Oyun Hakkında Görüşler

ZAMANIN ÖTESİNDEN GELEN BİR ERMENİ KUMPANYASI

Ferhat Uludere

Bir Heves Bir Kalas / 25-10-2011/ Taraf

Zaman yok, tarih de öyle… Belki de zamanın bir yerlerine asılı kalmış, orada eskimemiş, kendini nefes almadan bile yaşatmayı başarmış bir tiyatro kumpanyası şehre geldi işte. Zamanın sonsuz belliğinde asılı kalmadan önce oynadıkları son oyunla karşınızdalar. Zamanın bile ötesinde ezberlenmiş repliklerini tek tek sıralayacaklar şimdi sizler için. Ve tüm İstanbulluya Hagop Baronyan’ın harikulade temsili Şark Dişçisi’ni takdim edecekler. Belli ki yüzyıllardır geziyor bu kumpanya, Şark’ı da Garb’ı da ezber etmiş, her yerde anlatmış meramını… Şimdi ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’ndan emanet aldıklarını sahnelerde; gecelere renk, hüzne eğlence, yasa neşe ve ömre ömür katmak, gelenlere dünya ahvalinin tüm tasalarını unutturmak için işte şarkılarına başladı… Ta buralara kadar geliyor sesi…
Parası için kendinden yaşça oldukça büyük bir kadınla evlenmiş dişçinin hovardalıklarını izlemek için hazır mısınız? Osmanlı sosyetesinin en gözde dişçisi olan bu zat öyle işler yapacak ve başını öyle belalara sokacak ki cemiyet hayatı daha önce hiç görmediği bir şenliğe tanık olacak. Pera’nın balolarını bile gölgede bırakacak bu eğlence ve bu renk cümbüşü…
Kış boyunca Şehr-i İstanbul’un dört bir yanını dolaşacak olan Şark Kumpanyası, Engin Alkan’ın yönetiminde sahneliyor Hagop Baronyan’ın Şark Dişçisi piyesini. Oyunda ise Selçuk Borak, Çağlar Çorumlu, Sevil Akı, Selin Türkmen, Ümit Daşdöğen, Sevinç Erbulak, Hüseyin Tuncel, Salih Bademci, Emrah Özertem, Tuğrul Arsever, Çiğdem Gürel, Senem Oluz, Özge O’Neill, Yasemin Güvenç, Reyhan Karasu, Murat Üzen, Serkan Bacak, Okan Patırer, Y. Arda Alpkıray rol alıyor. Boğos Çalgıcıoğlu çevirmen, Sinem Özlek dramaturg, Cem Yılmazer ışık tasarımcısı olarak görev yapıyor kumpanyada. Tomris Kuzu oyunun kostümlerini, Selçuk Borak ise dansların koreografisini hazırlamış.
Osmanlı’nın en önemli mizah ve tiyatro yayınlarını hazırlamış, oyunlar yazmış, çoğu zaman başı sansürle belaya girmiş Hagop Baronyan’ın Şark Dişçisi adlı oyunu Engin Alkan’ın elinde gerçekten büyüleyici bir hâl almış. Bunu sadece oyunun seyircide bıraktığı etki için değil, Alkan’ın sahne üzerinde kurduğu dünya için de söylüyorum. Alkan, başta aşırıya kaçmış gibi görünse de oyun içinde bir an bile sırıtmayan ve oldukça da ölçülü kullanılan abartıyla keyifli, hatta eşsiz bir dünya yaratıyor. Renkli ve karikatürize edilmiş bu dünyanın içine Çağlar Çorumlu’yu da yerleştirdikten sonra oyun harika bir seyirlik haline geliyor. Çorumlu, oyun boyunca muhteşem bir performans sergiliyor. Aksamadan, yorulmadan ve bir an bile oyundan düşmeden oynuyor. İkinci perdede Çorumlu’ya ilk perdedeki rolü itibariyle çok öne çıkmayan oyunculardan Sevinç Erbulak eşlik ediyor. Böylece hem oyun zenginleşiyor hem de Çorumlu, Erbulak’ın yardımıyla performansını oyunun sonuna kadar koruyabiliyor. İkili Engin Alkan’ın bir başka yönettiği oyun olan Tarla Kuşuydu Jüliet’ten de birbirlerini tanıyor. Daha önce sinemadan da gelen bu tanışıklık sahnedeki performanslarını da etkiliyor. Sevinç Erbulak ve Çağlar Çorumlu ikinci perdeye öylesine damga vuruyor ki, onların olmadığı bölümlerde oyun düşüyor gibi geliyor izleyiciye. Seyirci oyunun yükselmesi için onların bir an evvel gelmesini bekliyor.
Oyun tabii ki Sevinç Erbulak ve Çağlar Çorumlu üzerine kurulu değil. Mesela kumpanyamızın başrol heveslisi figüranın Shakespeare performansı başlı başına alkışı hak ediyordu. Meslekten sıkılmış kantocu ve yaşlı kocanın detone ve başarısız şarkısı da öyle… Hele son dakikada gelen sürpriz ise neredeyse oyun kadar başarılıydı.
Pek çok başarısız oyuna imza atmakla sabıkalı İstanbul Büyükşehir Belediye Tiyatroları yeni sezonda bu oyunun üzerine çıkabilecek mi şimdiden bilinmez ama bunu başaramasa da Şark Dişçisi kurum için bütün bir yılı kurtarmaya yeter gibi görünüyor.

ŞARK DİŞÇİSİ GÜMBÜR GÜMGÜR GELDİ

Bercuhi Berberyan

Paros Çok Kültürlü Yaşam Dergisi / Kasım 2011

Hagop Baronyan’ın yazdığı, Boğos Çalgıcıoğlu’nun Türkçeye kazandırdığı Şark Dişçisi (Arevelyan Adamnapujı) oyunu 19 Ekim’de Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde izleyicisiyle buluştu. Yalnızca 40 kişilik bir protokol izleyicisi olan bu ilk gösterimde salon hıncahınç doluydu.

            Engin Alkan’ın yönettiği oyun, şarkılarla ve danslarla zenginleştirilmiş olarak, 19. yüzyılda “Arevelyan Taderakhump–Compagnie d’Orient” (Şark Tiyatrosu) adlı, tümü Ermeni oyunculardan oluşan gezici bir kumpanya tarafından oynanmış gibi sahnelenmişti ve çok keyifliydi.

            Geleneksel Türk Tiyatrosu formlarından biri olan ve kumpanyanın yöneticisi konumundaki ‘Kolbaşı’nın esprili ve dinamik sunumunun ardından, hareketli danslarla, şarkılarla, jonglör gösterileriyle, adeta bir patlama gibi başlayan oyun, ilk andan izleyiciyi içine alıyor. Dansların koreografisini de gerçekleştiren, Selçuk Borak; Kolbaşı rolünde olağanüstü bir performans sergiliyor.

            Tüm ekibin Ermeni şivesine uyumu inanılmazdı. Benim için önemliydi çünkü bu konuda onlara yardım ettim. Özellikle, Tovmas ve Margos rollerindeki Ümit Daşdöğen; oyunculuğuyla çok etkileyici olduğu gibi, şive açısından da adeta o dönemde yaşayan bir Ermeni olmuştu. Ayrıca genelde tüm oyuncular şarkılarda şivelerini kaçırdıkları halde Ümit’in “Şarap” adlı solo şarkısı göz yaşartacak kadar mükemmeldi. Hele Tovmas olarak hem yaşlı hem sarhoş oynadığı düşünülürse…

            Taparnigos rolündeki; Çağlar Çorumlu, Marta rolündeki; Sevil Akı ve Sofi rolündeki; Sevinç Erbulak’ın baştan sona hiç aksamayan performansları müthişti. Hele Sevinç’in ikinci perdenin başındaki şarkılı oyunu nefes kesiciydi.

            Oyunun tüm detayları; ‘Kumpanya’ denen ve Tuğrul Arsever’in harika söylediği “Figüran” adlı şarkıyla vurgulanan ekip tarafından, resmen iğne oyası gibi işleniyordu. Çiğdem Gürel; o bezgin, yılgın, kaşarlanmış uvertür şarkıcı tavrıyla söylediği kantoyla çok başarılıydı.

            Markar rolündeki Hüseyin Tuncel’in kusursuz bir Ermeniceyle söylediği “Zalim Felek” adlı şarkı çok alkışlandı. Oyunun, Selim Atakan tarafından yapılan tüm müzikleri çok güzeldi. Esprili ve çarpıcı makyajlar, ilginç peruklar, Tomris Kuzu’nun kostüm tasarımı ve seçilen renkler harikaydı. Her şeye koşturan, oyunların olmazsa olmazı ve varlığının önemi genelde gözden kaçan Dramaturg; Sinem Özlek’in, işin bütününe katkısı yadsınacak gibi değildi.

            Ben oyunu, bir kere boş salonda, kostümlü ama ışığı tamamlanmamış olarak, bir de seyirciye sunulduğu şekilde ve kalabalıkla izledim. İkisinin arasında tempo açısından ciddi fark vardı. Dolayısıyla, meraklılarına, şöyle on kere falan oynandıktan sonra bir daha izlemelerini öneririm. Her şeyiyle mükemmel olduğu halde oldukça uzun. Öyle tahmin ediyorum ki biraz kırpmaya çekinilmiştir. Öyle ki bu açıdan eleştirmek haksızlık olur. Oysa bence şarkıların da kısaltılabileceği gibi oyun, sağdan soldan azıcık törpülense de olur. Ne de olsa 120 yıl önce yazılmış. Hem de beş perde olarak. O yıllarda tiyatrolarda bütün gün oyalanırmış insanlar…

            Ben oyunu her şeyiyle beğendim. Ancak yapılan ön araştırmalar açısından küçük bir eleştirim olacak. Hatıra olarak yıllarca saklanabilecek mükemmellikte hazırlanan program kitapçığının bir yerinde diyor ki: “Gerçekte ‘Şark Kumpanyası’ adında bir topluluk hiç olmamışsa da, Türkçe oyunlar sergileyen ilk yerleşik tiyatro olan ‘Şark Tiyatrosu’ bir İstanbul Ermenisi olan Hagop Vartovyan (Güllü Agop) tarafından kurulmuş.” Ama bu yanlış bir bilgidir. Geçmişteki ‘Şark Tiyatrosu’ (Arevelyan Taderakhump) Srabion Hekimyan tarafından kurulmuştur. Hagop Vartovyan’ın kurduğu ise ‘Tiyatro-yi Osmani’dir. Bilgilerinize.

            Şimdi de oyunla bağlantılı olarak, az buçuk magazinsel bir haber sayılan ama çok duygusal ve de teatral bir olayı paylaşmak istiyorum tiyatrosever okuyucularla.

            Oyunun finalinde, toplu selamdan, tüm emeği geçenlere edilen teşekkürlerden, Boğos’un izleyicilere tanıtılmasından ve coşkun alkışlardan sonra, Yönetmen: “Şimdi Çağlar’ın herkese bir sürprizi var. Bilirsiniz biz pek severiz sürprizleri ama bu söyleyeceğini hiç kimse bilmiyor, haydi kendi söylesin” dedi. Sürprizleri seviyor olduklarını geçen yıl ‘İstanbul Efendisi’ oyununun son gününde, Sevil Akı’nın 5 aylık hamile olduğunu izleyicilere bildirmesinden biliyorduk. Derken Çağlar, “Yahu bu halimle olur mu?” falan diye mırıldanarak, kostümlü, makyajlı, biraz mahçup, mikrofonu aldı ve izleyicilere doğru: “Gaye! Nerdesin?” diye seslendi. Ve arka sıralardan bir kız ayağa kalkarak: “Burdayım” diye cevap verdi.

            Sonrası ise şöyle: “Gaye benimle evlenir misin?” Şaşkınlık… Alkış ve kocaman bir: “Eveet!” Gaye koşarak aşağı indi, sahneye çıktı, mikrofona herkesin duyacağı “evet”i tekrarladı, öpüştüler… Mutluluk gözyaşları kahkahalara karıştı, salondaki coşku görülmeye değerdi.

            Yavaşça dönüp, beklerken tanıştığımız ve iki sıra arkamızda oturan Çağlar’ın anne ve babasına baktım. Ağlıyorlardı. Biz de ağladık. Unutulmayacak bir andı. Biz tiyatrocuların batıl inançları vardır. Eminim bu mutlu olay bu oyunun uğuru olacak. Bu keyifli oyun mutlaka izlenmeli.

ŞARK DİŞÇİSİ

http://www.galatagazete.com/o/index.php/sanat/tyatro/3070-ark-dcs.html

Pınar Çekirge

Öncelikle “ Engin Alkan Tiyatrosu” , demek istiyorum. Ya da “ Engin Alkan'ın oyuncu/yönetmen olarak Türk Tiyatrosu'ndaki yeri” .

Her biri ciddi, son derece özenli, sert çalışmalar sonucunda meydana getirilmiş, insanca şeyler anlatan bir tiyatro çizgisi bu bahsetmeye çalıştığım. Baştan sona bir tılsım, çok ince bir nüans, uçsuz bucaksız bir etkileşim becerisi ile kendi kendini aşan bir ritm ve sıcaklık. Dahası, titiz bir reji, nefes kesen bir oyunculuk tekniği. Her defasında basma kalıp tiyatro öğelerine sırt çeviren, kolaycılık tuzağına düşmeyen, tek boyutlu, tek düze olmayan bir reji anlayışı. Tiyatroyu, insanı, duyguları, çağını tanıyan bir yönetmen / oyuncu Engin Alkan. Gerçek bir şifre çözücü aynı zamanda. Umulmadık durumları süprize çeviren bir sahne dehası. Yıllar önce Cüneyt Gökçer'in bir söyleşisini okumuştum:”  İyi bir rejiden anladığım, rejinin ön plana çıkması değil, tersine rejinin oyuncu ile metin arasında adeta buharlaşmasıdır” demişti Gökçer. İşte,  Engin Alkan” rejisör” kimliğinin en doğru ifadesi. 

Yaşamımın çok önemli bir kesitini geri sardırıp, kendimi yeni baştan gözden geçirme fırsatı bulduğum “  Bernarda Alba” 'yı defalarca izlediğimi itiraf ediyorum. Her sahnesi belleğimde. Tıpkı içimi ürperten  “Alemdar” , kaç defa izlediğimi yazdığım defteri kaybettiğimden en az yirmi diyebiliyorum (ama belki daha bile çok)” İstanbul Efendisi“, “ Tarla Kuşuydu” , “ Ben Anadolu“,  “  Kral Üşümesi“ ve diğerleri. Şimdi nasıl unuturum, “Generaller, Savaş ve Barbekü“ yü? 
Meyerhold'un bir cümlesini hatırlıyorum:” Bir oyunun sahnelenmesinde, iki unsur çok önemli bir gereklilik arz eder. Birincisi, yazarın sahici düşüncesini bulup çıkartmak, diğeri ise, bu düşünceyi en teatral biçimde sunmak.“ 
Engin Alkan, bu tekniği,  'A jeu De Teatre'yi o kadar doğru kullanan bir yönetmen ki. Onun yönettiği oyuncular persona olmanın ötesinde, tüm davranışlarıyla inandırıcı birer karakterdir sahnede. Öylesine tanıdık, bildik.

“ Bir provanın son günleri en acılı günlerdir benim için. Ruhuma binlerce kez neşter atmış,  en acıyan yaralarımı defalarca kanatmış olduğum sürecin son safhalarıdır. Yaratma eyleminin o insana çok ağır gelen sancılarının çekilmez hale geldiği anlardır. Kim bilir belki de insan Tanrı' yla aşık atmasının yakıcı bedelini ödüyordur. Çoğalan bir yalnızlık halüsünasyonu,  kırılgan bir kalp, tuhaf bir kendini yok etme isteği... “  demişti bana yazdığı notta. Dört cümlede bir yönetmenin yaratma süreci ancak bu kadar güzel bir biçimde anlatılabilirdi. Kuşkusuz sinirli, gergindi o zaman sürecinde. Gözünün pek birşey görmemesi doğaldı.

Selim Atakan'ın müziği, Engin Alkan'ın şarkı sözleri (Figüran adlı şarkı da Tuğrul Arsever dorukta bir performans sergiliyor. Nasıl desem, melodi ve yorum oradan oraya civa gibi kayıyor sahnede. Şarkı bittiğinde alkışlar dakikalarca devam ediyor,  kesintisiz ve artarak. ), Hagop Baronyan'ın metniyle öyle güzel harmanlanmış ki, oyuna yepyeni bir yorum ve çağdaşlık kazandırmış. Selçuk Borak'ın nefes kesen  koreografisini de özellikle belirtmek gerekiyor. Kostüm, sahne ve ışık tasarımları da olağanüstü başarılı. Yönetmen malzemeden harikulade bir karışım elde etmiş. Enfes bir tat. Gülbeşeker, desem?

Sevil Akı ( Marta ) ile Çağlar Çorumlu ( Taparnigos )'nun şu karşılıklı sahneleri izleyenleri kahkahaya boğmakta:

Marta: Pazartesi gecesi neredeydin?

Taparnigos: Hasta bakmaya gitmiştim.

Marta: Salı !

Taparnigos: Birinin dişini çekmeye...

Marta: Çarşamba?

Taparnigos: Diş doldurmaya...

Marta: Perşembe?

Taparnigos: Diş boşaltmaya... Ha, ha, ha,  bizim hanım takvim gibidir. Haftanın bütün günlerini hatasız gösterir. (... )

Marta: Bak beyefendi, sana bir soru soracağım. Sen bir kadının ne demek olduğunu biliyor musun?

Taparnigos: Biliyorum. Kadın, kocasının başının belasıdır. (...  )

Marta: Sus, hain! Terbiyesiz ! Benim gibi şerefli bir kadın senin neyine?

Taparnigos: Senin yaşındaki kadınların şerefli olması gerekir. (...  )

Marta: Taparnigos karısından boşanmış dediklerinde...

Taparnigos: Savaştan sağ kurtulmuş diyecekler.

Gelelim oyunculara. Selçuk Borak Kolbaşı'nda mucizeler yaratıyor. Sadece Borak'mı,  Çağlar Çorumlu, Sevil Akı, Sevinç Erbulak,  Emrah Özertem, Tuğrul Arsever, Ümit Taşdöğen, Selin Türkmen  başta olmak üzere tüm kadro... tek tek müthiş bir performans sergiliyorlar. Sevinç Erbulak'ın ikinci perdedeki kantosu kelimenin tam anlamıyla müthiş ! İstanbul Tiyatrosu'nda buldum bir an kendimi. Toto Karacayı görür gibi oldum. Silik soluk nice fotoğraf canlandı belleğimde.

Taparnigos, Marta, Tovmas, Margos, Sofi, Nigo,  Giragos, Yeranyag... Biraz “ Sersem Kocanın Kurnaz Karısı” nı çağrıştıran ihanet ve ortalığı birbirine katan uşaklar... ve herşeye karışan koro.

Farkındayım,  yazı boyunca olağanüstü, müthiş,  başarı sözcüklerini deflarca kullanıp durdum. Çünkü “ Şark Dişçisi” ni anlatırken bu kelimeleri ıskalamak mümkün değil.  Oyun şampanya gibi hafif, köpüklü, balı, kaymağı bol, güldürürken çarpan, oyunculuğu ve şarkılarıyla seyirciyi kıskıvrak yakalayan bir kıvamda. Tiyatronun o kırılmaya en müsait  illüzyonu oyun boyunca hep korunmuş, eminim sahne arkası da sahne kadar hatta sahneden daha çok renkli ve eğlencelidir. Kollektif bir ürün, gerçek bir yaratı diye noktalamak istiyorum “ Şark Dişçisi” ni. İzleyin, defalarca izlemek isteyeceksiniz, biliyorum. Sahi, Hagop Baranyan'ı daha yakından tanımak ve “ Şark Dişçisi” ni okumayı düşünürseniz Aras Yayıncılığın  geçtiğimiz yıl piyasaya çıkarttığı kitabı özellikle öneririm. Boğos Çalgıcıoğlu'nun çevirisi mükemmel.

Taparnigos: Şimdiye kadar içimde ona karşı az da olsa sevgi vardı, ama artık o da bitti. Bundan sonra onunla yaşamam mümkün değil. Bu kadar kıskanç bir kadınla yaşamak... kediyle oynamaya benziyor;sen ona peynir verirken o seni tırmalıyor. Bugün bütün işlerimin ters gitmesinin sebebi de bu kadın değil mi? Altmışına gelmiş hala sevilmek istiyor. Başka bir kadının yüzüne baksam hemen kavga çıkarıyor. Kadınların bütün güzelliklerini yok eden de şu kıskançlık değil mi zaten?

Gökten üç nar düştü,  üçü de “ Şark Dişçisi” nin olsun. Nice sezonlara...

Şark Dişçisi ya da Katmerli Lazzi

Fırat Güllü / Mimesis Dergisi

2007 yılında Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST) içerisinde “tiyatro bağlamında kültürel çoğulculuk çalışma grubu” (KÇÇG) adlı bir oluşum şekillendirdik. Hrant Dink’in öldürülüşünün vicdan sahibi herkesin karnına bir yumruk gibi indiği günlerdi. Herkes müthiş öfkeliydi ve bir şeyler yapma ihtiyacını yakıcı biçimde hissediyordu. Dönemsel olarak yükselen anti-faşist sokak eylemlerinin yanı sıra kalıcı ve dönüştürücü bir şeyler yapma yolunda güçlü bir istek duyuyorduk. KÇÇG asli misyonunu Türkiye’de, kültürel kimliklerini daha iyi ifade edebilmek ve korumak amacıyla teatral faaliyetler düzenlemeyi amaç edinmiş çeşitli kişi ve gruplarla ortak etkinlikler düzenlemek, bu gruplara ilişkin araştırmalar yapmak ve sonuçlarını çeşitli yayın organları aracılığıyla daha geniş bir kamuoyunun ilgisine sunmak olarak belirlemişti. Yürütülen bu faaliyetlerin sonuçları Mimesis Tiyatro Çeviri Araştırma Dergisi/Portali ile BGST internet sitesi aracılığıyla geniş bir kamuoyu kesimiyle paylaşıldı ve paylaşılmaya devam ediyor.

Hagop Baronyan üzerine yürüttğümüz projenin ortaya çıkışı ise Osmanlı gösteri sanatları tarihine kültürel çoğulcu bir bakış açısıyla yaklaşmaya çalışan araştırmalarımızın başlamasıyla yakından ilişkilidir. Bizler için Baronyan’ı çekici kılan, Osmanlı tarzı bir çokkültürlü toplumsal yapıda kendisine önerilen cemaat içine kapalı, çekingen “modern tebaa” modelini reddetmesi ve modernleşmenin hızla politize ettiği bir toplumda tüm Osmanlı vatandaşlarını kapsamaya dönük bir aydın tavrı sergilemesiydi. Evet, Baronyan sonuçta bir edebiyatçı, bir dergi yayıncısı ve hepsinden önemlisi bir tiyatro adamıydı. Ama yaptığı iş ne olursa olsun toplumsal eleştiri onun vazgeçilmez bir nüvesi oluyor, başkaldırıyı bir varoluş biçimi olarak sahiplenen bu uslanmaz yazar gerek Ermeni cemaatinin üyesi olarak cemaati, gerekse daha geniş bir Osmanlı kamusunun parçası olarak Osmanlı toplumunu eleştiri bombardımanına tutmaktan geri durmuyordu. Sonuçta 1891 yılında öldüğünde beş parasız ve yapayalnız olmasını da bu uzlaşmaz eleştirmen tavrının bir sonucu olarak da görebiliriz.

Baronyan konusundaki çalışmalarımız başladığında yollarımızın kardeş bir kurumla, yıllardır bizim gösteri sanatları alanında yürütmeye çalıştığımız çabanın bir benzerini yayıncılık alanında sürdürmekte olan Aras Yayıncılık ile kesişmesi zaten beklenen bir şeydi. Aras’daki dostlarımıza Baronyan’a dönük bir anma günü hazırlıkları içerisinde olduğumuzu bildirdiğimizde bu projemizi büyük bir coşkuyla karşıladılar. Ancak anlaşamadığımız bir konu vardı: Biz etkinliğin adını “unutulmuş bir tiyatro adamının anısına” adıyla düzenlemeyi tasarlamıştık, onlarsa Baronyan’ın Ermenice konuşulan dünyada hiçbir zaman unutulmadığını, aksine Ermeni dilinin önemli bir yazarı olarak her zaman onore edildiğini hatırlatarak bizi uyardılar. Aslında bu bizim açımızdan semptomatik bir “gaf”tı. Sonuçta her ne kadar oyunlarını Ermenice yazsa da sonuçtaTiyatro adıyla Osmanlıca bir mizah gazetesi yayınlayan ve çok dilliliğe özel bir vurgu yapan bir tiyatro adamıyla karşı karşıyaydık; ancak ulus devletlerin “ayıklayıcı” tarihçilik anlayışı Baronyan’ın bir yarısını tarih sahnesinden söküp atmaya çalışmış ve onu sadece bir Ermeni aydını olarak görmemizi istemişti. Ve şimdi bu önemli entelektüel ve tiyatro adamını yeniden kendi yaşadığı çağın koşulları içerisinde bütünlüklü olarak keşfetmenin zamanıydı. İşte Aras ile birlikte gerçekleştirdiğimiz projenin önemli ayaklarından birisi olan Şark Dişçisi’nin yayınlaması fikri de böylece doğmuş oldu. Oyunun oldukça zahmetli çeviri işini büyük emek sergileyerek Boğos Çalgıcıoğlu gerçekleştirdi. Aras Yayıncılık’tan Robert Koptaş ve Ardaşes Margosyan eserin yayına hazırlanmasında en az onun kadar emek harcadılar. Payline ve Yetvart Tomasyan, Bercuhi Berberyan ve Serda Aslan bu projenin hayat geçmesinde maddi ve manevi destekleriyle büyük rol oynadılar. Ve ortaya Şark Dişçisi çıktı.

Bedros Norehad’in belirttiğine göre Baronyan Şark Dişçisi’ni (Adamnapuyj arevelyan) 1869’ta 26 yaşındayken yazdı.[1] Osmanlı başkentinde Ermenice modern tiyatro temsilleri bu tarihten çok önce başlamıştı. Genel kabul gördüğü üzere 1810 gibi bir tarihte Ermeni okullarında modern temsiller verilmekteydi . Ama Osmalı’da profesyonel nitelik taşıyan ilk tiyatro topluluğu 1859’da Sırabiyon Hekimyan tarafından Para’da kurulan Şark Tiyatrosu’dur. Bu tarihten sonra İstanbul’un hareketli kültürel hayatı içerisinde ağırlıklı olarak Ermeniler tarafından yürütülen yerli bir tiyatro faaliyetinin de yeri olacaktır ve bu durum ister istemez oyun yazımı faaliyetlerinin de hızlanmasını beraberinde getirecektir. Baronyan’ın Ermeni dilinde bir komedya literatürü oluşturma girişimini biraz da bu gelişmeler ışığında okumak gerekir.

Oyun yazarlığı kariyerine Goldoni’nin ünlü oyunundan yararlanılarak yazılmış, İki Efendili Bir Uşak (Yergu derov dzara mı) ile başlayan Baronyan, Kevork Bardakjian’ın belirttiğine gore bu eserinden sonra yazdığı ikinci oyunu Şark Dişçisi’nden memnun kalmamış, onu önce yayınlamış, sonra toplatmayı tercih etmiştir.[2] Ancak yine Bardakjian’ın belirttiği gibi bunu oyunun kalitesinden çok genç bir yazar olarak Baronyan’ın mükemelliyetçiliğine bağlamak gerekir. Sonuçta oyun oldukça hareketli akışı ve karmaşık işleyişi ile kendi döneminin özgün denemelerinden birisidir. Ancak ne yazık ki bu haliyle sergilenmekten çok okunmak için yazılmış gibi bir havası da vardır. Bunun en önemli nedeni Baronyan’ın kendi tiyatro eserlerinin hiçbirisini sahnede görme şansına sahip olamayışıdır. Sonuçta tiyatro eyleme dönük bir sanattır ve Shakespeare, Molière, Goldoni gibi büyük sanatçılar her zaman eserlerinin pratik uygulamalarını değerlendirme ve bu uygulamalar üzerinden sık sık metinlerine müdahalede bulunma şansını yakalamışlardır. Belki Baronyan da kendi oyunlarını sahne üzerinde görme şansına sahip olsaydı benzeri girişimlerde bulunmayı düşünebilirdi. Ancak bu durum, yukarıda da belirttiğimiz gibi oyunun tiyatro edebiyatı açısından taşıdığı değeri hiçbir biçimde azaltmaz.

Bir komedya oyunu yazmadan önce Baronyan’ın ustaları defalarca okuduğunu kolayca tahmin edebiliriz. İlk oyununu Goldoni’nin ünlü bir oyununda yararlanarak yazaması bunun açık bir göstergesidir. Dolayısıyla onun oyununu analiz ederken klasik terminolojiden yararlanmakta fayda vardır. Komedya geleneğinin antik çağdan Rönesans dünyasına taşınmasına en büyük katkıyı İtalyan halk tiyatrosu Commedia de’ll Arteyapmıştır. Modern oyunların aksine diyalog akışı içermeyen senaryolardan hareketle sahnelenen Commedia de’ll Arte oyunları tam anlamıyla oyuncuların doğaçlama yeteneklerini temel alan bir anlayışa sahiptiler. Bu oyunların, seyirciyi sürekli oyunun içerisinde tutmayı amaçlayan bir yapıda olduğunu söyleyebiliriz: Buna göre oyunlar öykü akışının seyirciye ulaşmasını sağlayan kimi sahnelerle, öykü akışından bağımsız biçimde sadece seyircinin eğlenmesini amaçlayan kahkaha yüklü sahnelerin (yani lazzilerin) yaratıcı bir kurgu içerisinde arka arkaya dizilmesi prensibiyle oluşturuluyordu. Lazziler gerçek anlamda oyunculuk virtüözitesi gerektiren komik ve seyirciyi harekete geçiren sahnelerdi. Seyirci bir komedi oyunu izlerken lazzi sahnelerinin eğlendiriciliğinin ve çetrefilli bir öykünün başlangıçtan sona doğru akışının yarattığı merak duygusunun esiri olabiliyorlarsa bu başarılı bir oyun kabul ediliyordu. Rönesans döneminden itibaren modern komedi yazarları bu formülasyona aşağı yukarı sadık kaldılar. Dolayısıyla Baronyan’ın da kendi oyununu benzer bir yapı içerisinde kurduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Şark Dişçisi bir yandan karmaşık bir öykünün seyirciye ulaşmasına yardımcı olacak sahneler içerir. Bu sahneler arka arkaya dizildiğinde ortaya kabaca şu öykü çıkacaktır: Zengin ama yaşlı kadın karakter Marta kendisiyle parası için evlenen yaşça daha genç kocası dişçi Taparniggos’un çeşitli bahanelerle sürekli ev dışında bulunmasından oldukça rahatsızdır. Bu ikisi arasında sürekli olarak münakaşaya sebep olmaktadır. Bu arada çiftin kızları Yeranyak da evlilik hazırlıkları içerisindedir ancak doğru adamı seçtiğinden çok emin değildir. Babasının isteklerine uyarsa Ermeni cemaatinde önemli temsilcilerinden birisi olan Markar ile, kalbinin isteklerini dinlerse Paris’te eğitim almış romantik aşık Levon ile evlenmesi icap edecektir. Aslına bakılırsa bu iki temel öykü tüm oyun boyunca parallel biçimde akacak ve nihayetinde final sahnesinde kesişecektir. Her iki öykünün akışı içerisinde Levon tarafından Yeranyak’a yazılan bir mektubun Taparnigos’un eline geçmesi oyunu hareketlendirir. Kendi isteklerinin dışına çıkan kızını ve sevgilisini cezalandırmak isteyen Taparnigos kızı adına Levon’a bir mektup yazar ve onu bir tuzağın içine çekmek ister. Bu arada ortaya ikinici bir mektup çıkar: Taparnigos’un sevgililerinden birisinin onu akşam bir partiye çağırmak için yazdığı bir mektuptur bu. Ancak bu mektup yüksek sesle okunurken odaya gelen Yeranyak babasının gizli aşkını öğrenmiş olur. Taparnigos parti için süslenip hazırlanırken karısı durumu fark eder ve yeni bir kavga başlar. Ama Taparnigos’un kaybedecek zamanı yoktur ve hızla evi terk eder. Sinir krizi geçirerek bayılan Marta’yı ayıltmaya çalışan Uşak Nigo ve Yeranyak onu sakinleştirerek bir sandalyeye oturturlar. Annesi kocasının kendisini aldattığından şüphelenmektedir. Kızı az önce okunurken duyduğu mektup hakkında annesine bilgi vererek onun şüphelerinde haklı olduğunu kanıtlar. Bu arada kendisi de Nigo’dan babasının Levon’dan gelen mektuptan haberdar olduğunu öğrenme şansını elde eder. Buna üzerine üçü kılık değiştirerek Taparnigos ve sevgilisinin katılacağı partiye gitme kararı alırlar. Taparnigos’un sevgilisi Sofi de evli bir kadındır ve tıpkı Marta gibi onun da eşi kendisinden yaşlıdır. İkili bu yaşlı adamı şarapla sarhoş ederek uyuturlar ve partiye giderler. Ancak bu sırada kendisi de çakırkeyif olan Taparnigos sabah evde eline geçen iki mektubu da (Levon’dan ve Sofi’den gelen) Sofi’nin evinde düşürür. Onlar evden ayrılır ayrılmaz Marta ve diğerleri evi basarlar. Sofi’nin yaşlı kocası Tovmas bu gürültüye uyanır. Tartışma sürerken mektuplar bulunur ve durum aydınlanır. Maskeli baloya katılacak gruba Tovmas da eklenir. Oldukça uzun ve komik bir çözüme hazırlık sahnesi olan partide Taparnigos ve Sofi sonradan gelen öfkeli grup tarfından tanınırlar ve kaçmak zorunda kalırlar. Ancak bu sırada mektupların kocasının eline geçtiğini öğrenen Sofi onları yeniden elde etmek için bir hamle yapar; üçüncü ve gizemli bir başka mektup daha ortaya çıkar ve bu da Taparnigos’un eline geçer. Taparnigos ve Sofi koşarak Taparnigos’un evine gelirler. Ancak Tovmas ve Marta tarafından yakalanırlar. Bunun üzerine üçüncü gizemli mektubu okuyarak durumdan sıyrılmayı denerler. Bu mektup Marta ve Tovmas’ın gizli aşkını ele verince ortada bir denge durumu oluşmuş olur. Ve rezil olmamak için olayı tatlılıkla nihayetlendirmeye karar verirler. Bu sırada sahneye gelen Markar da Levon’u seven Yeranyak ile evlenemeyeceğini açıklar. Böylece oyun sahte bir mutluluk sahnesiyle kapanır.

Ancak Baronyan’ın kendi yeteneklerini sergilediği asıl bölümlerlazzilerdir. Özellikle ilk perdedeki zorla diş çekme sahnesi, ardından Taparnigos’un Tovmas’ı sarhoş ederken kendisinin de sarhoş olduğu sahne, partide maskeler nedeniyle tanınmayan kişilerin farklı karşılaşmalar yaşaması gibi bölümler gerçekten Baronyan’ın bir mizah yazarı olarak ustalığını konuşturduğu sahnelerdir. Ancak zaman zaman fazlasıyla uzayarak oyunun yapısal özelliklerine de zarar verirler. Tabii o zamanki bakış açısıyla bir tiyatro eserinin aynı zamanda okunmak için de yazıldığı düşünülürse bu sahnelerin okuyucuya büyük keyif vereceğini tahmin etmek zor olmaz.

Aslına bakılırsa Baronyan’ın diğer bazı oyunlarında da önemli yer tutan ve bu oyunda da kısmen de olsa devreye giren üçüncü bir düzlem daha söz konusudur: güncel politik düzlem. Güçlü toplumsal eleştiri nüveleri taşıyan bu bölümler Baronyan’ın genel tarzı içinde vazgeçilmezdirler. Oyunun başında Marta ve Taparnigos arasında geçen tartışmalarda sık sık modern cemaat kurumları eleştirildiğini görürüz. Markar ve Taparnigos arasında oyunun II. Perde 4. Sahnesinde geçen uzun diyalogda basından anayasanın işleyişine, millet meclisinin vekillerin tembelliği yüzünden işleyemeyişinden toplumun geri kalmışlığı içselleştirmiş yapısına kadar pek çok şey çok açık biçimde eleştiri bombardımanına tutulur. Bu bölümler bir yandan oyundan bağımsız didaktik unsurlarmış gibi görünseler de diğer yandan Baronyan’ın tüm oyun boyunca ortaya koymaya çalıştığı eleştirel dramaturjinin ayaklarından birisi olarak işlev kazanırlar. Sonuçta Baronyan geleneksel toplumun çözülmeye başladığının ve artık yeni bir çağa girilmekte olduğunun bilincindedir. Ama gerek tüm Osmanlı ülkesi, gerekse Ermeni toplumunun modernliği anlayış ve uygulayış biçimindeki çarpıklıkarı da eleştirmeden edemez. Örneğin oyundaki Taparnigos-Marta, Sofi-Tovmas çiftleri kadın erkek ilişkilerindeki modernliği bir değerler çürümesi şeklinde yaşamakta, üstelik Yeranyak-Levon ikilisinin aşkı üzerinden bunun gelecek nesillere de aktarılacağını ima etmektedirler. Tüm etik değerlerini yitirmiş, yozlaşmanın en had safasına varmış bu insanlar Baronyan’a göre geleceği temsil edemezler. İnsan ilişkilerine paranın, kişisel çıkarların ve sevgisizliğin hakim olmaya başladığı bu dünyada olumlu olacak neredeyse tek bir karakter bile bulamayız. Sadece kısmi olarak Markar’ın, özellikle yukarıda bahsedilen Taparnigos ile olan diyaloğunda bir an için yazarın fikirlerini seslendirdiği hissine kapılırız. Toplumun en temel konulara olan duyarsızlığını, modern Ermeni kurumlarının biçimden ibaret kalan işlevsiz hantallığını, gariban halkın gelecekten umut kesecek hale gelmesini sert biçimde eleştirecektir. Aynı Markar Sofi tarafından, Paris’ten gelen ve kadınları cezbedecek süslü sözler etmesini bilen Levon uğruna, kötü giyindiği ileri sürülerek terk edilecektir ve bunu olgun bir duyarlılıkla kabullenmeyi bilecektir. Ve final sahnesinde oluşan sahte mutluluk tablosuna katılmayı reddederek onurunu kurtaracaktır. Ancak diğer yandan kenarda durmayı tercih eden, toplumsal yaşama dönüştürücü müdahaleyi yapmakta tereddütler yaşayan bir karakter olması ise onun gibi olan biten herşeyin farkında olan bir genç için tutarsızlık arzeden tutum olacaktır.

Sonuçta Şark Dişçisi, Baronyan’ın en iyi oyunu olmasa da onu sahnelemeyi amaç edinecek bir tiyatro topluluğu için yeterli malzemeyi fazlasıyla içermektedir ve kısa bir süre öncesine kadar kendisini sahneleyecek bir ekibin çıkıp gelmesini beklemekteydi. Sonunda bir yönetmen çıktı ve bu zengin oyunu tozlu raflardan çekip alarak “gösteri” mantığının ağır bastığı bir sahneleme metnine dönüştürdü. Engin Alkan’ın Şark Dişçisi metnini sahneye koyacağını İBBŞT’nin dramaturglarından Sinem Özlek’le oyunla ilgili yaptığımız bir sohbet sırasında öğrendim. Gösterilen tüm emeklerden sonra bu metnin, üstelik de ödenekli bir tiyatro tarafından sahneye taşınacağını öğrenmek projeye emeği geçen herkesi çok mutlu etmişti. Çünkü bu sayede bir tiyatro eseri, geniş bir seyirci grubuyla hakettiği şekilde, yani sahne üzerinde oynanarak buluşma fırsatını elde edecekti.

Sonunda o gün geldi ve 19 Ekim’de yapılan gala ile neredeyse bir buçuk asır önce İstanbul’da yazılmış Ermenice bir oyun, Ermenice bilmeyen İstanbul seyircisi ile ilk kez karşılaşmış oldu. Bir gösteri analizi yapmadan önce şunu en baştan söylemeliyim: Sahnedeki performans bir çok açıdan Baronyan’ın ruhunu yansıtır nitelikteydi: eğlendiricilik dozu yüksek, enerji dolu ve grotesk. Bu başarı, kanaatimce yönetmenin oyunculuk vurgulu bir konsept üzerinden çalışmayı tercih etmesinden kaynaklanmaktaydı. Öyle ki oyunun yukarıda kısaca özetlediğimiz yapısal özellikleriyle uyumlu bir biçimde oyunculara lazzi üstüne lazzi yapma fırsatı sağlanınca izlediğimiz oyun katmerli lazzi halini almış oldu.Baronyan’ın espri anlayışına iyi bir biçimde nüfuz eden oyuncular doğaçlama olanaklarından yararlanarak bu oyunun mizahi dozajını inanılmaz yükselttiler ve bu yorum seyirci nezdinde çok güçlü bir karşılık buldu. Tabii oyuncuların genel anlamda oldukça yüksek seyreden bir performans sergilediklerini de eklemek lazım.

Tüm bu “hengame” içinde seyirci oyunun öyküsünü takip etmekte de zorlanmadı. Gerçekte sahne için oldukça uzun olan öykünün temel dönüm noktalarına aşağı yukarı sadık kalınmıştı. Eğlendiricilik dozajını ikiye katlayan ama aynı zamanda oyun süresinin günümüz seyircisini zorlayacak oranda uzamasına neden olan şarkılar tarafından sık sık kesintiye uğratılmasına rağmen seyircinin kafasında öyküye dair bir soru işareti kaldığını tahmin etmiyorum.

Sahnede izlediğimiz yorum hakkında kafamızda soru işaretleri oluşmasına hizmet eden tek önemli nokta yukarıda değindiğimiz, oyunun üçüncü düzlemi ile ilgiliydi. Bu noktada herhangi bir yanlış anlamayı engellemek ve tartışmayı daha net bir çizgide yürütmek için Patrice Pavis’nin Sahneleme:Kültürlerin Kavşağında Tiyatro adlı eserinden yararlanarak klasiklerin yeniden yorumlanması konusunda genel bir değerlendirme yapmak istiyorum. Öncelikle şunu ortaya koymak lazım ki Pavis’ye göre klasik bir tiyatro metni her çağda yeniden ele alınmak zorundadır. Her şeyden önce klasik bir metin yazıldığı çağın ideolojik, kültürel ve metinlerarası ilişkileriyle kuşatılmış durumdadır. Bu metni yüzyıllar sonra ele alırken onun kaybedilmiş ya da değişime uğramış bu ilişkiler ağını onarmak ve kendi çağımızın şartlarında yeniden yaratmak zorundayızdır. Bu sayede aradan geçen zaman içinde kaybolan anlamlar yeniden açığa çıkacak ya da çağımızın seyircisi adına yeniden oluşturulacaktır. İkinci olarak, bu metin yeniden ele alınırken, Pavis’ye göre olası üç temel yoldan yürünebilecektir: Oyun ya güncellenecektir, ya tarihselleştirilecektir ya da postmodern bir mantıkla bir biçimler yığını olarak görülecek ve o şekilde sahneye taşınacaktır. Pavis’ye göre son tercih metni yeni çağın gerekleri doğrultusunda yeniden üretme mantığıyla örtüşmez; çünkü postmodern tiyatroda amaç metni yeniden yorumlamak yerine birden çok seyirci yorumunun oluşmasına zemin hazırlamak amacıyla herhangi bir yorumun oluşmasını engellemektir.

19 Ekim’de Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde izlediğimiz oyunun yukarıda bahsedildiği anlamda postmodern tiyatronun bir örneği olmaya çalıştığını iddia etmek zordur. Ancak oyunu güncelleme ya da tarihselleştirme yolunda da güçlü bir çaba hissetmeyiz. Oyunun bu bağlamda en dikkat çekici yönü, oldukça biçimci görünen bir tercihle aşırı derecede stlize edilmiş bir kostüm ve makyaj tasarımına sahip olmasıydı. Bir seyircinin “bir an için Cirque du Soleil gösterisinde olduğumuzu sandım” şeklinde özetlediği bir durumla karşı karşıya kalmış olduk. Sonuçta kostüm, dekor ve ışık tasarımlarının metinle oyuncular arasında kurulan ve seyirciyi kolayca etkisi altına alan samimi ilişkiye ne kattığını söylemek gerçekten zor. Cirque du Soleil gösterilerini izlemiş olanlar sahnede düşlerin ya da gerçekleşmesi beklenmeyen ütopyaların sergilendiğine tanıklık etmişlerdir. Ulaşılması zor hünerlerin sergilendiği akrobatik bir evren yaratmak için bu türden bir üslup kullanmak oldukça yaratıcı bir yaklaşım hiç şüphesiz. Oysa Baronyan’ın oldukça somut bir tarihsel döneme ve o dönemin oldukça somut toplumsal ilişkilerine gönderme yapmak için kaleme aldığı bir oyun metnini böylesi bir düş/ütopya evrenine taşımak tam anlamıyla postmodernist bir proje olmasa bile metne güncel bir yorum getirmeye çalışan modernist bir duyarlılıkla yorumu biçim uğruna aşma iddasındaki postmodernist tasarım arasında bir yerlerde geziniyor gibi göründü.

Elbette ki bu durum, yönetmenin tiyatro geleneğimizideki birikim eksikliğinden kaynaklanan sığlığı aşma girişiminin bir sonucu olarak görülebilir. Sonuçta bu metin uzun yıllar boyunca tozlu raflarda yatmamış olsaydı muhtemelen klasik ya da modern bazı yorumları zaten üretilmiş olacaktı. Bu bağlamda günümüz seyircisi oyunun çok daha postmodern ve biçimci bir yorumunu izlemekten özel bir zevk alabilirdi. Oysa bu oyun hem Ermenice konuşamayan geniş bir kesimce hiç bilinmeyen, ama tanışıldığı anda seyirciye çok tanıdık, bildik gelecek bir metni tekrar gündeme getirmek; hem ona çağımıza has bir renk vermek; hem de çoğunlukla biçime içerikten çok daha fazla önem veren çağdaş seyircide biçimsel bir tatmin duygusu uyandırmak gibi çok katmanlı bir vazifeyle sahnelenmiş gibi görünmektedir. Elbetteki oyunun bu özelliğinden memnun kalmayıp sahneleme tercihlerini eleştirmeyi tercih edenler olacaktır ama biz başladığımız noktaya dönersek: Sonuçta sahnedeki gösteri Baronyan’ın metninin taşıdığı ruha sadık kalmıştır ve bir seyirci olarak bunun keyfini çıkarmaktan gocunmaya da gerek yoktur.

Bu uzun yazıya son vermeden önce son bir anekdot: Oyunun galasında, iki perde arasında fuayede herkes Ermeni aksanıyla konuşuyordu. Koreografiler, toplu hareketler ve danslarda oldukça titiz bir görüntü çizen oyuncu kadrosu tüm diyalogları Ermeni aksanıyla seslendirme konusunda da genelde oldukça başarılıydı. Aklıma ister istemez modern Osmanlı tiyatrosunun kurulduğu dönemlerde yapılan bazı tartışmalar geldi. O zamanlar çeşitli milliyetçi Osmanlı gazeteleri yayınladıkları oyun eleştirilerinde sık sık Türkçe tiyatro faalilyetlerinin en önemli sorunun gayrımüslim oyuncuların “dile zarar veren” şiveleri olduğundan bahsederlerdi. Hatta bu “soruna” bir son vermek için Namık Kemal ya da Direktör Ali Bey gibi kimi Osmanlı entelektüelleri Ermeni oyunculara yoğun diksiyon dersleri verilmesi gerektiğini savunuyorlardı. Bu oyun söz konusu “yüce amaca” ihanet ettiği ve Ermeni şivesini sahnelerde yeniden duymamızı sağladığı için bile zihinlerimizde yaşanan büyük dönüşümde bir pay sahibi olabilecektir diye düşünüyorum.

 

[1] Bedros Norehad, “Hagop Baronian”, Modern Armenian Drama,Columbia University Press, New York 2001, s. 61-64. (Türkçe çevirisi için bkz. Mimesis Dergisi’nin 17. Sayısı)

[2] Kevork Bardakjian, “Baronian’s Debt to Molière”, The Journal of the Society for Armenian Studies, no 1, 1984, s. 139-162. (Türkçe çevirisi için bkz. Mimesis Dergisi’nin 17. Sayısı)

 

 

Baronyan’ın Dönüşü Görkemli Oldu

Fırat Güllü

28 EKIM 2011 CUMA

Agos'ta yayınlanmıştır.

İnsanın kendi tarihini yazıp yazamayacağı sorunsalı düşünürleri yüzlerce yıldır meşgul etmiş bir sorundur. Son gelinen noktada, örneğin Wallerstein gibi bazı isimler şunu iddia ediyorlar: Her zaman değil ama hâkim bir sitem yıkılıp yerine bir başkası inşa edilirken insanların iradi etkilerinin tarih üzerindeki belirleyiciliği artar; işte o zaman her öznenin en küçük faaliyeti bile büyük değer taşımaya başlar. Tabii ki bu faaliyet örgütlü olursa yaratacağı etkinin katlanarak artacağını unutmamak lazım. İnsan bu tür önermeleri duyunca, “acaba Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu süreçten mi bahsediliyor” demekten kendini alamıyor. Türkiye’de dünya üzerinde bir ülke olduğuna göre elbette ki ondan da bahsediliyor.

19 Ekim’de Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde gerçekleştirilen bir gösteri insanların ellerini birleştirdiklerinde yıllarca hüküm süren fikirsel paradigmaları nasıl da yıktıklarını görmemizi sağladı. Hagop Baronyan’ın, Ermenice okurlara çok tanıdık gelen ama toplumun geri kalanınca unutulmuş zeki bir yazarın “Şark Dişçisi” adlı oyununun İBBŞT tarafından Engin Alkan rejisi ve Sinem Özlek dramaturjisiyle yapılan sahnelemesinden bahsediyorum. “Adamnapuyjn Arevelyan”ın iki yıl öncesine BGST ile Aras’ın işbirliği ile Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen “Baronyan günü”nün önemli ayaklarından birisi olarak başlayan “Şark Dişçisi” olma serüveni, gerçek anlamda vicdan sahibi bir kadronun inisiyatifi ile tiyatro sahnesinde mutlu sona ulaştı. Böylece İstanbullu bir yazar, yüzyıllar sonra Ermenice bilmeyen İstanbul seyircisiyle gerçekten coşkulu bir karşılaşma yaşama fırsatı edinmiş oldu. Bu girişimin ardında çevirmeniniden yayıncısına, yönetmeninden dramaturguua ve oyncusuna kadar, ellerini birleştirerek dünyayı değitirmeye aday olan onlarca aktörün emeği var.

Peki, dünyayı değiştirmeyi başarabildiler mi? Bir dönemin önemli tartışmalarından birisi geliyor akla: “Tiyatro dünyayı değiştirebilir mi?” Ya da değiştirmesine gerek var mıdır? Her zaman değil. Ama bu oyunu neyi değiştirdiğini anlamak için oyunun fuayesine bir göz atmak yeterliydi. Oyunun ikinci perdesi öncesinde verilen arada oyunun etkisiyle herkes Ermeni şivesiyle konuşmaya başlamıştı. Çok değil bundan yüz sene evvel sahnede duymaya alışkın olduğumuz bir Türkçeydi bu. Ama değişen şey şuydu: O zamanlar çeşitli Türkçe gazetelerde, Namık Kemal gibi dönemin ağır toplarınca Türkçeyi “katletmekle” suçlanan ve diksiyonlarının düzeltilmesinin zaruri görüldüğü Ermeni sanatçıların yerini tek kelime Ermenice bilmeyen ama bile isteye Ermeni şivesi ile konuşan bir kalabalık almıştı. Sırf bu bile oyunun neyi değiştirmeye aday olduğunu göstermeye yetiyor: Zihinlerimizi!

Oyun pek çok insanın mutabık kaldığı üzere Baronyan ruhuna uygun bir nitelik taşıyordu. Sahnede gerek Baronyan’ın yüz küsur yıl önce yazdığı, gerekse oyuncuların doğaçlama yoluyla oluşturdukları espriler arka arkaya patladıkça salon kahkahadan kırıldı. Oyun sona erdiğinde herkes gerçekten eğlenmiş ve tatmin olmuş biçimde tiyatroyu terk ediyordu. Üzerinde en çok konuşulan konu oyunculuk performanslarının yüksekliğiydi. Gerçekten de üç saati aşan bir süre boyunca sahnede oldukça yüksek bir enerji ve ilk oyun olmasına rağmen aksamadan akan bir trafik vardı. Oyuncular gerek bireysel, gerekse toplu performanslarıyla, söyledikleri şarkılar ve büyük titizlikle çalışılmış danslarıyla açıkçası sahneyi mükemmel biçimde doldurdular. Yönetmeni öncelikle oyunculuk vurgulu bir yorum seçtiği için tebrik etmek gerek.

Bazı seyircilerin aklına takılan tek önemli soru ilk bakışta oyunun yapısıyla doğrudan bağlantılandırılamayan fantastik kostüm ve makyaj tasarımıydı. Burada gerçekten sadece biçimsel tercihler mi belirleyici olmuştu, yoksa oyunu 2000’li yıllarda oynamaktan kaynaklanan dramaturjik tercihler mi? Oyuna dair incelikli bir yaklaşım geliştirmeye çalıştıkları konusunda hiç şüphem olmayan yönetmen, dramaturg ve tasarımcıların, bir masal atmosferi yaratarak olaya “ahh güzel İstanbul, bir zamanlar Ermeni oyuncular da vardı” türünden basit bir nostaljik yaklaşım geliştirmiş olabileceklerine ihtimal vermediğimden bunun daha çok biçimsel bir tercih olduğunu düşündüm. Ama açıkçası Baronyan’ın kendi çağının çok tanıdık gelen tiplemelerini eleştirmek için yazdığı bu oyun zaten yüz küsur yıllık bir mesafeden bize bakarken ona daha da mesafeli bakmamızı sağlayacak bu ikinci yabancılaştırmaya neden gerek duyulduğu konusunda kafamda net bir yanıt oluşturamadım. Bu konu yönetmen ve dramaturgla yapılacak bir söyleşide açıklık kazanabilir umarım.

Tüm bunlar bir yana sonuçta Baronyan’ın 2000’li yılların İstanbul’unda yaşayan izleyiciyle karşılaşması her açıdan görkemli oldu. Prodüksiyonun yıl boyu konuşulacağından eminim. İlgiyle karşılanacaktır ve büyük bir seyirci kitlesine ulaşacaktır. Bu da bize geleceğimizi kendi ellerimizle inşa etme yolunda çıktığımız yolculukta güç vermeye devam edecektir.

 Fırat Güllü  10:26 

  ERMENİ YAZININDAN PERDEYE:Şark Dişçisi Şehir Tiyatroları'nda

Cumartesi, 22 Ekim 2011 07:28 | 

 

http://devrimcidonusum.com/kultur-sanat/989-ermen-yazinindan-perdeyeark-dicisi-ehir-tiyatrolarnda.html

 

http://bianet.org/biamag/print/133564-sark-discisi-sehir-tiyatrolarinda

Ermenice mizah edebiyatının önemli temsilcilerinden Baronyan'ın 'Şark Dişçisi' oyunu Çalıgıcıoğlu'nun Türkçeleştirmesiyle ilk kez İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'da Alkan yönetiminde sahneleniyor.

19. yüzyıl Ermeni mizahının en önemli kalemlerinden olan Hagop Baronyan, bu komedisinde, görücü usulü evlilik ve sadakat konusunu ele alıyor. Oyunda, aile ilişkilerinin yozlaştığı, tarafların birbirinin kuyusunu kazdığı bir ortamda, eşler, eski ve yeni âşıklar, çocuklar ve nişanlılar arasındaki ilişkilerin iç içe geçmesi üzerine yaşananlar sahneleniyor.

Eğlenceli ve müzikli bir dönem oyunu olan 'Şark Dişçisi'nde Çağlar Çorumlu, Çiğdem Gürel, Doğan Şirin, Emrah Özertem, Esra Karabaş, Hüseyin Tuncel, Murat Güreç, Murat Üzen, Özge O'neill Sarımola, Reyhan Karasu, Selçuk Borak, Selin Türkmen, Senem Oluz, Serkan Bacak, Sevil Akı, Sevinç Erbulak, Tuğrul Arsever, Ümit Daşdöğen, Volkan Ayhanve Yılmaz Arda Alpkıray rol alıyor.

Oyundan bir pasaj, 5-6 Haziran 2010'da Boğaziçi Üniversitesi'nde düzenlenen Baronyan günlerinde sahnelenmişti. Berberyan Kumpanyası ve Tiyatro Boğaziçi oyuncularının birlikte sahneye koyduğu oyun, aynı günlerde Aras Yayıncılık tarafından yayımlanmış ve okurların dikkatine sunulmuştu.

Oyunun kitaplaşmasını sağlayan çeviri ise Ermeni toplumunun tiyatro çevresinden tanıdık bir isme, Boğos Çalgıcıoğlu'na ait. Konuyla ilgili görüşlerini aldığımız Çalgıcıoğlu, oyunun Şehir Tiyatroları sahnelerine taşınmasında Aras Yayıncılık'tan çıkan kitabın etkisinin büyük olduğunu söylüyor.

"Şehir Tiyatroları ekibine hazırlık aşamasında istenen her türlü yardımı yapabileceğimi söyledim ama benden fazla yardım istemediler" diyen Çalgıcıoğlu, müzikal haline getirilen oyunun hazırlık aşamasında fazla katkısı olamadığı için endişeli. "Oyunun nasıl olduğunu henüz görmedim. Provalarına katılıp hazırlık sürecine dahil olmak isterdim" diyen Çalgıcıoğlu, Engin Alkan'ın yönetmenliğine güveniyor: "Alkan, çok başarılı bir yönetmen. Özellikle Osmanlı dönemiyle ilgili oyunların modernize edilmesinde çok başarılı. Daha önceki oyunlarını izlemiş, özellikle 'Tarla Kuşuydu Jüliyet' ve 'İstanbul Efendisi'ni çok beğenmiştim."

Çalgıcıoğlu, Baronyan gibi büyük bir ustanın eserini sahneye koyarken son derece titiz çalışmanın şart olduğunu söylüyor. "Oyunun dramaturgu Sinem Özlek'i, Tiyatro Boğaziçi'nden tanıyoruz. Diyalekt ve şiveler konusunda Bercuhi Berberyan'dan yardım aldılar. Oyunun kitapçığında yer alan Baronyan biyografisi de benim yorumumla yayımlanacak. Ama yine de son halini görmek isterdik. Ermeni tiyatrosu konusunda titizleniyoruz, çünkü böylesi oyunlar üstünkörü sahnelenebiliyor."

Daha önce Esayan Derneği'nde Ermenice olarak sahnelenen oyunun, Kasım ayı sonlarında yapılacak olan Amatör Tiyatrolar günlerinde de sahnelemesi planlanıyor.

Hagop Baronyan

1843'te Edirneli yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğan Baronyan, ilk ve orta öğrenimini Ermeni okullarında tamamladı. Bu arada bir Rum okulunda eğitim gördü ve Rumca öğrendi. 1864'te İstanbul'a yerleşti. Fransızca ve İtalyancayı kendi kendine öğrendi.

Yayına hazırladığı mizah ve tiyatro ağırlıklı süreli yayınların ömrü kısa, fakat etkisi büyük oldu. 'Poğ aravodyan' (Sabah Borusu), 'Yeprad' (Fırat), 'Meğu' (Arı), 'Tadron' (Tiyatro), 'Khigar' (Bilgiç), 'Dzidzağ' (Gülüş) adlı dergilerin yayını, içerdikleri toplumsal eleştiriler nedeniyle sıklıkla Osmanlı sansür bürosu tarafından durduruldu.

1865'te yazılan ilk oyunu, 'Yergu Derov Dzara mı' (İki Efendili Bir Uşak) adlı kısa bir farstı. Dört yıl sonra, görücü usulü evlilikleri ve evlilikte sadakat konusunu ele aldığı ilk komedisi 'Adamnapuyjn Arevelyan' (Şark Dişçisi) geldi. 1872'de 'Şoğokortı'ya (Dalkavuk) başladı ancak yarım bıraktı; bu eseri Yervant Odyan tamamladı. 1880-81 yıllarında yayımlanan 'Medzabadiv Muratsganner' (Haşmetlu Dilenciler), taşralı eşrafın patavatsızlığına ve naifliğine odaklanır. Son eseri 'Bağdasar Ağpar' ise yine boşanma teması etrafında modern Ermeni kurumlarını eleştirir. Yazdığı her eserde hiciv ve toplumsal eleştiriye yer veren Baronyan, 1891'de öldü. (LA/HK)

ŞARK DİŞÇİSİ

http://www.pekide.com/?p=1601

                      Engin Alkan’ın yeni projesi ve İstanbul Şehir Tiyatroları’nda bu sezon sahne almaya başlayan müzikal bir oyun Şark Dişçisi. Engin Alkan’ın kemik oyuncularından Sevinç Erbulak, Sevil Akı ve tabi ki Çağlar Çorumlu başrollerde yer alıyorlar. Oyuncuların birbiriyle uyumlu oyunları size muhteşem saatler geçirtiyor. Tabi Çağlar Çorumlu ‘nun Engin Alkan oyunlarındaki yeri ve önemi yine görülmekte.

            Galası Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesinde oynanan oyunun, müziklerinde Selim Atakan, kostümlerinde Tomris Kuzu imzası var. Oyunun her karesi eğlenceli bir görsel şölen haline dönüştürülmüş. Ayrıca koreografi ve orkestra mükemmel. Şarkılar çok eğlenceli, kostümler muhteşem bir güzelliğe sahip. Oyun her müzikalde olduğu gibi oldukça uzun sürüyor. 2 perde 1,5 saatten, 15 dakika ara ve sonunda figüran ve çalışanların alkışlanmasıyla beraber tam 3,5 saat sürüyor. Bu 3,5 saatin nasıl ve ne şekilde geçtiği ise anlaşılmıyor bile.

       Oyunun yazarı Ermeni mizahının önemli kalemlerinden biri olan ve Ermenistan’da adının verildiği bir tiyatro bulunan İstanbul Ermenisi Hagop Baronyan’dır. Oyun tam metniyle, Türkçe olarak ilk kez, Hagop Baronyan’ın ölümünden 120 yıl sonra sahnelenmiştir. Oyun eğlenceli bir anlatımla 1865 yılının Osmanlısında geçen İstanbul Ermenilerinin arasındaki aşkaldatma, görücü usulü evlilikler, sadakat, çarpık ilişkiler, çarpıklaşan meslekler ve tabi ki bu meslek sahipleri üzerine kurulu bir müzikal olarak işliyor. Konu basit ve sıradan gibi görünse de oyun genele yayıldığında çok eğlenceli ve vermek istenen mesajı çok farklı bir üslupla iletiyor seyirciye. Engin Alkan her sezon böyle unutulmuş eserleri bulup, değerli oyunlar ortaya çıkarıyor.

            Son olarak Şark Dişçisi ’nin alışılanın dışında bir oyun olduğunu ve bu bağlamda çağdaş tiyatro geleneğine farklı bakış açıları kazandırabildiğini söyleyebiliriz. Oyunun dekorları ve koreografiler için sahnenin büyük olması çok önemli olduğundan oyunu izleyeceklere naçizane tavsiyem ise oyunu Harbiye’de izlemeleri yönünde olacaktır.


RÖPORTAJLAR

120 yıl sonra gelen prömiyer

Ermeni mizah sanatının önemli temsilcilerinden Hagop Baronyan'ın "Şark Dişçisi" adlı oyunu, 120 yıl sonra Şehir Tiyatroları'nda sahneleniyor.

04.11.2011 / 20:01

http://www.diyarbakirhaber.gen.tr/haber-3243-120-yil-sonra-gelen-promiyer.html


"3-5 yıl gecikir ama bir oyunun 120 yıl gecikmesi ne demek?" diye soran yönetmen Engin Alkan, "Resmi ideolojilerin kendi kültürel köklerimizi unutturduğuna" işaret ediyor.

Ermeni mizah sanatının önemli temsilcilerinden Hagop Baronyan, yoksul bir ailenin çocuğu olarak 1843 yılında Edirne'de dünyaya geldi. 1864'de İstanbul'a yerleşen Baronyan, "Osmanlı başkenti"nde yayımlanan çeşitli dergilere katkı sunarak yazarlık deneyimi kazandı. 1865'te yazdığı ilk oyunu "Yergu derov dzara mı"ndan (İki Efendili Bir Uşak) 4 yıl sonra, prömiyeri 120 yıl sonra yapılacak Şark Dişçisi adlı oyunu kaleme aldı. "Adamnapuyjn Arevelyan" (Şark Dişçisi) adlı oyunda görücü usulü evlilikleri ve evlilikte sadakat konusunu irdeleyen Ermeni yazar, eserlerinde hiciv ve toplumsal eleştiriye yer verdi. Keskin mizahı, okurları güldürmeye ve adaletsizliklere karşı kalemiyle mücadeleye çağıran Baronyan, 1891 yılında yaşamını yitirdi. İstanbul'daki Ermeni mezarlığına gömülen yazarın mezarı yağmalandı. Ermeni sanatçının mezar yeri bugün hala belli değil. Osmanlı döneminde Ermeni sanatının önemli temsilcilerinde olan Baronyon'un oyunu, 120 yıl sonra İstanbul Şehir Tiyatroları'nda sahnelendi. Çevirisini Boğos Çalgıcıoğlu'nun yaptığı oyunun yönetmenliğini ise seyircilerin yakından tanıdığı ünlü tiyatrocu Engin Alkan yapıyor. Alkan ile oyunun sahnelendiği Harbiye'deki Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde görüştük.

'Resmi ideolojiler köklerimizi unutturmuş'

Bu oyun nasıl çıktı. Hikayesi nedir?

Tamamen tesadüf oldu. Bir kaç ay önce Mimesis dergisinde Hagop Baronyan üzerine araştırma yayınlıyor. Buna paralel olarak Aras Yayınları'ndan kitabı basıyor. Burada hemen kendime sorduğum soru 'Batılı anlamda Türkiye tiyatrosunun bel kemiğini oluşturmuş bir yazardan, nasıl oluyor da bu kadar uzun bir tiyatro hayatım boyunca haberim olmaz?' oldu. Kitabı okuyunca ortada çok trajikomik bir durum olduğunu fark ettim. Çünkü resmi ideolojiler kendi kültürel köklerimizi unutturabilmişler. Biraz cesaretle eski ve Batılı tiyatronun ilk örneklerinden biri olarak kabul edilebilecek oyunu sahneledik. iyi de ettik diye düşünüyorum.

'Hatırlatmak ve dikkat çekmek için'

Ermeni bir yazarın oyun ilk defa mı sahneleniyor?

Ermenilerin varlığını Türk tiyatro geleneğinden ayrı düşünmenize imkan yok. Çünkü kılavuz gemisi. Özellikle Batılı tiyatronun, yaşamın yerleştiği zamanlar -19. yy- Ermeni diasporasının Batı'yla olan ilişkilerinden, dönme eğilimlerinden dolayı biz Batı'yı daha çok Ermeniler üzerinden okumaya başlamıştık. Dolayısıyla o dönemin kadın-erkek sorunsalları, Müslüman oyuncuların sahneye çıkmaması gibi problemlerde eklenince Ermeniler, Osmanlı'daki tiyatronun gelişmesinde başat rol oynamışlar. Ama bugün bakıldığından sahnelerimizde, araştırma kitaplarımızda neredeyse hiç yer bulamıyor. Tüm bunları hatırlatmak ve dikkat çekmek için de Şark Dişçisi iyi bir seçim oldu.

'Bu yazar, bu oyun neden unutuldu'

Osmanlı'da mimari, tiyatro veya sanatında bu kadar etkin olan Ermeni bir yazarın bir oyunu bile haber konusu oluyor. Şaşırtıcı mı?

Şaşırtıcı değil. Çünkü rüzgarlar nerden eserse essin binlerce yıllık kökleri olan toplumun aslında birbirlerine olan derdine seyirci kalmayacağına olan umudum tam. Dolayısıyla burada bir unutturulmuşluk, terk edilmişlik, ötelenmişlik hatta bir tecrit söz konusu. Fakat, bir o kadar da küçücük bir hamlenin ne kadar da yerini bulduğunu görüyorsunuz. Birileri de bunun farkında, birileri de buna karşı durmaya çalışıyor, birileri de olup bitenin acısını yaşıyor. Trajikomik bir durum; sürekli oynanması koşulunda tüm bu süreçleri yaşamamış olsaydık belki bu oyun sahnede yer bile bulamayacaktı. Ama biz 120 yıl gecikmeyle prömiyer yapan enteresan bir toplumuz. 3-5 yıl gecikir ama bir oyunun 120 yıl gecikmesi ne demek? Dolayısıyla son derece şaşırtıcı. Oyundan ziyade bu oyun neden unutuldu? Yazarı neden unutuldu? Ne oldu da Osmanlı'nın sac ayağını oluşturan bir toplum neden öteki kabul edildi? Bugün bunu hatırlatmak için neden özel çaba gerektiği... Bunları tartışılması lazım. Yoksa bir oyun çok kötü olduğu için de unutabilir. Değersiz olduğu için de yüzüne bakılmayabilir. Böyle yüzlerce örnek var. Ama burada sorun; bu oyunun niteliksiz, değersiz ya da hatırlanmaya değer olmayışından mı yoksa tabiiyetinde mi? Ait olduğu düşünüldüğü uyruktan ya da kümeden mi referanstan dolayı mı? Zaten bunu tartışmamız gerekiyor. Haftada 2 bin kişi izliyor. Herhalde oyunun niteliğinden olmasa gerek diye düşünüyorum.

'Sadece gülünsün, eğlenilsin diye yapılmadı'

İzleyici tepkileri nasıldı?

Bu hep spekülatiftir. Sayısal olarak bakıldığında yer yok. Seyirci ayakta alkışlıyor. Sosyal medya hayatımızı çok kolaylaştırdı. Çünkü izleyicinin sahne sahne ne düşündüğünü öğrenebiliyoruz. Oyun sahnelenirken twitter ve facebokk'tan onlarca mesaj yağıyor.Bütün bunlara bakıldığında istenilen, arzu edilen şey gerçekleşmiş oluyor. Bu noktada benim için önemli olan; seyirciye bütün farklılıklarımıza, bilinçaltımızda yer alan düşmanlıklara ve kaygılara rağmen aynı şeylere gülebildiğimizi pratik olarak görüyoruz. Biz hep beraber el ele, yan yana oturup gülüp, eğlenip kendimizi iyi hissediyoruz, kendi kimliğimizden ödün vermeden, kendimiz olarak. Bu deneyimi yaşamak, deneyimin yaşandığını görmek güzel. Ama burada bu ülkenin okuryazarlarının, bu mesele hakkında düşünenlerin, bu ülkede tiyatroyu kültürü, toplumsal yaşantıyı kaygı edinenlerin oyunu fark etmesini isterim. Onlarla da el sıkışmak isterim. Çünkü bu oyun sadece eğlenilsin, gülünsün diye yapılmadı. Bu oyun sahnelenirken ciddi dertleri vardı. O anlamda fark edilmesini isterim. Ki siz geldiniz bu soruları soruyorsunuz.

11 ayda hazırlandı

Ermeni şivesiyle oynandı. Nasıl zorlukları yaşadınız?

Eski bir tekst. Restore etmek gerekiyordu. Bugünün seyircisine ulaştırabilmek için eksik noktaların tamamlanması lazımdı. Yazar sivri dilli muhalif. Hatta öldükten mezarı yağmalanmış, parçalanmış. Öyle ki insanlar cesetten bile intikam almaya kalkmışlar. Anlaşılmayacak pek çok eleştiriyi budamak zorunda kaldık. Ama onun yerine yeni izlekler koymamız gerekiyor. Bu yüzde oyunun dramaturji çalışması neredeyse 5 ayı aldı. Şarkı sözü yazmak gerekiyordu. Haziran ayında müzik ve dans provaları başladı. Sadece bir tiyatro dansı olmasını istemiyorduk. Mizansenin kendi içinde çıkması ve modern bir anlayışa sahip olmasını istiyorduk. Biz de eksik olan bir şey var ki ağızlardır. Ağızları bir türlü bilemezsiniz. Ağız ve gramer kitapları vardır ama ben bile onları anlayamam. Diyalekt bankası yoktur. Dolayısıyla bütün bunları bir yaratım süreci içinde yapmak zorunda kaldık. Her bir kıyafetin tasarlanması bir heykel yaratmak kadar vakit aldı. Makyajlar için Ukraynalı bir yaratıcıdan ders aldık. Ve hepsi bir araya çok meşakkatli ve uzun bir işti. Ve bir de bizim koşullarımızı aşan bir işti. Çünkü şehir tiyatrosu fazla vakti olmayan bir kurum. Mayıs bitiminde oyuncular çalışmaya başladık. 11 ayda oyun hazırlıkları tamamlandı.

'Edirneli yazarı 700-800 km öteden tanımaya çalışıyoruz'

Bu konuda yeni çalışmalarınız olacak mı? Yazarı fetiş hale getirmektense diğer eserlerinin başka sanatçılar tarafından sahnelenmesini beklerim. Çünkü o zaman misyon yerine getirilmiş olur. Ama mutlaka ki daha başarılı olan oyunların çevrilmesini bekliyoruz. Hagop Baronyan Ermeni diasporası tarafından bilinen biri. Erivan'da ismine bir tiyatro kurulmuş. Sahip çıktıkları bir yazar. Hatta yaptığımız iş Erivan'da merak konusuymuş. İlginçtir, Edirne'de doğmuş, İstanbul'a gelen karakteri Osmanlı olan yazarın kim olduğunu 700-800 kilometre öteden anlamaya çalışıyoruz.. 

Diha





İzleyici yorumlarından Seçmeler:

Ekşi Sözlük;

 

izlediğim en iyi oyunlardan biri. askerden beri bu kadar güldüğümü hatırlamıyorum. muhteşem bir kadro, mutlaka gidin ve izleyin.

(neruda, 19.10.2011 08:51)

 

engin alkan'ın istanbul efendisi rejisiyle benzerlikler gösteren işi -ki onun kadar eğlenceli ve kaliteli-, özellikle tuğrul arsever'in ve emrah özertem'in şark dişçisi'ndeki karakterleri iki oyunu da seyretmiş olanlarda devamlılık hissi uyandıracak - daha bir çok noktada da bu his ortaya çıkacak-. benzer roller ve aynı seviyede iyi oyunculuk. sahnenin kullanımı, orkestradaki sazların seçimi, engin alkan'ın sözlerini yazdığı güzel şarkılar -müziklerini de selim atakan yapmış-, selçuk borak'ın etkileyici anlatıcılığı ve sunumu -oyunun bütün koreografisini de o yapmış, danslar da iyiydi-, engin alkan'ın kemik oyuncularının birbiriyle uyumlu oyunları size muhteşem bir üç saat veriyor. tabii çağlar çorumlu'nun engin alkan oyunlarındaki yeri ve önemini yine görülmekte, çağlar çorumlu komedisi diye bir şey oluştu. engin alkan her sezon böyle unutulmuş eserleri bulup, değerli oyunlar çıkarsın da vatandaş eğlensin diyor insan.

(ohdaesu, 22.10.2011 21:56)

 

hafta sonu harbiye muhsin ertuğrul sahnesinde izlediğim ilginç konusu, harika müzikleri ile izleyenlere keyifli zaman geçirteceğine emin olduğum müzikal. ama asıl aklıma takılan oynayanların hepsi single çıkartsalar sanki müzik piyasasında da kafaya oynayacaklar arkadaş. hepsinin mi sesi güzel olur , hepsinin sesi mükemmel. biraz uzun sürüyor ve ikinci yarı başladığında 15-20 dakikası biraz bayık gibi ama kesinlikle gidilip görülesi. orkestranın da hakkı yenmesin harika çalıyorlar harika eşlik ediyorlar oyuna.

(ortaam, 24.10.2011 19:24)

 

izlediğim en iyi müzikal. bu senenin en iyisi olmaya aday. oyuncuların her biri ayrı ayrı yardırıyor resmen. fakat fazla uzun bir oyun. 3 saat falan değil 3,5 saat sürüyor. sayesinde eve taksiyle dönmek zorunda kaldım ama değdi mi, değdi. bence şehir tiyatroları'nın yeni lüküs hayat'ı olabilir, uzun yıllar oynayabilir. ama lüküs hayat gibi bayat değil kesinlikle. bir an sıkılmadan izliyorsunuz, acayip şenlikli bir oyun. tim burton filmi gibi.

(okuryatar, 05.11.2011 22:12)

tek kelimeyle harika bir oyun. oyunda makyaj ve kostümler çok etkileyici, her oyuncunun performansı da üst düzeyde. öyle bir geçer zaman ki dizisinde hakan karakterini canlandıran salih bademci'nin de sesinin güzel olduğunu bu oyun sayesinde öğrenmiş olduk. sevinç erbulak'a gelirsek.. her zamanki gibi muhteşemdi. ama oyunun en iyisi kesinlikle çağlar çorumlu'ydu. tebrik ediyorum emeği geçen herkesi.

(paganiniyasasaydimalmsteendinlerdi, 30.10.2011 20:48)

 

Twitter’dan Seçmeler

 

ucevbirsehir esin 

şark dişçisi müzikali oyuncuları, rejisi, dekoru, ışığı, kostümü, makyajı ile harikaydı. tüm ekibin emeğine sağlık.

 

HaliMErcaN Halim ERCAN 

Tek kelimeyle "Muhtekulade" Şark Dişçisi'ni mutlaka izleyin, izlettirin.

 

AycanArik Aycan Arık 

Ne bilirdim ne biliiirdim mutluluguu buldum dedim ne bilirdim neee bilirdim....(sark discisi) dogudadir batidadir yukardadiiiiiir asagidadir

 

zeynepozbtr zeynepözbatur atakan 

'sark dişçisi'evrensel bir dil yakalamış.çok 'özgün' bir anlayış...uluslararası platforma çıkması gereken bir oyun...

 

alpiksel Alper Cengiz 

Sark discisi@muhsinertugrul kostum makyaj oyun yikiliyooooor

16 Nov 

 

AycanArik Aycan Arık 

Ay allahim allahim yarin Sark Discisi varrrrrr:)))

safa_haktanir Safa  

"Şark Dişçisi' harika bir prodüksiyon, işte böyle şaşali bir tiyatro oyunu.. O detone kanto söyleyen yokmu o...

gunesmurat Murat Gunes 

Bir büyülü karnaval izledik.. "Şark Dişçisi".. Tiyatro bir masalsa@enginalkan cüceler ülkesindeki Güliver'dir.. Hiçbir oyunu kaçırılmamalı!

demirercenk cenk demirer 

İst. sehirtiyatrolari Sark Discisi adli oyun harkulade muhakkak izlenilmeli !

selmasemiz selma semiz 

RT @AysiGul: Sark discisi , sehir tiyatrolarinda ,muhtesem ,sahane bir solen .kacirmayin

komedyieni atademirer 

Şark Dişçisi' muazzam bir şölen..tavsiye ederim

 

 

 

 

 

 

 

 






 

 

 

 


 

 

 

BİZİM TİYATRO
 
" Oyuncularımız var, yabancı rolleri yabancılar kadar başarılı oynayabiliyorlar. Rejisörlerimiz var, Avrupa’da gördükleri mizansenleri burada aynen uygulayıp alkış topluyorlar. Yazarlarımız var, yapıtlarını yabancı örneklere benzetebildikleri ölçüde iyi yazar sayılıyorlar.
 
Hepsi iyi hoş da, peki ama nerde Türk oynayışı, Türk sahneleyişi, Türk yazışı, Türk algılayışı? Bir kelime ile nerde Türk tiyatro üslubu? “Bizim Tiyatro” işte bunun peşinde gidecek. Bize özgü olanı araştırıp bulup önünüze sermeyi deneyecek.
 
Tiyatro, elbet insanlığın ortak malı. Tiyatro tarihi, her ulusa ortak ve zengin bir birikim sağlıyor. Ama her ulus da ona yüzyıllar boyu kendi özelliğinden katkılarda bulunmuş, bulunuyor. Tiyatro alanındaki yeni görünen yolların çoğu işte hep bu eski ve yeni yöresel katkılardan doğuyor.
 
Türk oyun tarzı, Türk oyun yazımı, Türk jesti, mimiği derken şovence bir duyguya kapıldığımız, aman sanılmasın. Biz derken de bencil bir kısıtlamadan yana, hiçbir zaman olmadığımız lütfen hatırlansın.
 
Amacımız, tekelci bir kendi içine büzülüş değil, tam tersi, dünyaya, evrene açılış. Ama kendi kişiliğimizle. Bu ortak birikime kendimize özgü bir şeyler katıp yararlı olarak. Türkiye anlamına gelen bizden, insanlık boyutundaki BİZ’e uzanmak istiyoruz.”
 
HALDUN TANER
İSTANBUL EFENDİSİ
 




																	
TARLA KUŞUYDU JULİET
 



																	
ALEMDAR (Tohum ve Toprak)
 




ALEMDAR
																	
 
Bugün 23 ziyaretçi (31 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol