Eğlence Hayatı
(Kaynak: T.C. FIRAT ÜNİVERSİTESİ / SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ / TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI / BATILILAŞMA AÇISINDAN TANZİMAT DÖNEMİ TÜRK ROMANI
DOKTORA TEZİ / Mustafa KARABULUT)
 
(Sayfa 161-169)

1.2.6. Eğlence Hayatı (Dans, Balo ve Karnavallar)
 
Eğlence, insanlar arası etkileşimin en önemli unsurlarındandır. Kültürel taşıyıcılık görevini de üstlenen bu sözcük yaşandığı dönemin zihniyetiyle de yakından ilgilidir. Sosyokültürel değişimin gözle görülür yanı olması bakımından eğlenceler toplumların değişim sürecini de yansıtır. Tanzimat’a kadar İstanbul’daki eğlenceler, “saray ve çevresinin eğlenceleri, din kaynaklı bayram eğlenceleri ve farklı milletlerin kendine has eğlenceleri” (Özer, 2005: 379) olmak üzere üçe ayrılabilir. Bunlardan başka, İstanbul’un meyhanelerindeki eğlenceler, kasaba ve köylerdeki halk eğlenceleri de bunlara eklenebilir. Osmanlı kültüründe görülen saray eğlencelerinden birisi şehzade sünnetleri ve hanımların düğün törenleridir. Saraylardaki bayram eğlenceleri de oldukça renklidir. Osmanlıda eğlence denildiğinde Lale Devri’nden bahsetmemek önemli bir eksik olur. Lale devrinde eğlence hayatı had safhaya ulaşır. Bu dönemde, Sadabad gezintileri en gözde eğlence unsurudur. Lale Devri’nde eğlencelerinin en önemlileri arasında helva sohbetleri gelir. Bu eğlenceler yöneticiler ile halkı yakınlaştırması bakımından önem taşır. Bunlarla beraber, Karagöz, orta oyunu ve meddah da Osmanlı kültüründe dikkat çeken eğlence unsurlarıdır. Batılılaşma hareketleriyle beraber eğlence anlayışında da önemli değişiklikler görülür. İstanbul eğlence merkezlerinde görülen en önemli değişikliklerden birisi, kadın ve erkeğin beraber eğlenmesidir. İstanbul’un eğlence hayatında gayrimüslimler dikkat çeker. Bu dönemde Beyoğlu eğlence merkezleriyle bir Avrupa kenti gibidir. İstanbul’un bu renkli eğlence hayatı Tanzimat dönemi Türk romanlarında sıkça kullanılır. Alafranga yaşamın vazgeçilmez unsurları olan kumar, dans, balo, meyhaneler, müzik, çay partileri ve diğer eğlenceler romanlarda geniş yer tutar. Paris’te Bir Türk adlı romanda Paris tam bir eğlence merkezi konumundadır. Nasuh’un en önemli konuğu olduğu ve on beş günde bir yapılan arkadaş-dost toplantılarında eğlencenin doruğuna ulaşılır: “Müzika ve şarkı ve kumar oyunu bu gibi cemiyetlerin baslıca eğlencelerinden madut olup, bunların erbabı taraf taraf ayrılarak meraklarını icra ederler. Bunlardan birisine ya istidadı, ya merakı olmayanlar dahi seyirci olmak üzere uzakta bulunup, bazı letaiften söz söylemek, ya gülmek, ya güldürmek dahi bu gibi cemiyetlerin umumî bir eğlencesidir. İşbu cemiyetlere Fransızlar soiree derler ki, lisanımızda müsamere lâfzı tamam bunun mukabilidir.” (Paris’te Bir Türk, 141)
 Bu toplantılar için asilzade olma şartı yoktur. Özellikle gençlerin katılımı dikkat çekmektedir. Eğlence hayatı sadece bu toplantılardan ibaret değildir. Belirli dönemlerde dans ve balolar da eğlence hayatının gözde unsurlarıdır: “Prado balosuna devam eden su cemaatin icra eyledikleri rakslar sair baloların rakslarına asla benzemez. Bunlar ol kadar serbestane, öyle asüftegâne ve o derece çılgıncasına raks ederler ki gerçekten namuslu olan veyahut (Paris'te eksik olmadığı veçhile) namuslu olmak üzere geçinen bir kadın! Bu oyunları temaşadan bile haya eder.” (Paris’te Bir Türk, 165) Paris’te Bir Türk adlı romanın üçüncü bölümü Mevsim-i Baharda Nasuh, bir önceki bölüm olan Paris’te Bir Kısa göre canlı bir hayatın içindedir. Nasuh, Paris’i daha iyi tanımak için Boulogne ormanındaki göller bölgesini, Vincensen ve Saint-Germain ormanlarını, Montreuil, Saint Denis, Pierrefitte, Gennevilliers, Neuilly ve birçok yerleşim merkezlerini gezer. Bu bölümde Nasuh kendisini, kumar oynamaktan başka bir şey bilmeyen bir çevrenin içinde bulur: “Hîn-i takdim ve takaddümde verilen isimlerden Nasuh bu cemaatin her biri bir malikâne ismiyle yad olunur orta kibar takımdan olduklarını anladı. Cemiyetin müzika ve şarkı gibi eğlencelere ol kadar itibar ve rağbeti olmayıp, birtakımı tuhaf tuhaf hazır cevaplıklar ile yekdiğerini eğlendirirler, gülerler, kıyamet koparırlar ve birtakımı dahi önlerine yığdıkları küme küme banknotlar ile ehemmiyetlice kumar oynayarak, eğerçi zahiren onlar dahi zorla gülmeye çalışır idiyse de bu tebessümleri ütülenmiş koyun kellelerinin sırıtışlarından başka bir şeye benzemezdi.” (Paris’te Bir Türk, 320) Paris’teki eğlence hayatında kumarın ayrı bir yeri vardır. Nasuh ısrarlara rağmen kumar oynamak istemez. Kumar oynayanlardan bir Moskoflu, Nasuh’u mahçup edecek sözler söyler. Nasuh, “Yenilerek beş on frank kaybetmek bu Moskofluyu söyletmekten daha kârlı çıkacak” (Paris’te Bir Türk, 321) diyerek oyuna girer. Nasuh böylece istemeden oynadığı kumardan büyük bir servet kazanır. Hasan Mellah50’ta İstanbul’un eğlence hayatından bahsedilirken, Beyoğlu’nun yeni eğlence merkezi olduğu vurgulanır. “İmdi Beyoğlu'nun şimdiki eğlenceleri o asırda kimsenin hayaline bile gelmemiş olduğu misillü, Gedikpaşa'da dahi bir Osmanlı Tiyatrosu veyahut o tiyatronun selefi olan "Souillier" dahi yoktu. Ötede beride bazı mahalle kahveleri varsa da, kibar gidemedikten başka, namusu üzerinde olan esnaf bile gidemezdi. Çünkü kahveler yeniçerilerin bazı erâzili ile eskıyâ-yı ümmet tarafından istilâ edilmişti. Kahvelere çıkan halkın bellerinde bir kucak silah bulunup, bunları yalnız muhafaza-i nefs için sûret-i müdafaada kullanmayarak, zevk için sûret-i taarruzda dahi kullanmak, onlar indinde âdet idi. Binaenaleyh, kibar ve sigar her sınf-ı halk kendi akran ve emsalleri meyanında, her kimin hanesi ve hanesinde olan selâmlık müsait ise oraya toplanıp eğlenirlerdi.”(Hasan Mellah, 333) sahedat adlı romanda balolar alafranga hayatın bir parçasıdır:“Evvelce anlattık ya? Bunlarla muarefemiz bir mevsim-i bahara müsadifdi. O sene Frenklerce mikarem denilen perhiz ortasında itası mutat olan umumi balolardan birine bile, fakat tebdili kıyafet olarak bu kadınları götürmüştü. Hava müsait oldukça aksamları Şişli'ye, Feriköyü'ne, Taksim bahçesine, geceleri Tepebaşı bahçesine de götürüp, tenezzühleri hususunda ihtimamdan ayrılmıyordu.” (Müsahedat, 181) Beyoğlu eğlence hayatında balo ayrıcalıklı bir yere sahiptir:“Siranus, Beyoğlu kızlarının can attıkları ve hatta naıliyeti için en büyük fedakârlıkları göze aldıkları balolardan bile geri kalıyordu. Bilâkis zevkin bu türlüsünü en iyi süren kız kendisi oluyordu.” (Müsahedat, 181) Bununla beraber eğlence hayatında kumar da önemli bir unsurdur:“Lâkin Agavni Siranus'un Karnik için sorduğu şeylere dosdoğru cevap vermekten ihtiraz etmedi. Vakıa bu delikanlıdan bilfiil bir fenalık zuhurunu görmemiş. Hovardalık âlemlerinde gezip tozarsa da, şair gezip tozanlardan hüsn-i hâlce faik görünüyormuş. Ama gereği gibi hatırı sayılan züğürtlerden olup, kumarı ziyadece sevmek cümle-i maâyibinden sayılırmış.” (Müsahedat, 181) sahedat’ta Avrupa kumarhanelerinden de haber verilir: “Meğer baron Karnik Viyana'da zavallı şişman ve yaslıca kadının akçe ve mücevheratını da Franz Joseph rıhtımı üzerindeki kokotlarla, kumarhanelerdeki kumarbazlarla, opera tiyatrosundaki aktrislerle çarçabuk yeyip bitirdikten sonra en meşhur bir kumarhanenin "grek" denilen hilebazları miyanına dâhil olmuş. Avrupa ahvaline vâkıf olanlar için tarife bile hacet yoktur ki Avrupa'ca grek demek Rum veyahut Yunanlı demek değildir. Belki kumar oyunlarında türlü hüd'alarla birtakım paralı adamları soyan hilebazlara grek derler.” (Müsahedat, 303) Ahmet Mithat Efendi, Avrupa kumarhaneleri hakkında okuru bilgilendirmeyi ihmal etmez:“Avrupaca büyük kumarhanelerde her oyunda yeniden bir paketi açmak ve bir kere oynandıktan sonra o paketi terk etmek mutattır. Zira öyle grekler vardır ki herhangi bir paket kâğıdı bir kere kendisi karıştırıp, karsısındaki adama kestirecek olursa, kâğıt lan mutlaka istedikleri gibi tertip eylemiş olacaklarından oyunu behemahâl kazanırlar.” (Müsahedat, 304) Viyana’ya İstanbul'dan zengin bir paşazade kumarbaz geldiği haberini alan Viyana kumarbazları bu zengin beyefendiyle kumar oynamağa can atarlar. Bu zengin beyefendinin Fransızcası yetersiz olduğundan ve Almancası hiç olmadığından tercümanlar vasıtasıyla kumar oynanır:“Vakıa birkaç oyunda arkadaşlarının yardımıyla külliyetlice para kazanırlarsa da, bir defasında kendilerinin cümlesinden daha kuvvetli bir grek "Sir bilmem ne" namlı bir İngiliz olmak üzere meydana çıkar. Vakıa bu İngiliz asilzadesinin yapma bir şey olduğu veya hollandez veyahut isveçli bir türedi grek bulunduğu Viyana kumarbazları nezdinde anlaşılmaz değilse de yine oyuna girişmekten yüz çevirmezler.” (Müsahedat, 304) Jön Türk adlı romanda eğlence hayatı yine alafrangadır. Bu eğlencelerde az sayıda kişi alaturka müzik çalabilmektedir. Daha çok, alafranga marslar, polkalar, valslar çalınmaktadır. “Hatta bazı müterakkileri opera ve operetlerin en kolay parçalarını da çalabiliyorlar. Ama usul denilen şey alafrangada da var. Bazı taze kızlar ve hemen kızlar kadar taze kadınlar raks hevesini de izhar ettiler. Dilsinas Hanımın itirazlarına artık kim bakar? Bizim eski alaturka rakslarımız hanımlar nezdinde dahi şâyân-ı istihyâ görülmeye başladılar ise de alafranga rakslar gereği gibi moda hükmünü almışlardır.” (Jön Türk, 16) Bu romanda Ceylan Hanım’ın ailesinden bahsedilirken ilginç bilgilerle karsılaşırız. Ceylan’ın babası Kâzım Bey, iyi polka oynamaktadır. Annesi Sezayidil Hanım ise alaturka ve alafranga oyunların birçoğunu bilmektedir: “Kâzım Bey alafranga meşrep bir adamdır. Fransızca bonjur demesini bilmez ise de daha gençliğinden beri polka oynamakta pek mahir idi… Zevcesi Sezayidil Hanım dahi mensup olduğu daireden çırağ edilmişti. Orada vazifesi perende-bâzlık olup bu tabirden rakkaselik manası murat olunur. Hakikaten gerek alaturka ve gerek alafranga ayak oyunlarında yektalardan addolunur.” (Jön Türk, 16) Ceylan Hanım da bu hususta anne ve babasına benzemektedir. O da vals tutkunudur. “Yasasın vals! Bundan sonra ömrümde valsdan başka oyun oynamayacağım.” (Jön Türk, 81) Hayret’te, kumar oynamak yabancıların eğlencesi olarak ön plana çıkar. Özellikle Mösyö Sarpson kumarbazlığıyla tanınmaktadır. Bu şahıs bazen rakiplerini daha da hırslandırmak için küçük meblağlı oyunları kaybedip daha sonra hepsinin tüm parasını almaktadır: “Mösyö Sarpson'un yalnız bir merakı vardır ki o dahi kumardır. Ama hiçbir kimse kumarı bu adam gibi oynamaz. Oyunda kaybedecek olursa daha ziyade eğlenir. ‘İnsanların para hırsıyla kumarda kendilerini o kadar sıkmaları pek hoşuma gider de onun için eğlenirim’ der. Kazandığı zaman bittabi canı sıkılmazsa da para için dahi o kadar haris görünmez. Pek ziyade râhat-ı kalbiyyeyle oynar. Fakat oyunda kazandığı paranın bir habbesinden vazgeçmez. Bu bapta hiçbir kimseye zerre kadar müsaadesi, merhameti yoktur.”(Hayret, 91) Mösyö Sarpson'un kumarbazlığı artık gazetelere kadar yansımaya baslar. Hilebaz bir kumarcı olduğu gerekçesiyle bazı kumarhanelerde oyunlara bile alınmaz. Cellat adlı romanda tiyatrolar, kumarhaneler, danslar, içkili sohbetler, balolar ve diğer lenceler iç içedir. Asil ve zengin ailelerin eğlence hayatı çok renkli bir şekilde verilmektedir:“Bu gece sarây-ı imparatorîde bir balo veriliyor. Hem de kıyafetli ve maskeli bir balo! Fransa bütün Avrupa'ya karşı i'-lân-ı harb etmek üzere bulunduğu bir zamanda su baloya âlem istiğrap eyliyorsa da Napolyon cihana edeceği i'lân-ı harbin bir zevk ve şâdımanî-i umûmî ile icrası için bu baloyu parlattıkça parlatmak azmine düşş.” (Cellat, 113) Karnaval adlı romanda eğlence hayatında yine danslar ve balolar ön plandadır. Ahmet Mithat Efendi, bu romanın Mukaddimesinde51, “Vakıa bazı asarımızda balolar hakkındaki nazariyatımızın bir kısmını serdeylemiş isek de Karnaval serlevhalı bir romanın en başlıca zemini balolar olacağından ol babta biraz daha vâsi malûmat itasına lüzum görmekteyiz.” (Karnaval, 3) bunu açıkça ifade etmiştir. Eğlence hayatının en önemli unsuru sayılan balolarda ‘raks etmek’ asıl amaçtır. Balolarda özel bir kıyafet giyme zorunluluğu da yoktur. Ancak mümkün mertebe sık ve temiz olması tercih edilir. Bununla beraber balolarda kumar oynamak da adet hasine gelmiştir: “Balo denilen mahallerde eğlence yalnız raksa da münhasır değildir. Her kim ne suretle ister ise eğlenir. Kumar oynamak baloların raks kadar ve belki daha ehemmiyetli bir eğlencesidir. Kibar balolarında mahsus kumar salonları olup gayet mükellef masalar üzerinde yaldızlı maldızlı oyun kâğıtları bulunur. Her kimin merakı hangi oyun ise onun erbabından üç veya dört velhâsıl oyunun iktiza eylediği kadar adamlar toplanıp oynarlar” (Karnaval, 14) Balolarda kadınların kumar oynamaları yasak değildir. Kadınların da katıldığı kumarlar oyuncuların daha da hırslanmasına sebep olur. Bu gibi eğlencelerde içkiler de bol ve çeşitlidir. Eğlencenin zirveye çıktığı balolarda büyük paralar harcanır. Bu nedenle asil ve zenginler bu yerlerin müdavimidir. Erkeklerle kadınların daha serbest davrandığı bu eğlenceler Batılı yasam tarzının eğlence cihetini göstermesi bakımından önemlidir. “Balolarda içki dahi cümle-i levazımdandır. Kibar balolarında, resmî yerlerde içkiyi hane sahibi takdim ederse de umumî balolarda gayet mükellef büfeler vardır ki ismi itilmedik içkilerden birkaç yüz nevi şeyler bulunur. Bunların en ucuzları da vardır en pahalıları da. Söyle ki bir dülgerin beş on günlük gündeliğini siz orada bir sise içkiye verebilirsiniz. Hele baloların en parlak eğlencesi taharriyât ve tecessüsât-ı âsıkanedir. İnsan heveskârı olduğu bir kadının arkasına takılmak ve istediği sözü söyleyebilmek için balolarda bulduğu müsaadeyi kilise de bile bulamaz. Buna istiğrap etmeyiniz. Zira kiliselerde mülâkatı âşıkane için bulunan fırsatlar olur olmaz yerlerde bulunamazlar.” (Karnaval, 14) Ahmet Mithat Efendi, karnaval ve balolar hakkında Avrupa ile Osmanlı devletini karşılaştırır. Ona göre buradaki karnaval ve baloları bizim memleketimize tatbik ihtiyacı vardır. Yazar, Venedik ve Paris karnavalları ve baloları ile İstanbul karnavalı için söyle der: “Avrupa'da karnavalları en parlak olan memleketlerin bize tefevvuku olsa olsa ancak kıyafetçe, maskaralıkça olabilir. Yoksa diğer bazı cihetlerden bizim karnavallar, balolar dahi pek aşağı kalmazlar. Düşünmelidir ki Venedik vesair Avrupa bilâdında bazı memâlik-i baîde ahalisini yalnız kıyafetçe taklit ediyorlar. Halbuki İstanbul o bi-lâd-ı baîde ahalisinin bir mecma-ı umûmîsidir. Burada ahâli-i mezkûre, balocu da mevcuttur. Elbise ve kıyafet cihetiyle zaten şehrimiz daimî bir karnaval hâlinde bulunup vakıa maskaralık ve rezalet derecesinde Venedik'e, Paris'e çıkışamaz isek de vukuat ve tesâdüfât-ı garibe hususunda onlardan aşağıda kalmayız. Belki fersah fersah geçeriz.” (Karnaval, 15) Osmanlı devletindeki alafrangalaşma sürecinde bu eğlencelerin de taklit edildiği bir gerçektir. Zaten yazarın da vermek istediği mesajlardan biri de bu yöndedir. Karnaval adlı romanda ‘eğlenmek’ adeta hayatın en basta gelen amacıdır. Roman kahramanlarından Madam Hamparson ve Mösyö Hamparson’u arkadaşlarıyla bir partide görmekteyiz: “Oyun meraklıları için uzun uzadıya sabır ve sükût mümkün olamamakla Hamparson Ağa oyuncularını oyuna mahsus olan bir salona aldı götürdü. Altı kadın ile dört erkek büyük salonda kalarak musahebeye başladılar. Böyle bir cemiyette habl-i sü-han her tarafa dönüp dolaşacağı malûmdur. Ancak döne dolasa geldi bir mes'ele-i mühimme üzerinde karar kıldı.” (Karnaval, 69) Balolara gitmek ve eğlenmek roman kahramanların vazgeçilmez tutkularıdır. Onların sohbetleri bunu doğrulamaktadır. Madam Hamparson, Madame Küpeliyan’a, “Balo kadar sevdiğim hiçbir şey yoktur.”(Karnaval, 140) diyerek dönemin eğlence anlayışından bir örnek verir.  Dürdane Hanım52adlı romanın ilk bölümünde Galata’nın eğlence hayatı anlatılır. Özellikle meyhanelerin ön plana çıkarılması dikkat çekicidir. Yazarın bu bölgenin eğlence dünyasını ayrıntılı anlatmasının amacı, okurun mekan hakkında daha iyi bilgi sahibi olmasıdır: “Şimdi ne mahut fıçıların mevki-i ikbâl ve ihtiramda bulundukları zaman kadar eski ve ne de dün veyahut evvelki gün demlemeyecek kadar yeni bir zamanda bir cumartesi akşamıydı ki Galata'ın her meyhanesi hıncahınç dolmuştu.” (Dürdane Hanım, 8 ) Galata’nın canlı yapısı, kadını erkeği, güzelliği, tehlikeli tarafları, eğlencesi ve diğer yönleriyle dile getirilir: “İste şimdiki gördüğünüz meyhaneler kendi hallerince kendi âlemlerince böyle büyük büyük günler görmüş kudemâdan olup onlara nispetle aynalı gazinolar filânlar çocuk oyuncağı gibi bir hâlde kalırlar.” (Dürdane Hanım, 7 ) Mihnetkesan’da Galata’nın eğlence hayatı ön plana çıkarılmaktadır. Yine meyhaneler ve içki karsımıza çıkar: “Tamam nısfü'n-nehar hulul edince kalkar kuşluk taamını etmek için ta Limon iskelesine iner, ama bunda hikmet nedir denilecek. Evet hikmeti su ki Dakik Bey öyle sıcak yemeğe, sebzeye falana he-veskâr takımdan olmayıp taamını yalnız sardalya, lakerda, havyar, çiroz, sair nev' tuzlu balık, meyhanelerin meşhur olan balık tavası, uskumru kızartması, hamsi kavurması gibi şeylere hasreylediğinden ve be-tahsis işrete daha kuşlukta başladığından her gün muhtacü'n-ileyhi olan işbu mekulâtı oraca tedarik eder ve gerek mastika ve gerek düz rakının ve şarabın âlâlığını dahi orada bulurdu.” (Letaif-i Rivayat, Mihnetkesan, 106) Bu eserde kahramanımız Dakik Bey, Galata ve Beyoğlu’nun meyhanelerine, gazinolarına ve diğer eğlence yerlerine devam eder. Arkadası Mithat Bey onu defalarca uyarır. Araba Sevdası’nda Bihruz Bey, Mösyö Piyer ile kumar oynar. Ancak hep Perives Hanım’ı düşündüğü için oyunu çok iyi beceremez: “Nu zalon fer kelkö parti dö trante ön! dedi; karsı karsıya geçtiler, oturdular, oyuna başladılar. Oynanan oyun alaturka "otuz bir" idi ki davsız olarak her partisi bir çeyrek liraya olmak üzere mukavele olunmuştu. Mösyö Piyer bu oyunu kıs geceleri Bihruz Bey'in konağına toplanan genç beylerden görmüş, öğrenmiş ve hatta ara sıra kendisi de beylerin oyununa girişerek hayli mütemenni olmuştu.” (Araba Sevdası, 98) İntibah’ta ise Ali Bey, Mehpeyker’in tuzağına düştükten ve Dilasub’u da ona esir olarak kaptırdıktan sonra küçük içkili meyhanelere devam etmeye başlar. Bununla beraber kumar masalarında da sık sık görülmeye başlar: “Ali Bey, düşe düşe o derece düşştü ki, artık meyhanecileri dolandırıyor; kumar masalarından el çabukluğu ile para aşırıyordu. Arkadaşının para ile ilgili teklifini tereddütsüzce kabul etmekle beraber bu iyiliksever arkadaşıma teşekkür edecek yerde, kendisine nasihat vermeye kalkışğı için, alay ve hakaret dolu bir cevap yazmaktan da utanmadı...” (İntibah, 159) Ali Bey artık kendisini içkili sofralardan ve düşük ahlaklı kadınlardan ayıramaz hale gelir. Burada dikkat çeken unsur, alafranga hayat tarzına meyleden sahsın yine o hayat içerisinde bedbaht olmasıdır: “Ali Bey, arkadaşı Âtıf Bey tarafından bağlanan on lira aylığını o gün sarraftan almıştı. Cebinde bol para, vardı. Herifin isteğini memnuniyetle kabul etti. Hemen o gece, Çukurbostan taraflarında, Ali Bey’in bildiği o biçim bir eve gittiler. Orada da kadınlarla birlikte hayli içerek gayet sefihane ve rezilâne bir şekilde, sözüm ona eğlendiler.” (İntibah, 161) Zehra’da, Suphi alafranga eğlence hayatına kendisini kaptırır. Balolar, tiyatrolar vb. eğlence yerlerinde sık sık görülmeye baslar: “Subhî, Muhsin'e terk etmiş, kendisi high life, yani maiset-i kibarâneye koyulmuştu…Bazan Fransız tiyatrosuna, bazan Verdi'ye, bazan Tepebasına, Konkordiyaya, bazan Kristal'e, bazan rastgele bir konsere giderlerdi. Balolardan, sûarelerden de geri kalmazlardı.” (Zehra, 107) Tanzimat dönemi romanlarında İstanbul’un eğlence hayatı oldukça renkli biçimde verilir. Bu hususta özellikle Beyoğlu Avrupa kentlerini aratmaz. Geleneksel Osmanlı eğlence hayatı Batılılaşmayla birlikte yerini Avrupaî eğlence biçimine bırakır. Kadınlı-erkekli danslar, balolar, karnavallar, meyhaneler, kumarhaneler, çay partileri vb. dönemin eğlence dünyasına hakim olur. Tanzimat dönemi yazarları eğlence hayatındaki bu değişimi romanlarında canlı bir biçimde anlatırlar.
 
--------------------------------------------------------------------
 
50Ahmet Mithat Efendi, Hasan Mellâh yahut Sır _çinde Esrâr, _stanbul, 1291, Birinci baskı. (Hazırlayan: Ali Sükrü Çoruk, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2000 – Çalısmamızda yapılan alıntılar romanın bu baskısına aittir.)
51 Yazar, Karnaval adlı romanının ön sözünde balo hakkındaki düsüncelerini söyle dile getirmektedir: “İmdi balo denilen sey iste bu karnaval azadeligi esnasında o serbesti muktezayatını sokak ortalarında icra etmeyip de bir büyük salonda icra etmek çin toplanan cemiyetler demektir. Balonun türlüsü olur. Evvelâ demincek dedigimiz veçhile karnaval azadeligini icra için bir salonda toplanmak suretiyle tertip edildigi gibi bir bahçede, bir kırda dahi balolar tertip olunur ki buna bal champetre derler. Ancak lalettayin balo denildigi zaman alelumum hatıra gelen sey büyük bir salonun içine erkek kadın birkaç yüz veyahut birkaç bin adamın biliçtima müsavi bir hürriyet üzere eglenmeleri kaziyesi olur. Bal champetre'lerden kat'-ı nazar salonlarda icra olunan
baloların dahi türlüsü olur. Sehrimizde tavsan balosu denildigi üzere Galata'da en rezil ve sefil kanların kendi ragbetkârla-rıyla toplandıkları murdar balolardan bed ile bir sefarethanede eâzım-ı kibarın toplandıkları balolara kadar itibarca birçok meratibi vardır. Resmî balolar olur ki oralara prensler ve hükümdarlar bile gelirler. Dikkat edilse görülür ki bunların dahi cümlesi hep "müsavat üzre azadelikten istifade" esası üzerine müretteptir. En muteber, en resmî bir balo için bir davet tezkircsiyle duhul serefine nail olanlar ister bir sefarethanenin dördüncü, besinci kâtibi olsun ister bir prens bulunsun müsavat üzre ülfet edeceklerdir. Vakıa kibarlık âleminde müsavatın o kadar mükemmeli olamaz ise de bir baloda mümkün mertebe bu müsavata riayet edilecektir.” (Karnaval, 5)
52 Ahmet Mithat Efendi, Dürdane Hanım, _stanbul, 1299, Roman, önce Tercüman-ı Hakikat gazetesinde tefrika edilmistir. (Hazırlayan: M.Fatih Andı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2000 – Çalısmamızda yapılan alıntılar romanın bu baskısına aittir.)
 
 

BİZİM TİYATRO
 
" Oyuncularımız var, yabancı rolleri yabancılar kadar başarılı oynayabiliyorlar. Rejisörlerimiz var, Avrupa’da gördükleri mizansenleri burada aynen uygulayıp alkış topluyorlar. Yazarlarımız var, yapıtlarını yabancı örneklere benzetebildikleri ölçüde iyi yazar sayılıyorlar.
 
Hepsi iyi hoş da, peki ama nerde Türk oynayışı, Türk sahneleyişi, Türk yazışı, Türk algılayışı? Bir kelime ile nerde Türk tiyatro üslubu? “Bizim Tiyatro” işte bunun peşinde gidecek. Bize özgü olanı araştırıp bulup önünüze sermeyi deneyecek.
 
Tiyatro, elbet insanlığın ortak malı. Tiyatro tarihi, her ulusa ortak ve zengin bir birikim sağlıyor. Ama her ulus da ona yüzyıllar boyu kendi özelliğinden katkılarda bulunmuş, bulunuyor. Tiyatro alanındaki yeni görünen yolların çoğu işte hep bu eski ve yeni yöresel katkılardan doğuyor.
 
Türk oyun tarzı, Türk oyun yazımı, Türk jesti, mimiği derken şovence bir duyguya kapıldığımız, aman sanılmasın. Biz derken de bencil bir kısıtlamadan yana, hiçbir zaman olmadığımız lütfen hatırlansın.
 
Amacımız, tekelci bir kendi içine büzülüş değil, tam tersi, dünyaya, evrene açılış. Ama kendi kişiliğimizle. Bu ortak birikime kendimize özgü bir şeyler katıp yararlı olarak. Türkiye anlamına gelen bizden, insanlık boyutundaki BİZ’e uzanmak istiyoruz.”
 
HALDUN TANER
İSTANBUL EFENDİSİ
 




																	
TARLA KUŞUYDU JULİET
 



																	
ALEMDAR (Tohum ve Toprak)
 




ALEMDAR
																	
 
Bugün 1 ziyaretçi (2 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol