Sansürün Altın Yılları ve Abdülhamit
SANSÜRÜN ALTIN YILLARI VE ABDÜLHAMİT...
(Kaynak: Radikal (İnternet Baskısı) / Ahmet ÇAKIR - 23/07/2001)
 
II. Abdülhamit döneminde sansür dallanıp budaklanmış ve akıl almaz örneklerle çeşitlenmiştir. Türk basınının nefes almaya bile korktuğu günlerdir. Tiyatroya kadar uzanan sansürün dehşetini ve budalalığını gösteren örnekler yıllarca unutulmayacak niteliktedir
31 Mayıs 1876'da Abdülaziz indirilerek 'Genç Osmanlılar'la ilişkileri olan V. Murat tahta çıkarılır. Murat'ın padişahlığı 1876'nın haziran-temmuz-ağustos aylarını kapsar. Onun tahta çıkışıyla doğan özgürlük ortamından yararlanan sürgündeki gazeteciler dönmüş; yeni gazeteler çıkararak düşüncelerini yaymaya çalışmışlardır. Bu 'özgürlük' döneminin sonuna doğru 4 Ağustos 1876'da 'Vakit' gazetesinde yayımlanan hükümet bildirisi şaşırtıcıdır. Bildiride, Hayal gazetesinde, Basiret ve Vakit gazeteleri imtiyaz sahipleri aleyhine tezyif edici makaleler yayımladığı belirtilir, Hayal'in süresiz kapatıldığı açıklanır ve bildiri şöyle sona erer: "Bundan böyle latife ve mizaha dair varakpare yayımlanmasına izin verilmeyeceği ilan olunur."

'Böyle olur bizde özgürlük...'
12 Ağustos 1876'da 'mevcut durum ortadan kalkıncaya dek' yeni gazete yayımına izin verilmeyeceği ilan edilir. Hemen akla şu soru gelir: Bu nasıl özgürlük dönemi?
Yanıt da şu olur: "Çelebi, bizde böyle olur özgürlük dediğin!" Çünkü Osmanlı
İmparatorluğu, artık sorunlara çözüm bulabilmek için çok geç kalmıştır. Meşrutiyet ilan edilse de, meclis kurulup anayasa yapılsa da, imparatorluğun dört yanında patlak veren ayaklanmalara yetişmek olanaksızdır. II. Abdülhamit'in padişah olması Saltanatının üçüncü ayı dolarken sağlığı bozulan V. Murat'ın yerine, II. Abdülhamit 31 Ağustos 1876'da tahta çıkarılır. II. Abdülhamit, tahta çıkışının dördüncü ayında, basından hoşnutsuzluğunu göstermiş; 6 Aralık 1876'da sadrazam Mithat Paşa'ya bir mektup yollayarak 'basının başıboşluğuna' son verilmesini istemiştir. II. Abdülhamit'in tahta çıkmasından yedi ay sonra, Mithat Paşa başkanlığında bir komisyon tarafından hazırlanan yeni basın yasası, Meclis'te görüşmeye açılır. Kimi yenilikler getiren yasa tarışılırken milletvekillerinin basın özgürlüğüne verdikleri değeri gösteren ilginç sözler edilir:
- Matbuat serbest olmalı. Matbuat nerede serbest ise orada ilerleme olur. Bu tasarıyı görenler ceza yasası zannettiler. Amerika'nın bu kadar ileriye gidişine herkes şaşıyor. Bilmiyorlar ki iki Amerikalı bir yerde bulunursa, yanlarında bir matbaa, bir de gazete bulunur. (Vasilaki Efendi)

- Matbuat kanun dairesinde serbesttir denildikten sonra, matbuatı zincirle bağlarsak hürriyet kalır mı? (Hüdaverdi Efendi)
- Silah tehlikelidir ama hangi memlekette silah satılması yasak edilmiştir? Herkes silah alır ama adam öldürürse devlet onu alır ve cezasını verir. (Hüdaverdi Efendi)

- Gelecek yıl inşallah matbaaları köylere dek yayacağız. (Yusuf Ziya Bey)

- Londra, Berlin, Paris'te.. mizah gazeteleri vardır. Bunlar nükteli şeyler yazarak halkı terbiye ederler. (Hüdaverdi Efendi)
- Mizah gazetelerinde hiç değilse elifba öğrenilir. (Hasan Fehmi Efendi)
Son iki örnekten de anlaşılacağı gibi, mizah gazete ve dergilerinin yayımını kısıtlayan hükümler vardır tasarıda. Bu kısıtlamalarla, gazete çıkarılması için ruhsat zorunluluğu getiren madde çıkarılarak tasarı kabul edilir. Ancak II. Abdülhamit yasayı onaylayıp yürürlüğe sokmayı kabul etmez.
'93 Harbi' ve sıkıyönetim
19 Mart 1877'de çalışmaya başlayan ilk Osmanlı Meclis-i Mebusanı'ının, açılmasından yedi ay sonra patlak veren Rus savaşı (1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı, '93 Harbi' olarak anılır) yüzünden, 20 Eylül 1877'de sıkıyönetim ilan edilir. 18 Şubat 1878'de de meclis, birinci çalışma yılını tamamlayamadan kapatılır. Böylelikle anayasa rafa kalkar. Meclis'in kapatılma gerekçeleri ilgi çekicidir: Halk parlamentolu hayata henüz hazır değil. Anayasa şeriata uygun değil. Böylelikle Meşrutiyet dönemi biter ve 'istibdat' dönemi başlar. 1908'e değin sürecek olan 30 yıllık dönem, düşünceleri açıklama özgürlüğü açısından 'korkunç' bir dönemdir. Ünlü gazeteci Hüseyin Cahit şunları anlatır: "Türk basınının Abdülhamit zamanıyla ilgili tarihi yazılırken sansür bölümünün önemli bir yer alması gerekir. Bugünkü gençlik ve Abdülhamit zamanına yetişip de gazetecilik yaşamına yaklaşmamış kişilerin, bu sansürün dehşeti ve aynı zamanda budalalığı, işkilliği üzerine doğru düşünce edinebilmeleri olanaksız. Bunu belgeler üzerinde görmedikçe insan inanamaz." (Hüseyin Cahit YALÇIN, Edebiyat Anıları, İstanbul 1975, s.105)
Bu dönemde sansür öyle dallanıp budaklanmıştır ki, konuya sadece herhangi bir yanından değinen pek çok inceleme ve araştırma yayımlanmıştır. Araştırmacılar, konuyu ana başlıklarıyla ele alabilmek için bir sınıflandırma yapmak gereği duyacaktır. Bu yönteme uyarak, sansür türlerini şöyle sıralayabiliriz:
1) Basımı yapılacak her tür yayının öndenetimi,
2) Yasaklanan sözler,
3) Gazetelerin kapatılması,
4) Kitapların yakılması,
5) Gazetecilere çıkar sağlanması, jurnalciliğin özendirilmesi,
6) Yabancı basının satın alınması,
7) Yabancı ülkelerle haberleşmenin engellenmesi.
İlk gazeteciler grevi
Türk basınındaki ilk grevin II. Abdülhamit dönemine denk gelmesi de ilginçtir.
1901'de II. Abdülhamit'in tahta çıkışının 25. yılı nedeniyle gazetelere yapıştırılan iki kuruşluk pulun kaldırılması ve bu gelir artışından hak almak isteyen gazetecilerin topluca işi bırakmaları, Türk basın tarihinin ilk grevini ortaya çıkarmıştır. Pul yapıştırma zorunluluğundan en çok İkdam'ın sahibi Ahmet Cevdet ile Sabah'ın sahibi Mihran Efendi yararlanır. Aralarında büyük çekişme bulunan bu iki kişi, gelirden çalışanlara pay vermemek için şaşılacak bir kolaylık ve kesinlikle anlaşabilmişlerdir. Bunun üzerine, her iki gazetenin çalışanları 'grev' yapma kararı verir. Yalnız işi bırakmakla kalmayıp bir de gazete çıkaracaklardır. Bunun için yarı batmış haldeki Saadet gazetesi kiralanır. 25 lira sermayeyle Saadet'i çıkarmak için kolları sıvanır. Çabalara rağmen grev başarısız olur. Eylemin başarılı olması için gerekli koşulların en azı bile yoktur. Grev, yasalarda yer almış değildir. Üstelik işin içine 'grev kırıcılar' da girmiştir. Halkın grevden haberi bile olmamıştır. Hüseyin Cahit şöyle anlatıyor: "Hep birden grev yapıp Saadet'i çıkarmamız ne İkdam'ı sarstı, ne de Sabah'ı. Basın piyasasının kalburüstü en işgüzar yazarları Saadet gazetesini bir türlü yürütemiyordu. Sansür müthiş bir silindir olmuştu. Hiçbir yazarın benliğini göstermesine, hiçbir gazetenin başka türlü olmasına imkân yoktu. Nasıl olup da bizlerin böyle bir çeşit isyan şeklinde kendi başımıza bir gazete çıkarmamıza müsaade ettiklerine şimdi şaşıyorum..." (Edebiyat Anıları, s.113)

Tiyatro da payını aldı
Sansürle ilgili birçok şiiri olan Eşref'in şu dörtlüğü o dönemi iyi anlatır: Hem sözü hem fikri nasın kontrol altındadır/Kimseler Türkiye'de bu hale mani olmuyor/Eskiden derlerdi ki, gümrük alınmaz laftan/Şimdi sansür, yüzde yüz sansürle kaani olmuyor.
Bu dönemde, sansürün ezici baskısından kendini kurtaramayan kurumlardan biri de tiyatrodur. Namık Kemal'in 'Vatan Yahut Silistre' oyununun büyük ilgi görmesi üzerine, tiyatro da sansür kapsamına alınır. Ardından hiç bir oyun, İstanbul'da Matbuat
İderesi ile vilayetlerde Maarif Müdürlüklerinden izin almadan sahnelenemez. Dönemle ilgili Niyazi Berkes şöyle diyor: "Türk toplumu Batı uygarlığının şahmerdanı altında teneke haline getirildi; toplumsal düşün hayatını kuruttu; Batıcılığı da, Osmanlıcılığı da, İslamcılığı da dejenere ederek üçünün de iflasını meydana çıkardı." (Türk Düşününde... s.221)
***
'Muzır' dizgi yanlışları
Dizgi yanlışlarının düşünceleri açıklama özgürlüğü ile ne ilgisi olabilir? Bir harfin yanlış dizilmiş olması yüzünden devletin resmi gazetesi yıllarca kapatılabiliyorsa, bir sayfanın ters basılması üzerine devlet matbaası kapatılıp çalışanlar cezalandırılabiliyorsa, konunun, düşünceleri açıklama özgürlüğü çerçevesinde değil, tıp biliminin bu olayla ilgilenebilecek bölümünde incelenmesi uygun olurdu. Örnekler ilginç ve eğlendiricidir. II. Abdülhamit'in tahta çıkış yıldönümündeki şenlikler gazetelerin manşetindedir. İki gazetede dizgi yanlışı olmuştur. Sabah'ın başlığında, Abdülhamit'in sıfatları arasındaki 'şevketlu' sözcüğünün bir harfi düşer, Arap alfabesine göre 'şu kötü' okunur ve ibare, 'Şu kötü Ulu Gazi İkinci Abdülhamit Han' okunur. İkdam'ın başlığında, Abdülhamit'in tahta çıkışı için, mutlu gece karşılığı olan 'Leyl-i mes'ude' sözü kullanılırken, ikinci sözcük 'mesude' diye basılınca, tamlamanın anlamı 'kara gece' oluverir. II. Abdülhamit, devlet salnamesine (yıllığına) çok önem verir. Başına koydurduğu anayasayı aslında kaldırmadığını, Meclis-i Vükela kararıyla uygulanmasını bir süre ertelettiğini söylediğinde kanıt olarak kullanmayı tasarlar. Bir yıl, II. Abdülhamit'in tahta çıkışını anlatan belge, salname ciltlenirken ters konulur. Uçurulan bir jurnalde, 'Bundan amaç baş aşağı gelmenizdir,' denir: Devlet basımevi gece yarısı kapatılır, memurlar dağıtılır. Bir yıl sonra aynı yerde II. Abdülhamit'in tahta çıkışıyla ilgili tümcede yer alan 'vel-istihkak' (hakkı olarak) sözü 'elif' harfinin yer değiştirmesi yüzünden 've la istihkak' (haksız olarak) biçiminde çıkar. Bu işin başında olan Ahmet İhsan, zamanında yanlışlığın ayırımına varır. Yazıyı ilgili komisyon başkanına gönderdiğinde, adamın fesi başından sıçrayıp arkaya düşer. Oniki yaşındaki Felemenk Kraliçesine II. Abdülhamit'in verdiği bir nişanla ilgili yazıda 'ita' sözcüğü 'hata' olarak dizilince, birkaç görevlinin başı derde girer; devletin resmi gazetesi 'Takvim-i Vekayi' kapatılır.
***
Gazetecinin ihtilal girişimi
Meşrutiyetin ilanı üzerine, 5 Kasım 1876'da İstanbul'a dönen Ali Suavi, kimi anlaşmazlık ve çatışmalar sonucunda bambaşka biri olup çıkmıştır. Önceleri yönetime karşı şiddetli saldırılarda bulunan Ali Suavi, bu kez yönetimden yanadır; II. Abdülhamit'i öven yazılar yayımlar. Ödül olarak Galatasaray Lisesi Müdürlüğü'ne atanır. Artık, Padişah'ın
yakınlarından sayılmakta ve kendisine 'İzzetlu Ali Suavi' denilmektedir. Eski arkadaşları Namık Kemal ve Ziya Bey'le araları açılmıştır. Fakat bu durum pek uzun sürmez; Ali Suavi görevinden alınır ve gözaltında tutulur. Bu olaylardan sonra Ali Suavi 'Basiret' gazetesinde yazmaya başlar. Bu kez, Ali Suavi, II. Abdülhamit'e çok kızgındır. Onu tahttan indirmek için planlar hazırlar. Basiret'in 19 Mayıs 1878 tarihli sayısında, Ali Suavi şunları yazar: "Herkes durumun tehlikesinden söz ediyor. Söyleyeceğim şeyi herkesin dinleyeceğinden kuşkum yok. Güçlükler büyüktür ama çaresi pek kolaydır. Yarınki sayımızda, herkesin izniyle bu çareyi kısaca açıklayıp yorumlayacağım. Mektubun amacı, yarınki yazıya genel dikkati çekmektir." (TOPUZ, s.20) Bu 'ihtilal ön-bildirisi'nin yayımlandığının ertesi günü, Ali Suavi doğrudan harekete geçer. Çok yetenekli bir hoca ve ateşli bir söylevci olan Ali Suavi, dört-beş yüz kişilik bir göçmen grubuyla Çırağan Sarayı'na saldırır. Amacı, V. Murat'ı kurtarıp, II. Abdülhamit yerine tahta çıkarmaktır. V. Murat'ın yanına ulaşan Ali Suavi, onu gözaltında bulunduğu yerden çıkarmak isterken, Beşiktaş Muhafızı Yedi-Sekiz Hasan Paşa'nın saldırısına uğrar; Paşa, o sırada eline geçirdiği bir sopayla Ali Suavi'nin kafasına vurarak ölümüne neden olur. (20 Mayıs 1878)
***
'Velinimetim padişahım...'
Türk basın tarihinin öncü isimlerinden Ebuzziya Tevfik, bir süre yıldızının hiç barışmadığı Abdülhamit'le iyi geçinmeye karar verir. Gazeteler, dergiler çıkaran, yüzlerce kitap yayımlayan bir matbaa kuran, çok sayıda tercümesi bulunan, bir ara milletvekilliği de yapan Ebuzziya Tevfik, 'uslu basın'dan faydalanmanın çok ilginç bir örneğini veriyordu. Abdülhamit, Ebuzziya Tevfik'e düzenli aylık bağladı. Maaş için Babıâli'ye makbuz veren Ebuzziya'nın kestiği bir makbuz, evinin taşınma parasını saraya ödettiğini gösteriyor: "Velinimetim olan padişahın emriyle bugün aldığım maaşımla ilgili senet ayağınızın toprağına arzedil miştir. Başınızı ağrıtan bu değersiz hareketim, evimi taşımaktan kaynaklanan mali sıkıntıdan doğmuş ve kıymetsiz ihtiyacım böylelikle karşılanmıştır." (Murat Bardakçı, Hürriyet gazetesi, 18 Kasım 1996, Pazar)
***
Meclisi Mebusan
II. Abdülhamit'in tahta çıkmasından bir süre sonra anayasa askıya alınarak Meclisi Mebusan kapatıldı. Türk basınında çok kısa da olsa, bir 'özgürlükler dönemi' yaratan
1. Meşrutiyet'in mimarı ve yenilikçi çevrelerin güvendiği bir isim olan Mithat Paşa, sadrazamlıktan alınarak sürgüne yollanır.
2. Abdülhamit'in, ilk meclisin çalışmalarının durdurulmasının gerekçeleri de, son derece ilginçtir:
1) Osmanlı halkı, parlamentolu hayata uyum göstermeye henüz hazır değil.
2) Çıkarılan anayasa, şeriata uygun değildir.
***
'Matbuat kanun dairesinde serbesttir!'
Anayasa çalışmalarının ilerlediği günlerdir. Komisyondaki tartışmalar sırasında Namık Kemal, istediğinde padişaha, anayasayı kaldırma yetkisi veren 113. maddeye şiddetle karşı çıkar. Mithat Paşa ise, onu şu sözlerle iyi bir iş yapıldığına inandırmaya çalışır: "Sizler çocukluk ediyorsunuz, metinde görülecek noksanlıkları ve fazlalıkları parlamento, koymaya da kaldırmaya da muktedirdir. Benim maksadım bu kanunu kabul ettirmekten ibarettir. Darılıp da memleketi bundan yoksun etmeyin." (İNUĞUR, s.227)
Mithat Paşa'nın çabasıyla, sonunda anayasa -ünlü 113. maddesiyle birlikte- kabul ve ilan edilir. 23 Aralık 1876'da ilan edilen anayasanın basınla ilgili 12. maddesi şöyledir:
"Matbuat, kanun dairesinde serbesttir." Sonunda basının anayasal bir güvenceye kavuşmuş olması, çok önemli bir gelişmedir.
Kasap'ın başına gelenler
Fakat, ceza yasalarında basın özgürlüğünü kısıtlayan pek çok madde yerli yerindeyken, 12.maddenin bir anlamı olmayacağını düşünmektedir gazeteciler. Nitekim, dönemin ünlü mizahçısı Teodor Kasap'ın başına gelenler, gazetecileri, bu kuşkularında haklı çıkaracak gibidir. Teodor Kasap'ın 'Hayal' gazetesinde yayımlanan karikatürde, Hacivat, elleri ve
ayakları zincirli olarak karşısında duran Karagöz'e sorar: -Nedir bu hal Karagöz?
Karagöz'ün yanıtı, yönetimi çok kızdıracaktır: -Kanun dairesinde serbesti Hacivat! (Cevdet Kudret, Abdülhamit Döneminde Sansür, İstanbul-1977, s.18) Bu karikatür yüzünden, kanun dairesindeki serbestiye karşın, Hayal gazetesi kapatılır. Gazetenin kapatılması üzerine, bir ek çıkaran Teodor Kasap, bu kapanışı, "İşte sesim kısılmaya başladı. C'a...nım...çı...kı...yor çık...tı" diye, alaylı biçimde bildirdiğinden, üç yıl hapse mahkûm edilecektir.
 
 
BİZİM TİYATRO
 
" Oyuncularımız var, yabancı rolleri yabancılar kadar başarılı oynayabiliyorlar. Rejisörlerimiz var, Avrupa’da gördükleri mizansenleri burada aynen uygulayıp alkış topluyorlar. Yazarlarımız var, yapıtlarını yabancı örneklere benzetebildikleri ölçüde iyi yazar sayılıyorlar.
 
Hepsi iyi hoş da, peki ama nerde Türk oynayışı, Türk sahneleyişi, Türk yazışı, Türk algılayışı? Bir kelime ile nerde Türk tiyatro üslubu? “Bizim Tiyatro” işte bunun peşinde gidecek. Bize özgü olanı araştırıp bulup önünüze sermeyi deneyecek.
 
Tiyatro, elbet insanlığın ortak malı. Tiyatro tarihi, her ulusa ortak ve zengin bir birikim sağlıyor. Ama her ulus da ona yüzyıllar boyu kendi özelliğinden katkılarda bulunmuş, bulunuyor. Tiyatro alanındaki yeni görünen yolların çoğu işte hep bu eski ve yeni yöresel katkılardan doğuyor.
 
Türk oyun tarzı, Türk oyun yazımı, Türk jesti, mimiği derken şovence bir duyguya kapıldığımız, aman sanılmasın. Biz derken de bencil bir kısıtlamadan yana, hiçbir zaman olmadığımız lütfen hatırlansın.
 
Amacımız, tekelci bir kendi içine büzülüş değil, tam tersi, dünyaya, evrene açılış. Ama kendi kişiliğimizle. Bu ortak birikime kendimize özgü bir şeyler katıp yararlı olarak. Türkiye anlamına gelen bizden, insanlık boyutundaki BİZ’e uzanmak istiyoruz.”
 
HALDUN TANER
İSTANBUL EFENDİSİ
 




																	
TARLA KUŞUYDU JULİET
 



																	
ALEMDAR (Tohum ve Toprak)
 




ALEMDAR
																	
 
Bugün 26 ziyaretçi (28 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol