Opera
(Kaynak: T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ / TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ TÜRK SANATI ANABİLİM DALI / KURULUŞ DÖNEMİNDE TÜRK OPERASI (19. Yüzyıl Ortasından 1950'ye Kadar) / (Doktora Tezi) / ZUHAL ÖZCENGİZ)
 
 
1.1.6. Osmanlı'da Opera
 
Osmanlı'nın çok sesli müzik ve opera sanatı ile tanışması 16. Yüzyıla kadar uzanır. 14 Haziran 1582 yılında Padişah III. Murad'ın İstanbul'da Atmeydanı'nda şehzadeleri ile beraber fakir çocukları da sünnet ettirerek büyük bir düğün düzenlemesi sırasında sergilenen oyun bir Ballet Pantomime'dir. Hammer tarihinden öğrendiğimize göre bu oyun Osmanlı İmparatorluğu'nda o döneme kadar oynanan oyunlardan farklıdır. III. Murad'ın kızkardeşi, Sadr-ı Azam Sokullu Mehmet Paşa'nın 1579 yılında ölümü ile dul kalan eşi Esma Sultan'ın saray musiki heyetinin bu "bir nevi mitolojik pandomim" sahneledikleri oyunun Almanca metninde yazılıdır. Aynı metinde "bu oyun saraydan bir sultanın gösterdiği bir oyun olduğu için bilhassa önemli idi" denilmektedir. Oyunun Fransızca tercümesinde de bu özel oyun mitolojiden bir konuyu canlandıran müzikli bir pandomimdir denilmektedir. Fransızların Univers başlıklı seri kitapları içinde La Turguie cildini yazmış olan Jovannin ve Van Gaver III. Murad devri olaylarını anlatırken bu düğünden söz ederler, gösterilen eğlenceleri şu suretle sayarlar: "Her çeşit oyunlar komediler danslar pandomimler, ateş oyunları her sınıf halkı meşgul etti."
 
1582 yılında İstanbul'da Sokullu'nun dul eşi Esma Sultan'ın gösterdiği oyunun, Hammer tarihini dilimize çeviren Mehmet Atar'ın kitabının Türkçe tercümesinde "Sokullu'nun zevcesi sultanın müvezzinleri, bir özel oyun tertip ettiler. Zillerin, rebapların, kemanların ahengi arasında bir İtalyan celladı, Kupidayu "Romalıların aşk ilahını" temsil eder, bir çocuğun yanına geldi, önce tatlılıkla, sonra zorla yakalamak istedi, lakin Divan mabedinin perisi, yani amazon gibi elinde mızrak bulunan bir genç kız onu uzaklaştırarak çocuğu kurtardı. Oyunda rol alan Sokullu'nun, dokuz yüz Hırıstiyan kölesi, Osmanlı İmparatorluğu kuvvetlerinin türlü akınlarda batı ülkelerden toplayıp getirmiş oldukları insanlardı. Batı kültürüne bağlı mitolojik konuların on altıncı yüzyılda İstanbul'da sahnelenmesi bu sebepledir. Hammer'in bu düğün hakkında verdiği bilgi arasında şunlar da vardır:
 
"Yahudiler, zenciler, Matezina denilen kaba rakslarla, eski Pirus zamanından kalma Meraska denilen raksları icra ettiler." Matezina "Matassins" bir çeşit savaş dansıdır ve onaltıncı, onyedinci yüzyıl Fransız balesinin tanınmış bir parçasıdır. Mareska ise Magriplerin dansıdır. Onbeşinci, onaltıncı, onyedinci yüzyıllarda yapılan dansın özelliği, kaba bir tabilik içinde yapılmasındadır, belli bir ritmi yoktur38."
 
İtalya'da doğup gelişen yeni bir sanat kolu olarak hızla Avrupa'ya yayılan opera sanatı, Osmanlı'nın batıyla ilişkileri sonucunda, imparatorluk sınırları içinde Venedik'ten bir opera grubu getirerek, burada seyretmek amacıyla temasa geçmesiyle birlikte 17. yüzyıla kadar dayanır. Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa, 17. yüzyılda IV. Mehmed'in küçük şehzadelerinin sünnet ettirilmesi, Hatice Sultan'ın ikinci vezir Mustafa Paşa ile evlendirilmesi sebebiyle Edirne'de düzenlenen eğlencede, Venedik'ten çalgıcılar, dekor ve diğer temsil aletleri ile birlikte bir opera grubunda getirtilip yer almasını istemiştir. Ancak zaman darlığı nedeniyle gerçekleşmemiştir.
 
Fransız elçisi olarak 1670 yılından itibaren dokuz yıl İstanbul'da bulunan Marquie de Nointel, elçilik binasında Moliere ve Corneille'nin oyunlarının yanı sıra, Fransız tiyatrosunun da en yeni eserlerinin oynanmasını sağlamıştır. Opera ile Türkler'in tanışması, padişah tarafından yurtdışına gönderilen elçilerin gittikleri yerlerde gördükleri şeyleri bir rapor halinde yazıp teşhir ettikleri "Sefaretname" isimli yazılar sayesindedir. Bu yazılar batı sanatı ve bu arada opera hakkındaki ilk gerçek bilgiyi Osmanlılara vermiştir. Sultan III. Ahmed'in Fransız Kralı 15. Luis'e elçi olarak gönderdiği Yermisekiz Çelebi Mehmet Efendi'nin Fransız saray ortamını anlatan Paris Sefaretnamesi, İbrahim Müteferrika matbaasında 1737 yılında kitap halinde basılmıştır. Yirmisekiz Mehmet Çelebi Paris'te gördüğü şeyler arasında, operayı bütün ayrıntıları ile anlatarak oyunun oynandığı opera binası, dekor, kostüm ve librettosu hakkında da geniş bilgi vermiştir. Mehmet Efendi'nin Sefaretmanesi, opera hakkında bilgi veren ilk kaynaktır. Avusturya'ya 1748 yılında elçi olarak gönderilen I. Mahmud Tugrakeş ve Nişancı Mustafa Hattı Efendi (1680-1760)'nin yazmış olduğu Sefaretname opera hakkında önemli bilgileri içerir.
 
"Bu sefaretnamede "Opera ve komedya" denilen oyunları ve mükellef dört, beş kat oyun yerleri bulunduğunu, cumadan başka her gün ikindiden sonra kadın ve erkeklerin buraya gittiklerini, bazen kral ve kraliçenin de gelip kendilerine özel yerde oturup seyrettiklerini, Necne'nin nazlı kızlarının ve temiz, güler yüzlü genç erkeklerin özel kıyafetlerle bazen raksettiklerini, bazen garip sanatlar gösterdikleri İskendername ve aşka dair hikayelerde insanın sabr-u sukünunu yakıp kavuran oyunlar olduğunu anlatır."39 
 
Mustafa Hattî'nin bu seyahatnameden dokuz yıl sonra bir Türk elçi daha Avusturya operasından söz etmiştir. Ahmet Resmi Padişah III. Mustafa'nın Osmanlı tahtına çıkışını haber vermek üzere 1757 senesinde Avusturya'ya gönderilmiştir. Giritli Ahmet Resmi bu görevi sırasında yazdığı Sefaretname'de Bec şehri hakkında bilgi verirken iki yerde tiyatro ve operadan söz eder. Ahmet Resmi bundan sonra yine III. Mustafa tarafından Prusya Kralı Frederik'e 1777 yılında elçi olarak gönderildi. Ahmet Resmi Berlin'e gidip gelişini Sefaretnamesinde anlatırken opera sanatına da ayrıntılı olarak yer verir. 19. yüzyılın başında III. Selim'in Peterburg'a elçi olarak gönderdiği Rasih Efendi de Rus operasını yazdığı Sefaretnamelerde anlatılır.
 
"1806'da Seyyid Mehmed Emin Vahid, III. Selim tarafından Napolyon Bonapart nezdinde elçi olarak gönderilmiştir. Vahid'in yazdığı Sefaretnamede geçtiği yerleri anlatırken "Viyana, Karakovi, Varşova şehirlerinin her birinde şu kadar ev, saray, kul, kilise, kışla ve şu kadar komedya vardır" demektedir."40
 
III. Selim'in ülke dışına gönderdiği elçiler, sefaretnamelerinde opera hakkında bilgi vermeye çalışırken padişah, İstanbul'a gelen opera topluluğunun temsillerini seyretmiş bulunuyordu. III. Selim dönemi ile birlikte (18. yy. sonları), Osmanlı İmparatorluğu'nda siyasal ve kültürel alanlarda uygulanan batılılaşma politikalarından müzik sanatı da etkilenerek sosyal yaşamda önemli değişikliklere neden olmuştur. Besteci, şair ve sanata olan yatkınlığı ile bilinen III. Selim, resim, heykel, mimari alanlarında büyük radikal değişikliklere öncülük etmiştir. Yeniçeri ordusunun yanında, batı normlarına uygun Fransız subaylar tarafından yetiştirilmiş askerî birlik kurmuştur. Saray sır kâtibinin günü gününe tuttuğu ruzname adı verilen defterde, III. Selim'in günlük yaşamı ayrıntıları ile yazılmıştır. Bu eserde Nemseli bir cambazın İstanbul'a geldiği ve Topkapı Sarayı'nda Mahbubiyye meydanında at üstünde hünerler gösterdiği yer almaktadır. Yine aynı eserde III. Selim'in huzurunda 1797 yılının beşinci Salı günü Topkapı Sarayı Ağa Meydanı'ında, Fransız turne topluluğunun opera sahnelediği ifade edilmiştir. III. Selim devrinde 1844 yılında dilimizde yazılmış olan sahne eseri "Hikaye-i İbrahim be-İbrahim-i Gülşeni" isimli opera livresidir. Bundan iki yıl önce de G. Donizetti'nin Belisario operası Türkçe'ye tercüme edilerek İstanbul'da kitap halinde yayımlanmıştır.
18. yüzyılda III. Selim'le giderek belirginleşmeye başlayan yenileşme hareketleri, II. Mahmud'la birlikte Osmanlı'da ağırlık kazanarak bir batı düşüncesi yerleşmeye başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu içinde askeri, bilim, kültür ve sanat gibi her alanda hissedilen bu değişimin, sosyal ve kültürel yaşamı da etkilemesi kaçınılmazdı. III. Selim Avrupa ile gittikçe artan ilişkiler, II. Mahmud devrinde daha da fazlalaşarak bir çok yabancı İstanbul'a özellikle Pera'ya yerleşmiştir.
 
"Beyoğlu'nda yabancı devletlerin elçilik binaları ile beraber yabancılar için yeni kiliseler, büyük otel ve lokantalar, evler, eğlence yerleri ve bu arada tiyatro binaları yapıldı. II. Mahmud'un saltanatının son yıllarında Beyoğlu'nda Avrupa eğlenceleri yayılmaya başladı. 1826-1839 yılları arasında Beyoğlu'ndaki Avrupa kolonisi kendi salonlarında Fransız repertuarından dram ve komediler sergilemeye başlamışlardır. Beyoğlu'nun yüksek sosyetesi ve Türkiye'nin tanınmış şahsiyetleri bu oyunlara davet ediliyordu. Venedikli M. Grustiniani Beyoğlu'nda yaptırdığı tiyatro binası ile küçük özel sahneleri büyük bir umumi sahneye çevirmiş oldu. İtalyan üslûbunda, büyük ve süslü olan bu tiyatro binası Beyoğlu'nun ortasında yapılmıştı. Bu tiyatroya Fransız Tiyatrosu deniliyordu. Yabancı elçiler ve saray bu tiyatroyu koruyorlardı. Fransız komedi ve operet grupları bu tiyatro için özel olarak çağrılıyordu.
II. Mahmud devrinde Gaetano Mele isminde bir İtalyan Beyoğlu'nda bir tiyatro binası yaptırmak için padişahtan izin aldı. Burada yalnız operalar oynanacaktı, fakat her çeşit Fransız oyunları da temsil edildi, sahneye konuldu. 1838 yıllarında İtalyan Gaetano Mele sayesinde İtalyan ve Fransız oyunlarının sergilendiği, Ramazan gecelerinde Türk oyunlarının oynandığı, bir çok Fransız oyunlarının tercüme ve adapte edilerek oynadığı, hatta Ahmet Vefik Paşa'nın Moleire komedilerini Türkçe'ye tercüme ettiğini, Türk-Rus Savaşı sırasında da
vatani oyunlara rağbet bulunduğunu ve bir yandan da operetler yapılarak
oynandığını Clement Huart yazmıştır."41
 
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren batılılaşma çerçevesinde İstanbul'da 1840-1877 yılları arasında açılan üç önemli opera sahnesi, sosyal yaşama damgasını vurmuştur. Bosco, Naum tiyatroları Pera, Gedikpaşa Tiyatrosu ise İstanbul'un sur içinde kalan semtlerinden Gedikpaşa'da kuruldu.
 
"Tanzimat'ın ilanından sonra 1840 yılında İtalyan illuzyonist Bosco, Padişah Abdülmecid'e bir dilekçe vererek, Beyoğlu'nda "bir oyun mahalli" yaptırarak içinde ücretle oyunlar göstermek için resmi izin istemiştir. Bosco bugünkü Galatasaray Lisesi'nin karşısında cadde yol üzerinde 400 kişi kapasiteli bir bina yaptırıp 1839 yılında faaliyete geçmiştir. Başlangıçta Bosco'nun hokkabazlık hünerleri gösterdiği bu sahnede yine 1840 yılında Avrupa'dan getirilmiş sanatkârlar çeşitli tiyatro oyunları oynamıştır. İlk defa pandomimal oynanmıştır, sonra yine 1840'ta komedi ve vaduiller temsil edilmiştir. Ticaret Nazırı Fethi Paşa'nın yardımı ile izin alan Fillevl isimli bir Fransız aktörün kumpanyasında bu sahnede Fransızca temsiller oynanmıştır."42 
 
1841 yılı Ekim ayında Avrupalı sanatkârlar tarafından Bosco'nun tiyatrosunda opera oyunu oynandığı o zaman yayımlanmakta olan Ceride-i Havadis'te çıkmış bir makale de yayımlanmıştır. Türkçe olarak 1840 yılından itibaren İngiliz William Churchill tarafından çıkarılan Ceride-i Havadis'teki yarı eğitici nitelikteki bir dizi yazıyla opera sanatı ve bir opera temsilinin nasıl izlenmesi gerektiği okurlara ve opera izlemek isteyenlere ayrıntısıyla anlatılır.
 
"Bosco Tiyatrosu'nda verilen dramatik oyunlar 1841 yılı kışında ve 1842 yılı baharında devam etmiştir. Oynanan eserler ve sanatçılar İtalyan'dı. Seyircilerin çoğu İstanbul'daki yabancılar ve yabancı dil bilen Hırıstiyan ve Müslümanlardır. Yabancı dil bilmeyen Türklerden de gazetede ilan edilen bu yeni eğlenceyi görmek için tiyatroya gidenler vardır. Oyunlar Türkler arasında da ilgi kazanmaya başlayınca bu oyun mevsiminde oynanmış olan İtalyan operalarından biri Türkçe'ye çevrilerek kitap halinde basılmış ve tanesi 6'şar kuruşa satılığa çıkmıştır. Dilimize çevrilmiş ilk dramatik eser G. Donizetti'nin Belisarro operasıdır ve Türkçe tercümesi 1842 yılında basılmıştır."43
 
Bosco tiyatrosunun 1841-1842 yılı Haziran ayına kadar süren temsil sezonunda, Bellini'nin Norma (18 Kasım 1841) ve Belisario (1842) operalarını takiben Gemma di Vegy, Chi dura Vince, Lucia L'elisir D'Amore ve Otello operaları oynanmıştır. Bosco tiyatrosunda 1844 yılına kadar süren opera temsilleri, Bosco'nun salonu'nu Tütüncüoğlu Hoca Mikail Naum'a devretmesiyle sona erdi. İlk olarak tiyatro gösterileriyle dönemin sanat yaşamında yer alan Naum tiyatrosunda, 1849-50 temsil sezonundan itibaren sadece opera temsilleri verilmeye başlandı. Naum tiyatrosu Verdi'nin Macbetto Grovanna D'arco ve I Due Foscarı operalarını 1849-1950 yılları arasında sahneye koydu. Gösterime sunulan bu eserlerde görev alan İtalyan sanatçılar Giuseppina Vilmo, Luigia Badia, Rochole Lucini, Carlo Manfredi, Luigi Carizio Cezare Nati, Carlo Scalar'dır.
 
"Ramazan akşamlarında temsillerini iftar sonrasına kaydıran, İstanbul'un sur içi semtlerinden gelenlere ayrı seanslar düzenleyen Naum, bir yandan da sarayla ve hükümetle iyi ilişkiler içinde olmaya özel önem ve dikkat sarf eder. Sultan Abdülmecid tarafından korunarak saraydan yüklüce yardım alır ve 1846 yılındaki büyük yangında tamamen yanan tiyatrosu Mimar Smith tarafından planı yapılarak yeniden 4 Kasım 1849'da Verdi'nin Macbeth operası ile açılır. Mihail Naum her sezon temsiller veren sanatçılarını çoğunlukla İtalya'dan getirmiştir. Bu turne toplulukları geçici süreler için angaje edilmekteydi. G. Donizetti, ardından Guatelli Naum tiyatrosunda müzik direktorü olarak çalışır. Sahne yönetmeni ise Lanzoni'dir. Naum Tiyatrosu'na 1851-52 temsil sezonunda, 15 yıl süreyle opera oynatma hakkı ve imtiyazı verilmiştir. Naum bu imtiyazı aldıktan sonra, İtalya'da koro, orkestra, teknik personel ve yöneticileri ile birlikte 117 kişilik bir opera topluluğunu davet eder. Burada ünlü opera ile birlikte Verdi'nin "I Masnadieri" operasının Türkiye promiyerini yapan bu grupta dönemin en ünlü İtalyan sanatçıları vardır. Verdi'nin II. Trovatore operasının Türkiye promiyeri Naum Tiyatrosu'nda 18 Kasım 1853'te yapılmıştır. Eserin dünya promiyeri Verdi yönetiminde, 19 Ocak 1853 tarihinde Roma Operasında yapıldığına göre, 10 ay sonra dünyada ikinci olarak İstanbul'da sahnelenmesi Türk opera tarihi açısından çok önemli bir olaydır."44
 
Naum Tiyatrosu'nda Donizetti'nin Lucrezia Borgia'si, Rossini'nin Sevil Berberi, Bellini'nin Norması, Donizetti'nin Don Pasguale'si, Auber'in Fra Diavolo'su ve Porticili Dilsiz Kız, Verdi'nin Atilla, Rigoletto, Un Ballo in Maschera Ernani, La Traviata ve Nabucco operaları sahnelenmiştir.
 
"Naum Tiyatrosu'nda 1868-1869 sezonunda Dikran Çuhaciyan'ın ilk operası Arcak II'yi İtalyanca sahneletmiş, ertesi yıl aynı yapıtın yeni düzenlemesi olan "Olimpia"yı Ermenice oynatmıştır. Naum Tiyatrosu 1870 yılı Haziran ayında Beyoğlu'nda çıkan bir yangın sonucu yanmış ve tiyatro kapanmıştır. Osmanlı opera tarihinde önemli bir yer tutan Gedikpaşa Tiyatrosu 1860 yılında Razı adlı bir işletmecinin devraldığı salonda Naum Tiyatrosu'nun sur içi İstanbul'undaki rakibi olarak açılır. Ancak Naum'un tekeline dayanamayan Razı, bir süre sonra ülkesine dönmek zorunda kalır ve Gedikpaşa sahnesi dönemin en büyük tiyatro adamı Hagop Vartovyan (Güllü Agop)'ın eline geçer. Bu dönemden sonra Gedikpaşa Tiyatrosu'nda klasik ve çağdaş tiyatro yapıtlarının sahnelendiğini görürüz. Bunun yanı sıra operetler de sahnelenir. Şarkılı oyunlu Fransız operetlerinin başlıcaları şunlardır; Jacgues Offenbach'ın La Bella Helene Opereti, Charles Lecocg'un "La Fille De Madame Angot" ve Girofle operetleridir. 1874'te Dikran Çuhaciyan ve Takvor Nalyan'ın birlikte kurduğu Operahane-i Osmani'sinde Çuhaciyan'ın üç opereti ardı ardına sahnelenmiştir. Arif'in Hilesi, Köse Kahya ve Librettosu Takvon Nalyan tarafından yazılan Leblebici Horhor Aga operetleri Türkçe olarak yazılmış yapıtlardır."45
 
Abdülmecid döneminde Dolmabahçe'de bizzat padişahın emri ile saray dahilinde kurulan bir diğer tiyatro da dönemin kültür merkezi olarak önemli bir yer tutar. Dolmabahçe Saray tiyatrosunun 1851 yılında başlayan yapımında Dieter ve Hammont adlı iki mimarın yanısıra tiyatronun iç mimarisinde Sechan, Mustafa Reşit Paşa yönetiminde görevlendirilir. Bugün İnönü Stadı'nın olduğu yerde kurulan tiyatro pek çok temsil verilmiştir.
 
"Orkestra G. Donizetti, Arenda ve Dussek Paşalarca eğitilmiş Türk sanatçılarından kurulu bu tiyatroda ilk Türk opera sanatçısı Mehmet Zeki Bey bir çok Avrupalı sanatçı ile başrolleri paylaşmıştır. Dolmabahçe Saray Tiyatrosu beş yıl süren temsillerin ardından 1864'te bir yangında kül olmuştur. Yıldız Sarayında Sultan Abdülhamid tarafından 1889 yılında açılan ikinci saray tiyatrosu İstanbul'a gelen yabancı gruplara kapılarını açtı. Ancak bu tiyatroda diğerlerinden farklı bir adım atılır. Osmanlı müzikli tiyatrosunda ilk kez bir kurumlaşma denenir. Saraya alınan bir İtalyan aile burada sürekli temsil verecek bir sanatçılar grubunun çekirdeğini oluşturur. Bu sanatçıların Verdi'nin "La Traviata", "Un Ballo In Maschera", "Rigoletto", Rossini'nin "Sevilla Berberi", Donizetti'nin "Albayın Kızı" ve Auber'in "Fra Diavolo" adlı yapıtlarını oynadığı bilinmektedir."46
 
Osmanlı İmparatorluğunda 19. yüzyıl ortalarında Batılılaşma süreci içinde kurulan Bosco, Naum, Gedikpaşa, Dolmabahçe Saray Tiyatrosu ve Yıldız Saray Tiyatrosuyla, Opera sanatının oluşumu yolunda ilk adımlar atılmış oldu.
 
 
38 Refik Ahmet Sevengil, Opera Tarihi ile İlk Temaslarımız II, Devlet Konservatuarı Yayınları, M.E.B.,
1969, s. 5.
39 Refik Ahmet Severgil, Opera ile İlk Temaslarımız, M.E. Basımevi, İstanbul, 1969, s.11.
40 A.R. Sevengil, a.g.e., s.15.
41 A.R. Severgil, a.g.e., s.18.
42 A. R. Sevengil, a.g.e., s.20-22.
43 A.R. Severgil, a.g.e., s.24.
44 Kevork Tavityan, a.g.e., s.77.
45 Kevork Tavityan, a.g.e., s.77.
46 Kevork Tavityan, a.g.e., s.78.
BİZİM TİYATRO
 
" Oyuncularımız var, yabancı rolleri yabancılar kadar başarılı oynayabiliyorlar. Rejisörlerimiz var, Avrupa’da gördükleri mizansenleri burada aynen uygulayıp alkış topluyorlar. Yazarlarımız var, yapıtlarını yabancı örneklere benzetebildikleri ölçüde iyi yazar sayılıyorlar.
 
Hepsi iyi hoş da, peki ama nerde Türk oynayışı, Türk sahneleyişi, Türk yazışı, Türk algılayışı? Bir kelime ile nerde Türk tiyatro üslubu? “Bizim Tiyatro” işte bunun peşinde gidecek. Bize özgü olanı araştırıp bulup önünüze sermeyi deneyecek.
 
Tiyatro, elbet insanlığın ortak malı. Tiyatro tarihi, her ulusa ortak ve zengin bir birikim sağlıyor. Ama her ulus da ona yüzyıllar boyu kendi özelliğinden katkılarda bulunmuş, bulunuyor. Tiyatro alanındaki yeni görünen yolların çoğu işte hep bu eski ve yeni yöresel katkılardan doğuyor.
 
Türk oyun tarzı, Türk oyun yazımı, Türk jesti, mimiği derken şovence bir duyguya kapıldığımız, aman sanılmasın. Biz derken de bencil bir kısıtlamadan yana, hiçbir zaman olmadığımız lütfen hatırlansın.
 
Amacımız, tekelci bir kendi içine büzülüş değil, tam tersi, dünyaya, evrene açılış. Ama kendi kişiliğimizle. Bu ortak birikime kendimize özgü bir şeyler katıp yararlı olarak. Türkiye anlamına gelen bizden, insanlık boyutundaki BİZ’e uzanmak istiyoruz.”
 
HALDUN TANER
İSTANBUL EFENDİSİ
 




																	
TARLA KUŞUYDU JULİET
 



																	
ALEMDAR (Tohum ve Toprak)
 




ALEMDAR
																	
 
Bugün 10 ziyaretçi (16 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol