(Kaynak: Tanzimat’tan Birinci Dünya Savaşına Kadar Osmanlı Devleti’nde Azınlık Problemi / İsmail Eyyupoğlu)
Azıınlık kelimesi Türk Dil Kurumu'nun yayınlamış olduğu Türkçe Sözlük'de;
1-Bir toplulukta herhangi bir nitelik bakımından ayrı ve ötekilerden ayrıca az olan,
2-Bir ülkede egemen ulusa göre ayrı soydan ve sayıca az olanlar, ekaliyet, çogunlugun karşıtı,
3-Azınlıkta kalmak, bir toplulukta belli bir sorun üzerinde oy verenlerden daha az olmak şeklinde ifade edilmektedir.1
Felsefe sözıügünde ise; Bir toplum içinde yaşayan az sayıdaki başka bir etnik gurup..., azınlık, bir ulus içinde başka bir ulustan insanların toplulugu olarak açıklanmaktadır.2
Kavramın sözlük anlamları genelde 1789 Fransız İhtilali'nden sonra ortaya çıkan ulus kavramı ile anlamlandırılmıştır. Ancak, konumuz gereği Osmanlı'daki azınlık sorununa ışık tutması amacı ile İslami terimlerden olan 'Zımmi', 'Zimmet', 'Ehl-i Zimmet' ve 'Reaya' kavramlarının açıklanması gerekmektedir; Kur'an-ı Kerim'de din ugruna savaşmayan ve yurttan çıkarılmayan, farklı din ve inançlara mensup insanlara karşı, adaletli davranmanın zorunlulugu üzerinde durulmuştur. 3
İslami hukuk çerçevesinde; Zımmi, İslam Devleti tebasından olan ve haraç veren Hıristiyanlar ve Yahudiler, Zimmet, sahip çıkma, koruma zorunda kalma Ehl-i zimmet, Bir İslam Devleti'nin himaye ve uyruğunda olan kimseler,4 olarak açıklanırken, Reaya da Bir hüktimdar idaresinde bulunan ve vergi veren halk, Hıristiyan tebaa,5 anlamlarına gelmektedir. İslam fıklıındaki bu kavramların uygulanışı da zamana, zemine ve devletlerin izlediği politikaya göre farklılık göstermektedir.
Bunun en güzel örneğini Osmanlı İmparatorluğu'da görmekteyiz. Osmanlı zımmileri bir yandan ferdi olarak fıkıhdaki zimmet hükümlerine tabii tutulurken, bir yandan da mensup oldukları din ve mezheplere göre 'millet' adı verilen farklı gruplarda toplanmaktaydllar.6 Buradaki millet kavramı, aynı dine (veya mezhebe) inanan insan topluluklarını ifade etmek için kullanılmıştır. Osmanlı Devleti, Müslümanların tek millet, Gayrimüslimleri de inandıkları din ve mezhebe göre ayrı ayrı milletler? olarak tanımlamış, buna bağlı olarak da siyasi, idari ve sosyal organizasyonlarını bu ayırım temelinde geliştirmiştir.8 Osmanlı Hukuk sistemi sadece İslami hukuk kurallarına dayanmıyordu.
Kamu hukukuna ilişkin konularda, padişahlara İslam hukukuna aykırı olmamak şartı ile hukuk yaratma yetkisi tanımıştı. İmparatorlu~un geniş alanlara yayılması ırk, din ve kültürel açıdan farklılıklar içermesi, padişahlara bu yetkinin verilmesini zorunlu kılmıştı. "Padişahın, daimi bir oluşum ve gelişme halinde bulunan hayatın her gün getirdiği farklı ve yeni ihtiyaçlarına uygun olarak ceza, vergi, toprak hukuku gibi alanlarda koyduğu kurallara örfi hukuk adı verilirdi." Örfi hukuk sadece kamu hukuku alanında uygulanmakta idi. Özel hukuk alanında böyle bir yetkileri yoktu.
Müslümanlar arasında islam'ın bu konu ile ilgili kuralları aynen hayata geçiriliyordu. imparatorluktaki değişik din ve mezheplerdeki gayrimüslimlere ise yine İslam hukukunun 'zimmet' hükümlerine uygun olarak kendi dini kuralları uygulanmakta idi. 9 Konuya bu açıdan yaklaştığımızda, Osmanlı imparatorluğu'nun egemenlik sahası üzerindeki topraklarda toplumsal konum açısından aralarında farklılıklar olan çeşitli etnik unsurlar yaşamakta idi. Modern çağ başlamadan önce inanç, dil ve ırk farklılıkları basit ama etkili bir yapı aracılığı ile uzlaştırılmakta idi. Yönetenler, yönetilen halkların toplumsal, kültürel dünyalarına etkide bulunan, fakat onlardan ayrı kalan kendi kurumlarına dayanıyor imparatorluk alanının istikrar ve bütünlüğü, hükümet merkezinin uzaktan gücü ve toplumun özel yapısı sayesinde korunuyordu. Piyasanın ekonomik düzeni loncalar vasıtası ile sağlanmakta diğer taraftan cemaat kurumları da fertlerin toplumsal konumlarını elde etmesine yardımcı olmakta idi. Her bir kültür, farklı bir halkın ayırt edici özelliklerine işaret ederken, ulusal bir özellik taşımayan siyasi yapı, imparatorluktaki değişik unsurlara(10) kendi özel toplumsal konumlarını yaratmak için izin veriyordu. 1l
Kısaca, Osmanlı Devleti'nde yaşayan gayrimüslimler, Tanzimat'a kadar salt "Yönetici kesim olan Müslümünlardan farklı dinlere mensup olmaları" nedeniyle zorunlu olarak özel hukuk ve kamu hukuku açısından farklı bir sistemde yerlerini aldılar. Millet adı verilen bu sistemde, zımmi topluluklarda kendi dini, sosyal ve hukuki durumlarını düzenleme izni verildi. islami düşünce, hoşgörü ve Osmanlı yönetiminin özelliklerinin birleşmesi ile ortaya çıkan bu sistemde devlet, kendisine bağlı bu dini grupları alt yönetim olarak denetim altında tutuyordu. Aynı kilise ve hukuka bağlı her grup ayrı ayrı ama kimlikleri, özellikleri belli olarak yaşıyoriardı. 12
1789 Fransız ihtilali'nden sonra imparatorlukların dağılma sürecine girmesi ve milliyetçilik ilkesinin ön plana çıkması ile birlikte 13; Fransa, ingiltere ve Rusya'nın Osmanlı Devleti'ndeki gayrimilslim tebaayı kendi menfaatleri yönünde hareketlendirdikleri görüldü. Osmanlı Devleti adına çöküşü, büyük sebepleri arasında yer alacak olan bu gelişme, diğer taraftan imparatorluğun ömrünün uzamasına da büyük devletlerin kendi iç çekişmeler: yüzünden yol açacaktı. 14 Yani, Osmanlı imparatorluğu, gerek iç ve gerekse dış sebeplerden dolayı gücünü kaybettikçe yabancı devletlerin iç işlerine müdahalesi de aynı oranda artıyordu.
Devlet'in egemenlik haklarını kısıtlayan Avrupa Devletleri, kendi aralarındaki rekabetten dolayı, 'Osmanlı Devleti'ni kendilerine saklamak istedikleri bir av gibi' birbirlerine kaptırmamaya çalışıyorlardı.15 Avrupa Devletleri 'nin elindeki azınlık kozu, imparatorluğun yıkılışına kadar Osmanlı'nın başında Demokles'in kılıcı gibi sallamaya devam edecekti. Büyük güçleri, buna iten sebepler çeşitlilik göstennektedir. Öncelikli olarak İslam'ın karşısında Hıristiyan unsurları desteklemek, geçmişten gelen geleneksel bir tavırdı. Çağdaş liberalizmin insan hakları adına, "köleleştirilmiş halkların kurtuluşu için uğraşılıyordu. Milliyetçilik ilkesi adına da ezilen ırkıarın boyunduruktan kurtarılması" isteniyordu.16 Fransız İhtilali'nin ortaya attıgı milliyet, hürriyet ve eşitlik prensipleri gayrimüslim unsurları etkileyerek ülkenin birlik ve bütünlüğünü kökünden sarsacak derecede önemli sonuçlar doğurmuştu. 1803'te Kara Yogi, 1821 'de Mora isyanları ile ugraşan devlet, 1829 Edirne Anlaşması ile Yunanistan'ın bağımsızlığını tanımak zorunda kalmıştı. Ellak, Boğdan Beylikleri ve Sırbistan'a özerklik tanınmıştı.
Devlet'in geleneksel kurumlarında köklü değişiklikler yapan II. Mahmud, müsadereyi kaldırırken "bundan böyle ne Müslümanlara ne reayaya tatbik edilmeyeceğini"de belirtmişti. Bu dönemde MüslUman halk ve gayrimüslimleri birbirine yaklaştırmak için çeşitli girişimlerde bulunmuştu. 17 Onun bu faaliyetlerinde Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa'mn da büyük katkısı olmakta idi. Reşit Paşa, yapılan ıslahat faaliyetlerinde özellikle tebaa arasında eşitliğin sağlanmasına çalışmakta ve padişahı bu konuda teşvik etmekte idi. 18 II. Mahmud, "Ben tebaamdan Müslümam camide ve Hıristiyanı kilisede ve Museviyi sinagogda fark ederim. Aralarında başka güna bir fark yoktur." sözü ile devletce Müslüman olan ve olmayanlar için eşit muamele yapılacağı yolunda ortaya bir prensib atmış oldu. Bundan başka fesi, ordu memurlar için müşterek serpuş kabul edince, Müslüman ve Hıristiyan halktan pek çok kimseler de bu serpuşu kabul etmekle, cemiyeti kıyafet yönünden bölmekte olan şekil farkları da kaybolmaya başlandı. 19 Urguhart, Tanzimat'tan önce Osmanlı Devleti'ni gezdikten sorıra zımml1erin kavuk giyebildiklerini yazaryazarak izlenimlerini şöyle aktarır:
"Bu belki manasız görülür, fakat bu öyle değil. Türklerle Hıristiyanlar arasında farik vaszf elbisede. isimde ve selam tarzındadır. Elbise daha ziyade mühimdir. Eğer bugün (1832) kanun bu elbise kayıtlarını öne sürmese bufarkların da kalkacağı şüphesizdir. Böyle bir vaziyette Müslüman ve gayrimüslim halkın
zamanla karışacağına eminim. Hıristiyan bir Manastırlı bana 'eğer bugünkü sadrazam 10 yıl daha yaşarsa Türklerin bizimle yortu edeceklerine bizim de onlarla iftara oturacağımıza eminim'" şeklinde ilginç bir tesbitte bulunur. II. Mahmud döneminde önemli olan olaylardan biri de 1829'da Enneni katoliklerin bir millet olarak kabülü ve 1831 'de Enneni Patriğinin bir beratla 'Enneni Katolik Milleti'nin başı olarak atanmasıdır. Tüm Katolik Maruni ve Rumlar da dini konularda bu makama bağlandı.20
II. Mahmud'un ıslahatları genelolarak degerlendirildiginde kendisinden önceki dönemlere oranla daha kapsamlı oldugu ortaya çıkmaktadır. Batılılaşma yolunda meydana gelen ve toplumsal degerlere ters düşen yeniliklerin Müslüman halk tarafından benimsenmeyip, nefret edildigi ve ıslahat çalışmalarının büyük ölçüde halka ragmen yapıldıgı anlaşllmaktadır. 21
Bazı tarihçiler tarafından "Türklerin İlk Haklar Beyannamesi" ve "İçtimai Bir Mukavele" olarak tanınan 1839 Tanzimat Fermanı ile birlikte22 ; idari ve adli reformların, özellikle de imparatorluktaki Hıristiyan azınlıklarının konumuna ilişkin reformların ardındaki en önemli dürtülerden biri şüphesiz ki daimi dış baskı idi. Avrupalı güçler, klasik Osmanlı yapısı içerisinde belirli bir konuma sahip olan cemaatlerin göstermelik bahanelerle konumlarının iyileştirilmesi için baskıda bulunuyorlardı. Bu faaliyetlerin sonucunda bu cemaatler Müslüman çogunlukla kagıt üzerinde eşit konuma geçtiler. Ama bu onları eski millet sisteminde sahip oldukları ayrıcalıklardan vazgeçmeye sevketmiyordu.23 Osmanlı Devlet adamları yapılan yeniliklerle imparatorluktaki fertlerin bir bütün olarak eşitlik şemsiyesi altında devlet hizmetlerinden tam olarak faydalanabildigi bir Osmanlı milliyeti oluşturmak için ödenmesi gereken bir fiyat olarak düşünmekteydiler. Bu düşünce doğru idi. Fakat yaşanılan süreç içerisinde Osmanlı devlet adamları pratikte bu gibi fikirleri uygulayabilme fırsatı bulamayacaklardı.24 Ancak Tanzimat'la birlikte tebaanın hakları açısından aşagıda belirtecegimiz üç konu için önemli bir başlangıç noktası olmuştur. Bunlar; Şubat 1857'de Sultan Abdulmecid'in çıkardıgı ve zenci köle ticaretini yasaklayan ünlü ferman, ikinci olarak Müslüman ve gayrimüslim tebaa arasında eşitligi saglamak ve üçüncü olarak ta yönetilenlerin can, mal ve haysiyetlerinin korunmasıdır.25 Yine Tanzimat' la birlikte iltizam usulü kaldırıldı. Askerlik hizmeti de vatan hizmeti kabul edilerek 4-5 sene ile sınırlandırıldı. Ferman, faydalı nizami kanunların yapılacagını. rüşvetin yasak olaca~ını, Müslüman ve Müslüman olmayanlara eşit olarak uygulanacagını bildiriyordu.26 Tanzimat'ın temel felsefesi, kanun önünde eşitlik prensibi idi. Müslümanlar için konmuş olan şer'i hukuk Müslüman olmayanlara uygulanamayacagına göre her iki tarafın da tabi olacağı genel nitelikli kanunlar hazulamak gerekli idi. fakat bunun gerçekleştirilmesi için de dini hukuk kuralları ile kapitülasyonlar gereği uygulamak zorunda kaldığı hukuk kuralları bir engelolarak karşısında durmakta idi. Devlet bu amaçla bir takım atılımlarda bulundu. Meclis-i Ahkam-ı Adliye'ye yeni üyeler atanırken ülkenin dört bir tarafına tanzimat kuralları ile ilgili talimatlar gönderilmeye başlandı. Ülkenin dört bir tarafında yerel meclisler açılarak bu meclislere gayrimüslim üyelerin de dahil edilmesine çalışıldı. 27
Yukarıda da belirtildiği gibi Tanzimat, bütün tebaa için hukuk eşitliği prensibini kabul ettiği için adalet sisteminde bir birliğe girmek zorunlu idi. Böyle bir birliğin tesisi şeriatın olduğu kadar, İslam olmayan cemaatlerce yüzyıllardan beri alışmış oldukları dini esaslara dayanan hukuk kurallarının terkedilmesi ile mümkündü. Halbuki böyle bir şeyin bu dönemde yapılmasına imkan yok idi. Çünkü yabancı devletler, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki imtiyazlarından feragat etmek istemedikleri gibi, Müslüman olmayan Osmanlı tebaasına verilmiş olan hak ve imtiyazlara da dokunulmasına hiç bir vech ile rıza göstermiyorlardı. Kısaca, Orta çağlarda görülen Haçlı zihniyetinin başka bir şekilde yansıması Abdulmecid devrinde görülmekte idi. 28 1854 yılında Osmanlı İmparatorluğu için yeni bir dönem başladı. Askeri alanda alınan başarısızlıklar reformların başarısızlığı olarak algılandı. Hükümet, Avrupalı güçlere reformlardaki samimiyetini bir kez daha göstermek zorunda kaldı. Avrupalıların çoğu için Osmanlı samimiyetinin 'mihenk taşı' Müslüman olmayanlara karşı takımlan tavır idi.29 Ancak yapılacak yeniliklerin dış baskı sonucu gerçekleştirilmediğini 'kanıtlarna' imkanım da padişaha tanunak istediklerinden, bu hususların uluslararası bir antlaşmada yer almasında diretmekten vazgeçip, iç hukuk.belgesi biçiminde düzenlenmesini kabul ederek, konu ile ilgili görüşlerini Bab-ı ali'ye ilettiler. Böylece Islahat Fermanı'nın esasları, Ali Paşa ile İstanbul'daki İngiliz ve Fransız elçileri arasında kararlaştırıldı. Ferman, 18 Şubat 1856'da ilan edildi.30
Islahat Fermanı şu esasları içermekte idi:
I-Can, mal ve namusun korunacağı,
2-Bütün tebaanın kanun önünde eşitliği,
3-Memuriyete, askerlik hizmetine gayrimüslimlerin de kabulü,
4-Mezhep ve ögretim hürriyetinin bahşedileceği,
5-Mahkemelerde gayrimüslimlerin de şehadetinin kabul edileceği,
6-Gayriınüslimlerin mezhebi muafiyet ve imtiyazların korunması ile vilayet ve nahiyelerin idare meclislerine aza olabilecekleri,
7-Resmi evrak ve haberleşmede gayrimüslimlere hakaret edici sözlerin kullanı1mamamsı,
8-Rüşvetin kaldırılması, mali, adli, sosyal güvenlik ıslahatların devam edeceği,
9-Yabancılara emlak tasarrufu için haklar verilecegi,
ıo-Egitim ve bayındırlıga önem verilecegi,
11-Müslim ve gayrimüslimler arasındaki sosyal ve iktisadi davalara bakmak üzere karma mahkemeler kurulacagına dair geniş hükümler vardı.31
Bu ferman, vergi iltizamı ve diger kötü uygulamaları tekrar kaldırarak 1839 Fermanının ilkelerine yeniden teyid etti ve öncekinden daha özel ve kesin ifadelerle dine bakılmaksızın bütün Osmanlı tebaasının tam eşitligini belirtti.32
Islahat Fermanı, batılı devletlerin ve Rusya'nın ardı arkası kesilmeyen müdahalelerine dayanak oldugu kadar, iç siyaset açısından da önemli sonuçlar doğurmuştur. 1839'da ilan edilen Gülhane Hatt-ı Hümayunu, Türk ve Müslüman halka bir anayasa vermedigi halde Islahat Fermanı, Hıristiyan miIIetlerin anayasal gelişmelerinin başlangıcı olacaktır. Bu belge, onlar için ulusal bagımsızlıklarının bir bildirisi olarak kabul edilebilir.33 Niyazi Berkes bu durumu şöyle ifade etmektedir: "Müslüman olmayan halkların din-hukuk hayatında iki önemli gelişme başladı. Bu iki gelişmeyi başlatmada biraz büyük devletlerin, biraz da Tanzimat Hükümeti 'nin sorumluluğu vardır. Bu gelişmelerin birincisi Hıristiyan cemaatlerin birer ulus haline gelme yoluna girmesidir. İkincisi, bu milletlerin kilise meclislerine ruhbandan olmayan (laic) üyelerin konmasıdır. Böylece Hıristiyan cemaatlerde uluslaşma ile laikleşme birlikte başlamış oldu.''34
Tanzimat devri yöneticileri kadar günümüz tarihçileri arasında da Islahat Fermanı tartışılan bir belgedir. Bu belgenin tamamen dış baskı sonucu çıkarılan devletin onurunu kıran ve hatta bagımsızlıgını zedeleyen bir belge olduğu söylenmiştir.35 Islahat Fermanı'nın çıkarılması üzerine bazı bölgelerde, özellikle tutucu
Müslümanların yaşadığı doğu bölgelerinde Müslümanlar, Hıristiyanlar aleyhine gösteriler düzenlemiş ve buna bağlı olarak çatışmalar çıkmış, bazı bölgelerde de zımmiler, bağımsızlık kazanabilmek amacı ile ayaklanmışlardır. Tarafların aralarındaki kavgalar çoğunlukla adli sistemden doğmakta idi. Lübnan'da ise, 1860'da iç karışıklıklar çıktı. Eşitlik ilkesi Müslümanları rahatsız etmişti. Bu arada Girit'te de olaylar çıktı. Nüfusunun çoğunluğu Rum olan Giritliler bağımsızlık ya da Yunanistan'a katılma isteği ile -ilk ayaklanma 1841- yeniden ayaklandılar. RumIar, 1856 fermanından sonra büyük çapta gayr-i menkul almaya başladılar.
Yunanistan'ın da tahrikleri ile Osmanlı idaresinden memnun olmadıklarını iddia ederek ayaklandılar. Sonunda Sadrazam Ali Paşa, adada yeni bir idare tarzı kurmak amacı ile Girit'e gitti. 1868'de Girit'in yeni idare tarzını açıklayan bir ferman
yayınladı. Bu fermanla gayrimüslim halka idare meclislerine ve karma mahkemelere üye olma hakkı tanındı. Valinin biri Hıristiyan, biri Müslüman olmak üzere iki tane müşaviri olacaktı. 36 1875-1876 yılları arasında Hersek'te isyanlar çıktı.37
Osmanlı Devlet adamları 18 Aralık 1875'te yaşanılan problemlerden dolayı yeni bir girişimde bulundular. Adalet fermanı olarak adlandırılan bu belge, Islahat Fermanı gibi dış siyasetin baskısı ile hazırlanmış ve yayınlanmıştı. Ancak bu fermana Rus nüfuzu hakimdi. Ferman, genel prensipleri içerdiği için bütün imparatorluğu kapsıyordu. Bununla beraber, Bosna Hersek asilerini tatmin etmek için devletçe ve fertlerce satışa çıkarılan toprakların satın alınmasında Müslümanlarla Hıristiyanların arasında fark gözetilmeyeceği ifade edilmiş ve onların mülk sahibi olabilecekleri belirtilmek istenmişti.38 Osmanlı İmparatorluğu'nu oluşturan unsurlardan biri olan Ermeniler de devletin otoritesine karşı ayaklanacaklardı. Osmanlı Devleti'nde "Millet-i Sadıka" olarak adlandırılan bu millete, 1461'de patriklik, 1860'da dini, milli ve sosyal meselelerini müzakere etmek üzere "Ermeni Meclis-i Umumi-i Millisi" adlı bir meclis kurmalarına izin verilmişti. Ermeniler kendilerine duyulan güvenin ışığında büyük bir serbestlik içerisinde okullarını açar, yönetir, eğitim yapar, öğretmen 've papazları tayin eder, dini ve milli meseleleri açıkça tartışır, ticaret ve tarımlarmı rahat ve huzur içerisinde yapar, devletin üst makamlarma kadar yükselebilirlerdi. Fakat, XIX. yüzyılın ortasından sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun doğu toprakları üstünde bagımsız bir Ermenistan kurma hayaline düştüler. Bu fikir, bazı devletler ve kuruluşlar tarafından ortaya atıldı ve beslendi.39
1856 Paris Antlaşmasını müteakip, Doğu Anadolu'daki Osmanlı tebaası üzerindeki Osmanlı baskısı iyice arttı. Aynı zamanda Ermeniler arasında Osmanlı idaresine karşı koymak maksadı ile gizli teşkilat faaliyetine geçildi. Bu kabilden olmak üzere l872'de Van'da 'kurtuluş birliği' adını taşıyan gizli bir cemiyet kurulması bu tarz faaliyetin ilki idi. Rus ajanları da boş durmayarak Türk Ermenistan'ı adını verdikleri beş vilayette kışkırtma faaliyetlerine giriştiler. 40 Sadece Ruslar değil Fransızlar da l861'de Lübnan'a verilen muhtariyetten cesaretle Zeytun41 Ermenilerini isyana kışkırtarak burada muhtar bir Ermeni Prensliği kurmak için harekete geçmişler ancak, Osmanlı Devleti'nin sert tepkisi üzerine bunu başaramam ışlardı. 42 İmparatorluk, Tanzimat'ın ilanından 1. Meşrutiyet'e kadar geçen sürede azınlıkların, yabancı güçlerin etkisi ile çıkardığı problemlerle ui1;raşırken hukuki, idari ve ekonomik tedbirlerle düzeni saglamaya çalışıyordu. 43 Osmanlı aydınları ve devlet adamları imparatorluğu içine düştüğü kötü durumdan kurtarmak için bir takım atılımlar içine girmişlerdi. Reşit, Ali ve Fuat Paşalar Osmanlıcılık akımını bir ideoloji haline getirdiler. Bu Osmanlıcılık, Avusturya İmparatorluğu'nun "Kaiserreich Nationalismus"u gibi idi. Bütün tebaanın eşitligi prensibi, yeni bir Osmanlı devlet milliyetçiligi ve vatanseverliği yaratmaya yönelikti. Tanzimat Osmanlıcılığı, Fransız İhtilali'ne tepki olarak doğmuştu. Özünde tutucu bir politika idi. Ama kozmopolit bir imparatorlukta o gün için gerçekçi görünüyordu.44 1865'te İstanbul'da gizli olarak kurulan Yeni Osmanlılar Cemiyeti'nin amacı; "Devletin dış siyaset adına gösterdigi acze karşı olan" gençlerin Şinasi tarafından kurulup "tilmizi Namık Kemal Bey'e devrettigi Tasvir-i Efkar matbaasında" toplanması ve hükümeti tenkid yollu araştırmalardan ibaretti. Cemiyet bir nizamnameye ve programa sahipti. Amaçları meşruti bir idare kurmaktı. Programın birinci maddesine göre "Hıristiyan tebai Osmaniyenin ıslahına çalışmak." temel bir faaliyet prensibi olarak benimsenmişti.45
Ali Suavi, "Bugün Osmanlı Devleti'ndeki insanların tek bir milliyeti vardır. Osmanlı" derken, Mustafa Fazıl Paşa; "Müslüman, Katolik. Rum, Ortodoks olmak kamu hizmetinde görev almak için önemli değildir. önemli olan ehliyet ve vatanseverliktir." diyordu. Böylece devletin tüm tebaası Osmanlı olacaktı. Ayrıca vatanseverlik kavramı din ve milliyetçilik kavramlarının üzerine çıkartılarak ülke halkı bir bütiln haline getirilecekti. Ancak geleneksel Türk ve İsldm kültürünün muhafazasını da savunan bu grup, hükümetin resmi reform programına Hıristiyanlara çok fazla imtiyaz verildigi ve Avrupa devletlerine ülkenin iç işlerine karışma fırsatı yaratıldıgı iddiaları ile karşı Çıktı. Onlara göre reformlarla İsldm hukuku ve kültürü yara almıştı. Özellikle demegin en etkili yazarlarından olan Namık Kemal ve Ziya Paşa reformları eleştirdi. 46
Namık Kemal; "Büyük güçlerin özel himayesine mazhar olan imparatorluğun Hıristiyan halkının. Müslümanlarınkinden çok daha fazla imtiyaz kopardığını...''47 gayrimüslimlerin tanıklık ve mahalle içinde mal almaları konusunda hakları olmadığını, ama Müslümanların da patrikhane gibi koruyucularının bulunmadıgını, Hıristiyanların ıslahat ihtiyaçlarının Müslümanlardan az oldugunu, üstelik vatanın her türlü menfaatinden ortak yararlandıkları halde vatan uğruna kan dökmediklerini belirtiyordu. Namık Kemal, Gayrimüslimlerin kamu hizmetlerinde çalışmaktan ne gibi karları oldugunu soruyor, onlar vatanıarını korumadıkça onlara verilecek hakların da ihtilafı artıracagını yazılarında aksettiriyordu. Ziya Paşa da Müslüman haklanm kimsenin korumadıgmı butün olumlu şartlann gayrimUslimlerin lehine oldugunu ifade ediyordu.48 "Mithad Paşa 'nın amacı; İngiliz, Fransız ve Rus elbirliği ile isteneceği muhakkak olan ıslahat isteklerini önlemek için onlardan önce davranmak, Türk olmayan uluslara veya bölgelere mahalli muhtariyetler vererek bir nevi imparatorluk, milletler camiası yaratmaktı. İşte Anayasa reformu bu İstanbul Konferansı49 toplanmadan önce seri bir şekilde belirtmek için devlet adamları kaç yıldır 'batının mali esareline girdik, idareyi halka vermeli, anayasa yapılmalı' diye çarpıtan Namık Kemal'lere başvurmaya tenezzül buyurdular. ,,50
23 Aralık 1876'da Kanun-ı Esasi kabul edildi.'51 Bu Osmanlı'mn batılı tarzda hazırlanmış olan ilk anayasası idi. 1876 Anayasası, devletin siyasal yapısmda sürekli bir degişiklik meydana getiremedi. Padişahın yetkilerine gerçekte bir sınırlama konulmamış, yürütme yetkisi yine onda toplanmıştı. Yasama yetkisi de padişahın denetimi altına alınmıştı. Ayrıca padişahın meclisi kapatma yetkisi de vardı. Üstelik, 1. Meşrutiyet halkın baskısı sonucu da ilan edilmemişti. Türk siyasal hayatındaki önemi, mutlakiyete indirilmek istenen ilk darbe olması ve daha sonraki anayasal gelişmelerin başlangıcını oluşturmasıdır. 52
1876 Anayasası'nın 8. maddesi vatandaşlıkla ilgilidir. Buna göre; "Osmanlı tabiyetinde bulunan herkes hangi din ve mezhepten olursa olsun istisnasız Osmanlı tabir olunur." Uyrugu din kavramından soyutlama anayasal kural haline gelmiştir. 11. maddede, devletin dini İslftm olmakla birlikte diğer dinlere ve mezheplere verilmiş olan imtiyazların devletin himayesinde olduğu belirtilmiştir. Ayrıca devlet hizmetine girmek isteyen Osmanlıların Türkçe'yi bilmeleri şartı ile ehliyet ve kabiliyetlerine göre devlet hizmetine alınacakları ifade edildi. Bu anayasaya göre din, ırk, dil ayrımı gözetilmeyen yeni bir millet yaratılmak istenmişti. Seçimlerden sonra parlemanto, Mart 1877'de açıldı. II. Abdulhamid, Meclis'i açış konuşmasında bundan böyle bütün vatandaşların bir vatanın evladı olarak bir kanun himayesinde yaşayacaklarını, Osmanlı namını taşıyacaklarını ve bu namın tebaa arasında mevcut menfaatlerin devam ve muhafazasına şamil olacagını ümid ettiğini belirtti.
Mebusların 180'i Müslüman, 60'ı ise Gayrimüslim idi. Gayrimüslim üyeler 14 ayrı lisan konuşuyor ama, Anayasa'ya uygun olarak biraz Türkçe biliyorlardı. 53 Meclis 'in çalışmaları herkes için büyük bir sürpriz oldu. Osmanlıların çok geri oldugu ve parlamenter rejime intibak edemeyecegi yolundaki genel kanaat sarsıldı.
Meclis'in ikinci evresi 13 Aralık 1877de başlayıp 16 Şubat 1878'e kadar sürdü. Meclis'de 40 tane Hıristiyan ve 56 Müslüman Mebus vardı. Bu sırada 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı da bütün şiddeti ile sürmekte idi. Meclis, kanun tasarılarını bir kenara bırakarak hükümetin İCraatlarını ve savaşın sevk ve idaresini görüşmeye başladı. Mebuslar açıga vurmamakla birlikte Abdulhamid'i kötü gidişten sorumlu tutmaktaydılar. Abdulhamid'in Kanun-ı Esasi'nin ruhuna aykırı olarak yaptığı atamaların karşısında Meclis tepki gösterince padişah, 14 Şubat 1878'de Meclis'i kapattı.54 İlk önce Osmanlı Ordularının perişanlığı karşısında Ayastefanos Antlaşması Ruslarla imzalandı. Savaş sona ererken İstanbul Ermeni Patriği Varjebedyan, Eçmiyazin Katoliskoslugu aracılığıyla Rus Çar'ından Rusya'nın Doğu Anadolu'da işgal ettiği toprakları Osmanlılara geri vermemesini istemiş, bununla da yetinmeyerek savaş sonunda Ayastefanos'daki karargfthını gidip Grandük Nikola ile görüşmüş ve Doğu Anadolu'nun Ruslar tarafından ilhakını, bu olmazsa bölgeye Bulgaristan'a olduğu gibi muhtariyet verilmesini, bu da mümkün değilse bölgede Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını ve bu ısıahat tamamlanana kadar Rus ordusunun geri çekilmesini talep etmişti. Patriğin son talebi Ruslarca kabul edilmişve Ayastefanos Antlaşması'na 16. madde olarak girmiştir. 55 Bu antlaşma ile Karadag ve Sırbistan bagımsızlıklarına kavuşıırken, Tuna'dan Adalar Denizi'ne kadar büyük Bulgaristan kııruluyordu. Anadolu'da Ermenilerin istedikleri bölgelerde reformlar yapılmasını ve bölgenin Kürt ve Türkmen akınıarına karşı güvence altına alınmasını istiyorlardı. Ayastefanos Barışı büyük güçler tarafından kabul edilmedi ve İngiltere'nin araya girmesi ile Berlin'deyeni bir barış konferansı toplandı. Konferans 13 Temmuz 1878'de sona erdi.56 Berlin Antlaşması 'nın 61. maddesi yine Ermenileri ilgilendirmekte idi. Bu tamamen İngiltere'nin Türkiye'ye yönelik yeni politikası geregi Ermenileri kendi tarafına çekmek için konulmuş olan bir madde idi57 Ermeniler de bahsedilen maddenin uygulanması halinde bunun kendilerini bagımsızlıga götürecegine inanıyorlardı.58 Amaca daha çabuk varmak için de Avrupa'nın pek çok şehir ve kasabalarında Türkiye, Kafkasya ve Mısır'da bir takım kıırumlar kıırdular. Bunların başlıcaları 1887'de Londra'da kurulmuş bulunan "British Armenio Commite", Almanya'da kurulmuş olan "Detsche Orient Mission", Kahire'deki "Ermeni Genel Hayır Birligi" ile Hınçak ve Taşnak komiteleridir. Bu son iki kııruluş Ermenileri kışkırtımakta ve tedhiş hareketlerini yöneltmekte çok ileri gitmişlerdi.59 1890'lı yıllarda Dogu Anadolu'da dış kaynaklı Ermeni isyanları görülmeye başlandı. II. Abdulhamid hatıralarında şunları yazar: "Ermeni meselesi, Ermeniler meselesi değildir. Rahat bir yürekle söyleyebilirim ki, Ermeni kavmi Osmanlılığı en iyibenimsemiş, onu en iyi temsil etmiş kavimdir. Medeniyetimize hizmet etmişler, devletimizin bekdsma çalışmışlar, hizmetleri ile ve sadakatieri ile mümtaz Osmanlılar çıkarmışlardır. Ermenilerin bizden hiç şikayetleri yoktu. Fakat Ruslar, Bulgaristan üzerindeki emellerine ulaşınca Osmanlı İmparatorluğundan yeni bir parça daha koparmak için Ermenileri parmakkırma doladılar. Gönderdikleri ajanlarla önce papazları, öğretmenleri ele geçirdiler. Sonra da bunları macera düşkünü Ermenileri bizim aleyhimize çevirdiler. ,,60 Berlin Antlaşmasından sonra İngiltere, Doğu Anadolu'da yapılacak ıslahatları kontrol etmek amacı ile Sivas'a Albay Wilson, Erzurum'a Binbaşı Trotter, Van'a Yüzbaşı Clayton, Kayseri'ye Yüzbaşı Cooper'ı atamıştı. Bu kişiler gittikleri her yerde Ermeniler tarafından coşkun gösterilerle karşılanmaktaydılar. Bu durum Rusların gözünden kaçmıyordu. Bu gelişmeler sonucu, Rusya Ermenilerin kullanımını İngilizlere kaptırdıgını görerek olayları perde arkasından takip etmeye başladı. İngiltere Hükümeti, Ermenilere muhtariyet verilirse Rusya'nın Kafkasya'dan aşagıya inmesine engel olacagını düşünüyordu. Ruslar, kendi yardımları ile kurulan Bulgaristan'ı İngiltere'ye kaptırdıktan sonra kurulacak bir Ermenistan'ı da kaptırmaktan korktukları için yeni politikalar tasarlamaya başlamıştı. 61 Komitelerin ve din adamlarının kışkırtması sonucu ilk kıpırdanmalar başlayacak ve Van Gölü'nün güneybatısındaki Sason'da vergi yüzünden bir isyan çıkacaktı.
Bu isyan devlet güçleri tarafından bastınldıktan sonra olaylar Avrupa'ya oldukça abartılı olarak yansıyacaktı. İngiltere, Fransa ve Rusya Osmanlıların teşkil ettigi tahkikat heyetine iştirak ederek işe müdahele ettiler. Yabancılar her zamanki gibi Osmanlı'yı haksız buldular. II Mayıs 1895'te Bab-i ali'ye bir muhtıra vererek "Berlin Antlaşmasına göre yapılacak ıslahatın yerine getirilmesini, doğu vilayetlerine beşer sene süre ile valiler tayinini ve bunların seçilmesinde büyükelçilerin muvaffakatının alınmasını, mahalli unsurlardan karma jandarma teşkilini, halkın seçimiyle vilayet meclisleri kurulmasını, adli ve mali ıslahat yapılmasını istediler. II. Abdulhamid muhtırayı alınca derhalonu geri göndermek istedi. Fakat Hariciye Nazırı engeloldu. Bab-ı ali daha sonra muhtırayı veren devletler arasında tam bir anlaşma olmadıgını görerek 3 Haziran 1895'te bu muhtırayı, padişahın hükümranlık haklarına zıt oldugu gerekçesi ile geri çevirecekti. Olayların bu şekilde gelişmesi Ermenileri kızdırarak ve onların Bab-ı aliye yürümelerine sebep olmuş, ancak bu harekette devlet güçlerince bastırılmıştı. 62 Ermeniler, 1896'da Osmanlı Bankası'nı basarak, tarihte ilk kez ilgisiz sivillerin rehin alındıgı terör eylemini gerçekleştirdiler. 63 Osmanlı Devleti'nin Avrupa'daki itibarı Ermeni meselesi yüzünden oldukça azalmışken, 1897'de Yunanistan'a Girit isyanı yüZUnden savaş ilan ederek, onu bir kaç hafta içerisinde yenmesi ile kendine olan güveni aniden arttı. Osmanlı Devleti'nin kazandığı toprakları elinde tutmasına Avrupalı güçlerce izin verilmemiş ama Yunanistan, büyük bir tazminat ödeyerek bu isyana olan destegini çekmek zorunda kalmıştı. 64 1877-78 Osmanlı-Rus savaşını bahane eden II. Abdulhamid, Meclis'i kapattıktan sonra ülkeyi otuzüç yıl boyunca sürecek olan istibdat yönetimi ile idare etmeye başladı. Ülkedeki ekonomik ve sosyal sorunlar gittikçe büyüdü. Bütün olumsuzluklara ragmen bu dönemde egitim alanında büyük atılımlar yaplldı.65 İlk on yıl içerisinde Abdu!hamid'in baskıcı yönetimine karŞı Ali Suavi ve Kleantin Skalyeri'nin darbe teşebbüsleri dışında herhangi bir direnme görülmemiştir. Fikir bazında ise padişaha muhalif olan aydınların arasında Avrupa merkezli bir takım
gruplaşmalar oluşmaya başladı. zamanla bu grupların liderleri idealist gençler arasında saygın bir yere gelmeye başladılar. Bunların arasında Ahmet Rıza Bey,66 Osmanlı İmparatorlugu'nun parçalanmasının en önemli etkenlerinden biri olarak "tolerans"ı göstermektedir. Hıristiyanların İslam'l yok etmek istediklerini ve imparatorlugu oluşturan unsurlara karşı uygulanan toleransı, milliyetçilige zemin hazırladıgını, bölücü1ügü arttırdıgını ifade ederek azınlık sorununa dt'gişik bir bakış kazandırmıştır.67 Prens Sebahaddin68 ise, Osmanlı Devleti'nin uyguladıgı merkeziyetçi sistemi eleştirerek, Türklerin çeşitli unsurlarla bir uyum içerisinde meydana getirecekleri sosyal bir dengenin sayesinde Dogu Sorunu'nun hal1edilebilecegini belirterek ademi merkeziyeti savunuyordu.69 Meşrutiyeti ikinci defa ilan ettirecek asli unsur böylece oluşumunu tamamlamak üzere idi. Başlangıçta fıkir düzeyinde kalan bu kıpırdanışlar 1889'dan sonra eyleme dönüşmeye başladı. Askeri Tıbbıye'de başlayan örgütlü hareket İttihad Terakki'nin temeli olacaktı.70
Ülke içerisinde bir otorite boşlugu vardı. Bu şartlar altında dogan İtithad ve Terakki, kısa zamanda ülkenin dört bir tarafında variıgını hissettirdi. Özellikle Makedonya'da oldukça güçlü idi. Bu şartlar altında cemiyet kutsal1aştırılmış, ruhu devlet olmuştu. İttihat ve Terakki taraftarı olmamak vatanı sevmemekle bir tutulmaya başlanacaktı. 71
ll. Meşrutiyet hareketi, İmparatorlulctaki Türk ve Türk olmayan unsurların demokratik ve liberal bir anlaşma zemini içinde giriştikleri ilk ve son harekettir. Bu nedenle eylemin ön planındaki ideolojisi "Osmanlıcılık"tır. Bununla birlikte II. Meşrutiyet esas olarak Türk liberal-reformist aydınlarının agır bastıgı bir harekettir. Bu nedenle de bagrında Türk milliyetçiligini taşımaktadır.72
II. Meşrutiyetin, Reval görüşmelerinin ardından İttihatçı subayların etkisi ile ilanından 73 sonra azınlıklar alanında şu gelişmeler yaşandı: II. Meşrutiyet'in herkes için getirdigi eşitlik ilkesi ile birlikte imparatorlugu parçalamaktan kurtarmayı düşünüyordu. İttihat ve Terakki'nin 1890'daki cemiyet nizamnamesinin birinci maddesinde "Hükümetin adalet, eşitlik ve hürriyet gibi bütün insanlığı ilgilendiren kavramları ihlal ederek Osmanlıları ilerlemeden mahrum kılan ve yabancı devletlerin iç işlerimize karışmasına ortam sağlayan idaresini İslam ve Hıristiyan vatandaşlarımızı ikaz maksadı ile kadın ve erkek bütün Müslümanlardan oluşan
Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti kurulmuştur." ifadeleri yer almıştır.74 1908'de toplanan yeni Meclis-i Mebusan 1876 Anayasası'nı hemen değiştirmemiştir. 19 Temmuz 1908 tarihli padişah hattı hümayununda Yurttaşların her biri hangi ırk ve mezhepten olursa olsunlar kişisel özgürlüklerine sahip olacakları ve ülkenin hukuk ve sorumlulugunda eşit oldukları ifade edilmiştir.75 Meclis'deki gayrimüslim mebuslar, Osmanlılık fikrine sahip çıkıyorlardı.
Ancak, Türk unsurunun yararına kendilerinin aleyhine bir konu görüşülUrken bu kesim için Osmanldık bir savunma aracı olurken, lehlerine bir durumda Kanun-i Esasi'de dahi olmayan teklifler getirmekten geri durmuyorlardı. Gayrimtislimler, II. Meşrutiyet döneminde kurulan hükümetlerden, Talat Paşa Kabinesi hariç hepsinde görev yapmışlardır. İttihat Terakki'nin Türkçü politikalarından memnun kalmayan gayrimüslimler de 14 Eylül 1908"e kurulan Ahrar Fırkası'na destek vermişlerdi. Bu fırkanın fesh olunmasından sonra İttihad-ı Anasır fikrini gerçekleştirdiğini savunan Hürriyet ve İtilaf Fırkası, gayrimüslimlerin ilgi duyduğu bir parti konumuna yükselecekti76 Yeni düzen ve onu hayata geçirenler, bütün iyi niyetlerine rağmen bir dizi problemle yüz yüze kaldılar. Temmuz 1908'in gönülleri coşturucu olaylarına karşı Avrupa ve Balkan Hıristiyanları'nın tepkisi, bu idealist insanların gözünde ancak tecavüz ve ihanet olarak tanımlanabilirdi. Avusturya, Bosna-Hersek'i ilhak etmekte gecikmedi. Bulgaristan bagımsızlıgını ilan etti. Girit, Yunanistan'a bağlılığını açıkladı. Türklerin Hıristiyan tebaası ve komşuları, çok uluslu bir Osmanlı Devleti'nin işlemezligini kanıtlamaya çalışırken, hükümetteki istikrarsızlıkta yeni problemleri beraberinde getiriyordu. 77 Meşrutiyet'in ilanından sonra Avrupa'da çalışan Ermeni komiteleri, siyasi suçlular, kaçaklar İstanbul'a dolmaya başladılar. Osmanlı Hükümeti, Ermeni düşünürlerden ileri gelenleri önemli memuriyetlere getirdi. İstanbul'da ve diğer illerde kütüphaneler ve kulüpler açtılar. Okullarda Türk ve Müslüman kavramlarına eskisinden daha fazla tavır almaya başladılar. Meşrutiyet'in getirdigi özgürlük, Ermeniler için ortaya şu sonucu koyuyordu: Bu ülkede iki ayrı dinden iki ayrı ulusa yer yoktur. Adana ve çerçevesinde bilinen iddialar dahilinde 1914 yılına kadar sürecek olan isyanlar devleti zor durumda bırakacaktı.78 İttihatçdar bir taraftan Meclis'deki siyasal tartışmalarla ugraşırken, muhalifler de boş durmuyorlardı. Bunlar yalnız Meclis 'te degil dışarıda da örgütlenmişler, kendilerine taraflar toplamışlardı. Özellikle ordu tam olarak denetim altına girmemişti. Subaylar arasında eski düzene dönmeyi amaçlayanlar vardı. Sonuçta 31 Mart (13 Nisan 1909) gerçekleşti.79 Hareketin ortaya çıktıgı günlerdeAdana ve çevresinde de belirtildiği üzere Ermeni isyanları etkin bir vaziyette idi. Bu olay Avrupa'da farklı şekilde, azınlıkların kıyımı olarak degerlendirilmekte idi. Meşrutiyet'in kurucuları 31 Mart olayının da yarattıgı olumsuz etkileri silmek için bazı çabaların içerisine girdiler. Hareket Ordusu'nun isyanı bastırmasından sonra Enver Bey (daha sonda Paşa), çarpışmalarda ölen kişilerin mezarı başında yaptığı konuşmada birlik ve beraberligin gücünü simgeleyen bir nutuk vererek, Osmanlılığın önemini vurguluyordu. Enver Bey, konuşmasında "Müslümanların ve Hıristiyanların yaşarken ve öıürken, bundan böyle hiçbir ırk ve inanç ayrım tanımaksızın, yurtsever arkadaşlar olduklarının nişanesi olarak yanyana yattıklarını80ifade etmekte idi. 31 Mart Vak'ası'ndan sonra II. Abdulhamid tahttan indirilerek yerine V. Mehmet Reşad geçti. 1876 Anayasası'nın bazı maddeleri görülen lüzum üzerine 1909'da degiştirildi. Anayasada Müslim, gayrimüslim ayrımı yapılmıyor ve mezhep imtiyazlarının korunacagı taahhüt ediliyordu. 11. Madde, devletin dininin İslam olduğu belirtilmekle birlikte, mezheplere tanman imtiyazlarm devletin taht-ı himayesinde olacagı ifade edilmekte idi. Vatandaşlar arasında eşitlik, 8- 17 ve 20. Maddede açıklanmaktaydı. 17. Maddeye dayanılarak, 1909 sonbaharında gayrimüslimler de askere alınmaya başladılar.81 Ancak, gayrimüslimlerin askere alınmaları bir takım sorunları da beraberinde getirdi. Rum milletvekilleri Sadrazama müracaat edip: 'orduda yalnız Müslüman askerlerin ihtiyaçları düşünülmüş, Müslüman askerler için imam var ama Hıristiyanlar için Papaz yok. Müslümanlığı kabul edenlere mükdfat veriliyor. ,82 diyerek huzursuzluklarını ifade ediyorlardı. 1912 yılında Meclis fesh edildi. Yeni seçimlerde İttihat ve Terakki, Meclis'te Türk, Rum, Ermeni ve Arap mebuslarla varlıgını devam ettirdi. Balkan Devletleri ise, 13 Ekim 1912'de Osmanlı Devleti'ne bir nota vererek, devletin Avrupa'daki eyaletlerinde reformlar uygulanırken 'ulusallık' ilkesine uyulmasını Hıristiyanların tüm meclislere kabulünü, cemaat okullarının devlet okulları ile aynı statüde değerlendirilmesini, Hıristiyanların oturdukları yerlere büyük devletlerceonaylanmış İsviçreli ya da Belçikalı valilerin atanmasını....vs yapılması imkansız isteklerde bulundular. Bab-i ali istekleri reddederek Sırbistan ve Bulgaristan ile ilişkilerini kesti. Bu gelişmeler Balkan savaşlarının başlamasına sebep oldu. II. Balkan Savaşı'nın sonunda Bulgarlarla imzalanan İstanbul Anlaşması'na binaen Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan Bulgarlara diger Hıristiyan unsurlara tanınan hak ve hürriyetlerin tanınacağı kabul edildi. 83 Yukarıda da belirtildiği üzere 1876 yılında Osmanlı Devleti'nde Meşrutiyeti ilan edilmişti. Buna göre tüm vatandaşlar milliyet, ırk ve dinlerine bakmadan, eşit haklı sayılmışlardı. Kişi için en önemlisi Osmanlı olmak, yani Osmanlı İmparatorlugu'nun vatandaşı ve padişaha sadık kalmak idi. Fakat 'Osmanlı Olmak' yeterli olmadı. Hıristiyan halkların arzuları durdurolamadı. Bunlar canlarını feda etmek pahasına kendilerini milli hareketlere adamışlardı. Osmanlı fikrinin iflası, Osmanlıları temelinde dini bir birlik düşüncesi yarattıgı İslamcılığa sevketti. İslamcılığın baş propagandacısı da II. Abdulhamid olmuştu. 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanından soma inkılap taraftarları vatandaşların eşitliği sloganı ile iktidara gelmişlerdi. Ama bu slogan da azınlıkların self-determination isteklerine engel olamamıştı.84 Azınlıklar meselesi, Osmanlı İmparatorlugu'nun yıkılışını hazırlayan temel sebeplerden birisi idi. XIX. ve XX. Yüzyılda yaşanılan politik ve askeri olayların sebepleri arasında varlığını hep hissettirecekti. Azınlıklara verilen haklar daha sonra yeni imtiyazların habercisi olarak Osmanlı İmparatorluğu'nun karşısına dikilecekti. İmparatorlugun asıl yükünü çeken Türk unsuru bu kargaşa ortamında ihmal edilen bir unsur olarak Kurtuluş Savaşı'na kadar bu konumunu sürdürecekti. Gerçi II. Meşrutiyetle birlikte Türk Milletini konu alan çalışmalar hızlanmıştı. Ancak, azınlıklar sorununun çözümünde kilit rolü yine ulu önder Atatürk oynayacak, onunfikir ve eylemleri sonucu bu mesele gündemden çıkacaktır. |