Hagop Baronyan'ın Hayatı
HAGOP BARONYAN
(Kaynak: Bedros Norehad(Çeviri: Ayşan Sönmez) / Mimesis 17)
(Bu makalenin İngilizce orijinali editörlüğünü Parlakian ve Cowe’un yaptığı Modern Armenian Drama adlı kitapta (Colombia University Press, New York 2001), s. 61-64 arasında ‘‘Hagop Baronian’’ başlığıyla yayınlanmıştır.)
 Hagop Baronyan, bir yazar olarak ölümsüzlüğe kavuşmuş olmakla beraber 1891 yılında yoksulluk ve safalet içinde kendi mali çöküşüne kahkahalar atarken öldü. beceriksiz liderlerin itibarını söndürmek ve abartılı toplumsal örf ve adetlerle dalga geçmek amacıyla yazılmış hicivleriyle kendi döneminin pek çok ileri gelenine hayatı zindan etmek konusunda son derece başarılı olmuştur.
1843 yılında Edirneli yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğan Baronyan, ilk ve orta öğrenimini Ermeni okullarında tamamladı. Ardından bir yıl süreyle yerel bir Rum okuluna devam etti ancak bir iş bulmak için resmi eğitimini yarım bırakmak zorunda kaldı. Önce bir eczanede çalışmaya başladı sonra da muhasebecilik yaptı. 1864 yılında İstanbul’a taşınarak önce telgraf dairesinde sonra da Ermeni Patrikanesi’nde kâtip olarak çalıştı. Aynı zamanda kısa süre için Üsküdar’daki Ermeni okulunda eğitmenlik yaptı. Bu sırada Romantik şair ve oyun yazarı Bedros Turyan’ın(1851-1872) etkisinde kaldı.
Hevesli okur olarak bazı Avrupa dilerini, özellikle de dönemin İstanbul’unda edebi ve teatral hayata büyük etkileri olan Fransızca ve İtalyanca’yı kendi kendine öğrendi.
Osmanlı başkentinde yayınlanan çeşitli dergilere katkı sunarak yazarlık konusunda deneyim kazandı. Bu deneyim ona daha sonra önemli hicivler için iyi bir eğitim oldu. Baronyan’ın insanların ve durumların mizahi ve absürd yönlerini birkaç sevimli kalem darbesiyle yaıya dökme becerisi, hicivlerini kendi dönemine özgü gelip geçici bir şey olmanın çok ötesine taşıyarak yeni okurları da eğlendirmeye devam etti.Ancak çok geçmeden hiciv yazarlarının kitlelerin saygısını kazanabileceğini ama alay ettiği zenginlerden hiç yardım görmeyeceğini anladı. 1879 yılında evlendikten sonra sahip olduğu geniş aileyi geçindirebilmek için suya sabuna dokunmayan edebiyat dışı mesleğine muhasebeciliğe zaman zaman geri dönmek zorunda kaldı.
Yayına hazırladığı süreli yayınların ömrü kısa oldu. Poğ aravodyan (Sabah Borusu) yirmi sekiz sayı yayınlandıktan sonra mali sıkıntılar nedeniyle kapandı. Yedi yıl içinde Yeprad (Fırat), Meğu (Arı) ve Tadron (Tiyatro) isimli dergilerin yayını Osmanlı sansür bürosu tarafından durduruldu. Bunları dört yıl sonra Khigar (Zeki) ve o da kapandıktan birkaç sonra Dzidzağ (Neşe) isimli dergiler izledi.
Baronyan, iniş çıkışlarla dolu yirmi yıllık hareketli yayıncılık serüveninin sonunda, toplumda çeşitli kötücül şahsiyetleri hedef alan veda yazısında hayal kırıklığının ve mali çöküntünün neden olduğu karamsarlığı dile geitriryordu:
Elveda haksızlık, elveda iftiracılar
Elveda yozlaşmış memurlar ve
Elveda borcunu ödemeyen aboneler.
Veda ettiği ‘‘iftiracılar’’şüphesiz Baronyan’ın alaylarında nasibini almış ve onu susturmak için ellerinde bulunan tek aracı, sansürü devreye sokmuş kişilerdi.
Baronyan’ın amacı, mevki sahiplerinin ve kilise liderlerinin beceriksizliklerini, manastırlardaki keşişlerin tembelliğini, İstanbul Ermeni Patrikanesi’nin yetersizliğini, 1863 tarihli Ermeni Millet Nizamnamesi’nin yetkilendirdiği Milli Meclis’te tartışmaya girişmenin anlamsızlığını ve zenginlerin cimriliğini, aile ilişkilerini bozan tuhaf toplumsal örf ve adetlere bağlılığı ve aynı şekilde Sultanın yönetiminin ve onun yozlaşmış, beceriksiz memurlarının basiretsizliğini ifşa etmek ve bunlarla alay etmekti.
O, kar elde etmek dışında bir şey düşünmeyen zengin tüccarların ipliğini pazara çıkarırken, kıt kanaat geçinip ‘‘kendi yağında kavrulan’’ esnafa sempati beslerdi. ‘‘Bir-iki haftalığına ders vermek için çağrılan ve okul yönetiminden bir kişiye yalakalık yapmadığı için kovulan’’ düşük ücretli eğitmenlerin tarafını tutardı.
Baronyan’ın tiyatroya olan yoğun ilgisi çok genç yaşlarda kendini gösterdi. İlk Ermeni profesyonel tiyatro kumpanyası 1861 yılında İstanbul’da kurulmuştu; bu önemli gelişme genç yazarın oyunculuk kariyerinin başlaması için fırsat yarattı. Bu tarihten önceki on yıl boyunca Goldoni ve Moliére’in farsları ve komedileri yaygın bir popülerlik kazanmıştı ve bu iki yazara ait öyküler Baronyan’da yaratıcı uyarlamalar yapma heyecanı uyandırmıştı. 1865’te yazılan ilk oyunu, Goldoni’nin orijinal eserinin taklidi olan Yergu derovdzarav mı (İki Efendili Bir Uşak) adlı kısa bir farstı. Bundan dört yıl sonra, görücü usulü evlilikleri ve evlilikte sadakat konusunu genellikle neşeli bir üslupta ele aldığı ilk komedisi Adamnapuyj arevelyan (Şark Dişçisi) geldi. Sonraki çalışmalarında Ermeni toplumunun gerçekçi temsilini sunmaya devam etti ki bunlar bir kitap formunda yayınlanmadan önce gazetelerde tefrikalar halinde yayınlandı. Baronyan 1872 yılında Şoğokortı’ya (Dalkavuk) başladı ancak yarım bıraktı. 1880-81 yıllarında ortaya çıkan, esaslı aşlaması Medzabadiv muratsganner (Pek Muhterem Dilenciler), taşralı eşrafın patavatsızlığına ve naifliğine odaklanırken bu niteliklerin aynı zamanda çeşitli sanatsal, profesyonel, dini ve zanaatkar fırsatçılar tarafından sömürülmeye ne denli açık olduğuna da dikkat çeker. Son eseri Bağdasar Ağpar1 ise boşanma temasını ele alır: Evin efendisi olan oyunun ana karakteri, zina yaptığından şüphelendiği karısı Anuş’tan kurtulmanın yolarını arar ancak hizmetçisi efendisinin kendisinden faydalanmaya çalıştığı yönünde, uydurma olduğu kadar ikna edici de olan suçlamalar ileri sürüldüğünde mevcut durumu kabullenmek zorunda kalır.
Baronyan aynı zamanda hem oyun yazarlarından hem oyunculardan yüksek bir standart talep eden keskin bir tiyatro eleştirmeniydi. Bilhassa, Tovmas Terziyan’ın eski bir Ermeni azizizn şehadetini anlatan Santukhd’u gibi tarihsel trajedilerdeki romantik aşırılıkları, konu ve yaklaşım itibarıyla uygun bulmuyordu. Bir seferinde bu eserlerin dini bir araç olarak kullanılmaları üzerine yorum yaparken şunları dile getirmişti: ‘‘Tiyatroya giden her Ermeni bilir ki, bir melek ve bir ruh Ermeni oyunlarının olmazsa olmazı gibidir. Dün gece rüyamda Tanrı’yı gördüm, birinin canını almak için bir melek arıyordu. Fakat ortada hiç  melek kalmamıştı. Baş melek ona durumu bildirdi, meleklerin hepi Ermeni oyunlarına gitmişti.’’
Baronyan’ın hiciv koleksiyonunda Azkayin çoer (Milli Kodamanlar) genel başlığı altında toplanan, önemli Ermeni kişiliklere ait bir düzenbazlar sergisi de yer alır. Hem Osmanlı hem de Rus İmparatorluğundan birçok siyasi, dini ve kültürel figüre ait, bunların tutarsızlıklarına ve tuhaflıklarına zarif bir mizah anlayışıyla dikkat çeken otuz iki kişisel portre 1870 yılında yayınlandı. Yazar bundan sonraki on yıllık zaman zarfında toplumsal meselelere daha fazla yoğunlaşmaya başladı. 1880 tarihli Hoshosi tzeradedr (Dedikoducunun Defteri) isimli eseri, Berlin Anlaşması sonrasında yapılan Osmanlı reformlarına yönelik şüpheciliği ifade ediyor ve Ermeni milletinin başı olan İstanbul Ermeni Patrikanesi’nin kibrini, basına yönelik sansürü, genel zamları ama özellikle de tıbbi harcamalara ilgili olanları şiddetle eleştiriyordu. Aynı yıl  otuz dört bölümden oluşan Bıduyd mı Bolso tağerun meç (İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti) isimli başka bir koleksiyona başladı. Daha tutarlı bir bütünlüğe sahip olan bu koleksiyonda, kalbur üstü merkez (‘‘İstanbul’un Paris’i’’ olan) Pera’nın kumarhanelerinde ve ayartıcılığından, yoksul balıkçılar semti Samatya’nın içki alemlerine kadar uzanan, şehrin farklı kesimlerine ait görünümleri ve sesleri mizahi değinmelerle sunuyordu.
Atmosferi ve karakterleri bakımından Pek Muhterim Dilenciler’e benzeyen bir skeçler serisi de 1886-1887 yılları arasında Kağakavarutyan vnasnerı (Kibarlığın Zararları) genel başlığı altında yayınlandı. Çalışma, bazı insanların diğerlerinin nezaketini ve iyi niyetini hor görerek bencil isteklerini tatmin etmek için ne denli ileri gidebileceklerini resmederek bize merkezi bir tema etrafında bir dizi çeşitleme sunuyordu.
Bir halk ayaklanmasından kuşkulanan Sultan 2. Abdülhamit, belli kişi ve kurumların eleştirilmesini engellemek üzere basın özgürlüğünü kaldırmayı gündeme getirdiğinde Baronyan kendi sansürüne alegorik bir biçimde yaklaşarak yasaktan kurtulmanın yollarını aradı. Ana karakterleri değiştirip bunları Ermeni folkloru ve mesellerinden aşina olunan kurbağa, tilki, maymun ve karınca gibi hayvanlar kisvesi altında sunarak milli ve uluslar arası politikaları eleştirmeye devam etti. Bab-ı Ali ile yaşadıkları sorunların çözümünde Avrupalı güçlere bel bağlayan kendi döneminin birçok Ermenisinin aksine, bu güçlerin sadece kendi çıkarları için harekete geçtiğinde ısrarcıydı. Aynı zamanda Osmanlı görevlilerinin acımasızlığını ve beceriksizliğini ifşa ederken de sözünü sakınmıyordu. İzmir’de bir grup Ermeni kadını Ahmet Paşa önderliğindeki askerler tarafından yasadışı bir şekilde evlerinden tahliye edildiğinde, Baronyan şöyle yazmıştı: ‘‘Bravo soylu Ahmet Paşa! Cesaretinizden tüm dünya etkilendi, kadınlara saldırmak ve zorla boyun eğdirmek şüphesiz ki cesaret gerektirir. Emin olun ki kadınlara karşı her savaş ilan edildiğinde siz ordunun başkumandanı olarak anılacaksınız. Halkımız bilhassa İstanbul’dan takviye kuvvet istemeden bir grup kadının üstesinden gelme beceriniz nedeniyle size müteşekkir olacaktır.’’
Khigar ‘ın yayını durdurulduktan sonra Baronyan yine muhasebeciliğe dönmek zorunda kaldı. Ancak endişe ve yoksulluk içinde, alacaklıların baskısı altında geçen uzun yıllar ona büyük zararlar vermişti. İstanbul Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi’nde tüberküloz hastalığından öldü. Hagop Baronyan sonunda susturulmuş olsa da çalışmaları okunduğu ve izlendiği müddetçe kahkahalarının yankısı duyulmaya devam edecektir.
 
1.Ağpar (ya da Akpar) kelimesi Türkçe’ye ‘‘kardeş’’ olarak çevrilebilir. Burada Bağdasar isminin bugün de yaygın olarak kullanılan bu sözcükle nitelenmesinin sebebi Bağdasar’ın halktan biri olduğunu vurgulamak için olmalıdır. Ağpar’ın İngilizce çevirisi ‘‘uncle’’ (amca, emmi) şeklindedir. Biz burada ifadeyi çevirmek yerine orijinalini kullanmayı yeğledik.(-ed.notu)
 
BİZİM TİYATRO
 
" Oyuncularımız var, yabancı rolleri yabancılar kadar başarılı oynayabiliyorlar. Rejisörlerimiz var, Avrupa’da gördükleri mizansenleri burada aynen uygulayıp alkış topluyorlar. Yazarlarımız var, yapıtlarını yabancı örneklere benzetebildikleri ölçüde iyi yazar sayılıyorlar.
 
Hepsi iyi hoş da, peki ama nerde Türk oynayışı, Türk sahneleyişi, Türk yazışı, Türk algılayışı? Bir kelime ile nerde Türk tiyatro üslubu? “Bizim Tiyatro” işte bunun peşinde gidecek. Bize özgü olanı araştırıp bulup önünüze sermeyi deneyecek.
 
Tiyatro, elbet insanlığın ortak malı. Tiyatro tarihi, her ulusa ortak ve zengin bir birikim sağlıyor. Ama her ulus da ona yüzyıllar boyu kendi özelliğinden katkılarda bulunmuş, bulunuyor. Tiyatro alanındaki yeni görünen yolların çoğu işte hep bu eski ve yeni yöresel katkılardan doğuyor.
 
Türk oyun tarzı, Türk oyun yazımı, Türk jesti, mimiği derken şovence bir duyguya kapıldığımız, aman sanılmasın. Biz derken de bencil bir kısıtlamadan yana, hiçbir zaman olmadığımız lütfen hatırlansın.
 
Amacımız, tekelci bir kendi içine büzülüş değil, tam tersi, dünyaya, evrene açılış. Ama kendi kişiliğimizle. Bu ortak birikime kendimize özgü bir şeyler katıp yararlı olarak. Türkiye anlamına gelen bizden, insanlık boyutundaki BİZ’e uzanmak istiyoruz.”
 
HALDUN TANER
İSTANBUL EFENDİSİ
 




																	
TARLA KUŞUYDU JULİET
 



																	
ALEMDAR (Tohum ve Toprak)
 




ALEMDAR
																	
 
Bugün 40 ziyaretçi (42 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol