Soytarıdan Clown'a, İbiş'ten Arlecchino'ya


SOYTARIDAN CLOWN’A İBİŞ’TEN ARLECCHİNO’YA

Kaynak:                                                                                                                      http://www.clownbluey.co.uk/clown-bluey-clowns-history.html                         http://tr.wikipedia.org/wiki/Palya%C3%A7o
 

BAŞARISIZLIĞIN BAŞARI OLDUĞU TEK MESLEK: CLOWN OLMAK (Hakan Yavaş)
 
http://arsiv.sabah.com.tr/2004/04/18/cp/iyi106-20040411-102.html
http://www.allaboutclowns.com/history.html


Pierro’dan Arlechino’ya, İbiş’tenYorick’e, Şarlo’dan Palyaço’ya kendini aktaran
edebiyattan resime pek çok sanat disiplinine konu edilmiş olan ve pek çok halk
tiyatrosu formunun en komik baş kişisi olarak karşımıza çıkan figürün en temel
ortak nitelikleri herhalde soytarıda ve palyaçoda araştırılabilir.

TDK Sözlüğü’nde soytarı ve palyaçonun tanımı şöyle geçmektedir;

Soytarı:
Ar. sa¤ter³  İng. clown 

a.
 1. Söz ve davranışlarıyla halkı güldürüp eğlendiren kimse, maskara: “Çirkin
bir oyun bu. Soytarıların zaferinden tehlikeli sonuçlar çıkarıyorsunuz.” -
T. Oflazoğlu. 2. mec. Hileci, yaltak kimse, kaşmer.

Davul, zurna vb. çalgı çalan kimse. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 

Bir oyunda, revüde ya da sirkte gülünç hareketler, sözler ve becerilerle seyredenleri
eğlendiren sanatçı. BSTS / Gösterim Sanatları Terimleri Sözlüğü 1983

Bir oyunda, skeçte ya da sirkte gülünç hareketler ve sözlerle çevresindekileri güldüren oyuncu.BSTS / Tiyatro Terimleri Sözlüğü 1966

Palyaço:
 
   İt. pagliaccio 
(palya'ço) Kendisini seyredenleri güldüren ve eğlendiren, acayip kılıklı, yüzü aşırı ve
komik biçimde boyalı oyuncu: “Bu arsada zaman zaman at cambazları,
hokkabazlar, palyaçolar hünerlerini gösterirler.” -
S. Birsel.Güncel Türkçe Sözlük 
Bir yanıyla gülmecenin olmazsa olmazı olduğu gibi seyredene kendisinden
daha kusurlu bir profil sunan, herkesin çekindiği bir krala bile kimsenin
söylemeye cesaret edemediğini söyleyebilen, aynı anda sakarlıkları,
beceriksizliğiyle herkesi güldürürken enstruman çalmaktan jonglörlüğe
pek çok beceri gösteren bu figür, farklı ülkelere özgü geleneksel tiyatro
türlerinin kökeni sayılan temel tiplerde pek çok niteliğiyle karşımıza çıkmaktadır.

3500 yıl önce Mısır'da yapılan temsillerle başlayan, Antik Yunan oyunlarıyla
devam eden, Orta Çağ'da ise tüm kralların bayıldığı soytarılık, zamanla gerçek
bir sanata dönüşür. Çoğu İtalyan kökenli, abartılı makyajlı ve giysili sanatçılar,
sokaklarda, kilise önlerinde, panayırlarda, fuarlarda çeşitli numaralar yaparak
para toplamaya başlarlar. Bu figür günlük hayatın bir parçası olur ve
Shakespeare'den Moliere'e bir çok büyük piyes yazarına ilham kaynağı
olarak tiyatro sahnesine de girer. Ardından, 18. yüzyılda sirk kavramının
bugünkü anlamıyla İngiltere'de ortaya çıkmasıyla, soytarı figürü sirk
gösterilerinin bir parçası olur. İki tehlikeli numara arasında, hayvanların
kafesleri sökülürken, ya da trapezciler dinlenirken seyirciyi coşturmak için
sahneye çıkan çığırtkan, zamanla palyaçoya dönüşür ve artık onsuz
bir sirk düşünülemez.

İlk görülüşü M.Ö. 1600'lere dayanan palyaçoluk, bugün dünyanın
birçok yerinde bir sanat dalı olarak algılanmakta olup, eğlence ve çocuk
kavramlarıyla birlikte anılmaktadır. Bazı kaynaklara göre 18. yüzyıla kadar
saraylarda palyaço (ya da soytarı) bulundurulması geleneği sürdürülmüştür.

İlk palyaçoluk türlerine Antik Yunanistan'da, İtalyan Sokak tiyatrosunda
(Commedia dell'Arte), Fransız kökenli pandomim ve Japon Kabuki
geleneklerinde ve Avrupa'da rastlanmaktadır. Osmanlı’dan,
bugün dilimize “dalkavuk” olarak kalmış olan sözcük aslında
tâlkavuk(sarıksız, çıplak kavuk)’un dönüşmüş şeklidir ki, meslekler
ve hiyerarşinin başlıklarla ayrıldığı Osmanlı İmparatorluğu’nda,
tâl kavuğun sarayda Sultanları eğlendirme işini üstlenenler
tarafından giyildiği, dolayısıyla bunlara “tâlkavuklar” dendiği çeşitli
kaynaklarda geçmektedir.

Antik Yunan’da arkalarına bir yastık önlerine de bir yapay penis takan, chiton
denilen kısa tunikler giyen bu figür, Roma’da birden fazla türle karşımıza çıkar.
Sannio olarak bilinen söz yerine beden ve mimik kullanan maskesiz tip,
Harlequin’in atası kabul edilen, imalar, söz oyunları ile ünlü Stupidus,
müstehcen şakalar yapan Scurra ve Moriones (salak) Stulti
ve Fatui olarak bilinen diğerleri…

Romantik akımın hüzünlü ifadesini ön plana çıkarttığı Pierrot
(İt: Pedrolino, Fr: Piere’cik) ise, Commedia Dell arte’nin Colombina
tarafından Arlecchino için terk edilmiş çekingen ve kararsız aşık tipidir.

Bugün İspanya’nın boğa güreşlerinde olduğu gibi dünün Roma’sında da
gladyatör dövüşlerinin arasında sahneye çıkan bu figür, Roma’nın
meydanlarından sirklere sokak gösterilerinden saraylara, tiyatro
sahnesinden de sinema tarihine zıplayabilmiş, bir maskenin arkasına
olduğu kadar bir kırmızı burnun da ardına sığabilmiştir.
Laurel Hardy, Buster Keaton, Grock (Adrian Wettach), Charlie Rivel,  Fratellini, 
Oleg Popov bugün de bilinen ünlü figürleridir.

Eski Mısır’da tiyatronun kökeninde kabul edilen hayvan taklitlerinin
paralelinde hayvan postu ve maskeyle gösteri yapan bu figür- ki bu
haliyle aslında oyuncunun da kökenidir-, kaynağında sözsüz oyunun,
pantomimin bulunmasından mıdır, sirk sözcüğüne de kaynaklık eden
circle(daire) sahnelerin seyirciye mesafesinden midir, maske ya da makyajın
sabitliğinin ifade aracı olarak bedene yüklenilmesini zorunlu kılmasından mıdır
bilinmez halk tiyatrosu formlarının biçimsel eğilimi olan groteski benimsemiş,
bir sirk çadırında da, Commedia’dell’arte’nin sahnesinde de daima
kişilik özelliklerine has bir beden formu ve hareket matematiğine sahip olmuştur.

Genel olarak çalışma alanları sirkler olan palyaçolar, bunun dışında sokaklarda,
özel toplantılar, davetler, eğlence ve parti vb. oluşumlarda, şirket tanıtımlarında
etkinlik gösterirler. İtalya'da "Arlecchino" (Harlequin) karakteri, aşk nedeniyle
başı dertten kurtulmayan bir uşak rolüyle ün kazanmıştır. İngiltere'de William
Kempe ve Robert Armin ile belirginleşen palyaçoluk sanatı, Almanya ve
Fransa'da farklı şekillerde belirginleşmişse de (Fransa'da kaba ve budala
Pedrelino gibi), genel olarak biçimsel değişiklik göstermemiştir. İngiltere'de
doğarak ünlenen "Şarlo" tiplemesinin ünlü oyuncusu Charlie Chaplin ise,
önce Avrupa'ya, sonra da dünyaya yayılan ünüyle unutulmaz bir
karakter oluşturmuştur.

Beceriksiz ama uyanık, biraz akrobat, biraz cambaz, biraz sihirbaz ve
bolca da çocuk ruhlu bir figür olarak palyaço; kimi kez kırmızı burunlu,
kimi kez beyaz pudralı, kimi kez cüce, kimi kez dev, farklı isimlerle coğrafya
değiştiren ama abartısı değişmeyen bir şahsiyettir. Seyirciyi güldürmek için
zayıf yanlarının altını çizen, beceriksizliğinden şiirsel bir anlatım çıkartmayı
becerebilen, upuzun kaşlarının altından yuvarlak bakışlarla şaşıran, sevinen,
ağlayan bu “yaratık” bir parça iple yaptığı hareketlerle, izleyenlere bir boa
yılanıyla güreşiyormuş hissi verebilir. Bir ata, zebraya, eşek, fil hatta bir
devekuşuna binebilir, boyutları çok çok küçük bir araba ya da bisiklete
ustalıkla binerek kullanabilir, 3 top ya da labut gibi materyalleri döndürerek
gösteri yapabilirler. Sosis balon denilen ince uzun balonlardan yeteneklerine
göre çeşitli şekiller yapabilirler. Dayak yemek, düşmek, ıslanmak, şaşırmak,
komik hareketler yapmak palyaçoların doğasında vardır, sıradan olaylardır.

Tıpkı mahallenin delisi gibi hiçbir cezai ehliyeti olmadan sosyal hiçbir hiyerarşiye
itibar etmeden krallara bile kimselerin diyemediğini söyleyen soytarılarla, benzer
biçimde, duygularını kolayca açığa vuran, çoğu kez haksızlığa boyun eğmeyen
tüm olumsuzluklara ve aksaklıklara karşı gülmeyi hatırlayabilen palyaçolar,
efendisinden az önce işittiği azarı unutan ya da ona patavatsızca gerçek fikrini
söyleyiveren bir uşakta, Nasrettin Hoca’nın hazırcevaplığında, Huysuz Virgin’in
arsızlığında kendilerini gösterirler.

Beyaz pudranın, yamalı bir elbisenin ya da kocaman ayakkabıların ardındaki
bu kimlik küçük bir kişidir. Amacı, her şeyle herkesi eğlendirebilmektir.
Soru sorarak, şiirsellik, çılgınlık, çok basit şeylerle, şarkı söyleyerek kişiyi
bulunduğu noktadan kendi yolculuğuna eşlik etmesini sağlamaktır.
Çünkü onun dünyasında herkese ve her şeye yer vardır. Onun dünyası süprizler,
zorluklar, mutluluklar, üzüntüler ve birçok başka duyguyla doludur.
Gizli saklı yoktur, o neyse odur. Ve herkesinde neyse o olduğunu
düşünür. Her şeyle ama önce kendiyle barışıktır. Çocuk ruhludur, mutlu,
korkak, duyarlı.

Kendi doğasında bulunan aptallığının içinde aslında sonsuz bir özgürlük
gizlidir. Bu aptallık ona her şeyi yapabilme fırsatını verir. Düşünceyle değil,
duygusuyla hareket edendir. Onun fikre ihtiyacı yoktur, zaten fikir olanın
içinde vardır. Sadece cesaretli olup o eyleme başlamak gerekir.
O, her zaman hazırdır.

Clown, “yasak” olan bir vücudu temsil eder, estetik olarak farklı olan bir
vücudu. Şişman, kısa, uzun, tiz veya kalın sesli vb. olabilir. Ve onun
duygularla oynamaya ihtiyacı yoktur, duygu kendisidir.Çocuk gibidir,
samimi, saf, duygulardan duygulara geçebilen hiçbir geçmiş hikayenin
peşinde takılıp kalmayan , yaşamı sadece geleceğin içinde arayan,
ama bulunduğu anın tadını da çıkaran yaşam varlığıdır.

Kırmızı burnu kocaman ayakkabıları tuhaf görünüşüyle bize hemen bu
dünya içinde başka dünyaların da olabileceği mesajını daha
görüntüsüyle veren yine odur.  Kendi başarısız olmak için çaba göstermez. 
O bütün iyi niyetiyle başarılı olmaya ve ona verilen görevi en iyi şekilde
yerine getirmeye çalışır. Ama başarısızlık onun doğasında vardır.
O normal insandan farklı düşünen ve algılayandır. Her yapılması gereken
ciddi eylemin  içinde oyunsal yönü gören ve eylemi olması gereken
doğrultudan başka yöne kötü bir amacı olmaksızın yönlendirendir. 
O normal bir insan gibi hedefe ulaşmaz. Onun yolu normal olmayan,
akla ilk gelmeyendir. Onun için ilginçtir, merak edilen, aptal bulunup
gülünen, acınandır. Fikri olan bir Clown yoktur. Clown’un fikre ihtiyacı yoktur.
Çünkü fikir zaten olanın içindedir. İnsan sadece görmeli ve gözlemlemelidir...
Onu hayatında büyük başarılara ihtiyacı yoktur mutlu olmak için. Onun  bir 
yumurtayı yemek masasına kırmadan koyması bile Clown için çok büyük
başarıdır. Belki içinden civciv çıkabilir korkusuyla yumurtayı kırmadan masaya
bile taşıyamayacaktır. Onun kendi içinde ne gibi zorluklar yaşadığını biz bilemeyiz,
ama görürüz. Yumurta masaya kırılmadan konulduğunda  elde edilen başarının
hiçbir maddesel karşılığı yoktur, o parayla satın alınamaz . hemen hedefe gidemez.
Ona git bana çöp bidonunu buraya getir dediğinizde, onun hikayesi çöp bidonu
size getirilinceye kadar, arada yaşanandır. Bakalım hayatında hiç çöp bidonu
getirdi mi, ilk defa mı taşıyacak, ya da çöp bidonun ne olduğunu biliyor mu,
kafasında bir çok soru ve şüphe uyanır. Yapacağı işten hiçbir zaman emin olamaz.
Emin olduğunu düşünse bile emin değildir.
 

CLOWN (Palyaço) HİYERARŞİSİ

Clown’lar da hiyerarşik bir düzen vardır. Genelde Beyaz Clown,  Aptal (Agust),
daha Aptal (Kontra Agust) olarak adlandırılırlar. Majör-Minör olarak da 
adlandırılmaları mümkündür.
Beyaz Clown, genelde sirklerde yüzü beyaza
boyanmış olan Clown’lardır. Bunlar genelde yaptıkları bir işi çok iyi yapan 
Clown’lardır. Örneğin; eğer bir müzik enstrumanı çalıyorlarsa, bunu
mükemmel çalarlar, ya da jonglörlük yaparlarsa bu konuda da çok yetkindiler.
Ya da ip cambazı olabilirler. Daha çok komik öğelerle değil, yetileriyle fark edilirler.
Ve hiyerarşik düzende altlarında olan Clownlara emir vererek onların iş
yapmalarını isterler. Burada komik olanda Agust pozisyonunda olan 
Clown’un oyunuyla çıkar.

Federico Fellini
’nin Beyaz Clown ve Agust ilişkisi üstüne çok güzel bir
açıklaması var. Clown denilince aklıma hemen Agust geliyor. Aslında 
Beyaz Clown ve Agust birlikteler. İlki zarif, güzel, akıllı, net, ahlaksal
olarak ideal olan ne isteniyorsa sahip, tartışmasız tanrısal olarak
sunulan.Sonra bunun karşıtı olumsuz olan taraf ortaya çıkıyor.
Böylece Beyaz Clown anne, baba, usta, sanatçı, güzel olan ne varsa 
ona dönüşüyor. Bu mükemmellikten aslında etkilenmesi gereken Agust, 
o kadar ön planda oluyor ki, bu mükemmelliği bozuyor. Ama aynı zamanda
davranışıyla Beyaz Clown’u erişilmez yapıyor. Agust altına yapan çocuk, isyan
eden, bu mükemmellik karşısında kendini yerden yere atan ve bu yaşamsal
çelişkiyi devamlı ortaya çıkaran.

Aslında bu aklın estetik karşısındaki derin saygısı ve özgürlük iç güdüsünün 
savaşıdır. Beyaz Clown ve Agust, onlar öğretmen ve öğrenci, Anne ve çocuk,
hatta ateşli kılıcıyla melek ve günahkar oldukları bile söylenebilir. İkisi de
insanın iki taraflı davranışlarıdır.  Yukarıya gitme arzusu ya da aşağıya gitme
atılımı, birbirinden bağımsız. Palyaçolar filminin sonu söyle: İki figür karşılıklı
gelirler ve birlikte giderler. Neden bu an bizi etkiliyor? Çünkü bu iki figür bizim
içimizde taşıdığımız bir mythi temsil ediyorlar. Çelişkilerin uyumu ve varlığın
tekliğini. Beyaz Clown ve Agust arasındaki şavaşta bize devamlı acı veren,
ikisinin aynı müziği söylüyor olması ya da buna benzer şeyler değil. Bize acı
veren ikisini barıştıramama yeteneksizliğimiz. Ne kadar kemanı çalmak için 
Agust’a ihtiyacı varsa Beyaz Clown’un, o kadar çok trompetinden ses çıkartıyor 
Agust. Beyaz Clown’un Agust’un zarif olmasını isterse de, Agust kendini
o kadar çok toprağa buluyor. Ne kadar otoriter olursa o kadar karşı taraf 
disiplinsiz oluyor. Aslında yaşamı soyut ve ideal  olarak sunan
bir eğitimin sembolüdür.

Genelde en çok karşımıza çıkan kurgu, Agust (Aptal) – Kontra Agust 
(daha Aptal) olandır. Buna en iyi örneklerden biri Laurel-Hardy tiplemeleridir. Burada Hardy Agust pozisyonunda olup, Laurel’de Kontra Agust 
pozisyonundadır.

Kontra Agust’un hayat filozofisi  Agust’un istediklerini yerine getirme 
üzerine kuruludur. Kontra Agust bütün samimiyetiyle Agust’un isteklerini
yapmak ister, ama bu genelde hemen mümkün olmaz.
Çünkü Kontra Agust daha çocuksu iç dünyasıyla gerçek
dünyanın içindeki hayal ve oyun dünyasında kendini hemen kaybeder.
Yapılacak çok basit bir iş onun hayal dünyasının birleşmesiyle içinden
çıkılamaz bir kaosa kadar sürüklenebilir. Aslında Kontra Agust’un buna
hiç niyeti yoktur, kötü bir amacı da yoktur. O sadece kendi duygusal
dünyasının yönlendirmesiyle hareket etmiştir. Çünkü Clown’da mantık değil,
duygu ön plandadır.Örneğin: Agust, Kontra Agust’an bir şemsiye getirmesini
isteyebilir. Ama o şemsiye gelinceye kadar yağmur dinmiş, güneş
bile çıkmıştır. Çünkü Kontra Agust, belki daha önce kokteyl içilmiş
bir bara gitmiş, kokteyl sipariş vermiş, kokteyli içmiş, parası olmadığı
için parasını ödeyemeyip bulaşıkları yıkamış  ve kokteylde ki
şemsiyeyi alıp gelmiştir. Ama bu arada bir hayli zaman geçmiş
yağmur dinmiş, güneş çıkmış, Agust sırılsıklam ıslanmış olabilir.
Burada dikkat edilmesi gereken, amaca ulaşmak için
Kontra Agust’un izlediği yoldur. O şemsiyeyi kokteyl bardağındaki olarak
algılamış, ya da hayatında gördüğü en güzel şemsiye o kokteyl 
bardağın da olandır. Ve Agust’a en iyi olanı götürmek istemiş,
bunun için bir çok sıkıntılara katlanmış, ama sonuçta
yine başarılı olamamıştır. Birde üstüne üstlük Agust’tan azar işitmiştir.
Ve Agust’un onu neden azarladığını bile Kontra Agust anlamamıştır.
Çünkü o kendinden istenileni yapmaya çalışmıştır.
Ne yapabilir ki ‘eğer yağmur dinmiş ve güneş çıkmışsa onun hiç
suçu yoktur. Ama Agust isterse yağmurun tekrar yağmasını sağlamak
için elinde gelen yapmaya hazırdır. İşte bu paradoks içinde bu ikili
ilişki kurulur. Genelde bu mantık çerçevesi içinde ilişkiler ilerler.
Ve Kontra Agust , Agust’un hiçbir isteğine hiçbir zaman ‘HAYIR’ demez.
Hayır, yoktur onda. Hep yapmak istemektedir. Kendinin Agust’tan ara sıra
daha akıllı olduğunu düşünmesi normaldir . Ama bunu söylemez,
sadece izleyicisine hissettirir. Tabii bu Clown dilinin içinde slap-stick 
(hareket komiği) çok büyük bir yer almaktadır.
Cebe sokulması gereken bir mendilin hikayesi bile başlı başına
bir Clown hikayesi olabilir. Ya da piyanoya yaklaştırılması gereken
bir sandalyenin yerine Clown’un piyanoyu sandalyeye
yaklaştırmaya çalışması gibi.
 
 

 
BİZİM TİYATRO
 
" Oyuncularımız var, yabancı rolleri yabancılar kadar başarılı oynayabiliyorlar. Rejisörlerimiz var, Avrupa’da gördükleri mizansenleri burada aynen uygulayıp alkış topluyorlar. Yazarlarımız var, yapıtlarını yabancı örneklere benzetebildikleri ölçüde iyi yazar sayılıyorlar.
 
Hepsi iyi hoş da, peki ama nerde Türk oynayışı, Türk sahneleyişi, Türk yazışı, Türk algılayışı? Bir kelime ile nerde Türk tiyatro üslubu? “Bizim Tiyatro” işte bunun peşinde gidecek. Bize özgü olanı araştırıp bulup önünüze sermeyi deneyecek.
 
Tiyatro, elbet insanlığın ortak malı. Tiyatro tarihi, her ulusa ortak ve zengin bir birikim sağlıyor. Ama her ulus da ona yüzyıllar boyu kendi özelliğinden katkılarda bulunmuş, bulunuyor. Tiyatro alanındaki yeni görünen yolların çoğu işte hep bu eski ve yeni yöresel katkılardan doğuyor.
 
Türk oyun tarzı, Türk oyun yazımı, Türk jesti, mimiği derken şovence bir duyguya kapıldığımız, aman sanılmasın. Biz derken de bencil bir kısıtlamadan yana, hiçbir zaman olmadığımız lütfen hatırlansın.
 
Amacımız, tekelci bir kendi içine büzülüş değil, tam tersi, dünyaya, evrene açılış. Ama kendi kişiliğimizle. Bu ortak birikime kendimize özgü bir şeyler katıp yararlı olarak. Türkiye anlamına gelen bizden, insanlık boyutundaki BİZ’e uzanmak istiyoruz.”
 
HALDUN TANER
İSTANBUL EFENDİSİ
 




																	
TARLA KUŞUYDU JULİET
 



																	
ALEMDAR (Tohum ve Toprak)
 




ALEMDAR
																	
 
Bugün 5 ziyaretçi (6 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol