.
HİCABİ EFENDİ ( ACAYİB-İ ÂLEM )
Suphi Efendi’nin arkadaşıdır ve onunla birlikte dünya gezisine çıkmayı ister. Alman Kütüphaneleri’nde araştırma yapmak için Alman lisanını öğrenmek ister. Bunun için de Beyoğlu’nda Almanlar’ın gittikleri eğlence yerlerine devam eder.

ZEKÂYİ BEY ( KARNAVAL )
Karnaval adlı romanda eğlenceyi, çapkınlığı seven havai bir gençtir. İyi bir eğitim almıştır, nişanlı olduğu halde dostu ile Beyoğlu’nda balolarda, eğlencelerde gezmektedir. Kendisine yüz vermeyen Madam Hamparson’dan intikam almak için onunla alakalı gizli durumları kocasına ihbar eder.

RESMİ EFENDİ ( KARNAVAL )
Bütün kadınların hoşlanabileceği yapıda dürüst, kur yapmayan, açıksözlü, bilgili, eğitimli, çalışkan bir kişidir. Beyoğlu’na Hamparson Ağa’nın konağına yemeğe, sohbete gider. Fakat zamanla Madam Hamparson ile aralarında gizli bir aşk başlar. Gizlice Beyoğlu’ndaki balolara giderler. Olayların açığa çıkmasının ardından Madam Hamparson ile aralarındaki münasebet son bulur ve birbirlerini kardeş nazarıyla görürler. Resmi Efendi ahlakı ve davranışları ile herkesin takdirini kazanan bir insandır.

NİZAMİ ( KARNAVAL )
Beyoğlu’nun kabadayılarındandır. Benli Helena adında bir dostu vardır. Beyoğlu’nda vakit geçirirler. Fakat Helena’nın Zekâyi ile birlikte olmaya başlaması üzerine bir gün kızıp Beyoğlu’ndaki evlerini ateşe verir ve hapse düşer.

BEHÇET BEY (VAH)

Mekteb-i Sultani’de okumuştur. Fransızca’sı vardır. Beyoğlu’na zaman
zaman eğlenmek için gider, bir şeyler içer; fakat akşamcılık yapmaz. Kadınlarla ilgilenmeyi bir alafrangalık olarak görür ve bunu sever. Ama aşık olmayı aptallık olarak görür. Ferdane Hanım’ın kendisine ilgi göstermemesi üzerine çılgına dönüp ona oyun oynar. Beyoğlu’nda bir dükkandan öğrendiği fotoğrafya sanatı ile gizlice ele geçirdiği Ferdane Hanım’ın bir fotoğrafının kopyasını yapar çok değişik pozlarda resimlerde yapar ve onun adını kötüye çıkarır.
NECATİ BEY (VAH)

Beyoğlu’na arkadaşı Behçet ile yeni olayları konuşmak için gider. Fakat içki
alemleri ile ilgisi yoktur. Dürüst , güvenilir bir insandır. Kadınları etkilemeye çalışmak gibi bir derdi yoktur. Ferdane Hanım’la mektuplaşırlar. Aralarında iyi bir dostluk vardır.

FERDANE HANIM (VAH)

İstanbul’un Anadolu yakasında oturduğu halde dini eğitim alıp kocasına karşı
daha sabırlı olmak ve ders almak için Fındıklı’ya Hoca Kutbettin Efendi’ye gider. Bunun dışında Beyoğlu ile bir bağlantısı yoktur.

OSMAN SABRİ EFENDİ ( ESRÂR-I CİNÂYÂT )

Beyoğlu Merkez Müstantiki görevindedir. Beyoğlu ve civarında meydana
gelen cinayet ve işlenen suçlarla ilgili araştırmalar yapar. Dikkatli, akıllı ve titiz bir insandır. İşlenen suçlarla ilgili sağlam araştırma yapar. Romanda işlenen bir cinayetin çözülmesinde büyük emek sahibidir. Sağlam karakterli ,işini iyi yapan, torpille, rüşvetle işi olmayan bir devlet adamıdır. Romanda bir süre hapse girse de sonunda suçsuz olduğu ve iddialarında haklı olduğu anlaşılır.

MECDEDDİN PAŞA ( ESRÂR-I CİNÂYÂT )
Beyoğlu Mutasarrıflığı görevindeki bir devlet adamıdır. Görev yeri Galatasarayı’ndadır. Hediye Hanım’a aşık olduğu için onun rica ettiği konularda kanunları gözardı ederek ona yardım eder. Böylece Hediye Hanım’ın işlediği suçlarda ona ortaklık eder. Osman Sabri Efendi’nin olayları gün yüzüne çıkarabilmesinden rahatsız olduğu için eline geçen bir fırsat ile onu hapse attırır. Fakat sonunda yine olaylar açığa çıkar ve Mecdeddin Paşa’nın olaylarda parmağı olduğunun anlaşılması üzerine; Mecdeddin Paşa bir gemi ile İstanbul’dan kaçar.

HAFİYE NECMİ ( ESRÂR-I CİNÂYÂT )
Osman Sabri Efendi’nin iş arkadaşıdır. Birlikte Öreke Taşı cinayeti üzerine araştırma yaparlar. Hafiye Necmi bu araştırma gereği Bohçacı Ziynet Hanım kılığında Hediye Hanım’ın konağına girer ve olayla ilgili ipuçları arar. Görevine sadık, çalışkan bir devlet adamı olmasına rağmen Osman Sabri’nin arkadaşı olduğu için hapse düşer. Fakat sonunda suçsuz oluğu anlaşılır.
GAZETECİ ( ESRÂR-I CİNÂYÂT )
Cinayet ile ilgili araştırmalar yapar, Hezarfen Mustafa’nın olaylarla ilgili mektuplarını gazetede yayınlar ve halka konu ile ilgili haberler verir. Doğrulara yer veren, araştırmacı bir gazetecidir. Osman Sabri Efendi ile sürekli irtibat halindedir ve işbirliği yaparlar. Olayların aydınlığa çıkarılmasında payı büyüktür. Her şeye rağmen kanunlar doğrultusunda görevine bağlı çalışan bir gazetecidir. Galatasarayı’na olayla ilgili araştırmalar yapmak için gider.
HEZARFEN MUSTAFA ( ESRÂR-I CİNÂYÂT )

İstanbul’da olmadığı halde; Beyoğlu’nda Hediye Hanım’ın konağında geçen
olayları mektuplarla anlatıp, olayların aydınlığa çıkmasına yardım eder ve aynı zamanda Hediye Hanım’dan da intikamını alır. Birçok ilim sahibi, kendini yetiştirmiş birisi iken Hediye Hanım’a aşık olduktan sonra hayatında her şeyin değiştiğini ve bir anda Kalpazan Mustafa olduğunu, konaktaki tüm entrikaları anlatır. Hezarfen Mustafa sahip olduğu kalp para yapma becerisi ve marifeti sebebiyle Hediye Hanım tarafından kullanılır, konakta bir darphane kurulur ve orada sahte para yapımı ile uğraşır. Daha sonra da Peri sebebiyle Halil Suri ile araları açıldığından konaktan ayrılır, yaptığı bir planla Halil Suri’yi öldürür.
HEDİYE HANIM ( ESRÂR-I CİNÂYÂT )

Beyoğlu’nda bir konağı vardır. Güzelliği ve işvesi ile erkekleri kendine
hayran bırakan, onların gönüllerini çalan, hilekar , sinsi, kurnaz bir kadındır. Bütün olayların odak noktası Hediye Hanım’dır. Her türlü kaçakçılık , soygun, sahtekerlık işinde parmağı vardır. İnsanları amacına ulaşmada bir araç olarak kullanır. Konağında gizli dolaplar dönmekte, her türlü entrika çevrilmektedir. Mecdeddin Paşa’yı da kendisine bağlayıp onunla da işbirliği yapmıştır.
PERİ ( ESRÂR-I CİNÂYÂT )
Hediye Hanım’ın cariyem dediği ; fakat evin kızı gibi yetiştirdiği, Öreke Taşı cinayetinde öldürülen eli kınalı müslüman kızdır. Hezarfen Mustafa’nın yetiştirdiği, terbiye ve ahlâkça düzgün, iyi eğitim almış , Fransızca dahi öğrenmiş bir kızdır. Fakat Hediye Hanım, Peri’yi de kendi oyunlarına alet edip onun ahlâkını bozmuştur. Hediye Hanım, Peri’ye erkeklerle ilgili sözde nasihatler vererek onun aklını çalmış ve Mustafa’yı bırakıp Halil Sûri ile ilgilenmesine sebep olmuştur. Peri, Mustafa’dan ayrılınca Halil Sûrî ile gezmelere gitmeye başlar ve sonunda Büyükada’daki piknikte öldürülür.
KAHYA KADIN ( ESRÂR-I CİNÂYÂT )

Hediye Hanım’ın konağındaki hizmetkarlardandır. Polis gibi meraklı,
sorgulayıcı bir yapısı vardır. Konağa gelen yabancılara “seni buraya kim gönderdi?” tarzında sorular sorar. Hediye Hanım’ın bütün suçlarını bilir.

NAZİK KALFA ( ESRÂR-I CİNÂYÂT )

Hediye Hanım’ın konağındaki diğer bir hizmetkardır. Hediye Hanım’ın
hazinedarı gibidir. Hediye Hanım’ın bütün entrikalarını bilir.

YÜZBAŞI CAFER ( ESRÂR-I CİNÂYÂT )

Halil Sûrî’nin ölümü ile konakta sorgulama ve araştırma işlemini yürüten
memurlardandır. Romanda pek üzerinde durulmamıştır.

ABİDİN ÇAVUŞ ( ESRÂR-I CİNÂYÂT )

Halil Sûrî’nin ölümü ile ilgili konakta inceleme yapan diğer memurdur.

REİS BEY ( ESRÂR-I CİNÂYÂT )
Galatasarayı’nda Osman Sabri’nin ve Hediye Hanım’ın davalarını yürütüp, onları sorgulayan memurdur.

HACI SADULLAH EFENDİ ( ESRÂR-I CİNÂYÂT )

Yağlıkçı esnafındandır, esnaftan ve komşulardan topladığı elmasları ödünç
olarak Osman Sabri Efendi’ye vermiştir. On beş ,yirmi gün sonunda elmasları geri almaya gider; fakat yapacak bir şey yoktur, elmaslar Hediye Hanım’ın konağına gitmiştir. Bu yüzden istemeyerek de olsa Galatasarayı’na Mutasarrıf Paşa’ya gidip durumu anlatırlar.
SADRAZAM ( ESRÂR-I CİNÂYÂT )
Beyoğlu’nda görev yapan devlet adamıdır. Kendisine gelen yazılara gerekli işlemi yapar. Esrâr-ı Cinâyât adlı romanda çok fazla yer almaz.

ZAPTİYE MÜŞİRİ ( ESRÂR-I CİNÂYÂT )
Beyoğlu’ndaki devlet adamlarından biridir. Romanda çok fazla yer verilmez.

BÜYÜKADA KAYMAKAMI ( HAYRET )

Hayret adlı romandaki Kaymakam bir hırsızlık olayı sebebiyle Beyoğlu’na
gider. Olay üzerinde çalışma yaptıktan sonra Lüksenburg Oteli’nde yemek yiyip, gazete okuyarak, rapor yazarak vakit geçirir.
SENAİ BEY ( BAHTİYARLIK )
Bahtiyarlık adlı romanda babasının iyi bir eğitim alması ve Avrupalı gibi yaşaması için şehre okumaya gönderdiği kahramandır. Senai Bey, İstanbul’a okumaya gelmiş, burada her türlü alafranga yaşayışa özen göstermiş ve babasından kalan serveti alafranga yaşam adı altında zevk ve sefada kadınlarla yemiştir. Osmanlılığı beğenmeyen, Avrupalı doğmadığına hayıflanan bir yapısı vardır. Avrupalı olmak ne demektir tam kavrayamayıp eğlenceye düşkünlüğü Avrupalılık gibi görmektedir. Sonunda hüsrana uğrar, bütün servetini ve yalan söyleyerek evlendiği eşini gerçeklerin anlaşılması üzerine kaybeder.
SENAİ’NİN ANNESİ ( BAHTİYARLIK )

Cihangir tarafında bir hanede otururlar. Valide hanım oğlunun evlenmesi için
elinden geleni yapar, bu konuda oğluna sık sık nasihat verir. Oğluna onun istediği gibi bir kız bulabileceğini söyler. Fakat Senai Bey annesinin istediği gibi bir kızla evlenmek istemez, o kendisi gibi Avrupalı, modern bir eş ister. Senai Bey babasından gelen para ile istediği gibi yaşayamadığı için annesinin mücevherlerini bozdurarak istediği gibi yaşamaya çalışır.

ABDULCABBAR BEYEFENDİ ( BAHTİYARLIK )

Senai’nin evlenmek istediği Nusret Hanım’ın babasıdır. Abdulcabbar Bey
çocuklarını alafranga kültüre göre özel hocalarla yetiştirir. Abdulcabbar Bey zaman zaman Beyoğlu’na gittiğinde kızı Nusret Hanım’a içinde ne anlatıldığını bilmediği Fransızca romanlar alır.

FERDİDE HANIM ( DEMİR BEY YAHUT İNKİŞÂF-I ESRÂR )

Demir Bey’in hanımıdır. Kocası ile ilgili bilmediği ve merak ettiği şeyler
vardır. Cihangir’de bir konakta otururlar ve olaylar konak içerisinde geçer. Roman boyunca eşi ile ilgili merak ettiği şeyleri öğrenir ve konak içinde işlerle vaktini geçirir. Şemsizâdeler familyasının son üyesidir. Ve ailesinden kendisine iyi bir servet kalmıştır.

MEHTAP ( DEMİR BEY YAHUT İNKİŞÂF-I ESRÂR )

Demir Bey’in konağındaki Feride Hanım’ın ahiretlik diye yetiştirdiği iki
cariyeden biridir. Yirmisini geçmiş ve şuh-mizac bir yapıya sahiptir. Keman, kanun dersi alır. Evin beyinin oğlu olan Mustafa Kamerüddin’den hoşlanmaktadır.

ÂFİTAP ( DEMİR BEY YAHUT İNKİŞÂF-I ESRÂR )

Konak içerisindeki diğer cariyedir. Otuzu geçik bir yaştadır, diğer cariyeye
göre daha ağır başlıdır. O da kanun ve keman dersi alır. O evin beyi Demir Bey’i sevmektedir. Demir Bey hastalandığı vakit başucundan ayrılmaz.

AHMET MİDHAT EFENDİ ( MÜŞAHEDAT )

Müşahedat adlı romanda bir roman kahramanı olarak karşımıza çıkan Ahmet
Midhat Efendi, burada gazeteci ve yazar kimliğini ön plana çıkarıyor. Ahmet Midhat Efendi, iyi bir roman yazmak için etrafı gözlemlediği sırada gördüğü ve tanıştığı hanımlarla onların Beyoğlu’ndaki hana ait odalarında onların hayat hikayelerini dinleyip onlarla sohbet eder. Zaman zaman da birlikte yemek yiyip eğlenceli vakit geçirirler. Ahmet Mithat Efendi; babacan tavırlı, akıllı , fikir danışılan, güvenilir bir portre çizmektedir. Fransızcası da olan, eğitimli, yazarlık vasfı bulunan bir roman kahramanı olarak karşımıza çıkar.

REFET ( MÜŞAHEDAT )

Gençlik döneminde babasından kalan parayı pulu zevk ve eğlence hayatında
harcamış, parasını kaybettikten sonra baba dostu olan Seyyid Mehmet Numan’ın anında çalışmaya başlamış ve burada çalışarak hayatını sürdürmüştür. Agavni’nin sevgilisidir. Romanda en önemli karakterlerden biridir. Beyoğlu’na Agavni’nin yanına sürekli olarak gidip gelir, Ahmet Midhat Efendi ile de dost olmuştur. Agavni’nin ölümü ile onun en yakın arkadaşı olan Siranuş ile birbirlerine hissettiklerini söylemiş ve sonunda evlenmişlerdir. Gençliğindeki hovardalığı çalışmaya başaladıktan sonra bırakmış alın teri ile çalışıp kazanmaya başlamıştır.

ALİ OSMAN TOPUZ BEY ( MÜŞAHEDAT )

Siranuş Hanım’ın babasıdır. Romanda hikaye anlatımı sırasında Siranuş’un
bebekliği anlatılırken geçer. Kızı Siranuş’a bıraktığı bir mektup ve resim vardır. Romanın sonunda bunlar Siranuş’a verilir.

RASİH BEY ( TAAFFÜF )

Belgrad asıllı Osmanlı Türklerindendir. Paris’e gidip Fransız lisanına aşina
olmuştur. Eğitimli , akıllı, terbiyeli bir gençtir. Birkaç kere Beyoğlu’na gitmiş, eski tanıdıklarından Madam Miryal’in vasıtası ile kendisi gibi eğitimli bir kızla evlenmiştir.

TOSUN BEY ( TAAFFÜF )

Orta dereceli bir eğitimi olan, eğlenmeyi seven bir gençtir. Romanda ,
eğlenmeyi sevmesi sebebiyle Beyoğlu’na gelen sanatsal aktiviteleri takip ettiği belirtilir.

TALAT BEY ( TAAŞŞUK-I TALAT VE FİTNAT)

Talat Bey, Fitnat’a aşık olur ve onunla görüşebilmek için kadın kılığına
girmeyi göze alır. Bu yüzden de Beyoğlu’na gidip bir perukçu dükkanından peruk alır.

ALİ BEY ( İNTİBAH )
Avrupaî yaşam şeklini benimsemiş, kılık kıyafetinde modayı takib eden Ali Bey; zaman zaman Beyoğlu’na gezinti yerlerine gider. Romanda Beyoğlu’na dair özel bir durum yoktur.
BİHRUZ BEY ( ARABA SEVDASI )

Her türlü alafranga özentisi olan, kılık kıyafet ve her türlü moda için çok para
harcayabilecek yapıda, arabaya tutkunluğu olan, eğitimli, Fransızcası olan, kalem dairesinde çalışan ; fakat her zaman işine gitmeyen, vaktinin çoğunu eğlence yerlerinde geçiren bir gençtir. Fransızca kitaplar okumayı sever. Beyoğlu’na son moda giysilerin satıldığı mağazalara gider. Bazen de gezinti maksatlı Beyoğlu’na, Taksim Bahçesi’ne gider. Lükse olan düşkünlüğü ona ailesinden kalan serveti kaybettirir. Gezinti yerlerinde araba kullanmak, Fransızca konuşmak ve modaya uymak en büyük tutkularıdır.

PERİVEŞ HANIM ( ARABA SEVDASI )

Romanda Bihruz Bey’in aşık olduğu kadındır. Tophane’nin Karabaş
Mahallesi’nde oturur. Küçük yaşta babasını kaybetmiş, 23 yaşında da eşinden ayrılmıştır. Çengi Hanım’la tanıştıktan sonra ahlâkı bozulmuştur. Zaman zaman Beyoğlu’nda ve değişik gezinti yerlerinde vakit geçirir.

KEŞFİ BEY ( ARABA SEVDASI )

Romanda Bihruz Bey’in kalem dairesinden arkadaşıdır. Yalan söylemeyi çok
sever ve ayak üstünde dahi kırk türlü yalan söyler. Çalışmak dışında o da, Beyoğlu ve sair gezinti yerlerinde kadınlarla meşgul olarak vakit geçirir.

HACI ÖMER ( SERGÜZEŞT )

Tophane’de oturur ve Batum’dan gelen gemide bulunan esirleri alıp
Tophane’ye evine götürür. Esir ticareti ile meşguldür.

MANSUR BEY ( TURFANDA MI YOKSA TURFA MI )

İstanbul’a okumak için gelmiştir. Ahlâklı ve terbiyeli bir gençtir. Tıp eğitimi
alır. Beyoğlu’nda bir otelde kalır. Beyoğlu eğlencelerine karşı hiçbir merakı yoktur. Amcasının oğlu ile yaptığı gezintilerde kadınlara karşı gösterilen davranışları ahlâken beğenmez.
İSMAİL BEY ( TURFANDA MI YOKSA TURFA MI )

Mansur Bey’in amcasının oğludur. Birlikte Beyoğlu’nda otelde yemek
yerler, gezintiye çıktıkları vakit İsmail Bey başka arabadaki kadınlara kaş göz işareti yapar; bundan dolayı da amcasının oğlu Mansur Bey bu davranışları beğenmez ve ahlâki bulmaz.

4.1.2 AZINLIKLAR
Beyoğlu’nda yaşayan Arnavut, Çerkez, Rum, Ermeni, Arap gibi değişik milletlerden insanlar azınlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durum romanlarda da kendisini gösterir. Roman kahramanları değişik milletlere mensup olup, değişik meslek gruplarında ve yaşayışlarda karşımıza çıkmaktadır. Bu bölümde Beyoğlu’nda yaşayan azınlıkları milliyet ve Beyoğlu’ndaki yaşayışları yönüyle inceleyeceğiz.

ÇERKES ESİRCİ ( FELATUN BEY İLE RAKIM EFENDİ )

Rakım Efendi’nin Beyoğlu’na çıkarken Karabaş Mahallesi’nde gördüğü
Çerkez esir, Çerkez bir ihtiyar tarafından satılmaktadır. Rakım Efendi bu kıza dayanamaz ve onu almak ister. Çerkez’le anlaşıp biraz peşin ve bir d senet verir, kızı satın alır.

KALYOPİ ( HENÜZ ON YEDİ YAŞINDA )

Beyoğlu’nda bir randevuhanede çalışır. On yedi yaşındadır, aslen Rum’dur.
Ailesinin ekonomik sıkıntıları sebebiyle çalışmaya başlamış, nasıl olduğunu anlayamadan randevuhaneye düşmüştür. Randevuhanede çalıştığı için mutsuzdur. Randevuhaneye olan borcunu ödeyip kurtulmak ister. Roman boyunca kendi hikayesini Ahmet Efendi’ye anlatır. Ahmet Efendi’nin onu buradan kurtarması ile tövbe eder ve bir daha o hayata geri dönmez. Ahmet Efendi’nin kendisine bulduğu bir delikanlı ile evlenir.

AMALYA ( HENÜZ ON YEDİ YAŞINDA )

Kalyopi’nin akrabalarından Rum bir kadındır. Beyoğlu’nda modistroluk
işiyle meşguldür. Fakat kimi gecelerde de bu iş dışında, erkeklerle birlikte vakit geçirerek para kazanır. Kalyopi’yi önce modistroluk yapması için yanına çağırır ; fakat modistroluk yaparak rahat geçinmenin çok zor olduğunu Kalyopi’ye anlatır ve Kalyopi’ye de modistroluk dışındaki işi teklif eder. Kalyopi’ye yeni kıyafetler alır ve para kazanıp ailesine bakması için bu işi yapması gerektiğini söyler.

MARYANKO DUDU ( HENÜZ ON YEDİ YAŞINDA )

Beyoğlu’nda bir randevuhane işleten Ermeni bir kadındır. Kızları satan aile
bireylerinden birine veya kızların sevgilisine, akrabasına bir miktar para verip kızları kendisine borçlandırır ve borcu bitene kadar kızları bu hanede çalıştırır. Paralı müşterileri ve en çok iş yapan kızı sever. Kızları daha çok çalışmaları için teşvik eder.

VASİLİ ( HENÜZ ON YEDİ YAŞINDA )

Maryanko Dudu’nun hanesinde çalışan koruma görevinde olan ve ayrıca
müşterilerin içki isteklerini servis yapan kişidir. Rum veya Ermeni olduğuna dair bir açıklama yapılmamıştır.

AGAVNİ ( HENÜZ ON YEDİ YAŞINDA )
Maryanko Dudu’nun hanesinde çalışan bir diğer kadındır. Rum asıllıdır. Güzelliği , işvesi, şarkı söyleyip, oyun oynaması ile erkeklerin beğenisini kazanır. Randevuhanede en çok müşteri çeken ve müşterilerini memnun eden kadınlar biridir. Akıllı ve marifetlidir. Kalyopi’nin yakın arkadaşlarındandır. Hem şarkı söyler , hem de müzik aleti çalar ve ayrıca raks da eder. Sesi güzel ve etkileyicidir.

MARYOLA ( HENÜZ ON YEDİ YAŞINDA )

Kalyopi’nin kızkardeşidir. Kasımpaşa’da oturdukları vakit ailesinin ekonomik
durumundan dolayı çamaşırcılık işi yapar. Bir sevgilisi vardır; fakat evlenemezler. Kendisini rahatsız eden bakkal Ligor’un saldırısı sonucu ölür.

LİGOR ( HENÜZ ON YEDİ YAŞINDA )

Kasımpaşa’da bir bakkal dükkanı işletir. Rum ya da Ermeni olduğu
konusunda bir şey belirtilmez. Maryola’yı sever ; fakat aşkına karşılık bulamaz. Bu durumu fark eden Maryola’nın babası , İgor ile görüşmeyi kesince ; İgor öfkeden Maryola’ya saldırır, ya benim olacaksın ya da öleceksin diyerek kızı öldürür.

NİKOLİDİS ( HENÜZ ON YEDİ YAŞINDA )

Kalyopi , babasının meyhanesinde çalıştığı sıralarda Nikolidis meyhanenin
müşterileri arasındadır. Kalyopi’ye Yümni Bey’in onu sevdiğine ve evlenmek istediğine dair haberler getirir. Kalyopi ile Yümni Bey arasında aracı görevinde olan Nikolidis, Kalyopi’nin Yümni Bey’den istediği hediyeleri Yümni Bey’den alarak Kalyopi’ye verir ve kendisi de arada bu durumdan istifade eder. Rum ya da Ermeni olduğu konusunda bir şey belirtilmez.

YORGAKİ ( HENÜZ ON YEDİ YAŞINDA )

Kalyopi tövbe edip randevuhaneden çıktıktan sonra, Ahmet Efendi’nin
bulduğu bu Rum delikanlısı ile evlenir. Bu delikanlı uşak olarak çalışırken aldığı bu teklif üzerine dırahomayı da alarak evlenmeyi kabul eder.

PAPAZOĞLU ANDONAKİ ( DÜRDANE HANIM )

Galata Meyhanelerine takılan Rum asıllı bir yankesicidir. Meyhanede içki
içip sohbet ederek, kumar oynayarak vakit geçirir. Gözüne kestirdiği birileri olduğunda parasını çalar ve ehl-i keyf olarak yaşar. Parası olmayınca da meyhanedeki dostlarından bir şeyler ısmarlamalarını ister.
SOHBET AĞA ( DÜRDANE HANIM )

Galata Meyhanelerine arasıra takılır. Sandalcılık işiyle uğraşan bir Çerkes’tir.
Beyoğlu alemlerinde eğlenmeyi zaman zaman kadınlarla vakit geçirmeyi sever. Roman sonunda Tophane Camii’ne giderek ibadet eder ve eski yaşantısından vazgeçtiğini, değiştiğini söyler.
ALİ BEY ( DÜRDANE HANIM )
Sandalcı Sohbet’in dostlarından bir Acem’dir. Babayiğit, güçlü, mert bir delikanlıdır, vurduğunu devirecek kadar kuvvetlidir. Zaman zaman Galata ve Beyoğlu’na Sohbet ağa ile giderler ; fakat Beyoğlu kadınlarını sevmez , ahlâklı bir yapıya sahiptir. Dürdane Hanım’a çektiği sıkıntılarda hiçbir karşılık beklemeden yardım eder. Sohbet Ağa da onunla olan dostluğundan sonra kendine çeki düzen verir.

MADAM HAMPARSON ( KARNAVAL )

Ermeni Katolikleri’ndendir. Beyoğlu’nda konakları vardır. Oldukça güzel,
neşeli, eğlenceyi seven, bakımlı bir kadındır. Kocası ile aralarında fazlaca yaş farkı vardır. Kendisine çok fazla ilgi gösteren, aşık olan olmasına rağmen; o , sadece Resmi Efendi ile ilgilenir. Bir dostlukla başlayan aşk, Madam Hamparson’un gizlice balolara, karnavallara gidip, kocasına ihanet etmesiyle sonuçlanır. Kocasının durumdan haberdar olup kendisini terk etmesiyle çok üzülür ve yaptığına pişman olur, tövbe ederek rahibe okulundan eğitim almayı düşünür.

HAMPARSON AĞA ( KARNAVAL )
Ermeni Katoliklerindendir, kilise mütevelliliği yapar. Genç yaşlarda zevk ve eğlence ile vakit geçirmiş, Avrupa’ya gitmiş, gezmiş ve yaşı ilerleyince de evlenmeyi düşünmeye başlamıştır. Alafranga yaşayışa önem verir ; çünkü öyle yetişmiş ve yaşamış bir insandır. Alafrangada kıskançlık yoktur düşüncesi ile karısını kıskanmaz, ona güvendiğini söyler; fakat zaman zaman kıskançlık krizine tutulur. Karısı ile ayrı odalarda yatarlar , bunu da alafranga yaşayışın bir gereği olarak görürler. Sonunda karısının kendisini aldattığını anlayıp onu öldüresiye döver ve ondan ayrılır, bir başkasıyla evlenir. O kadın da kendisini aldatınca dayanamayıp kalp krizi geçirir ve ölür.
MADAM KÜPELİYAN ( KARNAVAL )
Ermeni Katoliklerindendir. Madam Hamparson’un akrabası ve en yakın dostudur. Madam Hamparson kocasından gizli yapmak istediği her şeyi Madam Küpeliyan’a açar ve onun fikrini alır. Madam Küpeliyan, Madam Hamparson’a destekçidir, onu korur ve ona yardım eder. Madam Hamparson ve Resmi Efendi ile birlikte o da gizlice balolara gider.
BENLİ HELENA ( KARNAVAL )
Önce Nizami’nin dostu iken daha sonra Zekâyi Bey’in metresi olmuştur. Milliyeti konusunda bir şey söylenmez. Avrupa’ya , Paris’e gider ve Avrupa lisanını bilmez. Beyoğlu’nda Zekâyi’nin kendisine tuttuğu evde gündüzleri Zekâyi, geceleri Nizami ile vakit geçirir. Paris’in La Dame Aux Camelia’sı gibi görülür. Zekâyi ona sürekli pahalı hediyeler, mücevherler alır. Bütün vaktini Zekâyi ile geçirmeye başlayınca eski dostu Nizami ona kızmaya başlar. Sonunda da Zekâyi ile Paris’e giderler.

ANDONAKİ ( KARNAVAL )
Nizami’nin arkadaşı, Benli Helena’nın koruyucusudur. Romanda pek üzerinde durulmamıştır.

MARİYANKO ( KARNAVAL )
Beyoğlu’ndaki Hamparson Ağa’nın konağında hizmetkardır. Milliyeti konusunda bir şey söylenmemiştir. Sevgilisi Nikolaki ile evlenebilmek için dırahomaya ihtiyacı vardır. Bu yüzden konakta kendisine teklif edilen para karşılığı casusluk yapma işini kabul eder. Oldukça güzel, kurnaz ve sinsi bir kızdır. İhtiyacı olan parayı biriktirince konaktan kaçar.
NİKOLAKİ ANDROKOPOLOS ( KARNAVAL )
Mariyanko’nun sevgilisidir. Beyoğlu’nda bir kunduracıda çalışan 26-28 yaşlarında bir gençtir. Temiz kalpli ve ahlâklı bir yapısı vardır. Mariyanko’yu çok sevmektedir. Mariyanko parayı tamamlayınca evlenirler.

ŞEHNAZ HANIM ( KARNAVAL )

Cezayirli Bahtiyar Paşa’nın kızıdır. Alafranga hayata meraklıdır ; fakat öyle
yaşama imkanı yoktur. Balo ve karnavalları çok merak eder. Bir gece, babasından gizli olarak muallimesi ile baloya giderler ; fakat tuzağa düşerler. Muallimesinin yasaklamasına rağmen gizlice alafrangaya, aşka dair kitaplar okur. Zekâyi Bey’e aşıktır ve kimseyi beğenmeyen, kendisinden güzel ve akıllı olanları kıskanan bir yapısı vardır.

HOCA KUTBETTİN EFENDİ (VAH)

Ferdane Hanım’ın Arabî ve Farisî ders almak için gittiği , Cihagir’de yaşayan
hocadır. Ayrıca Ferdane Hanım kocasına karşı daha sabırlı olmak için de dinî eğitim alır. Hoca Efendi kimsesi olmayan , bir karısı ve bir de Arap halayığı olan bir kişidir. Kimi zenginler de gelip ders görür ve karşılığında da Hoca Efendi’nin ihtiyaçlarını karşılarlar.

HALİL SÛRÎ ( ESRÂR-I CİNÂYÂT )

Hristiyan Araplar’dandır. Bir gece Beyoğlu’ndaki evinde ölü olarak bulunur.
Hezarfen Mustafa ile aralarında bir aşk rekabeti vardır. Halil Sûrî, her türlü kötü işle meşguldür, kanunları çiğner , kanun suçlularını güçlü avukatlar tutarak kurtarır ve onları kendi çıkarları için kullanır. Hediye Hanım’la işbirliği içindedir. Ahlâkî olarak bozuk bir insandır. Kaçakçılık, hırsızlık, cinayet gibi her türlü olayda parmağı vardır.

MADEMAİSELLE SÛRÎ ( ESRÂR-I CİNÂYÂT )

Halil Sûrî’nin kızıdır. Halil Sûrî, Peri ile birlikte kızını Beyoğlu’nda balolara,
tiyatroya götürür. Romanda pek üzerinde durulmamıştır.

HİZMETÇİ KIZ ( ESRÂR-I CİNÂYÂT )

Halil Sûrî’nin odasını düzelten, işleriyle ilgilenen Rum hizmetçidir. Bey’in
ölümü ile o da sorguya çekilir ve beyle ilgili tüm bildiklerini Müstantik Osman Sabri Efendi’ye anlatır. Bey’in birtakım sırlarına o da ortaktır.

DOKTOR EKSİNDAKİ ( ESRÂR-I CİNÂYÂT )
Halil Sûrî evinde ölü bulunduğu vakit ilk incelemeyi yapıp teşhisi koyan doktordur. Bu doktor Yunan asıllıdır. Halil Sûrî intihar mı etti, nasıl öldürüldü konusunda araştırma yapan başka doktorlar da vardır. Bunlar genelde İngiliz’dir. İtalyan bir doktor da vardır.

HIRVAT PİÇO ( HAYRET )

Bir hırsızlık çetesinin üyesidir. İfadesinde bu çete içindeki birkaç İngiliz’le
görüştüğünü, birkaç kere de Beyoğlu’nda fena bir hanede yemek yediklerini anlatır.

DEMİR BEY (DEMİR BEY YAHUT İNKİŞÂF-I ESRÂR)
Arnavut asıllıdır. Babasının kendisine sert davranması sonucu kendisini seven papaz komşularına kaçar ve papaz onu evladı gibi sever. Demir Bey Fransız ordularında Pierre Heyder adında görev yapar ve bir Hristiyan gibi yaşar. Paris’te bir kadını sever. Ondan bir kızı olur. Demir Bey İstanbul’a döndüğünde Feride Hanım ile evlenip kendisini arayan düşmanlarına karşı adını Demir Bey olarak değiştirir ve İslâm’a göre yaşar. Asıl adı Ali Haydar’dır. Sert mizaçlı gibi görünen; fakat sevgisini içinde yaşayan, merhametli bir insandır. Romanda Demir Bey’in hayatına dair sırlar birbir anlatılır.

MUSTAFA KAMERÜDDİN (DEMİR BEY YAHUT İNKİŞÂF-I ESRÂR)

Demir Bey ve Feride Hanım’ın oğullarıdır. Paris’te eğitim görür. Babası
tarafından hem Arabî , Farisî hem de Fransızca dersi aldırılır. Avrupa’da dahi kendi kültüründen kopmayan, akıllı , terbiyeli, ahlaklı bir gençtir.
ERMENİ PAPAZ (DEMİR BEY YAHUT İNKİŞÂF-I ESRÂR)

Demir Bey’in çocukluğunda onu seven , babasının şiddetinden onu koruyan
komşularıdır. Demir Bey’i babasından korumak için saklar, onun akıllı olduğunu düşünür ve eğitmek için onu yanına alır.

ERMENİ USTA (DEMİR BEY YAHUT İNKİŞÂF-I ESRÂR)

Konaktaki cariyeler Mehtap ve Afitap için kanun ve keman dersi veren
doksanlık bir kadındır. Romanda çok geçmez.
SİRANUŞ HANIM ( MÜŞAHEDAT )

Annesini çok küçük yaşta kaybetmiş, müslüman bir Ermeni olan babasını
işlerinden dolayı hiç tanıyamamıştır. Kilisenin uygun görmesi ile rahibe okulunda, pansiyonlarda büyümüştür. Akıllı, terbiyeli, maharetli , ahlâklı bir kızdır. Sesi çok güzeldir ve Fransızca bilir. Hem müzik hem de Fransızca dersleri verir. Ona hayran olan pek çok genç vardır ; fakat o hep ağırbaşlıdır. Karnik’in evlilik meselesi ile onu kandırması üzerine ; Seyit Mehmet Numan ona baba eli uzatır ve tüm masraflarını üstlenir. Beyoğlu’nda bir hana ait bir odada kalır. Ahmet Midhat Efendi’yi babası gibi görür bu yüzden ona hayatını anlatmaktan çekinmez. Ve kafasına takılan her olayda onun fikrini alır. Sonunda babasının kim olduğunu öğrenir. Daha önceden içinde hissettiği İslâmiyet’i seçme düşüncesini, hem babasının vasiyeti olması sebebiyle, hem de evlenmek istediği gençle evlenebilmek için gerçekleştirir ve müslüman olur. Refet ile evlenir.
BOĞUS AĞA ( MÜŞAHEDAT )
Siranuş’u evlerinde misafir eden Ermeni ailedendir. Beyoğlu’nda oturur. Romanda pek üzerinde durulmamıştır.
VARTOV DUDU ( MÜŞAHEDAT )

Siranuş Hanım’ın annesi gibidir, Boğus Ağa’nın karısıdır. Siranuş’un her
anında yanında olmaya çalışır, ona yardım eder. Ermeni asıllıdır.

NOVART ( MÜŞAHEDAT )
Agavni’nin babasının ilk karısıdır. Romanda hikayeler içerisinde anlatılmaktadır. Ahlâkı bozuk, evlendiğinde başkasından hamile olan bir kadındır. Eşine sadık olmamış ve sürekli onu aldatmıştır. Başkalarından iki çocuk sahibi olmuş Ermeni asıllı bir kadındır. Eğlenceye, zevke, sefaya, lükse ve rahat yaşamaya düşkündür. Dünyaya getirdiği çocuklarına da bakmamış, onlara iyi bir anne olmamıştır. Sonunda da kocası tarafından terk edilir ve kendi eğlencesine göre yaşar.

MADAM BAYZAR ( MÜŞAHEDAT )
Beyoğlu’nda oturan Halep tüccarlarından Sadıku’l Uyûni’nin eşidir. Siranuş bebekliğinde onların kapısına konulmuş, onlar da gerekli müdahaleyi yapmışlar ve sonra çocuğu geri istemeye gelen babasına teslim etmişlerdir.

KİLİSENİN ZANGOÇU ( MÜŞAHEDAT )
Siranuş, önce Süryani Kilisesi’nin kapısına bırakılır. Onu bulan Zangoç çocuğu bir başka evin önüne bırakır. Sonra babasının çocuğu geri istemesiyle babayı çocuğun olduğu yere götürür. Bu çocuğun kilisede vaftiz işlerini yapar.

KİRKOR ( MÜŞAHEDAT )
Bir baloda Siranuş’a asılan, onunla eğlenmek, birlikte vakit geçirmek isteyen bir Ermeni’dir. Parasına güvenip Siranuş’u elde edeceğini düşünür. Fakat istediği gibi olmaz, Siranuş’tan yüz bulamaz. Bunun üzerine Siranuş’un kendisine aşık olduğunu, birlikte olduklarını uydurarak , herkese yalanlar söyler.

FERİDE ( MÜŞAHEDAT )
Seyyit Mehmet Numan’ın kızıdır. Refet’e aşıktır. Refet’e aşkını anlatan bir mektup yazıp Beyoğlu’ndaki hana uşağı ile götürür. Bütün istekleri yerine getirilmiş, bir şeye sıkıldığında hemen hastalanan bir Arap kızıdır. Agavni’yi öldürtür, bir süre sonra kendisi yakalandığı amansız bir hastalıkla ölür.

YAHUDİ UŞAK ( MÜŞAHEDAT )

Seyyit Mehmet Numan’ın uşağıdır. Feride Hanım, Refet’e kavuşmak için
Agavni’yi ortadan kaldırmak ister. Bu sebepten uşağa Agavni’yi öldürme emri verir. uşak Agavni’yi vapura binerken suya düşürüp suda boğar ; fakat kendisi de boğulur.

HANDAKİ UŞAK ( MÜŞAHEDAT )

Siranuş ve Agavni’nin kaldıkları handa kapıdan görevli bir Rum uşak vardır.
Gayet kibar, akıllı, çalışkan, iyi hizmet eden biridir.

MARYAM ( MÜŞAHEDAT )

Agavni’nin annesidir. Agavni’nin babası Antuvan Kolariya’nın
Beyoğlu’ndaki evine, dikiş dikmek için giden fakir bir Ermeni duludur. Antuvan Kolariya ile evlenir , onun ölümünün ardından kızlarını rahibe okuluna verir. Zaman zaman kızını görmeye gider , bir müddet sonra da o ölür.

ANDON ( ARABA SEVDASI )

Bihruz Bey’in özel arabacısıdır. Bihruz Bey bu arabayı borç alır. Bir gün kaza
yapan Andon, arabayı tamir için fabrikasına götürür, fabrika sahibi arabaya el koyar. Bihruz Bey borç meselesinin bu şekilde kapanmasından memnun olur. Fakat bir müddet sonra kendi arabasını ve Andon’u başkasının emrinde görür, Andon’un kendisine oyun oynadığını düşünür.

ÇENGİ HANIM ( ARABA SEVDASI )
Periveş Hanım’ın arkadaşıdır, birlikte gezinti yerlerine giderler. Periveş Hanım’ın ahlakını bozan oynak ve hileci bir kadındır.

4.1.3. ECNEBİLER
Beyoğlu gibi kozmopolit yapıya sahip olan bir yerde ecnebiler de nüfusun önemli bir kısmını oluturmaktadır. Bunların inançları, kültürleri, yaşayış şekilleri toplumunkinden farklı olduğu için Beyoğlu’nda çok değişik kültürleri ve yaşam şekillerini bir arada görmek mümkündür. Ecnebiler yaşamak için genelde Beyoğlu’nu tercih eder ; çünkü Beyoğlu İstanbul’daki küçük bir Avrupa kentidir. Ecnebiler için en rahat yaşam Beyoğlu’nda karşımıza çıkmaktadır.

MR. VE MRS. ZİKLAS ( FELATUN BEY İLE RAKIM EFENDİ )

İki çocuklu bir İngiliz ailesidir. Beyoğlu’nda otururlar. Kızlarına
Osmanlıca’yı öğrenmeleri için ders aldırırlar. Kendileri inançlarına bağlı, kuralları olan, düzenli bir ailedir. Karı koca kimi zaman birlikte yemeğe giderler. Kimi zaman da evde ailece ve yakın dostlarıyla yemek yiyip çalgılı eğlence ile sohbet ederler. Robert P. Finn’in Türk romanı adlı kitabında belittiğine göre; İngiliz aile, hoşgörülü, anlayışlı, İslam kültürüne açık kişilerdir. Ailenin kızları gerçekten ilerici bir eğitimden geçmişlerdir, Rakım’ın onlarla dostluğu da bir öğretmen vasıtasıyla olmuştur. Ziglaslar dürüst , belki de biraz romantik bir ailedir, Robert Finn’e göre bu bakımdan Türk romanı geleneğine de ters düşerler. Genellikle Avrupalılar, özellikle Hristiyan azınlıklar ilk romanlarda aşık olunacak ya da geçici ilişkiler kurulabilecek kişiler olarak boy gösterirken burada düzenli ve aile yapısına önem veren bir aile karşımıza çıkıyor.116

JOZEFİNO ( FELATUN BEY İLE RAKIM EFENDİ )

Beyoğlu’nda Posta Sokağı’nda oturur. Konaklara piyano dersine gider.
Rakım Efendi’nin evindeki Canan’a da ders verir, bu sebeple Rakım Efendi ile dostluğu ilerler, Rakım Efendi’ye çok güvenir. Bu yüzden onunla aralarında başka bir ilişki olur ; fakat Jozefino Rakım’a uygun eş olarak Canan’ı görür ve bu konuda Rakım’a akıl verir. Kendisi konaklara ders vermeye gittiği için ahlakına dikkat eder. Güzel sesli bir Fransız’dır.
POLİNİ ( FELATUN BEY İLE RAKIM EFENDİ )

Felatun Bey’in Beyoğlu’nda C Hoteli’nde tanıştığı, işvesi ve cilvesi ile
Felatun Bey’in parasını yiyen ve onun sevgilisi olan Fransız tiyatro aktristidir. Felatun Bey’in alafrangalık merakından yararlanıp ona kumar oynatır, kumarda ortak olduğu kişilere onun paralarını yedirtir. Şımarık, nazlı, cilveli, işveli, hafif meşrep bir yapısı vardır. Felatun Bey’le zaman zaman özellikle kavga eder ki barışmak için Felatun Bey’den hediyeler , mücevherler alsın. Parası bitince de Felatun Bey’i bırakıp gider.

CAN ( FELATUN BEY İLE RAKIM EFENDİ )

Ziklas ailesinin kızlarından biridir. Akıllı, terbiyeli, derslerinde dikkatlidir.
Zaman zaman evdeki yemeklerde kardeşi ile piyano çalıp şarkı söylerler. Can, kendisine Osmanlıca dersi veren Rakım Efendi’ye, onun hal, hareket ve tavırlarına aşık olmuş, aşkını bir türlü dile getirememiş, içine atmış,onun cariyesi Canan’ı da kıskanarak sonunda hastalığa tutulmuştur. Çare olarak Rakım’ın onunla evleneceği haberi verilmesine rağmen Rakım Efendi’yi tanıdığı için buna inanmaz. Fakat sıkıntısı biraz olsun dile geldiği için rahatlar ve ölümü beklenirken birden iyileşir.
MARGRİT ( FELATUN BEY İLE RAKIM EFENDİ )
Ziklas ailesinin diğer kızıdır. O da ablası gibi derslerinde başarılı ve gayretlidir. Ayrıca ahlaken de olgundur. Araştırma yapmayı, kitap okumayı severler. Evdeki çalgılı yemeklerde o da piyano çalıp şarkı söyler. Felatun Bey gibi ciddiyetsiz, sulu erkekleri sevmez, Felatun Bey de onunla ilgilenir. Margrit de kardeşi gibi hocaları Rakım Efendi’ye hayrandır.
AŞÇI ( FELATUN BEY İLE RAKIM EFENDİ )

Ziklas ailesinin Fransız aşçısıdır. Felatun Bey ile aralarında gizli bir
münasebet vardır.

KOTSUŞ ( KARNAVAL )

Bahtiyar Paşa’nın konağında daire müdürü görevinde bir İngiliz’dir. Madam
Mirsak’a delice aşıktır. Evin hanımı Şehnaz Hanım’ın baloya gitmekte çok ısrar etmesi üzerine ; bir gün Madam Mirsak’ı da alarak Beyoğlu’na baloya giderler. Kendilerine tuzak kurulması sonucu Kotsuş işini kaybeder.

MADAM MİRSAK ( KARNAVAL )

Bahtiyar Paşa’nın konağında, Şehnaz Hanım’ın İngiliz muallimesidir. Şehnaz
Hanım’ın her türlü eğitiminden sorumludur. Kotsuş ile aralarında aşk vardır. Bir gece, babasından gizli Şehnaz Hanım’ı Beyoğlu’na baloya götürürler. Fakat balodan sonra konaktaki iş arkadaşlarının oyunlarına gelirler. Madam Mirsak’a Kotsuş’tan ayrılıp Sarafin ile birlikte olduğu taktirde kendini kurtarabileceği, para alacağı söylenir. Madam Mirsak bir anda sevdiğini bırakır ve diğer adamın kollarına atılır, bundan hiç de rahatsız olmaz.

VİCTOR HAGUE ( KARNAVAL )

Bahtiyar Paşa konağının arabacısıdır. Fransız asıllı olup, zengin olma
hayalleri kurar. Bu yüzden eline geçen bir fırsatı değerlendirir. Şehnaz Hanım’ın babasından gizli baloya gittiği akşam onu ve yanındakileri rehin alıp, Kutsuş’a evin kasasından yüklü bir miktar para getirmeyi teklif edilir. Böylece Victor alacağı para ile hayallerini gerçekleştirebileceğini düşünür. Sinsi , kurnaz ve menfaatçi bir insandır.

VUGE SARAFİN ( KARNAVAL )

Bahtiyar Paşa konağının cokeyidir, İngiliz asıllıdır. Madam Mirsak’ın aşkıyla
yanmaktadır. Madam Mirsak’ın aşkını kazanmak için onlara oynanan oyuna o da dahil olur ve sonunda Madam Mirsak’tan aşkına karşılık alır.

AMERİKALI VACHİNGTON ( HAYRET )

Amerika’dan İstanbul’a gelerek Tepebaşı’ndaki Belediye Tiyatrosu’nda
herkesin kalbinde gizli olan şeyleri bilmek , kapalı mektupları okumak ve hiç bilmediği lisanla bir kağıda yazılan kelimeleri bilmediği halde keşfetmek gibi hünerlerini icra eder.

MADAM TERNİYE ( BAHTİYARLIK )

Fransız bir muallimedir. Nusret Hanım’ın her türlü işiyle ilgilenir. Onun
evlenme çağı geldiğinde önceden tanıdığı Senai Bey’den Nusret Hanım’a bahseder. Birkaç kere Senai Bey ile Taksim’de görüşüp onun evlilik niyetini Nusret Hanım’a açar, gönderdiği mektubu da kendisine iletir.

RİZET ( BAHTİYARLIK )

Avrupalı bir ses sanatçısıdır. Beyoğlu’nda Flamme Kahvesi’nde şarkı söyler,
sesi çok güzel olmamasına rağmen kendisini dinlemeye gelenleri tavrı, kıyafeti ve ilgisi ile hayran bırakır. Kendisine türlü türlü hediyeler gelir. Kendisi çirkin olmasına rağmen herkese karşı güleryüzlüdür. Ve sıkıntısı olanlara kendi cebinden yardım etmeyi sevdiği için kenarında hiç parası olmazmış. Roman kahramanlarından Senai Bey de kendisine ilgi gösterip alakadar olanlardanmış.

POLİNİ ( DEMİR BEY YAHUT İNKİŞÂF-I ESRÂR )

Demir Bey’in Fransa’da iken aralarında münasebet bulunan bir Fransız
kadından olan kızıdır. Polini, hayatını annesinden kalan bilgilerle babasını aramakla geçirir. Paris’te tanıdığı Mustafa Kamerüddin ile İstanbul’a gelir ve birlikte babasını bulmaya karar verirler. İstanbul’da Beyoğlu’nda otelde kalır. Sonunda Mustafa ile Polini’nin kardeş olduğu anlaşılır. Polini babasını tanıyıp, onun isteği ve kendi içinden gelen his ile İslâm’ı seçer, müslüman olur. Fatma adını alır. Demir Bey ailesinin bir ferdi olduktan sonra Paris’te kendisini seven arkadaşının da İslam’ı seçmesi ile evlenirler.
VİKONT ALPHONS DURAN (DEMİR BEY YAHUT İNKİŞÂF-I ESRÂR )

Paris’te tanıyıp aşık olduğu Polini’nin ardından İstanbul’a gelir, onunla
evlenmek ister; fakat onun müslüman olduğunu öğrenince evlenebilmek için o da İslamiyet’i seçer ve evlenirler.
PERJEROM ( DEMİR BEY YAHUT İNKİŞÂF-I ESRÂR )

Taksim’de Lazarist tarikatı adı altında iş yapan Fransız papazdır. Kendisine
gelen Ermeni , Rum, Türk çocuklarına Fransızca eğitim verir. Mustafa Kamerüddin de buraya eğitim görmeye gelen gençler arasındadır.

AGAVNİ ( MÜŞAHEDAT )

İtalyan asıllı olup, babasını küçük yaşta kaybetmiştir. Onunla ve annesi ile
İtalya Kançılaryası ilgilenir. Babasının isteği üzerine belli bir yaşa kadar rahibe okulunda eğitim görür, daha sonra pansiyona yerleşir, reşit olunca İtalya Kançılaryası’na gidip babasından kalan servetini ister ve özgürlüğünü ilan eder. Bundan sonra ise sefahat hayatı başlar, özgürlüğün tadını çıkarmak için her şekilde eğlenir; fakat bu esnada ahlâkını da kaybeder. Servetinin tükenmesi ile kendini toparlar; fakat ahlakını kaybettiğinden dolayı büyük üzüntü duyar. Sevdiği adam Refet ile birlikte olmaya başlar. Siranuş ile sağlam bir dostluk kurar. Rahat tabiatlı, eğlenceyi seven , neşeli ve güzel bir kadındır. Vapurdan denize düşer ve boğularak ölür.

ANTUVAN KOLARİYA ( MÜŞAHEDAT )

İtalyan asıllı olup Agavni’nin babasıdır. Evlendiği ilk eşi, kendisini hep
başkalarıyla aldatmıştır. Sonra Agavni’nin annesi ile evlenir. Fakat bir müddet sonra ölür ve çocuklarıyla ilgili vasiyet bırakır.

KARNİK ( MÜŞAHEDAT )

Antuvan Kolariya’nın nikahı altındaki Novart’ın başka bir adamdan olan
çocuğudur. Parayı, kadınları ve eğlenceyi çok sever. Güvenilmez bir insandır. Siranuş ile evlenecekleri gün Ermeni bir kadınla kaçar. Kaçarken Siranuş’un biriktirdiği dırahomasını da götürür. Aynı zamanda Agavni’nin kardeşidir.

MADAM C ( MÜŞAHEDAT )

Bu Fransız Madamının ailesi olmayan genç kızların eğitilmesi için bırakıldığı
pansiyonu vardır. Burada kızlara lisan, dikiş nakış gibi konularda eğitim verilir. Siranuş ve Agavni de burada yetişmiştir. Buradaki kızlar bazen gizlice muzır romanlar da okurlarmış.

RAHİP AYA BUJ ( MÜŞAHEDAT )

Fransız Katoliklerindendir. Agavni’nin ölümü üzerine onun cenaze işlemi ile
ilgilenmiştir.

MADAM MİRYAL ( TAAFFÜF )

Fransız asıllı muallimedir. Bir keresinde Beyoğlu’na gittiğinde aile
dostlarının oğlu olan Rasih Bey’i görmüş ve ondan muallimesi olduğu Saniha Hanım’a bahsederek evlenmelerinde aracı olmuştur.

4.2. MEKANLAR

Tanzimat Devri romanlarında Beyoğlu, bazen kahramanların yaşadıkları,
bazen de roman kahramanlarının çeşitli sebeplerle uğradıkları yer olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu mekanlar, kahramanların evlerinin bulunduğu yer olarak; otel, lokanta, meyhane gibi yeme içme yerleri ; tiyatro, kahve gibi eğlence mekanları; kilise, cami gibi dini yerler; kançılarya , mutasarrıflık gibi resmi binalar; giyim kuşam mağazası olarak geçen yerler şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bunları romanlara göre inceleyecek olursak Beyoğlu’nda karşımıza çıkan mekanlara dair bir liste oluşturabiliriz.

KİTAPÇI MÜCELLİT GULAM: Felatun Bey ile Rakım Efendi romanında
Felatun Bey’in Beyoğlu’na gittiğinde uğradığı kitapçıdır.

KAZANCILAR MAHALLESİ : Felatun Bey İle Rakım Efendi romanında
Rakım Efendi’nin Beyoğlu’nda Hariciye Kalemi’ndeki arkadaşını ziyarete giderken kullandığı yoldur.

KARABAŞ- KUMBARACI YOKUŞU : Felatun Bey İle Rakım Efendi
Efendi romanında Rakım Efendi’nin Tophane’den Beyoğlu’na çıkmak için geçtiği yoldur.

ASMALI MESCİT SOKAĞI : Felatun Bey İle Rakım Efendi romanında Mr.
Ziklas ailesinin evlerinin bulunduğu sokaktır.

POSTA SOKAĞI : Felatun Bey İle Rakım Efendi romanında Jozefino’nun
evinin bulunduğu sokaktır.

C HOTELİ : Felatun Bey İle Rakım Efendi romanında, Felatun Bey’in
sevgilisi Polini ile kaldığı, kumar oynadığı yerdir.

HENDEK CADDESİ : Hüseyin Fellah adlı romanda Beyoğlu’nun eski
dönemlerinden bahsedilirken Hendek içi , caddesi ve etrafındaki vesair yerlerden bahsedilir.

KANLIBURÇ: Hüseyin Fellah adlı romanda yeniçeri dayılarının birilerini
öldürmek için kullandığı, cinayetlerin işlendiği mekandır. Civelek Mustafa da burada dövülerek bırakılır.

APOSTOL MEYHANESİ : Hüseyin Fellah adlı romanda Civelek
Mustafa’nın kendisine takılanlarla kavga ettiği yerdir.

KILIÇ ALİ PAŞA CAMİİ: Hüseyin Fellah adlı romanda Şehlevend ile
annesinin aç ve kimsesiz kaldıklarında sığındıkları yer olarak karşımıza çıkar. Caminin önünde dilenerek birkaç gün idare ederler.

KARACEHENNEM KAHVESİ: Hüseyin Fellah adlı romanda Şehlevend ile
annesi sokakta kaldıklarında buraya gelirler.

KARABAŞ MAHALLESİ : Hüseyin Fellah adlı romanda Laz Mehmet
Ali’nin evinin bulunduğu yerdir.

HENDEK İÇİ : Yeryüzünde Bir Melek adlı romanda Aksaraylı Arife’nin
intihar ettiği yer olarak karşımıza çıkar.

PANAYAYA KİLİSESİ : Henüz On Yedi Yaşında adlı romanda Kalyopi ile
Yorgaki’nin nikahlarının kıyıldığı dini mekandır.

KORVEN LOKANTASI : Henüz On Yedi Yaşında adlı romanda Ahmet ve
Hulusi Efendilerin zaman zaman gidip oturup yemek yedikleri mekandır.

CENYO KAHVESİ : Henüz On Yedi Yaşında adlı romanda Ahmet ve Hulusi
Efendilerin Galata’da gezerken gidip yemek yedikleri mekandır.

KRİSTAL KAHVESİ : Henüz On Yedi Yaşında adlı romanda Ahmet ve
Hulusi Efendilerin Beyoğlu’nda yemek yiyip içki içerek eğlendikleri, sohbet ettikleri mekandır.

FRANSIZ TİYATROSU : Henüz On Yedi Yaşında adlı romanda Ahmet ve
Hulusi Efendilerin Avrupa’dan gelen sanatkarları izledikleri tiyatrodur.

CLUP COMMERCİAL : Acâyib-i Âlem adlı romanda Suphi Efendi’nin bitki
ve böcek koleksiyonlarını satmak amacıyla bir İngiliz ve de bir Mısırlı ile görüştüğü eğlence mekanıdır.

FRANSA KANÇILARYASI : Karnaval adlı romanda Paris’e gittiği sırada
orada borçlanan Zekayi Bey için Fransa’dan kançılaryaya gönderilen borç mektubunun alındığı yer olarak karşımıza çıkar.

İNGİLTERE SEFARETİ : Karnaval adlı romanda Bahtiyar Paşa
konağındaki İngiliz Kutsuş’un davası ile ilgilenen yer olarak karşımıza çıkar.

BELEDİYE BAHÇESİ : Karnaval adlı romanda bir Pazar günü Zekayi Bey
ile Resmi Efendi’nin gezinmek amacıyla gittikleri yerdir.

KATOLİK KİLİSESİ : Karnaval adlı romanda Hamparson Ağa’nın çalıştığı
kilisedir.

FUGEL BİRAHANESİ : Vah adlı romanda geçen, Galata’da Voyvoda
civarında on beş numaralı yer olan birahane, Almanların çalıştırdıkları, Behçet Bey ve Necati Efendi’nin de gittikleri yer olarak karşımıza çıkar.

KİTAPÇI VAYES : Vah adlı romanda Necati Efendi’nin Paris’e sipariş
ettiği kitapları almak için gittiği kitapçıdır.

İNGİLİZ MAĞAZASI BAZAR ANGLAİS : Esrâr-ı Cinâyât adlı romanda
Öreke Taşı cinayetinde bulunan çatal bıçak takımının Beyoğlu’ndaki bu mağazadan alındığı dikkati çeker.

MİL LUXE MODAHANESİ : Esrâr-ı Cinâyât adlı romanda Öreke Taşı
cinayetinde ölen Peri’nin üzerindeki elbisenin Beyoğlu’ndaki Madam Lahi’nin etiketini taşıyan Mil Luxe mağazası yapımı olduğu anlaşılır.

İNGİLİZ ECZANESİ : Esrâr-ı Cinâyât adlı romanda Doktor Eksindaki Halil
Sûrî’nin cesedi ile ilgili inceleme yapmaları için bu eczaneden doktorları çağırır.

MARSİLYA POSTASI- BÜKREŞ POSTASI: Esrâr-ı Cinâyât adlı romanda,
yurt dışından Halil Sûrî’ye gelen mektupları ele geçirmek için kullanılan yerdir.

AMERİKAN OTELİ : Esrâr-ı Cinâyât adlı romanda Hezarfen Mustafa’nın
Öreke Taşı cinayetinden sonra Beyoğlu’nda gittiği oteldir.

DERSAADET- ADLİYE NEZARETİ : Esrâr-ı Cinâyât adlı romanda
olaylarla ilgili takibi , yazışmaları yapan resmi makamlardır.

LÜKSENBURG OTELİ : Hayret adlı romanda Büyükada Kaymakamı’nın
Beyoğlu’na geldiği vakit dinlendiği, kaldığı, yemek yiyip, gazetesini okuduğu
mekandır.

FLAMME KAHVESİ : Bahtiyarlık adlı romanda Beyoğlu’nun en eski
mekanlarından bir yer olduğu anlatılarak Senai Bey’in eğlenmek, Avrupalı sanatçı Rizet’i dinlemek için gittiği eğlence mekanı olarak geçmektedir.

CAFE KRİSTAL : Bahtiyarlık adlı romanda Beyoğlu’nun eğlence mekanı
olarak geçirdiği tarihi değişim anlatılırken isim olarak geçmektedir. Flamme Kahvesi ile karşılaştırılır.

KONKORDYA VE ALKAZAR : Bahtiyarlık adlı romanda Beyoğlu’nun eski
eğlence mekanları olarak geçmektedir. Flamme Kahvesi ile karşılaştırılır.

KAFE ŞANTAN: Bahtiyarlık adlı romanda Senai’nin alafranga eğlence için gittiği mekanlardan biri olarak geçer.

BELEDİYE BAHÇESİ : Bahtiyarlık adlı romanda Senai Bey’in evlilik
konusunda görüştüğü Madam Terniye ile buluştukları yer olarak geçer. Yer olarak Taksim’dedir.

CİHANGİR MAHALLESİNDE HANE : Demir Bey Yahut İnkişâf-ı Esrâr
adlı romanda geçen Şemsizadeler Konağı olarak Demir Bey ve ailesinin yaşadığı konak olarak karşımıza çıkar.

LÜKSENBURG KAHVESİ : Müşahedat adlı romanda Ahmet Midhat
Efendi’nin Siranuş Hanım’dan gelecek haberi beklemek için gittiği, vakit geçirdiği yer olarak karşımıza çıkar. Burada Avrupa’dan gelen çeşitli gazeteler de mevcuttur.

İTALYA KANÇILARYASI : Müşahedat adlı romanda kendi milletlerine
mensup olan Agavni’nin her türlü işiyle ilgilenen elçilik olarak karşımıza çıkar.

ZAPTİYE NEZARETİ : Müşahedat adlı romanda Karnik’in nikaha
gelmemesi üzerine müracaat edilen resmi makamdır.

BEYOĞLU MUTASARRIFLIĞI: Müşahedat adlı romanda Karnik’in kaçma
olayı ile ilgili araştırma yapan merkez polis teşkilatıdır.

MEKTEP SOKAĞI: Müşahedat adlı romanda Siranuş ve Agavni’nin
kaldıkları büyük hanın bulunduğu sokak olarak karşımıza çıkar.

KALYONCU KOLLUĞU : Müşahedat adlı romanda Siranuş’un kapısına
bırakıldığı Süryani Kilisesi’nin bulunduğu yerdir.

ÇUKUR MAHALLESİ : Müşahedat adlı romanda Siranuş’un babası,
Siranuş’u annesine teslim etmek için bu mahalledeki haneye gelir.

ERMENİ PATRİKHANESİ : Müşahedat adlı romanda Siranuş’un babasının
ölümü ile patrikhanenin Siranuş’la ilgilenmesi şeklinde karşımıza çıkar.

MADAM C PANSİYONU: Müşahedat adlı romanda annesini, babasını
kaybetmiş çocukların yetiştirilmek üzere teslim edildiği yer olarak karşımıza çıkar.

SANTA MARYA KİLİSESİ: Müşahedat adlı romanda Agavni’nin ölümü ile
onun cenaze işlemlerini yürüten kilise olarak karşımıza çıkmaktadır.

CONCORDİYA TİYATROSU: Müşahedat adlı romanda Refet’in bazı
akşamlar gittiği mekan olarak karşımıza çıkar. Ahmet Midhat Efendi onun tekrar eski eğlence alemlerine takılmaya başladığını düşünür, bu yüzden o da onu takib ederek buraya gelir. Taaffüf adlı romanda Tosun Bey de Avrupa’dan gelen hünerli sihirbazları seyretmek için bu tiyatroya gider.

TERZİ MİR: Araba Sevdası adlı romanda Bihruz Bey’in son moda giysilerini
almak için gittiği dükkandır.

KUNDURACI HERALD: Araba Sevdası adlı romanda Bihruz Bey’in
kendisine çeşit çeşit yeni ayakkabılar almak için gittiği Avrupaî çeşitlerin bulunduğu dükkandır.

ŞEKERLEMECİ VALARİ DÜKKANI : Araba Sevdası adlı romanda Bihruz
Bey’in oturup düşünmek maksadıyla gittiği ; fakat garsonlarını beğenmediği için fazla kalmadığı yer olarak karşımıza çıkar.

TUHAFİYECİ ALBER KÜN : Araba Sevdası adlı romanda Bihruz Bey’in
zaman zaman uğradığı dükkandır.

BERBER İZİDOR : Araba Sevdası adlı romanda Bihruz Bey’in gittiği
yerlerden biridir.

KİTAPÇI VİK’İN DÜKKANI : Araba Sevdası adlı romanda Bihruz Bey’in
merak ettiği kitapları almak için gittiği yerdir. Beyoğlu’nda Tekke civarındadır.

BELEDİYE BAHÇESİ : Araba Sevdası adlı romanda Biruz Bey’in zaman
zaman gezmek için gittiği mekandır.
BİZİM TİYATRO
 
" Oyuncularımız var, yabancı rolleri yabancılar kadar başarılı oynayabiliyorlar. Rejisörlerimiz var, Avrupa’da gördükleri mizansenleri burada aynen uygulayıp alkış topluyorlar. Yazarlarımız var, yapıtlarını yabancı örneklere benzetebildikleri ölçüde iyi yazar sayılıyorlar.
 
Hepsi iyi hoş da, peki ama nerde Türk oynayışı, Türk sahneleyişi, Türk yazışı, Türk algılayışı? Bir kelime ile nerde Türk tiyatro üslubu? “Bizim Tiyatro” işte bunun peşinde gidecek. Bize özgü olanı araştırıp bulup önünüze sermeyi deneyecek.
 
Tiyatro, elbet insanlığın ortak malı. Tiyatro tarihi, her ulusa ortak ve zengin bir birikim sağlıyor. Ama her ulus da ona yüzyıllar boyu kendi özelliğinden katkılarda bulunmuş, bulunuyor. Tiyatro alanındaki yeni görünen yolların çoğu işte hep bu eski ve yeni yöresel katkılardan doğuyor.
 
Türk oyun tarzı, Türk oyun yazımı, Türk jesti, mimiği derken şovence bir duyguya kapıldığımız, aman sanılmasın. Biz derken de bencil bir kısıtlamadan yana, hiçbir zaman olmadığımız lütfen hatırlansın.
 
Amacımız, tekelci bir kendi içine büzülüş değil, tam tersi, dünyaya, evrene açılış. Ama kendi kişiliğimizle. Bu ortak birikime kendimize özgü bir şeyler katıp yararlı olarak. Türkiye anlamına gelen bizden, insanlık boyutundaki BİZ’e uzanmak istiyoruz.”
 
HALDUN TANER
İSTANBUL EFENDİSİ
 




																	
TARLA KUŞUYDU JULİET
 



																	
ALEMDAR (Tohum ve Toprak)
 




ALEMDAR
																	
 
Bugün 3 ziyaretçi (4 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol