Pera' dan Beyoğlu'na
PERA’DAN, BEYOĞLU’ NA TARİHLERLE İSTANBUL
 
'Tarihlerle Beyoğlu' bölümü, Özdemir Kaptan'ın 'Beyoğlu (Beyoğlu ve Kısa Geçmişi)' kitabından alıntılarla oluşturulmuştur.)
14. yüzyılın başında (1303) Cenevizlilerin kenti Pera (Pera: Yunanca "karşı yaka" anlamına veya "öte" anlamına gelir. Buradaki yerleşim Bizans'ın bir parçasıydı ve Bizans'da şimdiki Paris gibi "arrondisement"lere bölünmüş olduğundan, Galata -"karşı yaka" o zaman yalnızca bu bölümdü.- Konstantinopolis'in 13.. mahallesiydi. Buranın bilinen ilk adı incirlik anlamına gelen "Sykai"dir. /Murat Belge, İstanbul Gezi Rehberi, 1993), Galata’yı da (Galata'nın etimolojisi hala çözülememiştir. "Süt" anlamını veren Galaktos"tan geldiğini düşünenler vardır. /Murat Belge, İstanbul Gezi Rehberi, 1993) içeriyor; fetihten sonra da dolaylarındaki bağlara kadar uzanıyor ve 18. yüzyıla vardığımızda Kasımpaşa, Tarlabaşı, Taksim, Firuzağa. Sıraselviler, Kabataş ve Harbiye semtlerini de kapsıyor.

Pera'ya Türkler "Beyoğlu" adını vermişlerdi
.
 Genel kabul gören açıklama, o zaman tamamen bağlık bahçelik olan bu bölgede, Venedik elçisinin oğlu Gritti'nin bir konağı olmasıdır.Bu bağ bahçe durumunun epey sürdüğü anlaşılıyor.15. yüzyıldan itibaren Türk'lerin de bu bölgeye el atmaya başlamasıyla Beyoğlu gelişti, binalarla kaplandı.
1700 yılında Cadde (İstiklal Caddesi'nin ilk şekli) dediğimiz Tünel ile Galatasaray arasında uzanan dar, toprak bir yoldur. Bir tarafında Tepebaşı mezarlıkları diğer tarafındaysa, yabancı elçiliklerin semti olan İncirbostanı bulunuyor.
Bir seksen yıl sonra Beyoğlu'nun merkezi Galatasaray ve Balıkpazarı'dır. Taksim'de kışla yükseliyor; ötesinde de büyük mezarlıklar (Grand Champs des Mort: Tepebaşı'ndakiler), küçük mezarlıklar (Petits Champs des Morts), yan tarafta da Fransız Vebalılar Hastahanesi var.
1780 yıllarının Taksim'i hiç de tekin bir yer değil; bir çeşit kanunsuzlar yurdu ya da kırık dökük evleri, serserileri, fahişeleri ile bir sefalet ve sefahat "ghetto"su.
Fuhuş Beyoğlu'na Taksim'den yayılıyor, genelevler o yörede çalışıyor, "dünyanın en eski" mesleğini sürdürenler oranın çamurlu sokaklarında geziniyorlar. 18. yüzyılın Taksim'i bir sonraki Galata'nın müsveddesi gibidir.
1860'da Tepebaşı ve Taksim mezarlıkları,1862'de Galata surları yok ediliyor. 1831 ve1871'de kopan yangınlardan sonra cadde genişliyor ve ilk "Grande Rue" oluyor.(Giovanni Scognamillo, Beyoğlu, Aylık Kültür Dergisi, Yıl:4, Sayı:31)
1871'de çıkan yangın sayesinde, boşalan arsalar üzerinde yapılan şık binalar sayesinde,  bugünkü Beyoğlu oluştu. Asıl dönüm noktası ise, Tanzimat Fermanı'yla (1839) yabancıların etkisinin artması, gayrimüslim ve genel olarak Batı etkisi Beyoğlu'nda kendini daha fazla hissettirmeye başladı.
19. yüzyıldan başlayarak bir gümrük kapısı haline gelen Beyoğlu hem malların, hem de adetlerin de geldiği bir kapı oldu. Modern hayatımızın birçok "ilk"i Türkiye'ye buradan geldi, buradan yayıldı; ilk kurutemizlemeci, ilk havana puroları, ilk kafeşantan ( Fr. café chantant /İçkili, çalgılı kahvehane).
2000'li yıllara gelirken, Beyoğlu yeniden eski görkemli günlerine dönüş yapıyor. Hergün yeni açılan kafeler, sinemalar, restoranlar, kültür merkezleriyle, İstanbul'un da merkezi olmaya aday.
Beyoğlu'nun çekirdeği olan bölge, bugün Galata dediğimiz yöredir. Bu yörenin, bilebildiğimiz en eski adı, 'Sike'dir. 'Sike' Grekçe'de;İncir Ağaçları anlamına gelmektedir. Bunu Türkçe'ye, İncir'lik biçiminde de çevirmemiz mümkündür.
M.Ö. 146 yılında, bölgeye egemen olan Romalılar'ın, yöreye 'Sycena' dediklerini biliyorsak da, bunun başlangıç tarihini saptamakta zorluk çekiyoruz. Kesinlikle emin olduğumuz birşey varsa, o da; M.S. 330 yılında, o zaman 'Deutera Rome' (İkinci Roma) adıyla, bugünkü İstanbul, Roma'nın ikinci başkenti olarak tarih sahnesine girdiği zaman, kentin adının, 'Regio Sycena' olduğudur.Yöreye resmi olarak, Latince 'Regio Sycena' halk arasında Grekçe,'Sike' denilirken, Bizans İmparatoru İoustinianus burayı imar edip, surlarla çevirince, bir süre için İoustinianoupolis' denilmeği başlanmışsa da, sonra bu ad terkedilmiştir.
'Galata' adının nereden geldiği çok tartışmalıdır.
Bir görüşe göre; yöre halkının Galat diye adlandırdığı Kelt Kavmi buradan geçerken, önderleri Brennos yönetiminde burada kalmışlardır. 'Galata' adı da, bu nedenle yöreye verilmiştir. Galatlar'ın daha sonra yerleştikleri, Sakarya ve Kızılırmak nehirleri arasında kalan bölgeye de, tarihin o dönemlerinde 'Galatia' dendiği düşünülürse, bu görüş ilk bakışta akla yakın gibi gelmektedir. Ancak Galatlar'ın, İstanbul Boğazı'ndan M.Ö. 278/277 yılları arsında geçtikleri, bu bölgede sürekli olarak yaşamadıkları düşünülürse, bölgeye neden bu olaydan yaklaşık 1000 yıl sonra, 'Galata' denilmeğe başlandığını açıklamak zordur. Bölgeye ancak VIII. Yüzyıl'dan sonra 'Galata' denilmeğe başlanmış olması, bu görüşü zayıflatmaktadır.
Bir başka görüşe göre, bu ad, Grekçe'de 'süt' anlamına gelen 'gala' sözcüğünden türemiştir. Galata sözcük olarak 'sütler', galatas 'sütçü' anlamına gelmektedir. Bilindiği gibi, bir bölüm Slav ve Bulgar kökenli kişiler, Sike çevresine yerleşmişlerdir. Bulgarlar burada gerçekten sütçülük yapmış, mandıralar kurmuşlardır. (Bundan 30 yıl öncesine kadar, Karaköy'de pek çok muhallebicinin olmasının kökü de belki bu olgudan kaynaklanmaktadır.) Böylece yöreye 'sütler' anlamındaki 'galata', ya da 'sütçü' demek olan 'galatas' sözcüklerinden esinlenilerek, Galata adının verilmiş olması mümkündür.
Bir üçüncü görüşe göre, Galata adı İtalyanca'nın Cenova Lehçesi'nde 'yokuş' anlamına gelen 'caladdo' sözcüğünden türemiştir.
Yöreye Araplar'ın 'Medinet ül Kahr' dediği, Karaköy adının buradan gelebileceği ileri sürülmektedir. Burada 'kahr' sözcüğünün 'üstün gelen, ezen) anlamında kullanılmış olması mümkündür. 'Medine' kent anlamında kullanılmıştır.

Galata'nın kuzeyinde kalan bölgeye, Bizans çağında Grekçe 'öte, ötesi' anlamına gelen 'peran' sözcüğünden esinlenilerek 'Pera' deniliyordu. Peran sözcüğü bugün Yunanca'da, 'pera' biçimini almıştır. Büyük bir ihtimalle bölgeye eskiden 'Peran' denilirken, daha sonra sözcükteki değişime uyularak 'Pera' denilmeye başlanmıştır. Buradaki bağların adı da 'Pera Bağları'ydı.
Biz bugün, eski Galata ve Pera'nın bulunduğu alanların ikisine birden 'Beyoğlu' diyoruz. Bu iki ad, uzun süre bir arada kullanılmışlardır. Hristiyan Osmanlılar ve Avrupalılar, Pera adını kullanırken; Türkler, yöreye Beyoğlu demişlerdir.
Kurtuluş Savaşı'ndan sonra 1925 yılında, kent ve mahalle adlarının Türkçe'leştirilmesi sırasında, Pera adı kaldırılmış, yalnızca Beyoğlu adı bırakılmıştır. Ancak Galata adına dokunulmamıştır.
Beyoğlu adının, Trabzon Rum Pontus İmparatorluğu'nun son prenslerinden, İslam Dini'ni kabul ederek buraya yerleşen ve yaşayan Aleksi Komninos'tan dolayı bu yöreye verildiği ileri sürülür. Kendisinin, bugün Tünel adını verdiğimiz yerin yakınında, büyük bir konağı olduğu söylenmektedir.

Bir diğer görüşe göreyse, Kanuni Sultan Süleymen döneminde, Venedik elçisi; o zamanki adıyla 'Balyos'u, ya da 'Baylos'u Alvario Griti'nin Taksim'de büyük bir konağı vardır, Balyos'a Beyoğlu denilmektedir ve Beyoğlu adının da buradan geldiği düşünülebilir.

Galata'nın Ötesinde (Pera) Rönesans Rüzgarları

15 Haziran 1826 Batılılaşma hareketinin başlangıcı. Sultan II. Mahmut, Osmanlı İmparatorluğu'nda, askeri gücün, siyasi güce boyun eğmesini sağladı.

İlk ve en önemli etkileri Galata'yla, o sıralarda, Galata surlarının kuzeyinde başlayıp, bukünkü Galatasaray'da sona eren Pera'da görüldü.
2 Ağustos 1831 günü çıkan yangında Galata'nın bir bölümü ve Galata Kulesi yandı.
1831 İlk kolera salgını
1836 Azapkapı-Unkapanı arasında ilk köprü yapıldı ve parasız olarak geçişe açıldı
1836 Kuraklık ve su kıtlığı bölgeyi kasıp kavurur.
1837 Veba salgını.
1838 Yeniden kolera salgını başlar.
1838 'Enderun Mektebi' niteliğini yitiren Galata Sarayı, 'Mekteb'i Tıbbiye-yi Adliye-i Şahane' adı ile, yatılı askeri tıp okulu haline getirildi. Fransızca öğretim yaptığı ileri sürülen okulun; eczacılık, cerrahlık, hekimlik bölümleri vardı.
Galata'nın kuzeyinde bulunan ve Rumca 'ötesi' anlamına gelen 'Pera' semti, artık Galatasaray'ın kuzeyine, Taksim'e doğru yayılmaya başlamıştı.
Taksim adını, Haliç'in kuzeyindeki bölgelere verilen suyun, bölündüğü ve dağıtıldığı tesislerin bulunduğu yer olmasından dolayı almıştır.
1 Temmuz 1839 Sultan Abdülmecid tahta çıktı.
3 Kasım 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile temel ilkelerini Batı'nın insan hakları bildirilerinden alan Tanzimat-ı Hayriyye ilan edildi.
Tanzimat Osmanlı İmparatorluğu'nun her bölgesini aynı oranda etkilememiştir.Genç Osman adıyla anılan Sultan II. Osman'ın 1622 yılında Yeniçeriler tarafından öldürülmesinden sonra, Batı'dan koparılarak, (Avrupa'da toprakları olan) bir Asya Devleti haline getirilen Osmanlı İmparatorluğu, yeniden bir Batı Devleti halini almak için istik ve gayret gösterirken, ülkenin Batı'ya açılan pencerelerinden Beyoğlu, yapılan değişikliklerin büyüklüğüyle, görkeminin en çok duyulduğu ve anlaşıldığı yer olmuştu.
1839 İlk opera ve tiyatro binasının kuruluşu. Bu tartışmalı bir konu. Galatasaray'da Giustiniani adında bir Venedikli tarafından yaptırıldığı ileri sürülüyor. Fransız Tiyatrosu adını taşıyan bu tiyatronun önemi Osmanlı da halka açık ilk operet ve müzikli oyunun oynandığı yer olmasıdır.
1842 bu yılda ilk opera'nın oynandığı yıl olarak gösterilmektedir. Gaetano Donizetti'nin, 'Belisario' adlı yapıtının oynandığı, 1844 yılında da 'Lucrezia Borgia'nın oynandığı söylenmektedir.
1841-1842 Pera'da kurulan ikinci tiyatro binası 'Bosko Tiyatrosu'dur. İtalyan bir cambaz olan Bosco, tiyatrosunu mevsim sonunda Suriye Katoliği, Osmanlı Uyruklu Mihail Naum'a satmıştır.
Naum'un Tiyatrosu'nun seyircileri arasında halk arasına karışmaktan çok hoşlanan Sultan Abdülaziz'de vardır. Sultan Abdülmecid Opera Naum'un en önemli izleyicilerinden.
1845 Haliç'in üzerine ikinci köprü olarak ilk Karaköy Köprüsü yapıldı. Galata Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul kuşatması sırasında, fıçıları birbirine bağlatarak yaptırdığı köprüden sonra yeniden, eminönü'ne bağlanmıştı.
1845 yılında, özellikle Galata'da çiçek salgını sürüyordu.
1846 yılında, esir ticareti yasaklandı. Özellikle Kafkasya'dan, deniz yolu ile Galata Limanı'na getirilen beyaz esirelerin, uluorta satılmaları engellendi.
1847 Franz List, Saray'da Sultan'a bir konser verdi.
1847-1848 yıllarında kolera, 3. defa salgın haline geldi.
1849 Haliç dondu.
1849 yılında Stefanos Yerasimos, İstanbul'da basılan bir Almanak'a dayanarak, Beyoğlu'na yaşayan yabancı uyruklu kişilerin sayısının 14000 olduğunu yazar ve bunları şöyle ayırır: 6120 Yunanlı,
1983 İngiliz Uyruklu Maltalı ve İyonyalı, 1581 Avustralyalı,
1029 Fransız, 926 Rus, 657 İranlı, 405 Sardunyalı, 247 Napolili, 293 Toskanalı, 210 İngiliz, 47 Danimarkalı, 35 Portekizli, 27 Hollandalı, 24 Amerikalı.

Bu sayımda eski Cenevizliler'in ve 17. yüzyılda 'Magnifica Comnunita' adı verilen topluluğun üyelerinin, 19. yüzyılda yaşayan torunlarının ne olduğu sorusu akla gelebilir. 1805 yılında, Fransa'ya katılan Ceneviz (Genova) Cumhuriyeti'nin, 1815 yılında Sardunya Krallığı tarafından ele geçirildiğini düşünürsek, bu kişilerin bir bölümünün Fransız, diğer bir bölümünün de Sardunya uyruklu olduğu ortaya çıkar.
1850 Gustave Flaubert'in Galata'yı anlattığı notlarında Galata sokakları yaşayış, hareket, davranış, insanlar ve insanların kılıkları bakımından birbirinden çok değişik görüntülerle dolu. Işıklar sönük, yollar pis. arka avlulara bakan pencerelerden kulakları tırmalayan keman ve gitar sesleri geliyor. Pencerelerde ve kapı eşiklerinde, avrupalılar gibi giyinmiş, saç biçimleri eski Yunanlılar4ınkine benzeyen kirli suratlı fahişeler boy gösteriyor.
1854 yılı, Beyoğlu için önemli bir dönüm noktası. 27 Mart günü İngiltere ve Fransa, OSmanlı İmparatorluğu'nun yanı sıra, Rusya'ya savaş ilan etmişlerdir. 5 Mayıs günü, Yunanistan'ın bu savaşı fırsat bilerek Osmanlı İmparatorluğu'na karşı eyleme geçmesini engellemek amacı ile, Pire ve Atina, Fransız birlikleri tarafından işgal edilmiş; 14 Eylül günü de, Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere ve Fransa, birlikte Kırım'a asker çıkartmışlardır. Kırım Savaşı sırasında, müttefik ordularını siyasi, askeri ve lojistik yönden yöneten kişilerin İsktanbul'da bulunanları için Beyoğlu merkez olmuştur.
1854 Şehremaneti (Belediye) kuruldu. 14 Belediye Dairesi'ne bölüneceği, Pera ve Galata ile ilgili işleri görecek olan 6. Daire'nin örnek olarak ilk önce kurulacağı açıklanıp; arkadan 'Altıncı Daire'i Belediye' kuruldu.
1854-1855 İstanbul ve Beyoğlu'nda 4. kolera salgını başladı.
1856 yılında, adına Cadde-i Kebir denilen bugün İstiklal caddesi dediğimiz cadde tüm İstanbul'da ışıklandırılan ilk cadde olmuştur. Aynı yıl, cadde gibi; Naum Tiyatrosu'nun da, Dolmabahçe Sarayı'nın gazhanesi tarafından, havagazı ile ışıklandırılmasına, Sultan Abdülmecid tarafından izin verildiği ileri sürülmektedir.

1856-1858 yılları arasında, ilk yasal genelevler açıldı.
1857 yılı, Beyoğlu'nun geçmişinde yeni bir başlangıç sayılabilir. İlk çağdaş belediye uygulamalarına başlandı.
M.S. 330 yılında İstanbul İmparator Constantinus tarafından imar edilip, 'Deutera Rome' adı ile, Doğu Roma'nın başkenti haline getirildiği sırada da, daha önce belirtildiği gibi, 14 bölgeye ayrılmıştı.
Yollara taş kaplanmaya başlandı. , mezarlıklar Şişli'ye taşındı ve buralara Taksim ve Tepebaşı parkları kuruldu; ilk yabancı danışmanlar, ilk belediye binası, Altıncı Daire-i Belediye'de görüldü. Yazışmaların Fransızca olduğu, Paris Belediye örgütünün benzerinin kurulmasına çalışıldığı ileri sürülür.

1860 yılında Cadde-i Kebire, kaldırım döşendi. Aynı yıl Galata'nın tarihi surları yıktırılmağa başlandı.
1861'de Beyoğlu'nda 'Şark Tiyatrosu diye Ermeni sanatçıların oynadığı yeni bir tiyatro açıldı.
1863, eskiyen birinci köprü yerine, Galata'yı Eminönü'ne bağlayan ikinci köprü yapıldı.
1864, Galata surlarının yıkımı bitti.
1865, İstanbul ve Beyoğlu'nda, yeniden kolera salgını çıktı.
Bu sırada sokaklarda insanların yığılıp kaldığı ve Fransız rahibelerinin, Galata'da bir ev kiralayıp, bu kişileri toplayıp iyileştirmeye çalıştıkları, çeşitli kaynaklarda ileri sürülür. Bu ev daha sonra Altıncı Daire-i Belediye tarafından 'Mecruhin Hastanesi' (Yaralılar Hastanesi) adı ile hastane haline getirilmiş, bu hastane daha sonra da 'Beyoğlu Zükur Hastanesi' (Beyoğlu Erkekler Hastanesi' adını almış, bu salgınla mücadele edenlere tarihimizin sağlıkla ilgili tek madalyası olan 'Kolera Madalyası' verilmiştir.
Bu sıralarda yasal olarak, yabancıların mülk edinmelerine izin verilmesi, çeşitli Avrupa ülkeleri vatandaşlarını, özellikle Beyoğlu'nda kendilerine evler yaptırmaya özendirmiştir. Türkler'in Pera'da ana cadde üzerinde oturmayı tercih etmemeleri ilginçtir.
1 Eylül 1868 Galatasaray Lisesi, bugünkü anlamıyla açılır. Okulun adı; 'Galata Sarayı Mekteb-i Sultanisi'dir. Türkçe ve Fransızca işlenen derslerin yanısıra, Latince ve Yunanca'da öğretiliyordu.
3 Eylül 1869 Azapkapı, Galata, Tophane, Beşiktaş arasında ilk tramvaylar işlemeğe başladı. Atlı olan bu ilk tramvaylar, 1914 yılında elektrikli hale getirildi.
5 Haziran 1870, Valideçeşme'de başlayan yangın, Tarlabaşı,
Cadde-i Kebir, Taksim, Kalyoncukulluk gibi, o sıralardaki Pera'nın önemli yerleşme merkezlerini yaktı.
Beyoğlu'nun üçte ikisinin yok olduğu bu yangından sonra, Beyoğlu yeniden inşa edilirken, ahşap bina yapılmasına izin verilmedi. Sokaklar, caddeler genişletildi.
16 Şubat 1872 tarihinde, Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk grevi, Beyoğlu Telgrafhanesi tarafından gerçekleştirildi.
1873 Galata ile Pera arasında Tünel işletmeye açıldı.
17 Ocak 1875 'The Metropolitan Railway of Costantinople From Galata to Pera' adı ile çalışan ve deneme amacıyla yalnızca hayvan taşımakta kullanılan Tünel'de kaza olmadığı görülünce, insanda taşınmaya başlandı.
1875 yılında, bir fırtına sonucu külahı devrilen Galata Kulesi, yapılan tamir sonucu, dış görünüşünü tamamen değiştirdi. 1964 yılına kadar bu yeni biçimi ile kalan kule, bu tarihte başlayan restorasyon çalışması sonucu, kendisine 1833 yılında verilen dış biçimini aldı.
1875, Karaköy-Eminönü arasında eskiyen ikinci köprünün yerine üçüncüsü kuruldu.
10 Mayıs 1876 günü İstanbul, Yeniçeri ocağı'nın kaldırılmasından önceki günleri andırır bir olay yaşadı. Jöntürkler'in eyleme geçirdiği 1000 kadar öğrenci, gösteriler düzenledi. Göstercilerin amacı, Sadrazam Mahmud Nedim Paşa'nın görevden alınmasıydı. İstanbul'da gösterilere başlayan öğrenciler, daha sonra Galata'dan geçerek Saray'a gitmişlerdi. Mahmud Nedim paşa'nın yerine Mütercim Rüştü Paşa getirildi.
30 Mayıs 1876 günü ayaklanan ordu, Sultan Abdülaziz'i tahttan indirdi.
31 Mayıs 1876 günü, Osmanlı İmparatorluğu Sultan'ı Sultan V.Murad'tır.

Galata, Pera'nın Bir Mahallesi Oluyor
31 Ağustos 1876 Sultan V. Murad tahttan indiriliyor. Sultan II. Abdülhamid geçirildi.
23 Aralık I. Meşrutiyet ilan edildi.
1878 Yılı Şubat ayında, Ruslar; o zaman Ayastefanos denilen, bugünkü Yeşilköy'e gelmişti. Osmanlılar topraklarının beşte ikisini, nüfusunun buna yakınını yitirmesiyle son bulmuştu. Yitirilen topraklar özellikle Avrupa'daydı.
Bu sırada İngiliz Donanması'nın, destek amacıyla İstanbul'a gelişi, Galata ve Pera'da bulunan, genelev ve benzeri yerlerin, daha temiz ve düzenli bulundurulması gereksinimini doğurdu.
1879 yılında, Altıncı Daire-i Belediye fuhuşla mücadele etmek amacıyla bir komisyon kurdu.
Gerçek amaç, fuhuşla mücadele değil; artık İstanbul'a sık sık geleceği düşünülen, yabancı donanmaların askerlerinin eğlence yeri olacağı anlaşılan bölgede, bu askerlerin sağlığını korumaktı.
Bu yıldan itibaren, biri Pera, diğeri Galata'da iki muayenehane ve 'Altıncı Daire-i Belediye Nisa Hastanesi' adıyla hastane açılması yolunda bir talimatname yayınlandı.
1883 yılında ünlü Orient Express Paris-İstanbul arası çalışmaya başladı.
1884 yılında Pera Palas açıldı.
10 Temmuz 1894 günü İstanbul'da büyük bir deprem oldu. Galata ve Pera'da da pek çok kişi çöküntülerin altında kalarak, yaşamını yitirdi.
1895 yılında Galata rıhtımının yapımı bitti ve gemiler rıhtıma yanaşmağa başladı. Böylece gemilerle gelen malların, kıyıya, kayıklarla taşınması son buldu.
26 Ağstos 1895
günü, Galata'da bulunan Osmanlı Bankası Ermeni Devrimci Federasyonu tarafından rehin alındı.
 30 Eylül 1895 İstanbul'da ve özellikle Gedikpaşa, Kadıköy, Tophane ve Galata'da; Müslümanlar ile Ermeniler arasında üç gün, üç gece süren şiddet hareketleri oldu. Pek çok kişi öldü. İki ayrı dine bağlı kişilerin, böylesine şiddet hareketlerinde bulunmaları ve Devlet'in bunu ancak üç günde önleyebilmesi; Fatih Sultan II. Mehmed'in İstanbul ve Galata'da otoriteyi sağladığı günde bile, görülmüş, duyulmuş olay değildi.Böyle bir olay bundan yedi yüz yıl önce, 2 Mayıs 1182'de Ortodoks Bizanslılar ile Latinler arasında olmuştu.
23 Temmuz 1908 günü ülkede II. Meşrutiyet ilan edildi. Jöntürkler artık ortada yoktu. Bir bölümü ölmüştü. Ülkenin başına gelenlerden kendilerini değil de, kendilerinin başa geçirdiği, Sultan II. Abdülhamid'in sorumlu olduğunu anlatmaya çalışıyorlardı. Şimdi ülkeyi kurtarmak için yeni bir gizli dernek kurulmuştu: 'ittihat ve Terakki'
13 Nisan 1909 günü, tarihimize '31 Mart Olayı' diye geçen, kargaşalıklar ve ayaklanmalar başladı.
24 Nisan 1909 Selanik'den gelen ve 'Hareket Ordusu' adı verilen İttihat Ve Terakki'ye bağlı birlikler tarafından bastırılması sırasında, Beyoğlu'nda önemli çatışmalar oldu.
Galata ve Pera 1294 yılında Venedikliler'in Galata'da bulunan Cenevizliler'e saldırıp, 1296 yılında da Galata'yı yakmalarından bu yana; ilk kez, savaş boyutlarında çatışmalara tanık olmuştu.
27 Nisan 1909 günü, Sultan II. Abdülhamid tahtan indirldi. Yeni Sultan, Sultan V. Mehmed Reşad'dı.
Hareket Ordusu İstanbul'a girdiği zaman Ayasofya'da bulunan Meclisler, 15 Ekim 1909 da Çırağan Sarayı'na taşınmıştı.
19 Ocak 1910'da Çırağan Sarayı yanınca, daha sonra Güzel Sanatlar Akademisi olacak ve yanacak olan Fındıklı Sarayı'na taşındılar.
3 Mart 1910 günü, Ayan ve Mebusan Meclisleri, Fındıklı Sarayı'na yerleştiler. Böylece Osmanlı İmparatorluğu, Beyoğlu sınırları içinden yönetilmeye başlanmıştır. Çünkü, bu sırada gerçek güç, Sultan'da değil, İtthat ve Terakki'nin egemen olduğu meclislerdedir.
1912 yılında, Galata-Eminönü arasında, dördüncü köprü yapıldı. 1914 yılında, atlı tramvaylar, elektrikli hale getirildi.
9 Eylül 1914 günü Kapütülasyon'ların 1 Ekim'den geçerli olmak üzere kaldırıldığı ilan edildi.
1 Ekim 1914 günü Galata ve Pera için önemli bir dönüm noktasıydı. Osmanlı İmparatorluğu içinde yabancıların en yoğun ve en ayrıcalıklı oldukları bölgede, yabancıların ayrıcalıklarının temeli olan Kapütülasyon'ların kaldırıldı.I. dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu yenilince, kazanan ülkeler için Kapütülasyon'lar yeniden yürürlüğe kondu. tekrar kaldırılması için 1923 yılını ve Lozan antlaşmasını beklemek gerekti.

Beyoğlu'nun Yakın Geçmişine Bir Göz Atış
29 Ekim 1914 günü, Osmanlı bayrağı taşıyan ve Almanlar tarafından yöneltilen Yavuz ve Midilli adlı savaş gemileri, Rusya'nın Odesa Limanı'nı ve Güney kıyılarını bombalıyordu. Osmanlı İmparatorluğu'nun, I. Dünya Savaşı'na girmesine neden olacak bu olay sırasında, Osmanlı İmparatorluğu'nun, İttihat ve Terakki Partisi Üyesi Bahriye Nazırı Cemal Paşa, Parti'nin diğer önde gelenleri gibi, pek sevdiği ve sık sık gittiği Beyoğlu'ndaki 'Serkldoryan Kulübü'ndedir. Pek çok kaynakta, kendisinin bu sırada poker oynadığı ve haberi alınca 'Allah, allah, hiç haberim yok' dediği yazılır.
13 Kasım 1918, İtilaf Devletleri Donanması, İstanbul Limanı'na demir atar. İttihat ve Terakki'nin önde gelen kişileri, Sadrazam Talat paşa, Enver Paşa, Cemal Paşa, Genel Sekreteri Mithat Şükrü Bleda 'U67' numarasına taşıyan bir alman Denizaltısana binerek, habersizce ülkeyi terkederler.
21 Şubat 1919 günü, İtilaf Devletleri Orduları Başkomutanı Fransız Generali Franche depre, Cadde-i Kebir'den geçerken müslüman olmayan Osmanlı vatandaşları sevinç gösterileri yapıyorlar.
16 Mart 1920, İstanbul gibi Beyoğlu'da İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmektedir.
Anadolu'da Kurtuluş Savaşı sürerken ve bütün Türkiye gibi, istanbul'da da büyük ekonomik sıkıntılar yaşanırken, uzun süren yokluklardan etkilenen yer, Beyoğlu'dur. İşgal Orduları ile altın ve elmaslarını satıp bitirmemiş Rus milliyetçilerinin harcamaları sayesinde, çok gürültülü bir panayır hayatı yaşanmaktadır.
30 Ağustos 1922 tarihinde Anadolu'da Büyük Zafer kazanılınca, istanbul'un Türk tacirleri 'Milli Türk Ticaret Birliği' adında bir örgüt kurdu.
Bu örgüt, Batı sermayesi ile, Türkiye arasında,aracılık, komisyonculuk yapan gayri müslim ticaret erbabının ekonomik hayattan tedrici tasfiyesini sağlamak, bundan doğacak ticari boşluğu Türk tüccarlarıyla doldurmaktı.
17 kasım 1922 OSmanlı Sultan'ı VI. Mehmed Vahideddin, avrupaya kaçtı.
2 Ekim 1923 günü işgal orduları geri çekildi.
6 Ekim 1923
Ulusal Kurtuluş Ordusu, İstanbul'a ve Beyoğlu'na girdi.
29 Ekim 1923 Türkiye Büyük Millet Meclisi, ilan ettiği zaman, 1453 yılından önce Ceneviz Cumhuriyeti'ne bağlı olarak yaşamış olan bölge, yeniden cumhuriyetle yönetilmeye başlandı.
Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti Ankara'ydı. Doğu Roma'nın, sonra Bizans'ın ve Osmanlı İmparatorluklarının başkenti İstanbul yaklaşık 1600 yıldır, başkent olmasından doğan özelliğini yitiriyordu. Eski başkentin, çok önemli kurumlarını, hatta bir ara parlamentolarını bile sınırları içinde barındıran Beyoğlu, yabancı elçileri Anakara'ya uğurlarken, ülkenin siyasal sahnesinde, çok gerilere doğru itiliyordu.
1930'lar başlarken, ülkeyi yöneten Cumhuriyet Halk Fırkası (sonraları Partisi) içinde milliyetçilik akımı yoğunlaştı ve bu durum, yıllardır Osmanlılık anlayışı içinde kozmopolit bir yaşam süren Beyoğlu'nu da etkiledi.
22 Şubat 1933 'Vagonli Olayı' patlak verdi.
Wagons-Lits et Cooks' adını taşıyan ve trenlerdeki, yataklı vagonları çalıştıran, bir yabancı şirketin Belçikalı Müdürü, Şirket'in resmi konuşmalarını türkçe yapmak isteyen bir memuru işten uzaklaştırarak, onbeş gün zorunlu izin verdiği için, Üniversite gençliği gösteriler yaparak Beyoğlu'na geldi. Oldukça önemli bir bölümü Türkçe konuşmayan, Beyoğlu'nun, Pera'dan kalma halkı özellikle bu olaydan sonra, gençler tarafından 'vatandaş Türkçe konuş' uyarıları yapıldı.
12 Kasım 1942 Varlık Vergisi yürürlüğe girdi. Maliye Bakanlığı bu vergiyi dört bölümde topladı. Müslüman ve Ecnebiler, vergi matrahının 1/8'ini, dönmeler, 2/8'ini, Gayrimüslim Türk Vatandaşları 4/8'ini vergi olarak ödeyeceklerdi. Daha sonra Ecnebiler için yeni düzenlemeyle yüzde35 oranında indirildi.
6 Eylül 1955 gününü 7 Eylül'e bağlayan gece İstanbul'da, özellikle Beyoğlu'nda inanılması zor olaylar oldu. '6/7 Eylül Olayları', Selanik'de Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın doğduğu eve bomba atılması üzerine Taksim'de yapılan gösterilerle başladı.
Özellikle Rumlara ait dükkan ve mağazalar tahrip edildi. Sıkıyönetim ilan edildi. Beyoğlu karanlığa gömüldü. Işıksız sokaklar, harap edilmiş evler, yağmalanmış dükkanlarla tam bir savaş sonrası kent görünümüne bürünmüştü.
1960'lıyılların başında Beyoğlu artık Pera'dan çok farklı bir kişiliğe bürünmüştü.
 
 
 
BİZİM TİYATRO
 
" Oyuncularımız var, yabancı rolleri yabancılar kadar başarılı oynayabiliyorlar. Rejisörlerimiz var, Avrupa’da gördükleri mizansenleri burada aynen uygulayıp alkış topluyorlar. Yazarlarımız var, yapıtlarını yabancı örneklere benzetebildikleri ölçüde iyi yazar sayılıyorlar.
 
Hepsi iyi hoş da, peki ama nerde Türk oynayışı, Türk sahneleyişi, Türk yazışı, Türk algılayışı? Bir kelime ile nerde Türk tiyatro üslubu? “Bizim Tiyatro” işte bunun peşinde gidecek. Bize özgü olanı araştırıp bulup önünüze sermeyi deneyecek.
 
Tiyatro, elbet insanlığın ortak malı. Tiyatro tarihi, her ulusa ortak ve zengin bir birikim sağlıyor. Ama her ulus da ona yüzyıllar boyu kendi özelliğinden katkılarda bulunmuş, bulunuyor. Tiyatro alanındaki yeni görünen yolların çoğu işte hep bu eski ve yeni yöresel katkılardan doğuyor.
 
Türk oyun tarzı, Türk oyun yazımı, Türk jesti, mimiği derken şovence bir duyguya kapıldığımız, aman sanılmasın. Biz derken de bencil bir kısıtlamadan yana, hiçbir zaman olmadığımız lütfen hatırlansın.
 
Amacımız, tekelci bir kendi içine büzülüş değil, tam tersi, dünyaya, evrene açılış. Ama kendi kişiliğimizle. Bu ortak birikime kendimize özgü bir şeyler katıp yararlı olarak. Türkiye anlamına gelen bizden, insanlık boyutundaki BİZ’e uzanmak istiyoruz.”
 
HALDUN TANER
İSTANBUL EFENDİSİ
 




																	
TARLA KUŞUYDU JULİET
 



																	
ALEMDAR (Tohum ve Toprak)
 




ALEMDAR
																	
 
Bugün 33 ziyaretçi (43 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol